Kalem tarafından yazılmış tüm yazılar

“Yasal ve Haram” Konusu

Devletimizin lâik olmasına rağmen, halkımızın %99’unun Müslüman olduğu söylenilir. Bunu söyleyenlerin “Müslüman”kelimesiyle kastettiği, muhtemelen nüfus belgelerinde dini ile ilgili yerde “İslâm” yazılı olanlardır.
Ziya Paşa bir beyitinde“Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz demiştir. Kişiler hakkında onların dini konusundaki laflardan çok; onların işinin (hangi niyet, inanç ve kabul ile hangi yaşayışta olduklarının) nazar-ı itibara alınması daha doğru olabilir.
Nüfus kaydındaki “Müslüman” kelimesinden hoşlanmayan bazı vatandaşları nazar-ı itibara almasak bile, diğer “Müslüman”lar arasında İslâm imanını taşımaktan sonraki en mühim İslâmî vazifesi olan günde beş vakit namazı kılanların yüzdesi, toplam nüfusumuzun ancak %25’idir ve bunların çoğu da kırsal kesimde yaşayanlardır.
Günlük hayatta, bazı “Müslüman”ların İslâm’ı doğru yaşamayışlarının  çeşitli belirtileri olur. O belirtilerden bazıları da “Miladî Yılbaşılar” yaklaşırken onların söz, hâl ve davranışlarında görülür.
Laik devlette diğer gelir kaynaklarından başka, 1939 yılında Maliye Bakanlığına bağlı Millî Piyango Müdürlüğü de kurulmuştur; o tarihten beri, kuruluş kanununda yapılan çeşitli değişikliklerle, en büyük ikramiyeleri “Miladî Yılbaşılar”ında verdiği, yılda birkaç çekiliş yaparak, devlete  bundan helal olmayan bir yolla gelir sağlamaya çalışmaktadır.
Şuurlu dindar Müslümanlar, Millî Piyango’nun diğer tüm şans oyunları gibi İslâm’da haram olduğunu bilirler ve bundan uzak dururlar. Diğer “Müslüman”lar ise, Millî Piyango bileti almaktan kaçınmazlar.
Bu hâl 1939 yılından beri ülkemizde devam etmiştir ve bir Miladî Yılbaşı daha yaklaşırken, bugünlerde tekrar güncel hâle gelmiştir.
Bu yazının başlığında yer alan “YASAL VE HARAM”kelimesi, Diyanet İşleri Başkanımızın muhtemelen bir soruya cevap olarak, Milli Piyango bileti almak konusunda söylediği, medyada yer almış iki kelimelik bir cevabıdır ve çok mühimdir.
Türkiye laik bir ülke olduğu için 1939 yılında Maliye Bakanlığına bağlı Millî Piyango Genel Müdürlüğü şimdiye kadar faaliyetine devam etse de, vatandaşı olduğu devletin laik olması vatandaşların da laik olmasını gerektirmez. Hem din ve vicdan hürriyeti ve hem de İslâm’ı aslına uygun olarak yaşamak mükellefiyeti, laik bir devletin vatandaşı olan her “Müslüman” için de vardır. Bunu bilmeyen bazı cahil Müslümanlar, maalesef Millî Piyango bileti almak mevzuunda da yanlışı, doğru zannederek haram işlemektedirler.
Devlet organize etse de, Millî Piyango ve diğer şans oyunları haramdır. Devletimiz, bu haram kazançlarla bütçesine katkı sağlayarak milletine hizmet götürmeye çalışmak yanlışından vazgeçerek, bunlarla ilgili kanunları yürürlükten kaldırmalıdır.
Fakat Diyanet İşleri Başkanlığı personeli de, o kanunların kaldırılmasını beklemeden “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki 633 Sayılı Kanun”un “Görev” alt başlığıyla ilgili 1. Maddesinde Diyanet İşleri Başkanlığının görevlerinden biri olarak yer alan “din konusunda toplumu aydınlatmak”görevini hakkını vererek yapmalıdırlar:
“Görev:
Madde 1 – İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere kurulmuştur.”
 
Bu kanun maddesine rağmen, yüzyirmibin kadar personeli bulunan Diyanet İşleri Başkanlığımızın din konusunda toplumu şimdiye kadar gerektiği gibi aydınlattığı maalesef söylenememektedir. Hizmet İçi Eğitim Kurslarında bu aydınlatmanın nasıl yapılması gerektiği üzerinde daha fazla ehemmiyetle durulmalı; Diyanet İşleri Başkanlığının dinî irşadla görevli personeli kendi haklarında soruşturma açılabileceği, açığa alınabilecekleri veya görev yerlerinin değiştirilebileceği gibi endişelerle, “din konusunda toplumu aydınlatmak”tan geri kalmamalı, “yasal fakat haram” olan her konuyla ilgili olarak İslâm’da tebliğin  usullerine uymak suretiyle, içinde yaşadıkları topluma “hakkı tebliğ”i ihmal etmemelidirler.
Prof. Dr. Mustafa Nutku

22 Aralık “Kış İnkilab Noktası”na, Mana-yı Harfi İle Bakmak…

Devredip giden, devrini tamamlayan zamanın akışı içindeyiz…

Bize verilmiş olan ömür müddetini geçirirken, kâinattaki sayısız devridaimlerden bazılarının bazı muayyen noktalarına, muntazam zaman aralıklarıyla tekrar geldiğimizi fark ediyoruz.

Okullarda Coğrafya derslerinde de öğretildiği gibi, üzerinde yaşadığımız, ortalama çapı 12740 km. olan yerküremiz 13,5 milyar seneden beri yolunu, yörüngesini ve hızını hiç şaşırmadan, 23 derece 27 dakika eğimini muhafaza ederek hem kendi etrafında ve hem de güneşin etrafında dönmeye devam ederken, kendi etrafındaki bir devrinde sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinin; güneşin etrafındaki bir devrinde de İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış mevsimlerinin, ard arda ve çok muntazam bir şekilde tekrar geldiğini görüyoruz.

Dünyanın güneş etrafındaki dönüş yörüngesinde iki inkilab noktası vardır: 22 Haziran ve 22 Aralık. Bu iki tarihte, gündüz ve gecenin uzunluk farkları azamîye ulaşır. Bunlara “Yaz inkilab noktası” ve “Kış inkilab noktası” adları verilir. “Yaz inkilab noktası”nda en uzun gündüz ve en kısa gece, “Kış inkilab noktası”nda ise en uzun gece ve en kısa gündüz hali, her yıl büyük bir intizamla tekrar gelir. 22 Aralık, dünyanın güneş etrafındaki bir yıllık devrinde “Kış inkilab noktası” olarak mühim bir tarihtir.

İlkbahar ekinoksu” denilen 21 Martta ve “Sonbahar ekinoksu” denilen 23 Eylül’de; yani bir yıl içindeki sadece iki günde ise, gece ile gündüz müddetleri dünyanın her yerinde birbirine eşit olur. “Ekinoks”, Latince (gündüze) eşit gece manasındaki “equi nox” kelimelerinden meydana gelmiştir.

Dünya güneş etrafında dönerken, elips şeklindeki bir yörünge üzerinde ve güneşten ortalama 150 milyon km mesafede hareket etmektedir. Güneş etrafındaki bir devrini tamamlayıncaya kadar, kendi etrafında da 365 1/4 defa döner. Bu sayı, bir senedeki günleri verir.

Takriben 24 saat (aslında 23 saat 56 dakika 4 saniye) süren bu devri esnasında dünya küresinin sathındaki muhtelif yerler tedrîcen güneşe yaklaşmakta ve sonra uzaklaşmaktadır. Dünya sathındaki muhtelif yerler, böylece bazen aydınlık bazen de karanlık içinde kalmakta; şafakta ve fecirde olmak üzere günde iki defa da, karanlık ve aydınlık bölgeler arası hududu teşkil eden “aydınlanma dairesi” tarafından katedilmektedir.

Dünya, Batıdan Doğuya doğru dönmektedir. Bu dönüş istikameti, güneşin, ayın ve yıldızların ne taraftan görünüp tekrar ne taraftan görüş sahamızın dışına çıktığı meselesi ile alâkalı olduğu gibi, okyanus akıntılarının ve rüzgarların yönlerinin üzerinde de tesirler icra eder.

Güneşten ve dünyanın güneş etrafındaki yörünge hattından geçen düzleme “Ekliptik düzlem” denir. Dünyanın kendi etrafındaki muhayyel dönüş ekseni bu ekliptik düzleme ne paraleldir ne de diktir; bu ekliptik düzleme dik muhayyel bir hatla takriben 23 derece 27 dakikalık bir açı yapar. Dünyanın bu eğimi daima sabittir, bu sebeple senelik devr-i daiminin muhtelif mevkilerinde dünyanın bu ekseni, daha evvel bulunduğu her hangi bir mevkideki eksenine paralellik arz eder. Buna “eksenin paralelliği” denir.

Dünyanın kendi etrafındaki dönüş ekseninin eğiklik derecesi, bu eksenin paralelliği, dünyanın basık küreye benzeyen özel şekli, kendi ekseni etrafında devretmesi, yeryüzünde insan için çok önemli bazı hadiselerin sebebini teşkil ederler. Bunların en başta gelenlerinden bazıları, güneş enerjisinin yeryüzünde dağılma miktarının ve mevsimlerin değişmesidir.

Dünyanın, kendi ekseni etrafındaki ve güneş etrafındaki devri, zaman ölçüsü olarak gün ve senenin mahiyeti, menşei, gece ile gündüzün, şafağın, fecrin ve mevsimlerin meydana gelmeleri, güneşin, ayın ve yıldızların göründükleri ve kayboldukları istikametlerle ilgili olarak, okullarda takip edilen ders kitaplarında da bulunan bu fennî bilgilerden böylece özet olarak bahsettikten sonra, teferruatı o kitaplara havale edelim.

***

Fen ilimleri asrımızda çok fazla inkişaf etmiş, mevcut birçok ilim dalı, kendi içinde de birçok dallara bölünmüştür. Bunu Müslümanlar olarak büyük bir memnuniyet, şevk ve heyecanla karşılamamiz icabeder. Çünkü, fen ilimleri olarak şimdiye kadar elde edilmiş bilgiler ve dünyanın her tarafında yapılan ilmî araştırmalar neticesi bu bilgilere yapılan yeni ilaveler, aslında Allah’ın kâinattaki nizamının inceliklerini, mükemmeliyetini insanlara gösteren Vahdaniyet delilleridir; Allah’ın varlığının, birliğinin, kudret ve azametinin birer ispat vasıtasıdırlar. Bunları, ilimlerin başı ve en kıymetlisi olan Marifetullah’ın (Allah’ı isim ve sıfatları vasıtası ile bilmenin) vasıtaları olarak değerlendirebilmeliyiz.

İnsanlardaki gaflet, çeşitli şekillerde tezahür ediyor. Onun bir tezahür şekli de, kâinatta tekrarlanan tabiat hadiselerine ülfet, ünsiyet, alışkanlık nazarıyla ve lâkayt olarak bakmaktır.

İnsanlar, senelerin birbirini takibi, güneşin doğması ve batması, günün tam ortasında gölgelerin çekilmesi gibi değişikliklerin büyük bir intizamla meydana geldiğini ve tekrarlandığını eski devirlerden beri fark etmişler; fakat onların ekserisi, bu gibi değişiklikleri “tabiî ve olağan” (!) görerek, üzerinde gereği gibi durup düşünmemişlerdir.

Bu hadiselerin büyük bir nizam ve intizam içerisinde, muntazam fasılalarla tekerrür etmesi, “daha evvel de benzerini görmüştüm” tarzındaki bir alışkanlık nazarıyla ehemmiyet verilmemesinin ve üzerinde gereği şekilde düşünülmemesinin haklı bir sebebi olabilir mi?

İnsana ömrü boyunca kâinattaki bazı hadiselerin muntazam fasılalarla tekrarının gösterilmesi, o hadiselerin çok mânidar olması, üzerinde ehemmiyetle, ibretle ve hikmet nazarıyla bakılarak düşünülmesi için de olabilir. İnsan ise, ekseriya aksini yapar; tekrar eden hadiselere karşı lâkayt bir tavır alır!.

Bir öğretmen, talebelerine bir ders mevzuunu, muntazam fasılalarla birçok defa tekrar etse, o ders konusunun bu şekilde tekrarlanarak verilmesi, ehemmiyetine mi yoksa ehemmiyetsizliğine mi atfedilebilir? Talebe, o ders mevzuunun tekrarlarındaki sebeplerin neler olabileceğini hiç düşünmeyip “Bu benim daha evvel de dinlemiş olduğum bir ders..” diyerek, daha evvel dinlemiş olmasını o dersin tekrarlarına kulaklarını tıkamanın gerekçesi yapsa, neticede zarar görmesi çok muhtemel değil midir?

Bakmak; daima görmek, her şeyi her şeyiyle görebilmek olmadığı gibi, dinlemek de her işitileni tamamen anlayabilmek manâsına gelmez. Muhtelif hayvanların ve insanların birbirlerine nispeten görüş, duyuş gibi kabiliyetlerinde farklılıklar vardır. Bundan başka, aynı insanın hayatının muhtelif anlarında bu gibi kabiliyetleri vasıtası ile kazanabildiği alışkanlıkları da farklı olabilir.

Buna göre, daha evvel bakıp da görülmesinde bize faydalı cihetlerini yakalayamadığımız; fakat aslında nice ibretleri ihtiva eden varlıkları ve hadiseleri, bize yeniden şans ve imkan verilerek tekrar nazarlarımıza arz ediliyorsa, hakikatiyle görmeğe ve anlamağa çalışmalıyız.

Gündüzlerin gecelere, gecelerin gündüzlere değişmesi, mevsimlerin değişmeleri, güneşin ve ayın hareketleri, insanın ömrü boyunca en fazla tekrarlandığını gördüğü hadiseler olduğundan, onun en fazla ülfet ve alışkanlık nazarıyla baktığı hadiseler de olabilir. İnsan, aslında çok mühim olan bu gibi hadiselere bakarken, “gerçekten görebilmesi”ni engelleyen gaflet perdelerini sıyırıp atması icap eder.

Okullarımızda eğitim maalesef manâ-yı harfîden uzak ve manâ-yı ismî ağırlıklı olarak verilmektedir. Newton tarafından keşfedilmiş Gravitasyon Kanununu’ndan bahsedilirken, ekseriya yalnız Newton’a dikkatler çekilmeğe çalışılmaktadır. Halbuki, Newton var olan bir kanunu keşfetmiştir. Bu kanunu kim koymuştur ve bu kanunun kâinattaki hükmünü icra ettiren kimdir? Bunun üzerinde büyük ekseriyetle durulmamaktadır.

Halen üzerinde yaşadığımız dünya küresinin kütlesi, 597 yanına ondokuz sıfır konulmakla elde edilen sayı kadar “ton“dur. Güneşin kütlesi ise, dünyanınkinin takriben 332000 mislidir. Fezada bizim güneşimizden çok büyük yüz milyarlarca başka güneşler daha vardır. Bütün mevcut güneşleri temsilen bir tanesi bize hem hergün tekrar gösterilmekte, hem de Kur’an’daki ilahî hitapla, bunun gibi varlıklara ve hadiselere ibret nazarıyla bakıp düşünmeğe davet edilmekteyiz!

Her şeye kıymeti nispetinde bir makam vermek lâzımdır. Bu büyük kâinatı her şeyi ile birlikte yaratarak büyük bir nizam ve intizam içerisinde idare eden Allah’ın, okullarımızda ekseriya “Tabiat Kanunları” olarak bahsedilen “Âdetullah Kanunları”nın perdesi ardındaki kudret mucizelerini hakikat gözüyle görmeyerek; dağ gibi hakikatleri zerre kadar basit sebeplere dayandıranlar ve nazarlarını bu sebepleri hiç yoktan icad eden ve devam ettirenden çekerek, Allah’ın verdiği akıl nimetiyle ve Allah’ın izniyle bu sebepleri keşfedebilenlere tevcihe çalışanlar; Kadîr-i Mutlak’ın her şeydeki marifet yolunu bu tarzda kapayanlar, hem Allah’ın ve hem de bütün kâinatın hukukuna tecavüz etmiş oluyorlar.

Güneşin batıdan doğup doğudan batması, fevkalâdeden bir hadise olarak kıyamete çok yakın görülecektir. O zaman, artık tövbe kapısı da kapanmış olacak ve iman etmek için vakit geçmiş olacaktır. Halen dünyada yaşayan neslin ömrü, dünyanın bu son haline yetişemeyebilir. Fakat, o büyük kıyamete rastlamasa da, her insanın “küçük kıyameti” olan ölümü bir gün ona mutlaka rastlayacak ve onu bu dünya imtihanından terhis edecektir!.

Büyüğü de küçüğü de, o “kıyamet günü” gelmeden insan, sadece güneşin batıdan doğup doğudan batmasının değil, güneşin her gün doğudan doğup batıdan batmasının da Allah’ın kudretinin bir mucizesi olduğunu idrak edebilmeli; böyle bir idrâk ve kabul ile ömür imtihanının baki kalan müddetini “Allah’a kulluk imtihanının müddeti” olarak değerlendirebilmek için elinden gelen gayreti sarf etmelidir.

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

www.NurNet.Org

“Helal – Haram Duyarlılığı” (Cuma Hutbesi – 22.12.2017)

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Müminler!

Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! İçki ve benzeri şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”1

Peygamber Efendimiz (s.a.s) de, okuduğum hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Helâl de bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında birtakım şüpheli hususlar vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve haysiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur…”2

Kardeşlerim!

Yüce Rabbimiz, insanı en değerli varlık olarak yaratmıştır. Tertemiz fıtratını korumak ve ebedi kurtuluşa ulaşmasını sağlamak için ona bazı sınırlar çizmiştir. Hayatımız boyunca riayet etmemiz gereken bu sınırlara helal ve haram diyoruz.

Helal, yaratılışın gaye ve hikmetine uygun olan güzelliklerdir. Haram ise, mükerrem olarak yaratılan insanın onur ve haysiyetini zedeleyen, ona zarar veren çirkinliklerdir. Helal, Allah’ın rızasına uygun söz, tutum ve davranışlardır. Haram ise Rabbimizin gazabına ve insanların kınamasına neden olacak kötülüklerdir.

Değerli Müminler!

Helali gözetmek, Allah’a imanın yani O’na verdiğimiz kulluk sözüne sadakatin göstergesidir. Harama bulaşmak ise bu sözü göz ardı etmektir. Helalin peşinde koşmak, insana yaraşır, nezih ve şerefli bir hayat yaşama gayretidir. Harama dalmak ise zihni ve gönlü bulandırma; heva ve hevesin, arzu ve isteklerin esiri olma halidir.

İnsan, helale ne kadar yaklaşırsa huzura da o kadar yaklaşır. Harama doğru yürümenin sonu ise pişmanlık ve mutsuzluktur.

Helâl-haram duyarlılığını yitirerek israf edilmiş bir ömrün akıbeti hüsrandır.

Kıymetli Kardeşlerim!

Dinimizde hiç kimsenin kendi arzusuna göre helal ve haram koyma yetkisi yoktur. Kur’an-ı Kerim’in rahmet yüklü mesajlarına iman eden, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in kutlu yolundan yürüyen her mümin, helal-haram duyarlılığına sahip olmak zorundadır. Mümin, imanının gereği olarak Rabbini seven, sınırlarını bilen, kendini tanıyan insandır. O, vicdan ve merhametini yitirerek hiçbir canı incitemez. Duyarsız, hürmetsiz ve iffetsiz davranarak kendisinin ve başkasının haysiyetini çiğneyemez.

Mümin, şu geçici dünyada sayılı nefeslerini falcılık, kumar, şans oyunları, faiz, rüşvet, tefecilik, hırsızlık gibi haksız kazançlarla tüketemez. Allah’ın kendisine emanet verdiği bedenini alkollü içki ve uyuşturucu maddelerle zehirleyemez. Helal olmayan yiyecek ve içeceklerle sağlığına yazık edemez.

Mümin öyle bir insandır ki; yetim malına el uzatamaz. Kul ve kamu hakkına giremez. Eş ve çocuklarına, anne ve babasına, komşu ve akrabasına kötü muamelede bulunamaz. Yalan, yalancı şahitlik, iftira ve kötü sözlerle dilini kirletemez. Emanete asla ihanet edemez, verdiği sözden dönemez. Fitne ve fesat peşinde koşamaz, bozgunculuk yapamaz.

Değerli Kardeşlerim!

Müminler olarak, helal ve haram sınırları karşısındaki tutumumuza bakalım. Her birimiz, şu soruları kendimize soralım: Helal-haram duyarlılığı çerçevesinde bir hayat mı yaşıyoruz? Yoksa bir idrak tutulması içinde miyiz? Günahı umursamayarak, haramdan kaçınmayarak dünya ve ahiret mutluluğumuzu tehlikeye mi atıyoruz? Yoksa gönülden bir tövbe ile bir daha geri dönmemek üzere yanlışlarımızı terk edebiliyor muyuz?

Kıymetli Kardeşlerim!

Unutmayalım ki; mümine yaraşan, helale ve harama karşı uyanık olmaktır. İnsan hata yapabilir. Ama hata edenlerin en ferasetlileri, en kısa zamanda hatadan dönen ve tövbe edenlerdir.

Hutbemizi Peygamberimiz (s.a.s)’in şu duasıyla bitirmek istiyorum:

Allah’ım! Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi benimle günahlarımın arasını da uzaklaştır! Allah’ım! Beyaz elbisenin kirden arınması gibi beni de günahlarımdan arındır!”3

1 Mâide, 5/90.
2 Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.
3 Buhârî, Ezân, 89.

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Cuma Hutbesi “Kapanmayan Yaramız KUDÜS!” (08.12.2017)

Cumanız Mübarek Olsun Aziz Müminler!

Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”1

Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Üç mescit için ibadet maksadıyla yolculuğa çıkılabilir: Mescid-i Haram, Benim şu mescidim ve Mescid-i Aksa.”2
Kardeşlerim!

Kudüs, bizim gözbebeğimizdir. Kudüs, bizim tükenmeyen özlemimizdir. Kudüs, nice peygamberin tevhid mücadelesine sahne olmuş, ismiyle ve çevresiyle mukaddes ve mübarek kılınmış bir şehirdir. Kudüs, Kutsi Şerif’tir. Diğer adıyla Beytü’l-Makdis’tir. Binlerce yıldır birçok medeniyete beşiklik yapan Kudüs ve çevresinde Hz. İbrahim, Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. Süleyman ve Hz. İsa gibi nice peygamberler yaşamıştır. İsrâ ve Mirâc olayı ile Kudüs’ün son kutlu misafiri Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.s) olmuştur. İslam’ın ilk kıblesi Mescid-i Aksâ da Kudüs’tedir.

Kudüs ve Mescid-i Aksa, bize Peygamberimizin müjdesi ve emanetidir. Kudüs, her müminin gönülden bağlandığı ve aziz bildiği bir şehirdir. Kudüs, herhangi bir toprak parçası değildir. Kudüs, sadece Filistin ve Mescid-i Aksa civarında yaşayanların değil, tüm dünya Müslümanlarının ve insanlığın ortak meselesidir.

Kıymetli Kardeşlerim!

Kudüs, Hz. Ömer’in fethiyle huzura kavuşmuştur. Müslümanlar, Kudüs’te uzun yıllar adaletli bir yönetim sergilemişlerdir. Herkesin canına, malına, inancına saygı duymuşlardır. Hatta gayr-i müslimler, aralarındaki anlaşmazlıkların çözümünde İslam’ın adaletine sığınmışlardır. Ama Darü’s-selam, yani barış ve huzurun merkezi olan Kudüs uzun zamandır mahzundur, yıllardır kan ağlamaktadır. Kudüs, bugün kapanmayan yaramız, dinmeyen sızımızdır. Kudüs, her türlü saldırıya maruz kalarak barışın şehri olmaktan çıkmıştır. Peygamberler diyarında silahlar susmamaktadır. Masum insanlar acımasızca katledilmektedir.

Kardeşlerim!

Kudüs ve çevresinde yaşayanlar, baskı, şiddet ve yalnızlaştırma gibi insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılmaktadır. İnsanların yaşama, inanç ve düşünce özgürlüğüne insafsızca kastedilmekte, kimlik ve kişilikleri, onur ve haysiyetleri hedef alınmaktadır. Gözbebeğimiz olan Mescid-i Aksa’dan daha dün müminler alıkonmuşken bugün ise Kudüs, işgal edilmeye çalışılmaktadır. İnsanlığı, kadim geleneği ve uluslararası hukuku hiçe sayan pervasız bir anlayış, Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma gayreti içerisindedir.

Bilinmelidir ki; böylesi fütursuzca girişimler, Kudüs ve çevresini huzursuzluk ve çatışma yurdu haline getirecektir. Bu tür kabul edilemez teşebbüsler, sağduyuya ve insanlığın vicdanına vurulan büyük bir darbedir. Huzuru, barışı ve güvenliği yok etmeye yönelik tehlikeli bir adımdır.

Kıymetli Müminler!

İnsanlık şiddet, zulüm, savaş ve göç gibi olumsuzluklar nedeniyle büyük acılar yaşamaktadır. Bütün bunlara ilaveten Kudüs’e yönelik basiret ve ferasetten uzak, insaf ve vicdandan mahrum bu teşebbüsler, sağduyu sahibi her insanı endişeye sevk etmiştir. Bütün bunlar karşısında her birimize düşen vazife, bu tür olumsuzluklara asla rıza göstermemektir. Dünyanın neresinde olursa olsun, kime karşı yapılırsa yapılsın, yanlışa ve haksızlığa boyun eğmemektir.

Şu bir gerçektir ki; bugün İslam coğrafyasının, kardeşlerimizin ve insanlığın maruz kaldığı tüm felaket, zulüm ve mağduriyetlerden çıkaracağımız dersler vardır. Geliniz, bir an önce ümmet bilinciyle iman kardeşliğimizi pekiştirelim. Birbirimizin saygınlığını ve haklarını koruyalım. İçinde bulunduğumuz zorluklardan, acılardan, mahrumiyetlerden kurtulabilmek için her birimiz olanca gücümüzle çalışalım. İnancımızı, değerlerimizi yaşayalım ve gelecek nesillerimize öğretelim.

Kıymetli Kardeşlerim!

Aziz milletimiz, tarih boyunca Kudüs’le, Mescidi Aksâ ile ve Filistinli mazlum kardeşlerimizle gönül bağını hiçbir zaman koparmamıştır. Bundan sonra da koparmayacaktır. Bizler bu bilinçle bu Cuma vaktinde Rabbimize el açıp şöyle niyaz ediyoruz: Allah’ım! Bizi yeryüzündeki bütün mazlum kardeşlerimizin acısını yüreğinde hisseden ve onlara yardım için maddi-manevi varlığını seferber eden samimi Müslümanlar eyle! Bizi basiretsizlerden, ferasetsizlerden, vicdansızlardan, zalimlerden yana eyleme!

Allah’ım! Kudüs’ü ve İslam beldelerini işgale yeltenenlere, ıslah adı altında ifsat edenlere ve barışı baltalayanlara fırsat verme! Şu mübarek Cuma günü hürmetine dualarımızı kabul eyle Allah’ım!

Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

1 İsrâ, 17/1.
2 Müslim, Hac, 511.

Yılbaşı ve Dinimiz İslam

Peygamber(sav) Efendimiz ;”Andolsun ki, sizden öncekilerin yoluna karış karış, kulaç kulaç uyacaksınız. Öyle ki, onlar keler deliğine girseler siz de gireceksiniz

Dedik ki; “Ey Allah’ın Rasulü, Yahudi ve Nasranileri mi kastediyorsunuz.

– Kim olacaktı?” diye cevap verdi.” 

Bediüzzaman Hazretleri; “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır” buyurmuştur.

Dinimiz İslam, güneşe ve ateşe tapan milletlere benzemememiz için güneş doğarken, zevâlde iken ve batarken namaz kılmayı yasakladığı gibi, ateşe karşı namaz kılmayı da yasaklamıştır. 

Biz Müslümanlar, yine Yahudilere benzememek için Muharrem ayı orucunda 9 ve 11. günlerdede oruç tutarak farklılığını ortaya koyuyor, taklit eden olmuyoruz.

Peygamber (sav) efendimiz, ümmetinin kendi varlığını muhafaza etmesini emredip, taklitçilik derekesine düşmeyi menetmiştir.

Peygamber (sav) efendimiz Namaza davet konusunda ne Yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını, nede Hıristiyanlara ait çan çalınmasına razı olmamış Bilal Habeşi hazretlerine Ezanı Muhammedi’yi okutarak davetin yapılmasını emretmiştir.

Peygamberimiz (sav)Efendimiz Medine’ye göç edince, burada iki bayram kutlanıyordu,bunları değiştirdi ve yerlerine Ramazan ile Kurban bayramlarını tebliğ etti. 

Başka dinlerle ilişkisi veya sembolik değeri bulunan âdet ve uygulamaları Müslümanlara yasakladı,

İslâm’ın korunmasını olumsuz etkileyen bir davranış, bir kültür değişimi ve kültür taklidi haramdır.

Müslüman ilmiyle, irfanıyla, yüksek ahlâkiyle ve dindarlığı ile herkese örnek olur, herkes ona uymaya özenir. O ise kimselere özenmez. Çünkü dinimiz İslam bizlere yeterince malzeme sunmuş, ihtiyaçlarımızı karşılamıştır.

Hristiyan alemiyle birlikte noel kutlamak büyük günahlardan biridir. 

Aynı maksatla o günlerde tebrikleşmek ve hediyeleşmek, yine aynı maksatla hindi vb. almak, yemek, ziyafet çekmek, aynı maksatla bu tür kutlamalara katılmak caiz değildir.

Müslümanların bu tür davranışlardan kaçınması gerekir. Kendi millî ve dinî günlerimiz var. Her şeyden önce bu dinî ve millî âdetlerimizi yaşatmalı, çocuklarımıza öğretmeliyiz. Hepimiz Müslüman’ız elhamdülillâh. Müslümanlığımızın icabını yaşamalı zamanın kötülük ve fitnelerine karşı koymalıyız.

Yılbaşı kutlaması, noel ağacı süslemesi, noel babanın hediye bırakması gibi âdetler, toplumumuzda kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yok açmakta, yeni yetişen kuşakları kendi öz değerlerinden koparıp, batının hayat tarzına alıştırmakta, sonra da onların değer ve inanç esaslarına sıcak bakmaya ve giderek onları benimsemeye götürebilmektedir. 

Peygamber (sav) Efendimiz: “Kim bir millete benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” buyurmuşlardır.

Şeklî benzeşme, i’tikâdî benzeşmeye götürebilir. 

Yılbaşı gecesinin manası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölümün biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlığın gelmesi demektir,o gece bunlar tefekkür edilse daha iyi olur.

Dinimizde noel ve yılbaşı kutlamalarının yeri yoktur. Bu yılbaşının biz Müslümanlar için, resmi ve milletlerarası bir takvim başlangıcı olmaktan başka hiçbir kıyamet ve değeri asla yoktur.

Hıristiyan gibi yılbaşını kutlamak, yılbaşı eğlenceleri tertiplemek, millî ve dinî değerlerimizi yaralar. Cemiyet ahlakımızı bozar. Dinsizlik ve manevi yoksulluğu arttırır.

Allah(CC) sizleri ve bizleri kendisine hakkıyla kulluk edenlerden eylesin. Amin

Çetin KILIÇ

www.NurNet.Org

Kaynak:
Risalei Nur külliyatı
Celal Yıldırım, İslam Fıkhı
Sorularla İslamiyet
Ârifan Dergisi
Dinimiz İslam