Etiket arşivi: Kabir

Dikkat Size de Bir Davetiye Var?

davetiyeDavet değince düğün, sünnet, konferans, toplantı veya benzeri davetler akla gelir. Bilhassa şöhret edinmiş, zengin veya tanınmış siyasetçilerin davetiyeleri öncelikli ve imtiyazlı olur.

Dikkatinize sunulan davetiye ise geneldir, gönül hatır davetiyesi değildir. Fakir zengin ayrımı yapılmadan, gönüllü gönülsüz, istinasız herkesin katılımı zaruri ve imtiyazsız bir davetiye…

Tebliğ ve tebellüğü zorunlu olan bu davetiye için herkes bir müddet dünya salonunda sırasını bekler, daha sonra berzah âlemine ait zorunlu davetiyesini alır. Sana bana ve herkese… İşte! İmtiyazsız “DAVETİYE”.

Evet, beden üzerinde yırtılmış bir elbise, bedeni nasıl terk ediyorsa; Bir gün ruhumuz da bedenimizi öylece terk edecektir. Ölüm bir devir teslim töreninin başlangıcı, berzah diyarına bir sevkıyattır. Cenab-i Allah (cc)  Kur’an’ı Kerim’de: “Her nefis ölümü tadıcıdır.” buyurmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri ölüm için şöyle diyor: İ’lem eyyühe’l-aziz! Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa onlar istikzarla ikrah edeceklerdir. 1

Ölüm, kâfir için ebedi ve sonsuz bir hiçlik iken, Allah’ı tanıyan ve ibadet ile onu sevdiğini gösteren bir mümin için ebedi bir âlemin kapısı, sonsuz bir saadetin başlangıcıdır. Ölümü güzelleştiren onun arkasındaki ebedi saadettir. Bu saadeti bilen nice Allah’ın dostları ölüm gelmeden onu kemal-i iştiyakla beklemişler, ölüm gününü şeb-i aruz yani düğün gecesi olarak görmüşler.

Risale-i nurun verdiği tahkiki iman ile fena fi’l- Kur’an, zeki ve çalışkan, nurun şakirdi dava adamı, imanı ve İslamı dünyaya tebliğ etmekte mahir bir andelib; Bir kahraman, yedi lisan bilen, imanın şevki ve sevdası uğruna diyar diyar dolaşan, diyar-i gurbette vefat eden, şehit merhum Ali UÇAR’ın bir anekdotu aktarmak istiyorum:

Merhum Ali UÇAR, İman ve Kur’an hizmeti için Almanya’da uzun süre kalmış, Almancayı iyi bilen biri; Bir gün bir parkta çocuklar oyun oynarken, onları seyreden yaşlı bir kadının ağladığını görür, çocukların neşeleriyle neşedar olması lazımken neden ağladığını merak eder.

Ali UÇAR: “ Teyze neden ağlıyorsun” der.

Yaşlı teyze: “Evladım ben kendi halime ağlıyorum, gençliğim gitmiş, yaşlıyım belki en yakın bir zamanda öleceğim, işte toprağın altında çürüyeceğim, yok olacağım!” demiş.

Rahmetli Ali UÇAR, Yirminci mektup, yedinci kelimeyi Almanca olarak o kadına okur:

….Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.2

Teyzenin hüzünlü akan gözyaşları durur, sakince sorar? “Evladım gerçekten ben kabirde yok olmayacağım, kabir arakasında hayat mı var? Bana güzel bir müjde verdin.” Der,

Kadın, ileride oturan kocasına:

“Hans… Hans! Gel dinle, mevt idam değil, yokluk değil, tebdil-i mekândır. Asıl vatanımız kabir arkasıdır. Gel… Gel… Ali’yi dinle!

Ali UÇAR, ayni sözleri Hans’a da söyler.

Hans, Ali UÇAR’ı evine davet eder, bu davetler sık sık devam eder, Hans’ın kalbine bir ışık bir nur girmiş ki diyalogu kesmez. Kısa bir zaman içinde Hans, eşi ve bir çocuğu ile Müslüman olmaya karar verirler. Merhum Ali UÇAR’ın tebliğ görevi bunların hidayetine bir sebep bir vesile olmuş, “Tebliğ bizden hidayet Allah’tandır” Allah hidayeti dilediğine verir. İnsanın iman ve hidayet nurunda hissesi yüzde birdir. Geri kalan doksan dokuzu Allah’a aittir. Bu yüzden iman ve hidayet nurundan hâsıl olan güzellik ve kemaller Allah’ın bir lütfü bir ikramıdır. Rabbü’l âlemin ezelden insanların kalbini bildiği için kime ne lütuf ve ihsan da bulunacağını bilir ve öylece hidayetini ihsan eder. Hans ve ailesine yapılan lütuf ve ikram gibi.

Hans, İslam’ın güzellikleriyle ailece müşerref olur,

Ecel kapıya gelince her şey mukadder olur,

Hans’ın oğlu, Ali UÇAR’a bir gece vakti telefon açar,

Babasının vefatından onu eder haberdar,

Ey! Hans, kalbindeki filizlenen has niyet,

Tebdil etti amelini vardığın yer İslamiyet,

Peygamber efendimiz (asm) niyet hakkında bir hadisinde şöyle buyurur: “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır. Münafığın ameli ise niyetinden hayırlıdır. Herkes kendi niyetine göre amel işler. Mü’min bir amel işlediğinde kalbinde bir nur uyanır.”3

Bediüzzaman, “…niyetin sıradan adetleri ve adi davranışları ibadete çeviren pek acip bir iksir, bir maye ve bir ruh olduğunu, ölü halleri ibadetle canlandırdığını kaydeder… Niyetin ruhu da ihlâstır.”Buyurmuştur.

Gene şöyle diyor: “Dünyanın ömrü kısa olup sür’atle zeval ve guruba gider. Zevalin(sona erme) elemiyle visalin (kavuşma) lezzeti zeval bulur… Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer, lezzeti nispetinde elemi de vardır… Öyleyse, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel, Allah’ın “DAVETİNE” icabet et”4

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

Kamu Yöneticisi

KAYNAKLAR

1-Mesnevi-i Nuriye –habbe

2-Mektubat 20.mek. 7.kelime

3- Camiü’l sağır

4- mesnevi-i Nuriye

Kabre Girdiğim Zaman (Şiir)

Can ayrılır bedenden
Herkes ayrılır benden
Hiçbir şey gelmez elden
Kabre girdiğim zaman

Mal ve mülk kabre kadar
Kabirse basık ve dar
Paşa olsam ne yazar
Kabre girdiğim zaman

Halimiz olur nice
Gündüzler olur gece
Sorgularlar ölünce
Kabre girdiğim zaman

Kabirde yok arkadaş
Ne akraba ne kardaş
Ancak amelim yoldaş
Kabre girdiğim zaman

Bakma mezar taşıma
Kaldım ben tek başıma
Bakılmaz gözyaşıma
Kabre girdiğim zaman

Tanyeri ne haldesin
Bilmem nasıl nerdesin
Sahipsiz bir yerdesin
Kabre girdiğim zaman

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

Said Nursi’nin mezarı bulunacak

TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu, 27 Mayıs Darbesi’nin ardından vefat eden ve naaşı cunta tarafından saklanan Bediuzzaman Said Nursi’nin nereye defnedildiğini ortaya çıkarılması için girişim başlattı.

Konuyu dünkü toplantıda komisyon gündemine getiren AK Parti Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ, Said-i Nursi vefat ettiğinde MBK üyesi Ahmet Er’in yurt dışında olduğunu, ancak bir başka MBK üyesi Numan Esin’in, Nursi’nin naaşının bilinmeyen bir yere taşındığını Er’e söylediğini dile getirdi.

YARIM YÜZYILLIK SIR AYDINLATILACAK

Özdağ, “Bu iki isim bir an önce dinlenmelidir. İki ismin vereceği bilgiler değerlendirilmeli ve bir büyük din aliminin mezarı ortaya çıkarılmalıdır. Belki ‘Devlet sırrı’ diyerek bunların kozmik kasada olacağını söyleyeceklerdir. Ancak sır bile olsa üzerinden 50 yıl geçtiği için bu bilginin açıklanması gerekir. Hiçbir suçu olmadığı halde Said-i Nursi gibi bir din aliminin naaşına bile zulmeden zihniyet ortaya çıkarılmalıdır. Bunun takipçisi olacağız” dedi.

Kaynak: ensonhaber

Rusya’dan Hizmet Mektupları

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 12. ve son bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

Rusya Nurlanıyor (Yıl 1999)

Aziz ve muhterem ağabeyler

Geçen mektuplarda arz eylediğimiz gibi, ta Rusya’ya ilk ayak bastığımız günden beri çok sür’atli, vüs’atli hizmetlerin şahidi oluyoruz.

Kitap basımı, yeni dersanelerin açılması, muhtelif insan tabakalarında ve muhtelif makamlarda Risale-i Nurun tanıtılması devam ediyor. Bu sene Rusya Müftülüğü tarafından düzenlenen iki büyük konferansta Risale-i Nur tanıtıldı.

Bunlardan biri, ‘Rusya’nın Manevî İntibahında Müslümanlar’ın Rolü‘ adı altında yazın Moskova’da meşhur Kosmos Oteli’nde tertiplendi. Bu konferansta dünyanın muhtelif ülkelerinden gelmiş iştirakçilerle tanıştık, kitap hediye ettik. Ayrıca dış salonda kitap satışı tertiplendi.

Bu konferansta birçok mühim kararlarla beraber devlet seviyesinde Rusya Federasyonu topraklarında İslam’ı tebliğin başlamasının 1400 sene-i devriyesini 2000 senesinin Nisan ayında büyük bir merasim şeklinde kutlanması kararı alındı.

Nikolay Kardeş!

“Şimdi burada hummalı bir şekilde tercüme, tashih ve dizgi işleri devam ediyor… Yakın zaman öncesi Kırım’dan Fahreddin kardeş buraya geldi.

Bir vesile ile Ulyanovsk şehrine, oradan da Başkırdistan’ın başkenti Ufa şehrine gitti. Kırım’da bahçeli bir evi dersaneye vermiş Neriman kardeş var…

Novgorod’da Rus Müslümanlar birkaç aydır dersane arıyorlardı. Şimdi bu Ramazan ayında Novgorod’un güzel bir yerinde iki odalı bir daire buldular. Petersburg’tan Resul ve Azerbeycan’dan yeni gelmiş Vugar kardeşler orada kalıyorlar. Rus Müslümanlar her gün dersaneye gelip ders dinliyor, hatta dersanenin zarurî işlerinde kardeşlere yardım ediyorlar.

Bir ders günü Nikolay isminde biri dersten sonra kardeşleri kucaklayarak, ‘Risale-i Nurun gelmesiyle Rusya kurtuldu. Bin sene çektiğimizin bin katını daha çeksek, bu netice için ucuzdur!‘ demiş. O kardeş, kendi iş yerinde ders koymuş. Onların kurdukları bir vakıf var. Esas çalışmalarından biri de hapishanelerde manevî terbiye işidir.

Şimdiye kadar Rusça risalelerden hapishanelere götürmüşler, şimdi ders de koyacaklar. Novgorod’da dersane açılan günün gecesi, Resul kardeşle oradaki Nikolay kardeş aynı rüyayı görmüşler. Görmüşler ki Deccal’a ölüm hükmü veriliyor.

“Sibirya’da da keyfiyetli hizmetler devam ediyor. Novosibirsk’te, Krasnoyarsk’da, Omsk’da, İrkutsk’da kardeşlerin gayretiyle çok inkişaflar var… Yekaterinburg’ta Behram Kardeş çok faal hizmetlere devam ediyor. Üniversitede Risale-i Nur tanıtılıyor, yakın şehirlerde dersler koyuluyor.

“Perm’de davet üzere kardeşler 40 dakika mesafedeki bir yatılı okula gidip 50-60 talebeye ders okumuşlar. Sonra okulun müdürü rica edip muntazam gelmelerini, hatta gerekirse arabayla aldıracaklarını söylemiş.

Bu arada ‘Nur-u Bedi İlim ve Kültür Vakfı‘ da kuruluyor. Dua edin, Cenab-ı Hak, devam, gayret, sebat ihsan etsin.

Rusya Nur Talebeleri

Rusya’da 170 Bin Kitap (Yıl 2000)

“Aziz ve Muhterem ağabeyler,

“Bu sene Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği hizmet-i imaniyeden tahdis-i nimet nev’inden behsetmek istiyoruz. Kitap tab’ı, yeni dersaneler açılması, radyo ve hapishane hizmetleri ve Üniversite faaliyetleri devam ediyor. Bu yakınlarda 20 bin nüsha kitap daha basıldı. Şimdiye kadar Rusya’da Türkçe, İngilizce, Rusça olmak üzere 170 bin nüsha kitap tabedilmiş.

“Kur’an’ı inceleyerek ilmî bir tez çalışması ile doktora yapmış bir Rus Hanım, camiye gelerek İslam’ı kabul etmek istediğini bildirmiş. Ona biraz anlatıp, Risaleler’den birkaç kitap vermişler. O hanım ertesi sabah camiye gelerek ‘Ben Kur’an’ı tetkik edip ilmî bir rütbe aldım, fakat bu kitaplarla ben iman, Kur’an, İslam ne imiş, yeni anladım‘ diyerek heyecanla hayretini bildirmiş.

“Hapishanede Risale-i Nur’u tanıyıp hidayete eren Konstantin isimli bir Rus genci, başka bir hapishaneye naklolmuş. Orada risaleleri okuyarak başına cemaat toplamış. O hapishaneden ona İslamiyet’i ilk defa anlatan Novgorod Müslümanlar’ından birisine yazdığı mektupta, namaz hocası ve ne kadar mümkünse risale göndermesini rica ediyor ve diyor ki, ‘Rabbim kalb ve kulağı olan öyle insanlar yaratmış ki, onlar Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı kabule hazırdırlar.

“Moskova’da Rusya’nın en büyük kütüphanelerinden biri olan ‘Yabancı Diller Kütüphanesi’ ile anlaştık. Oraya Arapça ve İngilizce kitaplar konulacak.

Ukrayna’nın en meşhur papazının torunu Risale-i Nur’la Müslüman olmuş.

Her gün Türkçe risalelerden ders okuyorlar. Onlar insanlara İslamiyet’i Risale-i Nur’la anlattıkları zaman dinleyenler hayretle, ‘Biz, Müslümanlar’ı elinde silah, merhametsiz birileri zannederdik. Bu ise bambaşka bir âlemdir.

Bazen karşı gelen anne babalara, ‘Bizim de emsallerimiz gibi sarhoş, ayyaş, narkoman olmamızı mı istiyorsunuz?‘ dedikleri zaman susuyorlar.”

Rusya Nur Talebeleri

‘Rus da Dinsiz Kalamaz’ (Yıl 2008)

Yıllar geçtikçe hizmetin alanı ve boyutu genişlediği gibi, seviyesi de yükseliyor. İşte buna şahit, elimizdeki en yakın tarihli Rusya mektubu (22 Şubat 2008). Sungur Ağabey, her zamanki gibi Üsküdar medresesinde koltuğuna oturmuş, dersten sonra bu mektubu okutup şevkle dinliyor.

Adetâ bütün zerratıyla, büyük bir zevk ve şevkle dinliyor. Mektubu okutmakla kalmıyor, aynı anda Rusya’ya bağlanıp canlı olarak, hizmet haberlerini mikrofonla topluluğa dinletiyor. Evet, yer Rusya’nın Batı’ya açılan kapısı Kaliningrad şehri. Şimdi orada hizmet yapan vakıf kardeşler Resul ve Âmin’e kulak veriyoruz:

“Rusya’nın Batı’ya açılan penceresi Kaliningrad’dan tüm ağabey ve kardeşlerimize binlerce selamlar!

“Üstad’ımızın bahsettiği Prens Bismark’ın memleketi, önceden Alman’lara ait olan Köningsberg 1946’da savaş tazminatı olarak Rusya’ya geçen ve Kaliningrad olarak isimlendirilen, Risale-i Nur’la şereflenen bir memlekettir.

“Önceki mektuplarda anlattığımız, dersane ve ev dersleriyle beraber Askeriyede, Polis Akademisinde, Kolejlerde, Üniversitelerde, ihtiyarlar evinde ve hatta kiliselerde derslerimiz var. Artık bir sene oldu, Kaliningrad Mimarlık Koleji’nde her hafta başka bir sınıfta Nur derslerimiz devam ediyor. Aynen dersanedeki gibi kitapları dağıtıp okuyoruz. Sonra ders soru-cevaplarla devam ediyor. Öğrencilerden altmışa yakın teşekkür mektubu aldık. Öğrencilerin bir kısmı telefon açıp dersaneye geliyorlar.

Hakikî saadeti, bu huzur verici kırmızı kitaplarda bulduklarını, Risale-i Nur’dan, hususan Gençlik Rehberi’nden çok etkilendiklerini söylüyorlar. Vitali (Şimdi Halit) isminde bir genç, ‘Hayatımda bir kitaba böyle bağlanmamıştım. Okudukça okuyasım geliyor. Ve bu kitapları okuyanlarla, Müslümanlarla görüşmek ve hep Allah’tan konuşmak istiyorum. Hep sizinle birlikte olmak istiyorum’ diye yazıyor.

“Kolej hizmetlerimize vesile olan Rusya Milletvekili Yojikov’la dersanede yapılan bir memur dersinde Üstad’ımızın Kastamonu Mektuplarından birisinde, ‘Üç dört aydır, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim…’ ifadesini okuduğumuzda kendisi gözyaşlarını tutamayıp kolejde bu iman derslerini başlatan ve o gün orada ders anlatan siz-biz değil Üstad Said Nursî idi’ dedi.”

Aleksandr

“Kolejlerde olduğu gibi üniversitelerde de güzel hizmetler var. Rus genç Aleksandır isminde bir öğrenci, üniversite kütüphanesine vermiş olduğumuz Gençlik Rehberi’ni okuyup, bizi bulup akşam derse geldi. Bir iki dersten sonra elhamdülillah Aleksandır Ali İhsan oldu…

Maşaallah Nur’ları okumada ve hizmetlerde çok gayretli… Dua edin, İnşaallah çok gençlere vesile olur. Ailesine Müslüman olduğunu söylediği zaman tepki beklerken destek görmüş. Hatta ninesi Tabiat Risalesini okumuş ve hayatında okuduğu en doğru hakikat ve ve en kolay anladığı kitap olduğunu söylemiş. Şimdi tüm ailesi Risale-i Nur’la Müslüman bir aile haline geldi.

“Elhamdülillah bunun gibi birçok hizmetler var. Sizleri ve dualarınızı bekleriz.”

Rusya Kaliningrad’dan kardeşleriniz Resul, Amin

Büyük Buluşma

Bu yazı: “Kızıl Meydan’dan Kıbleye Hidayet Hikayesi” başlıklı yazımızın 11. Bölümüdür. Yazının diğer bölümlerine ulaşmak için tıklayınız…

SOFİA’NIN naaşı onu sevenlerin kolları üzerinde kabristana götürüldü. Nikolay (Abdülkerim) yol buyunca düşündü. Hayat ne kadar kısa, dünya ne kadar geçici bir yerdi. Eğer üç ay önce tanışmış olmasalardı, belki de Sofia bugün bir ateist olarak ölecekti. Ne büyük bir inayetti. Dilinden şu cümleler dökülüverdi:

Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir. Doğru yolda olanları en iyi bilen de O’dur.” (Kasas Suresi, 56)

– Gerçekten kullarına yardım ve hidayet edecek yalnız O’ dur, diye içinden geçirdi. Kendisi de bir zamanlar komünist değil miydi? Eğer arkadaşı, bundan birkaç sene önce onu ele vermeseydi, hapishaneye düşmeyecek Kur’an’la buluşmayacak ve hayatını sorgulamayacaktı.

Haksızlığı görmese gerçek adaleti aramayacaktı. Önce İncil’le sonra gerçek hakikat Kur’an’la şereflenmeyecekti.

Evet, Abdülkerim ve arkadaşları, Kur’an’ın sayesinde hapisten kurtulmuştu. Dinini öğrenmek için büyük bir şevkle çalıştı. Eski yaşamının bütün karanlıklarını yeni diniyle nurlandırmaya başlamıştı.

Bir bir gözünün önünden geçti bu süreçte yaşadıkları. Abdülveli Özbekistan’a gitmişti. Bu arada diğer arkadaşları kendilerine yeni bir ev, yeni bir hayat kurmuşlardı. Abdülkerim bir manav dükkânı açıp kendine temiz bir yol çizmişti.

Abdülveli’nin dönmesiyle İslam’ın şartlarını ve o çok değer verdikleri Nur Risaleleriyle tanışmışlardı. Böylece eski yaşamıyla beraber Nikolay gitmiş, yerine hizmet dolu bir yaşamla Abdülkerim gelmişti. Nikolay’a Abdülkerim ismini Abdülveli vermişti.

Cuma namazı için gittikleri Petersburg’da Ruslan Cemalov yani Resul ile karşılaşmış, bu hizmet adamıyla birlikte birçok kişiye yardım eli uzatmışlardı.

Abdülkerim liderlik vasfıyla bu yolda da hizmet etmişti. Silahlı arkadaşlarına Resul’ün de yardımıyla Risale dersleri yapmış bir kısmının nurlanmasına vesile olmuştu. Hapishanedeki arkadaşlarını unutmamış, o koyu komünistlerin hayatını değiştirmişti. Onların en muhtaç oldukları meseleleri en iyi bilen, bir zamanlar bu azılı katil ve canilerin önderi olan Abdülkerim idi. Rusça’ya çevrilen Risaleleri her birine dağıtıp, onlarla hapishanede Risale dersleri yapmıştı.

Ne gariptir ki Sofia ile tanışmalarına sebep olan hikâye, hapishane müdürünün, yaptıkları dersleri bir kasete kaydedip yayınlamayı teklif etmesiyle başlamıştı.

Hapishaneden yola çıktıklarında Resul de Abdülkerim de radyoevinde karşılaştıkları Sofia’nın Müslüman olacağını, Nur davasına hizmet edeceğini nereden bilebilirlerdi?

Bir ateist olan Sofia, okunan Risale’lerle can bulmuştu. O değil miydi Yirminci Mektup’ta geçen o vurucu cümlelerin zihninde dönüp durmasına şaşıran. O değil miydi hastaneye yattığında, en yakınları bile yokken yanında, Abdülkerim ve Resul’ün gelmesiyle düşman bildiklerine dost olan.

Sofia tümör teşhisiyle hastaneye yattığında Abdülkerim ve Resul’ün ziyaretiyle yaşama yeniden başlamıştı. Hastalar Risalesi’ni defalarca okumuş ve mucizevî bir şekilde iyileşmişti. Geri kalan ya samını Risale-i Nur hizmetine adamaya karar vermişti.

Sesine hayran olunan, Rusça’yı en güzel ve düzgün bir diksiyonla konuşmasıyla meşhur olan Sofia, şimdi aynı meziyetlerini kullanarak, Risale-i Nur’un büyük kitlelere de ulaşmasını sağlamıştı.

Ömrünün son aylarında, yıllara tekabül edebilecek bir hizmet gerçekleştirmişti. Ve şimdi ebedî saadete doğru yol almıştı.

Abdülkerim, mezara ulaşıldığında bu düşüncelerinden sıyrıldı. Sofia’nın naaşı arabadan indirilip mezarın kenarına konuldu.

O büyük kalabalığın içinde sadece üç Müslüman vardı. Sofia, Resul ve Abdülkerim… Cenaze namazını kılmak üzere Resul ve Abdülkerim öne geçti. Biri imam, diğeri cemaat oldu. Vasiyetteki gibi Resul cenaze namazını kıldırdı. Kalabalık bir grup arkada bu manzarayı seyrediyordu. Ardından defin işlemi başladı. Resul Yasin-i Şerifi okudu, Abdülkerim de Sofia’nın hidayetine sebep olan Yirminci Mektup’u okumaya başladı.
O sırada Sofia’nın oğlu Resul’ün yanına yaklaşarak:

– Annem sizin için küçük bir kâğıda bir şeyler yazdı.

– Tamam, verin bakayım.

– Hayır. Burada değil, evde vermemi söyledi. Eve gitmeliyiz. Resul, merak etti. Eve vardıklarında vasiyet kâğıdında şu notun
yazılı olduğunu gördü:

– Cenazemin defninden sonra eve gelinecek. Moskova’dan gelen bütün sanatçı dostlarıma evde ikram edilecek ve Resul onlara Risale-i Nur’dan ders okuyacak.

Ölürken de hizmeti düşünen bu kadının kısa zamanda kazandığı bu şuura bir kere daha hayran kaldılar.

Eve gelenlere ikram yapıldıktan sonra Resul Yirminci Mektup’tan ders yapmaya başladı.

“Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hamisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahi bini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tamsa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.”

Misafirler, Resul konuşmaya başlarken Sofia’nın ne kadar iyi bir insan olduğundan, meziyetlerinden bahsedeceğini düşünüyorlardı. Fakat Resul kitaptan ölüm ve hayatla ilgili bir şeyler okuyor ve izah etmeye çalışıyordu. Okunanlar dinleyenlerin daha önce duymadıkları tarzda ifadelerdi. Bu sözler, ölenden çok yaşayanlara hitap ediyor ve bu dünyadan ayrılanlar için daha güzel bir yer hazırlandığı na dair müjdeler veriyordu. Ölümü güzel gösteriyordu. Resul’u daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladılar.

“Yuhyi” Yani, hayatı veren O’dur. Ve hayatı rızıkla idame eden de Odur. Ve levazımat-ı hayatı da ihzar eden yine Odur. Ve hayatın âli gayeleri Ona aittir ve mühim neticeleri Ona bakar: yüzde doksan dokuz meyvesi Onun’dur. İşte şu kelime, şöyle fâni ve âciz beşere nida eder, müjde verir ve der:

Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenasını düşünüp hüzne düşme. Yalnız dünyevi, ehemmiyetsiz meyvelerini görüp, dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki, o sefine-i vücudundaki hayat makinesi, Hayy-ı Kayyûm’a aittir. Masarif ve levazımatını O tedarik eder Ve o hayatın pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve Ona aittir. Sen o gemide bir dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefine sahibi Zât’ın ne kadar Kerîm ve Rahîm olduğunu düşün, mesrur ol ve şükret. Ve anla ki, vazifeni istikametle yaptığın vakit, o sefinenin verdiği bütün netâic, bir cihetle senin defter-i a’mâline geçer, sana bir hayat-ı bakiyeyi temin eder, seni ebedî ihya eder.

Sofia’yı sevenler dinledikleri sözlerden daha önce bilmedikleri ve düşünmedikleri şeyler duyuyorlardı. Cümleler onların duygularına, iç dünyalarına hitap ediyordu. Yaratıcı hakkındaki fikirleri farklı bir boyut kazanıyordu. Yaşamın zannettikleri gibi keşmekeş ve zalim olmadığı; Allah’ın her bir canlının yaşamına Rahmetiyle ve Keremiyle sahip çıktığı anlatılıyordu.

Resul okumaya devam etti:

“Yumit” Yani, mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki:

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkıyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.

Dinleyenlerin ölüm hakkındaki düşünceleri de derinden sarsıldı. Bir yokluğa gidiş olarak düşündükleri ölümün, aslında daha güzel bir hayata geçiş olduğundan bahsediyordu.

Bu da onları ölümden sonraki hayat hakkında bir daha düşünmeye sevk etmişti.

Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bakide huzur-u Kibriyâya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesâitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahimlerine, makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya, herkes, kendi Halikı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar.

Bu arada misafirlerden İslamiyet’le alakalı peş peşe sorular gelmeye başladı. Yaratıcı ve ahiret hayatıyla ilgili Resul’e pek çok soru yöneltildi. Sohbetin sırasında “Biz İslamiyet’i çok yanlış biliyorduk!” diye itiraflarda bulundular. Evet, Sofia hayatında olduğu gibi, ölümünde de hizmet etmişti…

“İşte, şu kelime, bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder ve der ki: Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun?

Otuz İkinci Sözün âhirinde denildiği gibi, dünyanın bin sene mes’udâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbuplarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, Onun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi; ve bütün Cennet, bütün letâfetiyle, bir cilve-i rahmeti; ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezelin, bir Mahbub-u Lâyezâlin daire-i huzuruna gidiyorsunuz. Ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennete çağırılıyorsunuz. Öyle ise, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.”

Bu cümlelerle Sofia, sanki onlarla konuşuyor ve onlara üzülmemelerini, kendisinin çok güzel bir âleme gittiğini, mutlu olduğunu söylüyordu.

“Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki: Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz.

Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.”

Son Söz Yıkılan Mezar!

KADIN SAFLIĞININ sembolü olarak aldığı Meryem ismiyle yeni hayata başlayan Sofia Valentinova, Rusya toprağına bir Meryem olarak düşer. Kıbleye yönelmiş mezarıyla bütün batıl inançlara sırtını dönerek. Kabri bir şiar-i İslam haline gelir. Novgorod mezarlığına her yolu düşene sanki “Dur yolcu geçme!” diye seslenir gibidir. Adeta kendi milletine yarım kalan tebliğini, yattığı yerden sürdürmektedir.

Fakat, çok fazla geçmeden bundan rahatsız olan Rus yetkililer mezar taşını kırıp yok ederek tebliğini susturmak isterler. Artık o da Üstad’ı gibi bir, “Yıkılmış Mezar“dır. Bu haliyle bile gönül verdiği Üstad’ına ne kadar da benzemektedir…

Bir insanın fikir ve inancını zorla yok edeceğini sananlar yine aldanacaklar. ‘Ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecek‘ diyen Üstad gibi, Sofia da bir çekirdek olarak Rus toprağına düştü. Ama inanıyoruz ki, o binler Meryem olarak dirilecektir.. Ve yine inanıyoruz ki, onun gibilerin mazlumiyeti, İstikbal semavatı ve zemin-i Rusya’yı İslam’ın beyaz eline teslim etmeye sebep olacaktır….

devam edecek….