Etiket arşivi: said nursi

Navdarên Mê: Bedîuzzeman Seîdê Nûrsî TRT 6

Bediüzzaman Said Nursi hz.’lerininin Kürtçe Belgeselinin 1. bölümü Trt Şeş ekranlarında yayınlandı.

Belgeselin içeriğinde Safa Mürsel, Said Özdemir, Metin Karabaşoğlu, Abdullah Yeğin, Necmettin Şahiner ve Abdülkadir Badıllı’nında röportajları yer almaktadır.

Belgeselin 1. bölümünden sonra 2. bölümde haftaya perşembe Trt Şeş’te saat: 22:00’da ekranlara gelecektir.

Hür Adam filmini Abdullah Yeğin ağabeyle izledik

Hür Adam filmini Abdullah Yeğin ağabeyle birlikte izledik

“Hür Adam Bediüzzaman Said Nursi” filminin senaryo yazarlarından biri de Ahmet Çetin beyefendidir. Ahmet Çetin kardeşimiz ile muarefemiz 80’li yıllar öncesine dayanır. İstikametini korumuş, hizmet anlayışından taviz vermeyen ve fakat kendini yenileyebilen, yani yeniliklere açık bir güzel kardeşim, dostumdur. Dört gün önce aradı ve “ağabey film bitti seni şu anda stüdyodan arıyorum. Mehmet bey de (yapımcı-yönetmen) seninle görüşmek istiyor buraya gelirsen hem Mehmet Bey ile görüşürsün hem de belki sana malzeme çıkar” dedi. “Tamam yarın seni alayım beraber gidelim” dedim. Kadıköy–Hadımköy arası yaklaşık 80-90 km’dir.

Ertesi gün Ahmet bey kardeşimi de alarak Hadımköy’e Mert Çelik fabrikasına doğru yöneldik. Saat 10.00 gibi Mert Çelik fabrikasına vardık. Daha önce de Mert Çelik fabrikası ile ilgili bilgi vermiştim. Yönetim bölümü, çok büyük bir alana kurulmuş devasa fabrika binanın hemen yanında. Fabrika bahçesine girdiğinizde adeta bir sarayın bahçesine girmiş gibi bir hisse kapılıyorsunuz, o kadar yeşil ve modern. Binaya girdiğinizde ise 7 yıldızlı bir otelin lobisinden daha temiz ve güzel bir lobinin içindesiniz. Mehmet Bey bizi kapıda karşılıyor. 4. Kattaki odasına birlikte çıkıyoruz.

Odasına girmemiz ile birlikte yoğun bir trafik başlıyor; reklam ajansları, gazetelerin reklam ve ilan müdürleri, yöneticiler ve departman müdürleri… Öğle namazını odasına serdiği kilimlerin üzerinde cemaatle kılıyoruz. Misafirlerle birlikte yenen öğle yemeğinden sonra trafik kaldığı yerden devam ediyor. Nasıl geçtiğini bilmiyorum ama ikindi namazı vaktinin girdiğini fark ediyoruz. İkindi namazından sonra bana Lem’alar’ı uzatıyorlar, misafirlerle birlikte bir ders yapıyoruz. Ve nihayet ben kazan kaldırma noktasına geliyorum. Aslında bir-iki saatlik bir zaman ayırmıştım fakat tam 5 saat dolmuştu. Ayağa kalkıyorum ve “evet Mehmet Bey bana müsaade” diyorum.
-Ya hocam otur yahu her gelene anlatıyorsunuz daha ne istiyorsunuz bundan daha iyi bir hizmet alanı mı var?
-Allah razı olsun da başka işlerim vardı ve bugünüm tamamen heba oldu.
-Bu nasıl heba yani bu kadar insana risaleler anlatılıyor bunu hizmet saymıyor musun hocam? Tamam, otur işimize bakalım.

Oturuyorum fakat değişen bir şey olmuyor. Nihayet tekrar “kalkacağım” deyince, sekreterine telefon bağlamamasını ve misafir almamasını söylüyor. Biz de sohbete başlıyoruz. Bu sohbet ayrıca yayınlanacak ve Risale Haber’in aziz okuyucularının takdirine sunulacaktır. Film henüz stüdyo aşamasında yani ham olduğu için izleyemiyorum fakat iki gün sonra izleme sözünü alarak saat 6 gibi ayrılıyorum.

Cumartesi günleri Abdullah Yeğin ağabeyin yanında umumi ders yapılıyor, dönüşümüzü yine Ahmet Çetin bey kardeşimle yaptığımız için, “bu akşam dersi Abdullah ağabeyin yanında dinleyelim” diye birlikte Vatan Caddesine doğru yöneliyoruz. Medreseye ulaştığımızda yatsı namazı kılınıyordu biz de iktida ettik. Namazdan sonra Abdullah ağabey bizim hal hatırımızı sordu. Sohbet esnasında filmden bahsettik ve salı günü filmi izleyeceğimi söyleyince Abdullah ağabey “ben de o filmi izlemek istiyorum bakalım bir kusuru var mı görmek istiyorum” dedi. Sohbetten sonra müsaade isteyip ayrıldık. Pazartesi günü Mehmet Beyi arayıp filmi izlemeye yalnız gelmeyeceğimi, Abdullah Yeğin Ağabeyle birlikte geleceğimi söyledim o da bu habere memnun olduğunu söyledi. Akşam Muhammed Nur Sungur’u aradım o da sevindi. Salı günü Said Özadalı Beyi de alarak, üç kişi Abdullah Yeğin Ağabeye gittik.

Öğle namazından hemen sonra da Hadımköy’e Mert Çelik fabrikasına doğru yola çıktık. Mert Çelik fabrikasına vardığımızda kapıda Abdullah Yeğin ağabeyin geleceğini haber alıp oraya gelen değerli dostlar tarafından karşılandık. Moral Fm Genel koordinatörü değerli dost Haluk İmamoğlu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı onursal başkanı hem bilgi hem kültürüne meftun olduğum çok değerli Harun Tokak ve şimdiki başkanı beyefendi insan Mustafa Yeşil, Said Taktak, Ahmet Çetin ve bir haberci ekibi. Abdullah Ağabeye yapılan hoşemediden sonra fabrika içindeki cep sinemasına alındık en değme yerlerde bile bu kadar iyi döşenmiş iyi hazırlanmış bir sinemaya rastlamamıştım. Her neyse herkes yerini aldı ve filmin gösterimini beklemeye başladık. Başta söylemiştim ya henüz film ham, yapılacak çok şey vardı daha zor oldu ama 15-20 dakika sonra film başladı.

Bediüzzaman’ın henüz çocuk iken üzerinde taşıdığı hasletler harika konu edilmiş. İlme merakı, izzetli duruşu, vakur bakışları, kendinden emin ses tonu ile çok güzel işlenmiş. Kopan fırtınalarda ve gök gürültülerinden korkan annesine “korkma anne Said seninle beraberdir” sözü mükemmel bir atmosferin doğal neticesi gibi adeta izleyene kabul ettirilmiş. “Keçe Külahlılar”ın önünde şark cephesindeki cihada kalkması başta Abdullah Ağabey olmak üzere herkesi hıçkırıklara boğdu. Ruslara esir düşüşü, Nikola Nikoloviç ile aralarında geçen muhavere bizi adeta sinema perdesinin içine çekti. Rusya’dan Almanya üzeri dönüşü, Ankara’ya uğraması oradan Van’a geçişi kuvvetli bir anlatım ile gerçekleştirilmiş. Van’da kaldığı sürede Molla Said-i Meşhur’un Seyda’ya, yani eski Said’in yeni Said’e inkılabı, isyancılara karşı duruşu ve onları isyandan vazgeçirmesi, Türklerin ve Kürtlerin hakikatta kardeş oldukları ifadesi kuvvetli bir görsel şölen ile anlatılmış. Ankara’ya davet ve mecliste 1. Cumhurbaşkanı ile konuşması tarafsız bir nazarla işlenmeye çalışıldığı gerçeğini gösteriyor. Barla, Denizli, Emirdağ, Afyon tekrar Emirdağ sürgünleri. Yapılan zulüm ve işkenceler, buraya kadar ki anlatımlarımızdan filmin sadece sosyal meseleleri anlattığını kimse düşünmesin. Risale-i Nur’un telifinin ilk gününden son gününe kadar yani cephede Keçe Külahlılar’ın önünde savaşırken “Molla Habib yaz kardaşım” ile ilk başladığı günden risalelerin yayılması ve okunması ve hayatının son gününe kadar mükemmel.

Ben sinema eleştirmeni değilim, aslında sinemadan da pek anlamam ama Üstadımın hayatını birazcık biliyorum.
Film bitip de ışıklar yanınca Abdullah Yeğin ağabey o yaşlı gözleri ile gülmeye başladı herkes ona bakıyordu “maşallah çok güzel becermişsiniz, bu kadar güzel nasıl yaptınız?” dedi. Evet, herkes çok duyguluydu ve herkes çok memnundu, fakat Abdullah Yeğin ağabeyin bu kanaati herkes için çok önemliydi.

Bediüzzaman’ın filmi bugüne kalmamalıydı. Sorsanız onun için ölmeyi kabul eden onlarca milyoner var Türkiye’de ama hiç kimse filmini yapmaya cesaret etmedi, edemedi. Bu bir ilk, “bir deli adam” büyük bir cesaret, büyük bir asalet, büyük bir fedakârlık ve büyük bir vefakârlıkla söylediği “Üstadım”, “seviyorum”, “davam” gibi sözlerin arkasında durmuş hiçbir şeyden ve hiçbir kimseden korkmadan ve en önemlisi harcadığı parayı geri alamamaktan da korkmadan milyonlarca doları bu işe yatırmış. Sıfır hata mı? Elbette hayır. Ama bu bir ilk; bundan sonra yapacakların önünde bir örnek var, daha iyisini yapsınlar.

Bu filmi ilk olarak Risale Haber yazdı, gündeme Risale Haber getirdi. Şimdi Türkiye konuşuyor. Bu arada Risale Haber’in de etkisini okuyucuların takdirine sunuyorum.

Ben Mehmet Tanrısever’i can-ı gönülden tebrik ediyorum, dua ediyorum ve okuyucularımdan da ona dua etmesini diliyorum. Ayrıca Mehmet Tanrısever’den bir söz aldım; biliyorsunuz ki Mehmet beyin Feza Radyo ismiyle ticari bir amacı olmayan ve 24 saat Kur’an-ı Kerim meali okuyan bir radyosu var. Mehmet bey bana şu sözü verdi. “Eğer bu filmi beş milyon kişi izlerse 24 saat durmaksızın sadece Risale-i Nur okuyan bir radyo kurmaya söz veriyorum.” Ben Mehmet beyin sözünde durduğunu gördüm zaten bir örneğimiz de mevcut. Hiç reklam almadan 24 saat sadece Kur’an okuyan bir radyo var… Ha gayret inşallah 24 saat fasılasız Risale-i Nur okuyan radyo yakındır. Sağlık ve mutlulukla kalınız.

Abdurrahman IRAZ

www.risalehaber.com

Samanyolunda çıkan haber:

Bediüzzaman Günümüz İlâhiyatçılarına Ne Söyler?

Yaşadığı dönemlerin ilmî, siyasî, içtimaî hadiseleri, İslâm dünyasının yüz yüze geldiği sorunlar, bu sorunları okuma biçimi ve önerdiği çözüm yolları açısından baktığımızda; Said Nursi, yirminci yüzyılın gerçekten ‘bediüzzamanı‘dır. İslâm âlemine son dönemlerde Rabbimizin lutfettiği en büyük nimetlerden olan Bediüzzaman Hazretleri, hayatı, görüşleri ve eserleri çerçevesinde farklı yönleriyle değerlendirilmekte; özellikle 1990’lı yıllardan itibaren hem ülkemizde hem de uluslararası boyutta ilmi çevreleri de kuşatarak büyüyen ve genişleyen bir ilgi halesine mazhar olmaktadır.

Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur Külliyatı’nı en çok ele alması gerektiğini düşündüğümüz ilahiyat camiası ise, birkaç istisnası olmakla birlikte, maalesef bahsedilen ilgi halesinin dışında kalmıştır. Günümüz ilahiyatçılarında Mısır’ın, Fas’ın eski tüfek solcularına gösterilen ilgi Bediüzzaman’dan esirgenmiştir. Bunun sebeplerini ayrı bir çalışmaya havale ederek burada Bediüzzaman’ın ilahiyatçılara ‘zımnen’ ve ‘sarahaten’ neler söylediğini değerlendirmek istiyoruz. Bu değerlendirmeye geçmeden önce de ilahiyat camiasında Bediüzzaman’a ve Risale-i Nurlara bakışta ‘sorunlu alanlar’ diyebileceğimiz bazı hususlara atıfta bulunmak gerekmektedir.

İlahiyatçılar, risaleleri ‘yazdırılma’ kavramına hapsetmekte; ‘ebced ve cifir’ meselesi çok önemli bir perde olabilmekte; risaleler en nihayetinde ‘çiçek böcek edebiyatı’ yapan basit bir bakış açısına sahip olmakla itham edilebilmektedir. En öncelikli mesele olarak ortaya koyduğu iman meselesi de ‘zaten herkes yaratıcıyı kabul ediyor’ gibi mülahazalarla basite indirgenmektedir. Şimdiye kadar ciddi anlamda okunup anlaşılmadığı halde kolaycı değerlendirmelerle ‘önemli olsa bile artık aşılması gerekir’ söylemine kurban edilmektedir.

Öte yandan Bediüzzaman’ın görüşlerinin ilmi çalışmalarda araştırmaya konu edilmesi de siyasi mülahazalarla yapılamamaktadır. İlahiyatçıların ilgilendiği hemen her meselede hem de çok özgün bakış açıları ortaya koymuş olmasına rağmen, birkaç istisna dışında Bediüzzaman akademik çalışmalarda referans olarak kullanılmamaktadır. Mesela onun tasavvuf alanında ‘vahdet-i vücut’ ve ‘vahdet-i şuhud’ felsefelerinin ötesine geçmesi; kelam ilminde geçmişteki pek çok müşkil meseleyi halledip, yeni ve özgün bakış açıları sunması; fıkıh ve usul alanında örneğin içtihat risalesi maalesef değerlendirilememektedir. Görüşlerinin toplamında günümüz İslâm düşüncesinin en önemli siması olmasına rağmen İslâm felsefecilerinin ilgisi ondan ziyade belki de düşünür bile diyemeyeceğimiz isimlere kaymaktadır.

Oysa Bediüzzaman, kullandığı üslup, kavramlar, yöntemler, meseleleri ele alış tarzı, ehemm mühim sıralaması gibi hususlarda engelleri aşabilen ve ona kaynak değeri atfeden ilahiyatçılara çok şeyler söyleyen bir âlimdir. Ve günümüz şartlarında bize en yakın ve en kolay modellenebilecek bir ‘örneklik’ sunmaktadır. Ele aldığı meseleler ve önerdiği çözüm yolları açısından da hâlâ güncel ve hayatın içindedir. Kanaatimizce bu konuda atılması gereken en önemli adım, ‘zihinsel ve siyasî engellere’ takılmadan hiç olmazsa İslâm âlimlerinden bir âlim olarak Bediüzzaman’dan ve eserlerinden istifade cihetine gidilmesidir.

En azından son dönemlerin en çok tartışılan başlıklarına dair ‘Acaba Bediüzzaman bu konuda bir şeyler söylemiş mi veya ne söylemiş?’ sorusu sorulmalı, Risale-i Nur Külliyatı, kendisine müracaat edilmediğinde yapılan çalışmanın eksik kalacağı bir başvuru kaynağı olarak görülmelidir. Bunu böyle görmeyenler, eğer müracaat ederlerse, bunun böyle olduğunu göreceklerdir. Doğrudan Risale-i Nur Külliyatına başvuramayanlar için ilk etapta anlama ve değerlendirme çalışmaları diyebileceğimiz ‘sempozyum tebliğleriyle’ işe başlanabileceğini, Bediüzzaman ve risaleleri ele alan çalışmalara müracaat edilebileceğini hatırlatarak risalelerin ve Bediüzzaman’ın bigâne kalınamayacak yönlerine işaret etmeye çalışalım. Bir ilahiyatçı olarak kanaatimce aşağıdaki başlıklarda Bediüzzaman ve Risale-i Nur Külliyatı bizlere çok şeyler söylemektedir:

Bediüzzaman Şahıs Olarak:

1. Günümüz şartlarında bir âlimin nasıl olması gerektiğini bilfiil yaşayarak ortaya koyması.

2. Hasbilik, ücret talep etmeme, ihlas, istiğna, kanaat, iktisat vb. kavramlar etrafında örgülenmiş örnek bir şahsiyet olması.

3. Hamiyet-i diniyesinin büyüklüğü.

4. Zorluklar karşısında sergilediği azim ve sabır. Mücadelesinde yılgınlık göstermemesi.

5. Ümidini kaybetmemesi ve çevresine ümitvar olmayı aşılaması.

6. Zamana ve zemine uygun metotlar geliştirebilmesi.

7. Kendisini iman hizmetine vakfetmesi ve tüm insanlığı kuşatabilecek bir rahmet ve şefkat anlayışıyla insanların ebedi saadetini arzulaması.

Risale-i Nur Külliyatı Eser Olarak:

1. Tartışmaların ve kavram kargaşasının bol olduğu bir zaman diliminde dinin nasıl anlaşılması gerektiği.

2. Asıl kaynakların belirlenmesi ve bunların esas alınması.

3. Kur’an ve sünnetin nasıl ele alınması gerektiği.

4. Hz. Peygamber, sünnet tartışmaları ve hadis usulü.

5. Miraç mucizesi, şakk-ı kamer mucizesi, mehdi ve deccal gibi tartışmalı hadiseler.

6. İçtihat meselesi.

7. Ehemm mühim sıralaması ve önceliklerin belirlenmesi.

8. İlimlerin usulleri ve meselelere metodolojik yaklaşımlar.

9. Hayata yön veren külli kaideler ve prensipler.

10. İnsanları ve toplumları değerlendirmede istifade edebileceğimiz orijinal tespitler.

11. İslam dünyasının asıl sorunlarının tespiti ve önerilen kurtuluş yolları.

12. Akla, felsefeye, bilime, inkarcılığa, şer problemine, şeytana, materyalizme, pozitivizme, tabiatçılığa nasıl bakılması gerektiği.

13. Avrupa’ya, teknolojiye, terakkiye, medeniyete nasıl yaklaşılması gerektiği ve Müslümanlar olarak bunlarla nasıl bir ilişki geliştirilmesi gerektiği.

14. Ölüm, ahiret, gayb, ruh, kader, ubudiyet, haşir ve benzeri konuların nasıl anlaşılması gerektiği.

15. Bazı temel ibadetlerin illet ve hikmet yönlerinin değerlendirilmesi.

16. İslam tarihini, İslam dünyasını, farklılıkları, insanı, kainatı, dünyayı, ahireti nasıl okumamız gerektiği.

17. İmanın sırlarının keşfedilmesi, dinin yaşanılır kılınması, kainata ve olaylara nasıl ve hangi nazarlarla bakılması gerektiği.

18. Felsefe, kelam ve tasavvuf gibi disiplinleri ve bunların temel kavramlarını ve meselelerini nasıl ele almamız gerektiği.

19. İmam-ı Mübin-Kitab-ı Mübin, Kurbiyet-Akrebiyet, Adalet-i Mahza-Adalet-i İzafi, Mana-i Harfi-Mana-i İsmi gibi orijinal kavramsallaştırmalar üzerinden dini anlamaya getirdiği özgün bakış açıları.

20. Müslümanlara önerdiği hareket fıkhı. (Müspet hareket, ikna prensibi, iman nuruyla hareket etmek, siyaset topuzunu kullanmamak vb.)

Veli Karataş / Zafer Dergisi

Başkasının Günahına Ağlayan Adam

O’nun kaygısı, sevdası, derdi, davası hep Allah’ın kullarına tanıtmak ve sevdirmekten ibaretti.

Bütün engellere, acılara, işkencelere, hapislere, sürgünlere, zehirlemelere rağmen Kur’an’a imana, İslâm’a hizmet duygusundan hiç ayrılmadı.

En zor şartlarda bile hiç ümitsiz olmadı.

En olumsuz şartlardan, daima en olumlu sonuçlar çıkardı.

Kendisini batırmaya, bitirmeye çalışanları da huzura ve mutluluğa, yani kulluğa çağırdı.

Çünkü ona göre, kul olmak, “kurtulmak” demekti.

Kendisine en acımasız hakareti ve dayanılmaz işkenceyi lâyık görenleri bile iman hakikatleriyle tanıştırmak ve kurtarma telâşındaydı.

Güle oynaya günah bataklıklarına batanlara da merhametle baktı.

Günahına ağlamayanların günahına ağladı.

Çünkü o, şefkatten ibaretti.

Sevgiyle sarıp sarmaladı yaralı yürekleri.

Manevî kiri, pası, yarayı acısız ameliyatlarla tedavi etti.

Gönülleri çelen, ruhları çeken bir muhabbet merkeziydi.

Benim sevdalandığım yürek, bu yürekti.

benim ve neslimin kendine gelişiydi.

Uyanmamızdı heyecanla ve gafletten silkinmemizdi.

Uyanalım diye uyanıktı.

Ebediyen gülelim diye ağlıyordu.

Vehbi Vakkasoğlu

Hür Adam Filmi en çok izlenen film olmalı!

Yeni Şafak yazarı Ali Murat Güven, Bediüzzaman’ın hayatını anlatan Hür Adam filmini yazdı…

Ali Murat Güven’in yazısı

Zâlimler için, yaşasın cehennemin o güzelim alevleri!

Genç aktör Mürşit Ağa Bağ’ın, İstiklâl Mahkemeleri tarafından “çok sağlam gerekçelerle” (!) asılmış din adamları ve dindarların cansız bedenlerinin sallandığı darağaçları önünde durup onlara hüzünle baktığı, ardından da sağ yumruğunu havaya kaldırarak “Yaşasın zâlimler için cehennem!” diye haykırıp yoluna devam ettiği o tüyler ürpertici sahneyi sinemaseverlerle ilk kez paylaşmak, geçen ay düzenlediğimiz “Beyaz Sinema’nın 40 Yılı” festivalinde bana nasip oldu ne mutlu ki…

“Hür Adam” filminin yapımcı ve yönetmeni sevgili Mehmet Tanrısever’in festivalimize konuşmacı olarak katılırken dinleyicilere jest olarak yanında getirdiği, kurgu masasından yeni çıkmış fragmanların kaydını Galatasaray-Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nin projeksiyon odasından perdeye yansıtırken, bütün hayatımın anlamı ve özeti kabul ettiğim o ünlü bedduayı duyduğum an, “Allah’ım, sana şükürler olsun ki sonunda böyle bir günü de gördüm!” diye mırıldandım gözlerim dolarak…

“Bediüzzaman’ın örnek hayatı, kudretli şahsiyeti ve bu ülkedeki pek çok toplumsal sorun karşısında ilaç mahiyetindeki fikriyâtı sinemada mutlaka işlenmeli… Fırsat buldukça ilhamlarını onun hayat felsefesinden alan gösterişli dramatik filmler yapmalıyız; yanı sıra yine ona adanmış festivaller, belgesel ve kısa film yarışmaları düzenlemeliyiz” diye diye bu sütunlarda yıllarca kendimi yırttıktan sonra, Üstad’ın aziz hatırasının beyazperdeye öyle-böyle değil, en az 4-5 milyon dolarlık bir projeyle, gümbür gümbür gelişine tanıklık eden ayrıcalıklı bir kuşağa mensubum artık…

“Hür Adam” projesi, koşullar uygun olup da bundan bir yıl kadar önce gündeme gelebilseydi, Türk sinema tarihi boyunca içinde Bediüzzaman’a dair kişisel canlandırma ve fikrî değinmelerin yer aldığı ilk uzun metrajlı film unvanını elde edecekti. Gerçi işin “canlandırma” boyutu itibarıyla bu unvanı şimdiden kazanmış durumda; ancak yönetmen Mahsun Kırmızıgül’ün “New York’ta Beş Minare”sinde usta aktör Halûk Bilginer’in müthiş bir performansla oynadığı Bitlisli Hacı Gümüş karakterinin ağzından dökülen Bediüzzaman tespitleri ve Hacı’nın da bizzat şanlı hemşehrisinin yolundan ilerleyen bir gönül adamı şeklinde tasvir edilişinin ardından, “Hür Adam”, meselenin “değinme” boyutunda bu önceliği artık Kırmızıgül’ün yapıtına kaptırmış bulunuyor.

Öyle ya da böyle, vefâtından tamı tamına 60 yıl sonra, ardarda iki Türk yönetmenin bu büyük İslâm bilgesini beyazperdede anlattıkları hikâyelere taşıması, dahası taşımakla da kalmayıp bu millete verdiği hizmetler nedeniyle ona kendi meşreplerince saygılarını sunması, bırakın anılan filmlerin sinemasal niteliklerini, ideolojik yaklaşım olarak bile başlıbaşına birer “devrim”dir. Nitekim, söz konusu cesur çıkışların kültür ve sanat tarihimiz içindeki devrimci anlamı ilerleyen yıllarda çok daha serinkanlı yaklaşımlarla değerlendirilip yerli yerine oturtulacaktır.

Ülkemizde faaliyet gösteren en büyük Amerikan dağıtım şirketlerinden biri olan UIP’nin (United Pictures International) medya ilişkileri direktörü, aynı zamanda da yetkin bir sinema yazarı/habercisi olan değerli dostumuz Hakan Sonok, e-kolay haber sitesinin sinema bölümündeki köşesinde aylardan bu yana “Hür Adam”ın hem gişe başarısı, hem de politik içeriği itibarıyla gerçek bir sinema olayına dönüşeceğini yazıp duruyor. Böyle bir filmin yapılıyor oluşunu ta proje aşamasından itibaren samimiyetle destekleyen Sonok, bizim mahalleyle uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan sosyal demokrat görüşlü bir meslektaşımız olarak, şimdiye kadar konuya ilişkin geniş kapsamlı beş makalesiyle Tanrısever’in çabasına sahip çıktı.

Sonok’un “Hür Adam”a yönelik bu ilgisinin ardında, UIP gibi bir dünya devinde uzun yıllardır stratejik bir görevde bulunmasının ve sektörde neyin “yenilikçi” neyin “mevcudun devamı” olduğunu önceden sezebilmesinin de büyük etkisi var elbette… Olaylara komplekssiz bir biçimde, “sektörel profesyonellik” dahilinde yaklaşmasını bilenler için son derece heyecan verici bir proje bu; hem ticarî açıdan, hem de ardarda bir sürü fasa fiso Türk filminin gösterime girdiği bir dönemde nihayet kitlesel tartışma yaratacak potansiyelde bir gösteri olması açısından heyecan verici… Bundan dolayıdır ki bir başka büyük film yapım-dağıtım şirketimiz, Özen Film’in yetkilileri de iki ay kadar önce kaba kurgusu üzerinden izledikleri “Hür Adam”ın Türkiye dağıtımına derhal talip oldular. Özen’in tecrübeli ekibi bu filmi 700 kopyayla dağıtmak üzere Tanrısever’le el sıkışıtı.

20 Ekim Çarşamba günü “Beyaz Sinema’nın 40 yılı” festivali kapsamında konuşmacı olarak ağırladığım Tanrısever’e, “Bu noktadan sonra, sinema yazarları ve sinemaseverler olarak bizlerden ne istiyorsunuz hocam?” diye sorduğumda, “Allah’a şükür, elimdeki sermaye yetti ve bu filmi en yüksek standartlarda tamamlamayı başardım. Çekimlerde dünyanın en iyi kameralarından birini kullandık, bini aşkın oyuncu ve figüran görev yaptı, müzikleri Prag Senfoni Orkestrası tarafından çalındı, ses miksajı ve özel görsel efektleri Londra’da yapıldı. Bütün bu yapım sürecinde hiç kimseden tek kuruş para istemedim, şimdi de istemiyorum. Fakat, geride bıraktığım bir yılın sonunda gerçekten çok yoruldum. O yüzden bana yalnızca dua edin, dualarınızda sevginizi gönderin, bu benim için yeterlidir” demişti.

Yazının Orjinal Metni : Yeni Şafak