mubarekkul tarafından yazılmış tüm yazılar

Müslüman’ın bahar yeşilliğine bakışı!..

Önce İsra Sûresi’ndeki 44. ayetin mealine bakalım, sonra konunun ayrıntısına geçebiliriz.

– Göklerde ve yerde bulunan bütün varlık ve yeşillikler Allah’ı zikir ve tesbih ederler!..

Öyle ise Allah’ı zikir ve tesbih eden yeşillikleri zevkle seyredip gelişmesine şevkle yardımcı olmalı, sebepsiz yere yeşilliği kesip kopararak Allah’ı zikir ve tesbihine engel olma günahına girmekten kaçınmalıdır. Zaten yeşilliğin Allah’ı zikir ve tesbih ettiğinin farkına varan bir Müslüman, sebepsiz yere onu kesmeye, koparmaya, kurutmaya asla razı olamaz. Zikir ve tesbihine mani olma günahını göze alamaz. Yeşilliğin bu zikir ve tesbihinden dolayı Aleyhissalat-ü Vesselam Efendimiz mezarların üzerini dahi yeşillendirmeyi emretmiş, bu konuda bizi düşündüren önemli örneğini de şöyle vermiştir. Yanından geçtiği bir mezarın içindeki mevtanın azap çektiğini keşfedince hemen getirttiği hurma fidanını mezarın üzerine dikerek şöyle uyarıda bulunmuştur: “Bu yeşillik bu mezarın üzerinde Allah’ı zikir ve tesbih ettiği sürece mezarın içindekinin azabı azalır, yahut da kaldırılır!”

İşte bu açıklama, yeşilliğin dünyadan başka ahirettekilere dahi fayda sağladığını ifade eden muhteşem bir duyurudur. Bundan dolayı fıkıh alimleri, mezarların üzerine yeşilliği önleyen beton dökmenin uygun olmadığını bildirmiş, Osmanlı ecdadımız da Allah’ı zikir ve tesbih eden yeşilliklerle dolu mezarlıklar meydana getirme örneği vermişlerdir. Bir kır sohbetinde Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’ne talebelerinden her biri birer buket çiçek takdim ederken biri eli boş dönmüş. – Koskoca kırda çiçek mi bulmadın da eli boş dönüyorsun? diye sitem edenlere de: – Hangi çiçeğe yaklaştımsa Allah’ı zikir ve tesbih eder halde gördüm, koparıp da zikir ve tesbihine engel olmaya gönlüm razı olmadı, cevabını verince hocasının takdir ve tebriklerine muhatap olmuş. Bu cevap da kitaplara geçecek değerde bulunarak yazılıp bizlere kadar intikal ettirilmiştir. İşte Müslüman’ın yeşilliğe yüklediği kutsal değer, Allah’ı zikir ve tesbih ediyor duygusuyla baktığı bahar yeşilliğinin özellik ve güzelliği… Hele Efendimiz (sas) Hazretleri’nin fidan dikme konusunda bir uyarısı vardır ki; yeşillik yetiştirmenin önemi konusunda bundan daha etkili sözü kimse söyleyememiştir. Şöyle buyuruyor, fidan dikme konusunda:

– Elinizde bir fidan bulunur da onu dikmek üzere iken kıyametin kopmaya başladığını anlarsanız, sakın ‘artık kıyamet kopuyor, fidan dikmenin manası kalmadı’ deyip de fidanı atmayın, dikin fidanınızı!.. Kıyamet kopacaksa sizin dikilmiş fidanınızın üzerine kopsun. Mahşerde, benim de dünyada dikilmiş bir fidanım vardı, diyebilesiniz!..

Demek ki mahşerde dünyada dikilmiş bir fidanın bulunması dahi dikene ümit verecek, faydası söz konusu olacaktır. Kaldı ki, mesele bundan ibaret de değildir. Tarla, bağ, bahçede çalışarak yeşillik yetiştiren köylü ve ziraatçılarımıza ayrıca muhteşem müjdeler de vardır…

– Ekin ekiyor, sebze, meyve dikiyor, mahsul yetiştiriyorsanız sevinin, mutluluk duyun. Çünkü yetiştirdiğiniz meyvelerle, sebzelerle sadece rızkınızı kazanmakla kalmıyor, aynı zamanda sevap da elde ediyorsunuz. Zira, sebep olduğunuz meyveli meyvesiz tüm yeşilliklerden Allah’ı zikir ve tesbih sevabı almak bir yana, ayrıca bunlardan: “Müşteri alsa, hırsız çalsa, inek yese, sinek faydalansa!” sadaka sevabı da alınacağı hadisle bildiriliyor!

Evet, bundan hiç şüphe etmeyin. Efendimiz’in müjdesidir bu. Yetiştirdiğiniz sebze ve meyveden müşteri alsa, hırsız çalsa, inek yese, sinek faydalansa sadaka sevabı vardır yetiştirene!.. Bundan dolayı yeşillik yetiştiren köylüler, ziraatçılar ibadet niyetiyle şevkle çalışırlar işlerinde… Denebilir ki: Her tarafı yeşillendirilmiş bir ülke mi istiyorsunuz?.. Öyle ise insanların İslam’ı öğrenmelerine destek verin, köstek olmayın. Göreceksiniz dinini öğrenen Müslüman mezarların üzerine varıncaya kadar her tarafı yeşillendirecek, hem de ibadet aşkıyla, sevap şevkiyle yapacak bütün bu hizmetleri…

Ahmed Şahin / Zaman

‘Anneler Günü’ yabancılardan alınan bir âdet midir?

‘Kutladığımız Anneler Günü, yabancı âdeti midir?’ diye soran okuyucuma:

Senenin tek gününü, Anneler Günü ilan etmek belki bir yabancı âdetidir, ama tümüyle de İslam’a aykırı düşen bir yabancı âdeti de değildir. Belki, eksik bir âdettir demek mümkündür. Çünkü İslam, senenin tek gününü değil belki hayatın tüm günlerini Anneler Günü olarak ilan eder, ömür boyu annelere sevgi ve saygıyı emreder.

Anneler Günü, çocuğun yaş günü, hanımla beyin evlilik yıldönümü gibi daha ziyade dışarıdan gelme yabancı âdetler, aslında iyiliklere vesile yapılabilecek âdetlerdir.

Mesela Anneler Günü’nde annelerin elleri öpülüyor, yaşlıların gönülleri alınarak memnun ediliyorsa… Yaş gününde çocukların sevinecekleri bir doğum günü toplantısıyla arkadaşlarıyla mutlu olmaları sağlanıyorsa, evlilik yıldönümünde taraflar geçmişi bir daha hatırlıyor, aradaki sevgi, saygı yenileme imkânı buluyor, komşular bu vesilelerle bir araya gelerek kaynaşmalar söz konusu oluyorsa… Neden bunlar ‘yabancılara aittir’ denerek hemen reddetme mecburiyeti duyulsun?

İslami hayat zevksiz, neşesiz ve eğlencesiz değildir. Sınırı aşmamak, ölçüyü taşmamak, israfa ve harama girmemek şartıyla İslami hayatın da zevki, eğlencesi ve neşeli toplantıları olacaktır elbette.

Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri’nin doğumunu senelerdir Kutlu Doğum adıyla kutluyoruz. Bu vesile ile toplantılar yapıyor, hayırlara vesile kılıyoruz. Kimse de İslam’da doğum günü kutlaması yoktur demiyor. Çünkü harama değil hayra vesile kılınıyor, günah değil sevaplar işleniyor bu vesilelerle…

Bu anlayış içinde Anneler Günü’nü de mahzurlu görmeyiz… Ancak onu düzelterek, İslam’a uygun hale getirerek benimseriz. Yani senenin tek günü değil, hayatın tüm gününü Anneler Günü kabul ederiz… Böylece yabancıdan aldığımız eksik bir âdeti tamamlayarak bünyemize ithal etmiş sayılabiliriz.

Bazılarındaki gibi, yabancılardan gelen her şeyi hemen sahiplenmek nasıl yanlışsa, hemen karşı olmak da öyle yanlıştır. Doğru olanı, önce bir incelemek, faydalı olanı almak, zararlı olanı atmak olmalıdır. İslam’ın bize makul telkini budur.

Bu konuda Efendimiz (sas) Hazretleri’nden fevkalade değerli ve düşündürücü muhteşem bir yabancıdan kandil alma örneği bize ışık tutmaktadır.

Sahabenin ileri gelenlerinden Temimdari, Şam’daki Hıristiyanların kullandıkları zeytin yağı ile yanan bir kandili getirip ilk olarak Resulullah’ın mescidinin tavanına asmıştı. Görenler, ‘Resulullah’ın mescidine yabancıların kullandıklarını mı asıyorsun?’ gibilerden sitemde bulunmuşlardı. Müslümanlar, o günlerde yaktıkları hurma yapraklarıyla aydınlatıyorlardı mescidi. Akşam namazında mescide gelip de bir çanak içindeki yanan fitilin külsüz dumansız etrafı aydınlattığını gören Efendimiz (sas) Hazretleri, tebessüm ederek sordu:

– Kim getirip de astı bu kandili mescidimize?

– Temimdari, Şam’daki Hıristiyanlardan alıp getirdi… dediler. Herkes bir azarlama beklerken Resulullah’ın eşsiz iltifatı şöyle oldu:

– Temimdari, getirdiğin bu kandille sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!..

Bununla da kalmadı, daha da çarpıcı açıklamada bulundu:

– Faydalı bir buluş, Müslüman’ın cebinden düşürdüğü malı gibidir. Kimde bulursa hemen sahip çıkıp alır. Yeter ki o şey faydalı olsun, içeriğinde haram ve günah bulunmasın…

Hıristiyan’dan alınan böylesine faydalı bir kandil örneği varken, yabancıdan gelen âdetler alınır mı, alınmaz mı diye sorulmamalı da, belki yabancıdan gelen bu âdetler faydalı mı, değil mi diye incelenmelidir. Faydalı ise cebinden düşürdüğü malı gibi sahip çıkılmalı, zararlı ise atılıp uzak kalınmalıdır…

Mescid-i saadete asılan bu kandil örneği, İslam’ın çağdaş anlayışını anlatan muhteşem bir misal olarak ufkumuzda asılı durmaktadır.

Soru sahibi kardeşim bu anlayışla bakabilir Anneler Günü’ne desem, yanlış söylemiş sayılır mıyım bilmem?

Ahmed Şahin / Zaman

İnanmış insanlar Azrail’i neden sevgi ile karşılarlar? (1)

Soru: Son anımızda ruhumuzu teslim alacak olan Azrail’den hemen herkes korkuyor, hayallerimizde korkulacak bir melek olarak tasavvur ediliyor. Mezardaki sorgu melekleri Münker -Nekir’den de aynı şekilde korku ile söz ediliyor. Gerçek durum da böyle mi? Ölüm anında ruhumuzu korkudan titreyeceğimiz bir Azrail’e mi teslim edeceğiz?

Mezarımızda gelen sorgu melekleri de aynı şekilde bizlere korku mu salacaklar? Bilgi verebilir misiniz, bizi korkutan bu konularda?

Cevap: Gerçekten de böyle titrenecek bir Azrail tasavvuru var çoklarımızda. Ancak maneviyat büyükleri, bu meleklerin isimlerini duyunca korku ve ürperti duyma yerine huzur ve emniyet hissettiklerini de ifade ediyorlar kitaplarında. Sadece Azrail’e karşı değil, bizlere sorgu soracak olan Münker-Nekir adındaki iki mübarek melaike ile Kiramen Kâtibin’e karşı da hep itimat ve sevgi hislerini ifade ediyorlar büyüklerimiz. Sözü daha fazla uzatmadan birlikte okuyalım Bediüzzaman Hazretleri’nin Azrail, Münker-Nekir ve Kiramen Kâtibin gibi melekler hakkındaki sevgi saygı yüklü yorumlarını:

******

– Bir gün bir duamda, “Ya Rabbi! Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cin ve insin şerlerinden muhafaza eyle!” dediğimde, herkesi titreten ve dehşet veren Azrail namını zikrettiğim vakit, gayet tatlı, tesellidar ve sevimli bir halet hissettim, elhamdülillah, dedim, Azrail’i cidden sevmeye başladım!. Ruhumu böylesine emin bir ele teslim edeceğimden dolayı huzur duydum.. Bu huzurun sebebi ne?

– Bilindiği üzere insanlar öteden beri kıymetli varlıklarını emin ellere teslim ederek korumaya almak isterler. Son anını yaşayan insanın en kıymetli varlığı ise hayatı boyunca üzerine titrediği ruhudur. Ruhunu zayi olmaktan kurtaran emin bir ele teslim etmenin derin bir sevinç verdiğini ben de kat’i hissettim. Çünkü Hazret-i Azrail’den daha koruyucu ve muhafaza edici başka emin bir el yoktur…”

Demek ki insanın en kıymetli varlığı olan ruhunu emin bir şekilde teslim edeceği en emin bir eldir Hazreti Azrail.. Onun insanları korkutan hiddet ve şiddeti inkârcılar, isyancılar, itaatsizler için söz konusudur. İman ve amel sahibi müminlere karşı tavrı, bir annenin yavrusuna karşı duyduğu şefkatli tavırdan başkası değildir..

Bediüzzaman Hazretleri, kabrine sorgu sual için gelecek olan Münker ve Nekir meleklerine de aynı sevgi ve emniyeti hissettiğini ifade ederken şöyle der:

-“Herkes gibi ben de gelecekte muhakkak gireceğim mezarıma hayalen girdim, korku ve endişe içinde yalnız halde beklemeye başladığım sırada birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler, benimle sohbete başladılar.. Kalbim ve kabrim genişledi, nurlandı, ruhlar âlemine kabrimden pencereler açıldı.. Ben de, şimdi hayalen gördüğüm, istikbalde ise hakikaten göreceğim o güzel vaziyete bütün ruh-u canımla sevindim ve şükrettim..”

Ayrıca, insanın amelini yazan Kiramen Kâtibin meleklerine de aynı itimat ve sevgi ile bakarız. Çünkü melekler olmasa bizim yaptığımız bunca ibadet ve iyiliklerimiz kayda geçirilmez. Meleklerin yazmasıdır ki, yaptığımız tüm iyilik ve ibadetlerimizin zerresi zayi olmadan mahşerde önümüze konuluyor, imdadımıza yetişiyor. Bu inanç bizim, iyilik yapma ve kötülüklerden de uzak durma duygumuzu da kuvvetlendiriyor, hep iyilikler yazdırma arzusu telkin ediyor bizlere..

Risale-i Nur külliyatı bu türlü ümit ve şevk veren bilgilerle çağımızın insanını streslerden koruyor, moral gücü sağlıyor, ölüm anında bile geleceğine ümitle bakmayı temin ediyor. Yeter ki, insan bu iman ve amelle hayatını İslamî ölçülere uygun şekilde yaşasın ve böyle bir bilgi ve şuurla karşılasın en sonunda Azrail, Münker-Nekir ve Kiramen Kâtibin meleklerini..

Bu önemli konuyu tatmin edici genişlikte eksiksiz okumak isteyenler 11. Şua’daki ‘Meleklere imanın faydaları’ kısmına bakmalılar..

Ahmed Şahin / Zaman

Kutlu Doğum sahibinden günümüz medeniyetine örnekler!..

İnsanlık bugün kuşlar gibi havada uçuyor, balıklar gibi denizlerde yüzüyor, rüzgârlar gibi de karada geziyor.

Ancak insanı mesut edecek ideal anlayışa hâlâ ulaşamamış, bahtiyar kılacak örneklere hâlâ varamamıştır. Hedefinde kutlu doğumunu kutladığımız Zat’ın örnek uygulamaları vardır. Ona kavuşursa kurtulacak, benimseyebilirse o muhteşem anlayışı huzura erecektir.

Misalleri, Kutlu Doğum sahibinin savaş esirlerine uyguladığı misafirlik muamelesinden verelim isterseniz. Bugün dünya o anlayışa ulaşabilmiş mi bir görelim.

Hicretin 2. senesinin 17 Ramazan’ında Mekke müşrikleriyle yapılan Bedir Savaşı’nda 14 şehit veren Müslümanlar, 70 kadar müşrik esir alıp ellerini bağlayarak Medine’ye dönmüşlerdi. Bu savaşta insanlığın dikkatini çeken büyük olay, Müslümanların esirlerine nasıl muamele edecekleri idi. Medine’ye gelince Peygamberimiz beklenmedik emrini şöyle verdi:

– Her biriniz evlerinize birer ikişer esiri misafir alın, yemeklerini yedirin, sularını içirin, “İstevsu bihim hayran!” onlara hep hayır tavsiye edin, kırıcı davranmayın!

Bu emrin nasıl uygulandığını ise müşrik esirlerden Ebu İzze, daha sonra şöyle anlatmıştır:

– Esir dağıtımında ben Ensar’dan bir ailenin hissesine düştüm. Akşamları ekmeklerini bana verirler, kendileri sadece hurmayla yetinirlerdi. Ben ise bundan çok utanır, ekmeklerini yemez, kendilerine iade ederdim. Onlar bizim ihtiyacımız yok, diyerek ekmeği tekrar bana gönderirler, kendileri hurmayla idare ederlerdi!..

Peygamberimiz evlere taksim ettiği bu esirlerin geleceklerine ait karar almak için Medine’de bir meşveret meclisi toplayarak halkın fikirlerini sordu:

– Ne yapmayı düşünüyorsunuz esirlerinize? Her birinden kurtuluş akçesi (fidye) alarak bırakmayı mı, yoksa şimdiye kadar hep yapıldığı gibi düşmana korku salmak için öldürmeyi mi?

Bu soru karşısında ilk fikrini açıklayan Hazreti Ebu Bekir oldu:

– Düşmanımız da olsa bu esirleri öldürmekten bize bir fayda gelmez. Belki içlerinden imanla şereflenenler olabilir. Bunlardan kurtuluş akçesi alarak serbest bırakmalıyız!

Hazreti Ömer de karşı fikrini şöyle açıkladı: – Bunlar Mekke’den kalkıp taa Bedir’e kadar gelerek bizleri yok etmek isteyen düşmanlarımızdırlar… Bunları serbest bırakacak olursak düşmanlarımızın bize saldırma cesaretlerini artırmış oluruz. Bizi öldürmek için gelenleri biz de öldürmeliyiz ki, bir daha Müslümanlara saldırma cesareti bulamasınlar!.

Efendimiz’in tavrı da daha ibretliydi. Konuyu şöyle bağladı:

– Ya Ebu Bekir! Senin esirleri affetme görüşün, tıpkı İbrahim Aleyhisselam’ın isyan eden kavmine şefkatli bakışı gibidir. Duasında: Rabb’im bana itaat eden bendendir, etmeyip isyan eden ise senin kulundur, sen af ve mağfiret sahibisin! diyerek aflarını istemişti…

-Ey Ömer! Senin esirleri cezalandırma görüşün de, Nuh Aleyhisselam’ın görüşü gibidir. O da isyan eden kavmine: Rabb’im yeryüzünde bir tek kafir bırakma!.. diyerek hepsinin de cezalanmasını istemişti. Ben de af tarafını tercih ediyor, fidyelerini veren esirlerin salıverilerek ailelerine kavuşmalarını teklif ediyorum, uygun bulursanız…

Bundan sonra, her biri kim bilir kaç tane Müslüman’ı şehit etmiş olan düşman esirler, kurtuluş fidyesi vererek kurtulmuşlar, bunu veremeyenlerin okur yazarları da Medine’deki Müslümanların çocuklarından onar çocuğa okuma yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmışlar, hiç imkânı olmayanlar da karşılıksız salıverilmişler. Meşhur vahiy katibi Zeyd bin Sabit de, esirlerin okuma yazma öğrettikleri bu çocukların içinden çıkmıştır!

Müslümanların düşmandan aldıkları esirlerine evlerinde misafir gibi bakmaları, ekmeklerini kendileri yemeyip esirlere yedirmeleri, sonra da insanlık onuruna yakışan bir şekilde kurtuluş akçesiyle ya da akçesiz salıvererek her birini çoluk çocuğuna kavuşturmaları anlayışına bugünün insanlığı henüz ulaşamamıştır! Ama hedefinde O’nun örnekliği vardır, ulaşabilirse onu uygulayacak, onunla gerçek medeniyete kavuşacaktır, diye düşünmekteyiz. Bilmem siz esirlerine evlerinde misafir muamelesi yapma anlayışına bugün nasıl bakarsınız?..

Ahmed Şahin / Zaman

Kutlu Doğum’da kardeşliğimizi koruma görevimiz!..

Kutlu Doğum kutlamalarında ısrarla kardeşliğimizi koruma görevlerimiz hatırlatılmakta, sevgi saygımızın canlanması için özel bir gayret göstermemiz gerektiğine dikkatlerimiz çekilmektedir.

Bu konuda Kırık Testi’den özetleyerek arz edeceğim şu değerlendirmeleri de okuyunca bir daha anlıyoruz ki, gerçekten de kardeşliğimizi kazanma görevimiz, her birimizin irademize bırakılmış en önemli mükellefiyetimizdir. Sözü uzatmadan konunun pek farkında olunmayan bu önemli yanını buyurun birlikte okuyalım.

***

Efendimiz (sas) Ümmet-i Muhammed’in kökten ve toptan yok edilmemesi, umumi bir kıtlığa maruz kalmaması ve çoğunu helak edecek bir düşmanın tasallutu altında kalmaması için Cenâb-ı Hakk’a dua dua yalvarmış ve Allah (cc,) Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bu duasını kabul buyurmuştur! Buna göre bu ümmet, umumi bir helake uğramayacağı gibi, devamlı olarak başkalarının hâkimiyeti altında da şükürler olsun kalmayacaktır! Ancak Efendimiz’in (sas) bu ümmetin kendi arasında birbirleriyle vuruşmamaları, birbirlerine düşmemeleri, kardeşliklerini korumaları için yapmış olduğu duasının Cenâb-ı Hak tarafından kabul buyrulmadığı da ifade edilmiştir. (Müslim, Fiten, 19/20)

Bu son talebin kabul edilmeyiş hikmetiyle alâkalı şu önemli husus dile getirilmektedir:

-Kardeşliği koruma meselesi, insanların kendi iradeleriyle kazanacakları görevleridir! Zira insan akıl ve şuur sahibi bir varlıktır. Kendi iradesi işin içinde olmadan sürü gibi güdülmek, bir yere toplanmak, ağaçlar gibi üst üste yığılıp bir arada bulunmak insan haysiyet ve şerefine uygun düşmemektedir. Bunun yerine insanın, iradesinin hakkını vererek bir arada yaşayabilme ve başkalarıyla beraberlik tesis ederek kardeşliğini koruyabilme yollarını araştırması, bulması, uygulaması gerekir!.

Nitekim Cenâb-ı Hak ilahî kelamında farklı âyet-i kerimelerde tekrar tekrar insanların birbiriyle imtihan edileceğini ifade buyurarak ümmet-i Muhammed’in maruz kalabileceği bu büyük imtihan konusunda bizi şöyle ikaz etmektedir.

“Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz!.” (En’âm /53)

İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmemizdir. Çünkü insanın yaratılışı çok farklıdır. Allah (cc) insan nevinde değişik neviler yaratmıştır. İnsanlardan her bir fert başlı başına bir nev gibidir. Herkesin mizaç ve huyu farklıdır. Kimse kimseye benzemez. Allah insanları bu şekilde farklı farklı yaratmakla, esma-i ilâhiye ve sıfat-ı sübhaniyesinin tecellilerini gösteriyor. Ve aynı zamanda bununla bizi birbirimizle imtihan ediyor ve imtihanda başarılı olanlara mükâfatlar vaat ediyor.

Yani senin huyun onun huyuna uymadığı gibi, onun huyu da sana uymayacak. Sen ayrı bir meşrebin çocuğu, o ayrı bir mizacın evladı olacak. Ancak aranızdaki bütün bu farklılıklara rağmen, siz yine birlik ve beraberlik tesis ederek kardeşliği korumanın yollarını arayacak, böylece bu imtihanı kazanacaksınız!.

Bu sırada bazı huyları farklı olan kardeşlerinizle de karşılaşabilirsiniz. Aranızda şöyle böyle sebeplerden kırgınlık-dargınlık çıkabilir. Hemen kötü insan, kötü kardeş damgasını yapıştırmayın. Farklılıklarınızı ilahi isimlerin farklı tecellisinin gereği görerek kardeşliğinizi yeniden canlandırmaya bakın, kuvvetlendirmeye çalışın.

Fertler arasında oluşabilen bu gibi farklılıklardan dolayı ilk defa özür dileyip “kusura bakma kardeşim, hakkını helal et” diyebilen kimse, iradesinin hakkını veren bir barış kahramanı sayılır. Bir hadis-i şerifte Efendimiz (sas) bu barış kahramanına işaret eder ve birbirine küsen iki kişiden hayırlı olanın, önce selâm veren olduğunu ifade buyurur.

Öyle ise iradenizi tam yerinde kullanarak önce siz selam verin, musafaha için önce siz elinizi uzatın, kardeşliğinizi koruma imtihanını önce siz kazanmış olun…

Kardeşliğimizi koruma imtihanını kazanacağımız nice Kutlu Doğumlar dileğimizle..

Ahmed Şahin / Zaman