Etiket arşivi: mehmet görmez

Diyanet TV, Ramazan ayında yayına başlıyor

Diyanet TV, Ramazan ayında yayına başlıyor. Avrupa’dan Amerika’ya, Balkanlar’dan Orta Asya ve Afrika’ya küresel ölçekte din hizmetleri yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumu din konusunda aydınlatma ve hizmetlerini daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla TV yayıncılığına başlıyor.

TRT Anadolu Kanalı’nın Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilmesini öngören protokol, Diyanet İşleri Başkanlığında imzalandı.

Diyanet İşleri Başkanlığı Konferans Salonu’nda düzenlenen imza törenine, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin ve Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı Davut Dursun katıldı.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, imza töreninde yaptığı konuşmada, 50 yıllık bir rüyanın gerçekleştiğini söyledi.

Diyanet İşleri Başkanlığının kanunların kendisine verdiği toplumu din konusunda aydınlatma görevini görsel ve sesli yayınlarla topluma ulaştırma gayretinin ve toplumun bu konudaki taleplerinin 50 yıllık bir mazisi olduğunu kaydeden Başkan Görmez, bu çabanın master ve doktora tezlerine konu olabilecek nitelikte olduğunu vurguladı.

Türkiye’de dini içerikli ilk yayının 1950 yılında radyoda yapıldığına dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez, ilk televizyon yayınının ise 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında şehit düşen askerler için yapılan mevlit yayını olduğunu hatırlattı.

Dünyada Diyanet İşleri Başkanlığı çapında din hizmeti yürüten kurumların tamamının radyo ve televizyon yayınları yaptığını belirten Başkan Görmez, “Toplumu din konusunda aydınlatmakla yükümlü bir kurumun özellikle sesli ve görüntülü yayınlar konusundaki gecikmişliğini bugün artık devam ettirmek asla mümkün değildir.” diye konuştu. Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şu şekilde:

“Görsel Dini Yayıncılık alanında çok geç kalındı”

“Bugün toplumu din konusunda aydınlatma görevinin, başta sesli ve görüntülü yayınlar olmak üzere bütün kitle iletişim araçlarından yararlanılarak yapılması gerektiği açıktır. Toplumumuzun din konusundaki beklentilerine sağlıklı cevap verebilmek amacıyla sesli ve görüntülü yayınlarla günümüz şartlarında en üst düzeyde dinî yayınların yapıldığı müstakil bir radyo ve televizyon kanalına ihtiyaç olduğu hususu artık her türlü izahtan varestedir.

Ancak müstakil bir radyo ve televizyon için adım atabilmek ve bunun altyapısına kavuşabilmek amacıyla ilk adım olarak Başkanlığımız, 50-60 yıldır yapageldiği ve yasada da ifade edildiği gibi TRT ile işbirliği yaparak TRT’nin bir kanalından 12 saatlik bir yayınla hazırlık dönemi çalışmalarını başlatmış olacaktır.

Gerekçeleri sıralamak hiç kuşkusuz kolaydır ancak bu gerekçelerin hiçbiri ne yazık ki bu alandaki gecikmişliğimizi açıklamaya yetecek derecede güçlü sayılamaz. Oysa bugün dünyanın hemen her yerinde farklı din mensuplarının bilgilendirme ve aydınlatmayla sınırlı olmakla yetinmeksizin doğrudan kendi dinlerinin propagandasını yapmak üzere fonksiyonel hale getirdikleri radyo-televizyon yayıncılığı bu alanda ürettiği etki dikkate alındığında asla küçümsenemez.

Bugün Başkanlığımız Avrupa’dan Amerika’ya, Balkanlardan Orta Asya’ya ve Afrika’ya götürdüğü hizmetlerle küresel ölçekte din hizmeti sunan bir kurumdur. Aslında Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yurt içinde ve yurt dışında, gönül coğrafyamızda, yurt dışındaki vatandaşlarımıza yönelik hizmet yürüten dinî bir kurumun bu konuda ne kadar geciktiğini tespit edebilmek için Batı’da ve Doğu’da benzer dinî kurumların yayın kuruluşlarına göz atmak yeterlidir.

Bugün İngiltere’de dinî içerikli yayın yapan 18 TV kanalı; 13 de Radyo Kanalı; İtalya’da iki adet TV kanalı, üç adet radyo kanalı; Vatikan’da iki TV istasyonu; Almanya’da 5 adet dinî TV yayın istasyonu, 10 adet dinî radyo istasyonu; Fransa’da 15 dinî radyo ve 2 dinî televizyon;Hollanda’da dîni yayın yapan 2 TV Kanalı ve 5 adet de dinî radyo kanalı; İspanya’da 2 adet TV kanalı ve 2 adet dinî kanal bulunmaktadır.

Polonya’da Katoliklere ait üç adet radyo ve televizyon kanalı yayın yapmaktadır. Ayrıca Polonya Kamu Televizyonu, belli yayın saatlerinde Katolik ve Katolik olmayan Kiliselerin yayınlarına ulusal ve bölgesel düzeyde yer vermektedir. İlaveten Ortodoks Kilisesinin bir radyo kanalı bulunmakta, bunların dışında da pek çok radyo kanalı herhangi bir kiliseye bağlı olmadığı halde dinî yayın yapmaktadır. İslâm dünyasında da dinî içerikli yayın yapan pek çok radyo ve televizyon kanalı bulunmaktadır.”

“Din dili ile propaganda dilini birbirinden ayıracak ve gönül dili ile konuşacağız”

“Toplumsal yapının hızla değişmekte olduğunu ve din alanındaki soru ve sorunların her geçen gün çoğalmakta olduğuna dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bu durumun sahih bilgiye olan ihtiyacı artırdığını ve manevi inkişafın sağlanması konusunda yeni araç ve gereçlere olan ihtiyacın da arttığını vurguladı. Diyanet Televizyonu’nun yayın ilkeleri konusunda da bilgi veren Başkan Görmez, şunları söyledi:

Diyanet Radyo ve Televizyonu’nda çalakalem, masaüstü ilgilerle gerçekleştirilen bir yayıncılığın kurumsallaşmasına asla müsaade edilemez. Toplumun kimyasını bozan, onun hayat damarlarını tıkayan, uyuşturan, miskinleştiren ya da gereksiz bir şekilde onun enerjisini tüketen, İslami geleneğin kök değerleriyle ünsiyet kuramayan, kendini gündelik ve geçici ilgilerin çekiciliğine kaptıran bir dille gerçekleştirilecek çalışmalar, her şeyden önce bu toplumun beklentilerini küçümsemek ve hafife almak olacaktır. Bu bağlamda yapılması gereken, ilahi ve uhrevi temaların verdiği manevi zevki, estetize edilmiş formlarla hayatla buluşturan bir dile hayat vermektir.”

Birlikte yaşama iradesi ve kardeşlik, yayınlarımızın temel ilkesi olacak

“Diyanet Radyo ve Televizyonu, bir yandan İslam’ı, çağın değer ve ruhuyla buluşturma ve yüzleştirmenin özgün bir kanalı olurken bir yandan da toplumda en çok ihtiyaç duyulan birlikte yaşama iradesini güçlendirme konusunda İslami kardeşlik ilkesinden ödün vermeyen bir kuşatıcılık içinde olacaktır.

Ülkemizde ve dünyada benzer alanlarda yayın yapan kuruluşlarla olan ilişkilerde rekabet ve yarışma yerine öğrenme, rehberlik ve görüş alışverişi şiarımız olacaktır. Diyanet radyo ve televizyonunun üreteceği üst söylem, farklı dini grupların dini temsillerini yok etmek ya da itibardan düşürmek gibi bir amaca asla sahip olmayacaktır Aksine bu kanal, diğer temsil ve söylemlerin kendilerini geliştirmeleri konusunda onlara katkı sunma çabası içinde olan bir referans odağı olacaktır.”

Bozdağ: “Diyanet TV ileride 24 saat yayın yapabilir”

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da imzalanan protokolle hayırlı ve tarihi bir hizmete adım atıldığını kaydetti. İslâm dininin doğru anlatılması ve doğru öğretilmesi noktasında radyo ve televizyonlardan daha fazla istifade edilmesinin normal bir durum olduğuna işaret eden Başbakan Yardımcısı Bozdağ, şunları söyledi:

“Esasında bugüne kadar bizim bu adımı atmamış olmamız büyük bir eksikliktir. Dünyanın pek çok yerinde bu alanda televizyonlar ve radyolar dini alanda yayın yapıyor. Ülkemizde de yayın yapanlar var ama kamu alanında ilk defa böylesi bir adımı atıyoruz. Bu, tarihi bir adım. Diyanet şu anda TRT ile işbirliği içerisinde 12 saat yayın yapacak ama ileriki süreçte bunu 24 saate çıkaracak adımı atacaktır. TRT’nin birikimleriyle Diyanet’in birikimleri bir araya geldiğinde çok büyük zenginlikler ortaya çıkacak ve artık herkes, elindeki düğmeye bastığı zaman ulaşabileceği bir hizmeti, bir eğitim ve öğretim kanalını bulma imkânına sahip olacaktır.”

Arınç: “Diyanet TV’yi takdirle karşılamak lazım”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da Diyanet TV’nin 17 Temmuz’da yayına başlayacağı müjdesini verdi. Diyanet İşleri Başkanlığının toplumu din konusunda aydınlatmak konusunda önemli hizmetlere imza attığını vurgulayan Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları söyledi:

“Diyanet İşleri Başkanlığımız çok önemli bir görevi yapıyor. Bir taraftan imam-hatiplerimiz, bir taraftan vaizlerimiz, müftülerimiz, merkezde konuşlanmış çok önemli bilim kurullarımız kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirmek için çalışıyor. Böyle bir kurumun halkın dini bakımdan aydınlatılmasına televizyon yoluyla da hizmet etmeye çalışmasını takdirle karşılamak lazım.”

“Protokol sırası önemli”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Diyanet İşleri Başkanlığının protokoldeki yerinin Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi yeniden ön sıralara alınacağını da söyledi. Diyanet İşleri Başkanlığının, Cumhuriyetin en önemli ve itibarlı kurumlarından biri olduğuna işaret eden Başbakan Yardımcısı Arınç, şöyle devam etti:

“Bir defa Diyanet İşleri Başkanlığı, çok önemli bir kurum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de çok önem verdiği bir kurum. Cumhuriyetin ilk kurumlarından olan Diyanet İşleri Başkanlığımız, hele hele kurulduğu ilk dönemlerde çok daha güçlü ve çok daha itibarlı bir kurumdu.

Ülkemizdeki birlik ve bütünlüğün muhafazası bakımından da, dini bilgilerin en sağlıklı kanallardan halkımıza ulaştırılması bakımından da Diyanet İşleri Başkanlığı çok önemli bir kurum. Ancak bugünkü kabul edilmiş protokol içerisinde Sayın Başkanımızın yeri biraz arkada kalmıştır. Bu önemli bir eksikliktir ve bu eksiklik, yakın zamanda düzeltilecektir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, kurumun Cumhuriyet içerisindeki gücü ve itibarı oranında protokolün en ön sıralarına gelecektir.”

Şahin: “Diyanet TV, tüm kesimlere hitap edecek”

TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin de protokol töreninde yaptığı konuşmada, Diyanet TV’de yayınlanacak televizyon programları hakkında bilgi verdi. Televizyon programlarında Diyanet İşleri Başkanlığının ilkelerine göre içerik belirleneceğine değinen Şahin, şöyle konuştu:

“Diyanet İşleri Başkanlığımızla uzun bir çalışma serüvenimiz oldu. Bu kanalımız ilk etapta 12 saat üzerinden yayın yapacak, yani 12 saati Diyanet İşleri Başkanlığımıza tahsis edeceğiz ve bu 12 saatte dini konular veya Diyanet İşleri Başkanlığının kurumuzla ortaklaşa tespit edeceği programlar yayınlanacak. Geri kalan 12 saat de Yerel Televizyonlar Birliği’nin belirleyeceği ancak Diyanet İşleri Başkanlığımızın prensiplerine aykırı olmayan yayınlar yapılacak.

Televizyonda yayınlanacak programlarla ilgili de yoğun çalışmalar yapıldı. Diyanet Televizyonu’nda güncel tartışma programları, şehir ve din, irfan geleneğimiz, cami hikâyeleri gibi programlar hazırlanacak. İlâhiyat birikimi konusunda da 6 farklı başlık ortaya çıkardık. Tefsir saati, dini soruları cevaplandırma saati, hadis sohbetleri, hatim saati, meal saati, naklen Cuma namazı, kültür sanat programları da bu televizyonumuzda yayınlanacak programlardan bazıları. Çocuk programları konusunda da Yusuf veya Yusufçuk gibi TRT Çocuk Kanalı’ndaki Pepe benzeri, çocukların hoşlanacağı kahramanlar oluşturulacak. Belgeseller de televizyonumuzda yer alacak önemli yapımlardan olacak. Ezan belgeseli, ihtida öyküleri, mihrap, minare, mevlit ve hac belgeselleri, örnek hayatlar, gayri Müslim ülkelerde Müslüman olmak, din görevlileri ve gurbette dini yaşam belgeselleri bunlardan bazıları. Müzik programlarında da Klasik Sanat Müziği ve Türk Tasavvuf Musikisi’nin ön planda olacağı yayınlara yer verilecek.”

Diyanet

Hayra anahtar, şerre kilit olunuz

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, her Cuma olduğu gibi bugün de twitterdaki takipçileriyle Hz. Peygamberin hikmetli sözlerini paylaşma geleneğini sürdürdü.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in bugün şu hadisi şerifi paylaştı:

Sevgili Peygamberimiz (SAS) buyuruyor ki: Hayra anahtar şerre kilit olunuz. Ne mutlu o kimselere ki hayra anahtar, şerre kilit olurlar. Yazıklar olsun o kimselere ki şerre anahtar, hayra kilit olurlar.

Said Nursi’nin Sözleri Duvara Asılmalı

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, Risale Akademi ve AKAV tarafından 4 Şubat 2012 tarihinde düzenlenen “Hutbe-i Şamiye Ekseninde İslam Birliği ve Küresel Barış” konferansına katılarak bir konuşma yaptı.

Görmez, Bediüzzaman Said Nursi’nin Hutbe-i Şamiye eseriyle hocası aracılığıyla tanıştığını, aradan 100 yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruduğunu söyledi. Görmez, bazı cümlelein hattatlar tarafından yazılarak duvarlara asılması temennisinde de bulundu.

İşte o video:

Kaynak: Risale Haber

Şam’dan Ankara’ya Esen Rüzgar

Bir şarkı vardır;

Boş yere ağlama

Kalbini bağlama Ankara rüzgârına

Ankara rüzgârı ile kastedilen bir sevgilinin sevda rüzgârının rüzgâr ile başka bir coğrafyaya gitmesi midir? Çünkü rüzgâr bizim kültürümüzde haber götüren getiren manalarına da gelir.

Urfa’nın medar-ı iftiharı Hazret-i Nabi, Cenab-ı Nebi-i Zübde-i Âlem için söylediği bir kasidesinde, rüzgâra bir haber yükler, Hazret-i Nebi’nin memleketine yollar.

Ey bad-ı saba, uğrarsa yolun semt-i haremeyne

Tazimimi arzet o Resul-i Sakaleyne

Der. Habibullaha kendi muhabbetini rüzgâra yükleyerek gönderir.

Fuzuli-i Bağdadi:

Ne yanar kimse bana ateş- i dilden özge

Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı

Yalnızlığında dostu olarak saba rüzgârını görür. Kimseleri olsaydı Fuzuli olmazdı, çok fazla dostu olanın ruhsal varlığı talan olmuş olur. Ne kadar üretici zekâ varsa içine kapanmış, kitabı gözlemi kendine rehber etmiş.

OTUZBEŞ YAŞI ve ŞAM HUTBESİ

Şam tarih boyunca İslamın büyük camisinin bir hitap kürsüsü olarak yorumlanmış, devirler değiştikçe büyük âlimler o kürsüden değişen dünya ve din mantığına paralel olarak konuşmuşlar.

Bu geleneğin son devirdeki temsilcisi Bediüzzaman Şam’da Hutbe-i Şamiye isimli eserini irad etmiş. Selaniğe, Kostruma’ya İstanbul’a Makedonya’ya, Ankara’ya çeşitli vesilelerle giden bu büyük zat acaba otuzbeş yaşında Şam’a giderken neler düşündü?

Orada konuştukları mutasavver mi idi, yoksa irticali olarak mı bunları konuştu.

Çünkü konuşulan metin İslam dünyası ve özellikle İslam dünyasını temsil eden insanın üzerinde derinlikli olarak düşünmüş bir büyük münevverin fikirlerini yansıtıyor.

Bediüzzaman cüzi olaylardan değil çok yüksek bir noktadan toplumun içinde bulunduğu durumu görüyor.

Avrupalılar son dönem Osmanlısını Hasta Adam olarak isimlendirmişler. Bu yüzden on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden itibaren gittikçe artan bir hızla hasta adamı pasta adam yapıp yemeyi planlamışlar, adeta geçmişte yaptıkları haçlı seferlerinden daha dessasane hücumlarını bu dünyaya yöneltmişlerdir. Bediüzzaman da Osmanlı’nın hasta olduğunu biliyordu.

Değişik coğrafyalardaki seyahatlerinde bunu izliyordu. Çünkü siyasi çalışmalarının maya tutmayan süt gibi eline gelmesi onu rahatsız ediyordu. İngiliz müstemlekat nazırının Kur’an’ı kaldırmak konusundaki fikri ona hastalığı tedavi edecek ilaca sarılmayı sağladı. Biri hasta adamı anlamış onu öldürmek ve bölüşmek istiyordu, ama Kur’an oldukça bunun zorluğunu anlıyor, hastayı diriltmemek üzere öldürmeyi planlıyordu. Önünde engel Kur’an ‘dı .

MÜSLÜMAN İNSANI DİRİLTMEK

Ne gariptir İngiliz’in mantığı ile 20 li yıllardan sonra Kur’an’ı kaldıran, çocuklara elifba okutan kadınları ve erkek hocaları nezarethanelerde öldüren bir mantık ile aynı idi.

Demek bir yeni düzen kurulmuş ama arkasında hükmeden yine aynı İngiliz mantığı idi, yoksa kurulan yeni gecekondunun efkârını da onlar mı belirlemişti. Perdenin arkası hem karanlık hem aydınlık! Bir dönemin büyük adamları yoksa figüran mı ha ne dersiniz.?

Bediüzzaman o dönemin toplum mühendisi olan yazarlar gibi, kurtarıcı reçeteyi ırkçılık olarak görmüyor, ırkı ne olursa olsun Osmanlı olan toplumu diriltmek, hasta olan devleti değil, yapı taşı hasta olan Müslüman insanı diriltmek istiyordu. Zannedersem o Şam’a giderken bunları düşünüyordu. Bu fiktif tespitimi onun konuşma metninden çıkarsıyorum.

Bediüzzaman bir tabib, bir doktor, onun Hastalar Risalesi diye bir eseri var, bedensel açıdan hasta ruhsal açıdan direncini kaybetmiş insanların bedenini ve ruhunu yatalak olmaktan kurtarıyordu. Ne kadar ileri görüşlü bir adam ki o hastanın yerine yine bir önemli Hastalar Risalesi yazmıştı.

Hutbe-i Şamiye, evet o da bir hastalar risalesi idi.

Çünkü devleti milleti temsil eden insan hasta idi, altı yönden büyük yaraları olan bir insandı. Bütün üdebamızın bir hüzün ve trajik senfonisi gibi ağlaştığı bir dönemde Bediüzzaman hasta milleti kurtarmak ve onunla İslam ittihadını gerçekleştirmek istiyordu, buna basiret desen az gelir, sonra basiret abla sanırlar. Akif bu ümitsizliği hissetmiş;

Yeis öyle bir bataktır ki düşersin boğulursun

Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun

Diyor ama zihninin ve coğrafyanın bütün ümit kapılarının kapalı olduğunu düşünüyor, ağlıyordu.

Anadolu’yu karış karış dolaşan büyük insan kurulan gecekondunun tahtalarının perişanlığını görüyor, bu gecekonduda oturmam diyip başka bir eve taşınıyordu.

Bediüzzaman da gecekonduyu görüyordu, ama dünyanın büyük işler yapan bir millet kompleksini koruyan bu yeni gecekonduyu terk etmek istemiyor, her türlü zulme rağmen onu kurtarmayı azmediyor. Bütün çileli hapishane yıllarında bu milleti diriltmek için çareler çeşitli ilaçlar yazıyordu reçetelerine.

Haşirde insanı farelere yem değil semavatta bir sakin olmanın manasını anlatıyor,

Tevhid bahislerinde kâinatı başıboşluktan kurtarıp bir büyük elin emrine veriyordu, semayı boşluk içinde değil âlemdeki harika icraatları seyreden büyük seyirciler olduğunu anlatıyordu.

İşte Bediüzzaman hasta adamın hasta ferdini kurtarmak için Hutbe-i Şamiyede altı çare ortaya koyuyor, sonra ona yataktan kalktıktan sonra âleme dini, sanatsal, ilmi bir göz veriyor bununla bak âleme diyordu.

Böyle olan bir insanın ittihadı gerçekleştirmek için kendinde yeterli gücü bulacağını gösteriyordu.

Muhtaç olduğu kudret kurtulduğu hastalık ve gözüne gelen yeni güçle elde ediliyordu.

Ankara’da Şam rüzgârı birlikte estiler, Şamda’ki rüzgâr Ankara’dan bütün dünyaya bir daha esti,

Necip Fazıl;

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes

Artık ey kahpe rüzgâr ne yandan esersen es

Diyorsa biz de Hutbe-i Şamiye ile esen rüzgârın ruhlarımızdaki ve ülkemizdeki insanların ruhuna yeni ruhlar üfleyeceğini düşündük ve öyle azmettik.

Diyanet işleri başkanı Sayın Görmez büyük hakikatı görmüştü, o göreceğini görmüş büyük babanın oğlu, bizim ülfet ettiğimiz metne yeniden bakmış ve elinde büyük kâğıtlara duvarlara asılacak büyük yerlere asılacak büyük cümleleri asmanın gereğini anlatıyor ve harika bir fon içinde Bediüzzaman’a hayranlığını ve büyüklüğünü temsil ediyordu.

Hocası ona Arapça bilgisini test için Hutbe-i Şamiye’nin Arapça’sını verir, o da kendini onunla test eder.

Merak ettim kendisine sordum bu şahıs, yani hocanız kim dedim, “ Babam Mehmet Şerif Efendi “dedi.

Kızım sende Fatihler doğuracak yaştasın diyen şair gibi, Mal Hatun’dan Osman’ın soyu çıkmış, ana getir ki evlat doğura.

Büyük Doktor Bediüzzaman hasta olan aşiretlerin tedavi çarelerini ortaya koydu,

Münazarat’ı yazdı.

Aynı Bediüzzaman, sanat ve edebiyatı ve kelamı hasta toplumu Muhakemat ile tedavi ediyordu.

Diğer eserleri de bu paydada toplanabilir.

Bütün konuşmalarda bu hastalar risalelerinin yeni şubesinin şifa şubeleri tartışıldı, büyük bir zerafet içinde, İsmail Benek ve ekibine böyle bir rüzgârı estirdikleri için ne desek azdır.

Sonra bu yazıyı yolda yürürken tasarladım ve içimden bu büyük hakikatler herkesin hakkı, nasıl edelim de bunları onlara ulaştıralım. Allah hizmet aşkı versin diğer aşklarımızı öldürsün, çünkü bir kalpte iki sevgi yaşamaz, Hafız Ali Tahir Abiye :

“Bir yolda iki ayakla yürünür”

Demiş o da bütün malını mülkünü icara vermiş kapanmış büyük Üstadın rahle-i marifetine, Şam’da masatın trajik rüzgârını Allah Hutbe-i Şamiye’nin Ankara rüzgârı ile söndürsün. Âmin

Prof. Dr. Himmet Uç

Dindarlık, “dinî darlık” ve “bağnazlık” değildir!

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son günlerde kamuoyu gündemini meşgul eden ‘dindarlık‘ tartışmaları ile ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitter’dan açıklamalar yaptı.

Görmez, “Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dinî darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir.” diye yazdı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Twitter’dan yaptığı açıklamada, dindarlık tanımlarına yer verdi. Görmez, “Dindarlık, Yaratıcı’ya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir.” dedi.

Görmez’in, dindarlığı tanımladığı diğer tweetleri ise şöyle: “Dindarlık, herkesin iman, hikmet ve hakikat denizinden avuçlayıp içebildiğidir. Ummânın kendisi değildir. Dinin bizatihi kendisi hiç değildir. Dindarlık; Yaratıcı’ya, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, adil, ahlaklı ve samimi olmaktır. Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dinî darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir. Dindarlığın en temel ilkesi, içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık, gerçek dindarlık değildir. Dindarlık, Yaratıcı’ya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir.

Pınar Kaman /ANKARA / Zaman Gazetesi