Kategori arşivi: Soru – Cevap

Tesbih Namazı Nedir? Tesbih Namazı Nasıl Kılınır? Dinde Yeri Nedir?

Öyle dehşetli bir zamanda yaşıyoruz ki, geçmiş devirlerde bir asırda işlenen günahlar, şimdi belki bir dakikada işleniyor. Kendini günahtan muhafaza etmeye çalışan bir mü’min bile hiç istemese de birçok günahla karşı karşıya kalıyor.

Zira Hz. Âdem (a.s.)’dan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün peygamberlerin, evliyaların, salih insanların bile Allah’a sığındığı dehşetli ahir zamanın tam ortasında yaşıyoruz. Her taraf günah denizi olmuş; günaha götüren vasıtalar en güvenilir sığınaklara, kuytu köşelere ve bir kale sandığımız aile cennetine kadar girmiş.

Diyebiliriz ki, Rabbimizin Afûv ve Gafûr gibi isimlerinin tecellisine, Onun af ve mağfiretine hiç bu kadar muhtaç olmadık. Sanki bir günah yağmuru altında yürüyor ya da bir günah denizinde yüzüyoruz. Bizlere koruyucu bir şemsiye, bir yağmurluk ve kurtarıcı bir can yeleği, bir filika lâzım olduğu gibi, ister istemez bulaşan günahlardan arınmak için de kuvvetli bir temizleyiciye muhtacız.

İşte tesbih namazı, günahları yok eden, insanın manen yıkanıp temizlenmesine vesile olan muhteşem bir arınma denizidir. Âdeta en derin ve inatçı günah kirlerini bile söküp atan çok kuvvetli ve faydalı manevî bir deterjandır ki, temizleyicisi, yumuşatıcısı, mis gibi parfümü içindedir. Bu yüzden kendisi cazip, kılması tatlı, manası derin, neticesi muhteşem bir ballar balıdır. Böylesi harika bir namazı bize ihsan ettiği için Rabbimize ayrıca şükretsek yeridir.

On çeşit günahı affettiriyor

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) amcası Hz. Abbas’a (r.a.) tesbih namazını tavsiye ederken şöyle buyurmuştur:

— Bak amca, sana on faydası olan bir şey öğreteyim. Bunu yaparsan günahlarının ilki-sonu, eskisi-yenisi, bilmeyerek işlediğin-bilerek işlediğin, küçüğü-büyüğü ve gizli yaptığın-açıktan yaptığın on türlü günahını Allah bağışlar.

Bu muazzam namazın sağlayacağı müjdeli sonuçları öğrenen Hz. Abbas (r.a.):

— Bunu her gün yapamayız, deyince âlemlere rahmet olan Güzeller Güzeli şu kolaylığı müjdeledi:

Dilersen bu namazı her gün bir kere kıl. Her gün yapamazsan haftada bir kere, haftada yapamazsan ayda bir kere, o da olmazsa yılda bir kere yap. Yılda bir kere de kılamazsan hiç olmazsa ömründe bir kere yap.” (Ebû Dâvud, Tatavvu’: 14; Tirmizî, Vitr: 19)

Efendimizin tesbih namazı kılanlar için verdiği af ve mağfiret müjdesi çok büyük bir nimet, buna karşılık harcayacağımız zaman ve zahmet pek azdır. Hadiste, “bütün günahlar” ifadesi de kullanılabilirdi. Bunun yerine “on türlü günah” ifadesinin yer alması, tesbih namazının günahların affı konusundaki benzersiz üstünlüğünü gösterir. Demek ki, Rabbimiz tesbih namazını çok önemsemekte, çok büyük değer vermektedir.

Tesbih namazına anlam katan sırlar

Dört rekât olan tesbih namazının her rekâtını 75 kez süsleyerek toplam 300 defa tesbih etmemizi sağlayan “sevabı çok, manası derin” olan ifadeler şudur:

“Sübhanallâhi ve’l-hamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallahü ekber.”

Konuyla ilgili bir hadiste bu ifadeler “bakiyat-ı salihat” olarak bildirilir. (Müsned, 3: 75) Yani bu kelimelerle Rabbimizi zikretmek, bâkî âlemde sevap kazandıran önemli amellerdendir.

Bu namaza tesbih namazı denmesinin sebebi, bu ifadelerin tesbihle başlamasıdır. Ancak tekrar edilen bu ifadelerden dolayı diyebiliriz ki, tesbih namazı, aynı zamanda bir tahmid namazı, bir tehlil namazı ve bir tekbir namazıdır. Sübhanallah demek, tesbih; elhamdülillâh demek, tahmid; lâilâheillâllah demek, tehlil; Allahüekber demek ise, tekbirdir.

Tesbih namazının vesile olduğu af ve mağfiret çok büyük olduğuna göre, onu kılarken dikkat edeceğimiz mühim hususlar olmalıdır. Bunlar, ihlâs, samimiyet, tâdil-i erkân, huşû ve manasını kavramaktır.

Allah’ı tesbih etmenin önemi

Peygamber Efendimizin (s.a.v.), hırka-i şerifini miras bıraktığı Veysel Karanî Hazretleri, gecelerini ibadetle geçirir, neredeyse hiç uyumazdı. İbadete âdeta âşık, namazdaki huşûu zirvede yaşayan yüce bir şahsiyetti.

Bir gece, “Bu gece kıyam gecesidir” diyerek sabaha kadar ayakta ibadet etmişti. Bir başka gece, “Bu gece rükû gecesidir” buyurarak, gece boyu uyamadan rükûda bulunmuştu. Asla ibadete doymayan bu yüce zat, ertesi gün de, “Bu gece secde gecesidir” diyerek sabaha kadar secdede ibadet etmişti.

– Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi sadece secdede geçirmeye nasıl katlanıyorsun, diye sormuşlardı.

Gerçekten de, tesbih namazı kılarken secdede on tesbihi söylerken sanki nezle olmuş gibi burnu tıkanan biz ibadet tembelleri için onun o hâlini anlamak zordur.

O muhteşem Allah dostu, bu soruya şu ibretli cevabı vermişti:

– Secdede, sabah olur da ben hâlâ bir kere Sübhâne Rab-bi-ye’l-A’lâ diyemem. Hâlbuki üç tesbih, sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibadetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmiyor.

Hz. Üveys bu cevabıyla meleklerin söylediği tesbihin daha derin, daha kuşatıcı, daha anlamlı olduğunu söylemek istemişti.

Tesbihin derin anlamını kavramaya çalışmak ve hissederek söylemenin ne büyük bir fazilet olduğunu anlamak için Bediüzzaman Hazretlerinin yaşadığı şu olaya dikkat edelim:

“Bir zaman kalbime geldi, ‘Niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zâtlar Sahabelere yetişemiyorlar?’ Sonra, namaz içinde ‘Sübhanerabbiyelâlâ’ derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti, tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: ‘Keşke, bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibâdetten daha iyi idi.’ Namazdan sonra anladım ki, o hâtıra ve o hal, Sahabelerin ibâdetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşâddır.” (Sözler, 27. Söz’ün Zeyli)

Onun açıklamasına göre, sahabeler bütün dua ve tesbihleri, tamamen manasını anlayarak ve hissederek söylerdi.

Kur’an’da tesbih ve tahmid

Tesbih, tahmid, tehlil ve tekbir o kadar önemlidir ki, bunlarla ilgili yüzlerce ayet vardır. Kur’an’da yüzlerce ayette Allah’ın birliği (tevhid) ve büyüklüğü (azamet ve kibriya) vurgulanır; tesbih, hamd ve şükür birçok ayette emredilir.

“Ondan başka ilâh yoktur”, “Sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır” meâlindeki ayetler defalarca zikredilir; küfür ve şirke şiddetle karşı çıkılır. Tesbih namazındaki dört cümleden biri olan “Lâilâheillâllah” ifadesi, tevhidi ilân eder. Bunun fazileti hususunda Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:Benim ve benden önceki peygamberlerin sözleri içinde en faziletlisi Lâilâheillâllah’tır.” (Muvatta’, Hac:26)

Rabbimiz, Kur’an’da hamd ve tesbihi defalarca vurgulamış ve bizlere emretmiştir. İşte bunlardan bazıları:

O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Haşir: 24)

Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et. Kullarının günahlarından hakkıyla haberdar olarak O yeter!” (Furkan: 58)

Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış halde görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve ‘Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’ denilmiştir.” (Zümer: 75)

Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.” (Vakıa: 96)

O halde onların söylediklerine sabret ve güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ederek tesbih et.” (Kaf: 39)

Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile tesbih et.” (Tur: 48)

 “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tesbihte bulun ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir. (Nasr: 3)

Namazın üç esası

Biraz da tesbih namazında tekrar edilen cümlelerin anlamı üzerinde duralım. Bediüzzaman Hazretlerine göre, “Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih, tâzim ve şükürdür.” Bu ifadeden anlıyoruz ki, namaz âdeta tesbih, tâzim (tekbir) ve tahmid (şükür) iplikleriyle işlenmiş manevî bir kanaviçedir. Nasıl ki, un, şeker, yağ bütün tatlıların ana maddesidir; Kur’an’ın manevî mutfağında imal edilen ruhumuzun gıdası namazın üç ana maddesi de, tesbih, tekbir ve tahmiddir.Bu üç kelimenin açılımı da şöyledir:

Yani, celâline karşı kavlen ve fiilen sübhânallah deyip takdis etmek; hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek; hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen elhаmdülillâh deyip şükretmektir. Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını te’kid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla te’kid edilir.” (Sözler, s.40)

Rabbimiz, sonsuz celâl ve büyüklük sahibidir; yücedir, eşi benzeri yoktur. Sübhânallah diyerek tesbih etmek, Onun her türlü acz, kusur ve eksikten münezzeh olduğunu ifade etmektir.

O, kemal sahibidir; her bakımdan eksiksizdir, mükemmeldir. Allahüekber diyerek tâzim etmek, Onun yüceliğini ve büyüklüğünü belirtir.

Allah, cemal sahibidir; son derece güzeldir ve bütün güzellikler Onun sonsuz güzelliğinin bir tecellisidir. İşte elhamdülillâh diyerek hamd etmek, Onu övmek ve minnettarlığımızı bildirmektir.

Tekbir, tesbih ve hamd namazın her yerinde bulunur. Namaza tekbirle başlarız ve bütün rükünler arasında “Allahüekber” deriz. Arkasından “Sübhaneke” duasıyla tesbih başlar, rükû ve secdelerde üçer defa tesbih ederek Rabbimizin münezzehliğini dile getiririz. Bütün rekâtlarda okuduğumuz “Fâtiha”nın başında Allah’a hamd vardır. Rükûdan kalkınca yine Ona hamd ederiz.

İşte tesbih namazı, bu muazzam üç ifadenin normal namaza göre çok daha yoğun kullanıldığı muhteşem bir namazdır. Eğer namazı manevî bir süte benzetirsek, tesbih namazı, namazların âdeta kaymağı gibidir.

Bu kelimelerle bezenmiş tesbih namazı, günahların affına vesile olduğu gibi, duaların da kabul edilmesini sağlar. Allah’tan izin almadan kavmini bırakıp gidince denize atılıp balık tarafından yutulan Yunus (a.s.)’ı anlatan Rabbimiz, şöyle buyurmuştur: “Çok tesbih edenlerden olmasaydı, kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.” (Saffat: 143-144)

Demek ki, çok tesbih etmek duanın kabulüne ve kurtuluşa vesiledir. Hakkıyla kılınan tesbih namazı da, inşallah çok hayırlara vesile olur.

Tesbih Namazı Nasıl Kılınır?

Tesbîh namazının kılınışı şöyledir: Namaz kılmaya niyet edilerek iftitah tekbîri ile namaza başlanır. Sübhâneke duasını okuduktan sonra 15 defa “Sübhanallâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber” denir. Sonra eûzu besmele çekilerek Fâtiha ve bir sûre okunduktan sonra 10 defa daha bu tesbîh okunur. Daha sonra rukûa eğilip ve üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” dedikten sonra 10 defa aynı tesbih okunur. Rükûdan doğrulunca “Semiallahü limen hamideh” ve “Rabbenâ leke’lhamd” dedikten sonra 10 defa, secdede “Sübhâne Rabbiye’l-A’lâ” dedikten sonra 10, iki secde arasında 10 ve ikinci secdede 10 defa aynı şekilde tesbih okunur. Böylece bir rekâtta 75 defa tesbih tamamlanmış olur. İkinci rekâta kalkınca 15 defa tesbîhle başlar ve kalanını birinci rekâtta olduğu gibi kılar. İkinci rekâtta Tahiyyattan sonra Salli-Bârik okunur ve üçüncü rekâta Sübhaneke’yle başlanır.

Bu şekilde dört rekât namaz kılınır. Tesbih namazı nafile bir namaz olduğundan, teravih dışındaki diğer nafilelerde olduğu gibi tek başına kılınması gerekir. Ancak kılmayı teşvik etmek için bilhassa mübarek gecelerde, camilerde veya evde bir imam tarafından cemaatle kılınması mümkündür. Çünkü birçok kimse nasıl kılındığını tam bilmemekte, tek başına kaldığında da başka şeylere dalıp tesbih namazını ihmal etmektedir.

Tesbih namazı kılarken mutlaka tâdil-i erkâna dikkat etmek, tesbihleri çok hızlı söylememek gerekir. İmam tesbihleri söylerken cemaatin de içinden söylemesi, tesbihlerin sayısını parmağıyla sayması mümkündür. Cemaatle kılarken orta bir yol izleyebilir, yalnız kılarken müsaitsek tesbih namazını daha yavaş ve uzun sureler okuyarak kılabiliriz.

Tesbih namazı duaların kabulüne vesile olacağı için Tahiyyat’tan sonra Salli-Barik okuyup Kur’an’dan dua ayetleriyle hâlimizi Rabbimize arzedebiliriz.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Çocukları oruç tutmaya nasıl alıştırabiliriz?

Çocuklarının Ramazan ayında oruç tutmasını isteyen anne-babalar öncelikle Ramazan’ın gelişini sevinçle karşılamalı ve bunu çocuklar tüm davranışlarımızda görmelidir.

Bu kutlu ayı sevinçle karşıladığımızı hoşnutluğumuzu, sevincimizi yansıtmalıyız. Çocuklar ailelerinde ve çevrelerindeki oruç tutanlara heveslenebilirler, anne-baba çocukların heveslerini kırmadan ama sağlıklarını bozmadan orucu anlatabilir ve gerekirse oruç tutmalarına izin verebilirler. Bu zevkten, bu mutluluktan çocukları mahrum etmemek lazımdır. Tutulan oruçlardan, kılınan namazlardan dolayı çocuklar tebrik edilebilir, ödüllendirilebilir. Burada amaç, çocuklara farz olmadığı hâlde oruç tutturmak değil, oruç ibadetini kavratabilmek, sevdirmek ve alıştırmaktır. Ramazan’ın rahmet ve huzur iklimini, çocuklar acı bir ilaç gibi değil, bir zevk olarak algılamalıdır.

Çocuklarımıza Ramazan ayında pek çok yönden diğer zamanlardan daha iyimser ve şefkatli bir ortam sunmak için çabalamalıyız. Bu güzel rahmet ayında çocuklarımıza karşı asla sinirli, telaşlı, hoşgörüsüz davranmamalıyız. Aksi durumda ibadetlerin insan üzerinde uyandırdığı yüce, güzel duygu ve düşünceleri onlara kabul ettirmekte hiç şansımız kalmayabilir.

Okulöncesi çocuklar oruç tutmak isterlerse nasıl davranalım?

Okulöncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir. Ancak çocuklar, sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük denemeler yaptırılarak tam gün tutmuş gibi sevindirilebilir. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları müsaitse hiç olmazsa birkaç gün oruç tutturulabilir. Örneğin, çocuğun tuttuğu yarım günlük orucu, küçük hediyeler karşılığında “satın alabiliriz”.

10-13 yaşlarda ise oruç ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu yaşlar ergenliğin başlangıcıdır ve artık ibadet sorumluluğu da başlamaktadır. Çocuklar ‘Niçin oruç tutmalıyım?‘ diye sorduğunda ‘Allah böyle emrettiği için‘ şeklinde bir cevap vermek yerine, onlara oruç ibadeti hakkında detaylı bilgi vermek gerekir. Orucun kazandırdığı irade, sabır, kendine hakim olma, öz denetim, paylaşma, sahip olunanların değerini anlama, şükretme gibi önemli özellikleri açıklanmalıdır. Elbette bunu sadece lafla değil, önce kendimiz yaşayarak anlatmalıyız.

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayı, çocuklarımıza ibadet alışkanlıkları ve ahlaki değerleri kazandırma noktasında anne-babalar için güzel bir fırsat olabilir. Çocuklar, görerek ve taklit ederek öğrenir. Ramazan ayı içerisinde yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, çocuklarımızın kişiliği üzerinde oldukça etkilidir. Bu nedenle güzellikleri sadece anlatmayıp bizzat yaşatmalıyız.

Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın / Zaman Gazetesi

Helal Gazoz Nasıl Yapılır ?

Bazılarına, “Şunu yapma” demek yerine, ‘yapmaktan vazgeçmek istemediği’ ne iyi bir mecra vermek daha tesirli olabilir. Gazoz içmek alışkanlığı olan ve bu alışkanlıklarına bilhassa sıcak geçen Ramazan’larda daha fazla meyledenler için, küreselleşmiş ve iletişim teknolojileri çok gelişmiş dünyamızda bir asırdan fazla zamandır bu mevzudaki reklamlarla yapılan beyin yıkamalarının tesiri birden bertaraf edilemiyor ve bu meyillerinin önü kesilemiyorsa, ona zararsız bir mecra vermek yoluna gidilebilir.

Şöyle ki: Aslında herkes kendi gazozunu kolaylıkla yapabilir veya çocuklarına veya torunlarına yaptırabilir..

İki su bardağının her birisine yarıya kadar su konur. Birine bir çay kaşığı (silme) karbonat, 2 çay kaşığı şeker konur; diğerine de biraz limon sıkılıp birkaç damla gülsuyu damlatılır. İki bardaktan biri diğerine ilave edilirse, mahiyeti bakımından helalliğinde şüphe olmayan, köpüklü bir gazoz olur. Bunda da, şişe ve kutu gazozdaki gibi, köpüren karbondioksittir; bunun suda erimiş hali hazmı kolaylaştırır. Soğuk su kullanılmışsa, soğuk gazoz olur. Hem de bunu çocuklara yaptırmanın eğitici ve eğlendirici ayrıca başka faydaları da olabilir. İsterseniz hemen bu akşam iftarda bunu yapmayı deneyin.

(Sade maden suyunu limon sıkarak içmek de gazoz ihtiyacını (!) pekala giderebilir. Hem de terleyerek kaybettiğimiz mineralleri almamızı sağlar.)

Not: Aşağıdaki 9. Yorum, Kimya Profesörü yazarımız Mustafa Nutku’ ya aittir.

www.NurNet.Org

Niçin Risale-i Nur ve Bediüzzaman?

• 1960 Darbesinden sonra, konsey üyesi bir paşa, bir Nur talebesini sorguluyor:

Gazâli’nin, Mevlâna’nın ve Rabbâni’nin kitaplarını okumak yerine, niçin hep Risale-i Nur okuyorsunuz? Niçin Said Nursi’yi seviyorsunuz? Üstelik de bir sürü tatkibata, sorgulamalara, hapislere ve sıkıntılara rağmen, niçin bunda bu kadar çok ısrar ediyorsunuz?…

O Nur talebesi cevap veriyor:

—Ben de size şöyle bir soru sorsam: “Harp konusunda bir sürü zaferlere imzalar atmış olan, neredeyse hiçbir zaman mağlup olmayan Cengiz’in, Hülâgü’nün mücerreb savaş taktiklerini okuyup, o günün başarılı savaş aletleri olan, ok, yay, kılıç, kargı üzerine niçin tatbikat yapmıyorsunuz? Hem çok daha ekonomik olurdu! Bunun yerine binlerce kat maliyetli olan, tank, otomatik silâhlar, heronlar, helikopterler, F16’lar, veya rampa füzeleri, yüzlerce savaş gemilerinden oluşan donanmalara niçin bir sürü masraflar ediyorsunuz? Bu konuda niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz?

Paşa kendinden gayet emin bir şekilde cevap verir:

—“O günün şartlarına göre en modern silahlar onlarmış! Muhatap düşmanlarda bile o silahlardan üstün silah yokmuş! Fakat; bugün düşmanlarımızın her birinde ok, yay, kılıç yerine, elektronik donanımlı ağır silahlar mevcuttur. Israrımızın sebebi de, düşmana mağlup olma ihtimalini ortadan kaldırmak için, günümüzün şartlarına göre en donanımlı bir orduya sahip olmaktır…”

O Nur talebesi tekrar cevap veriyor:

• -“İşte paşa, kendi sorunuzun cevabını kendiniz vermiş oldunuz.

İmamı Gazali veya Mevlâna Hz.’nin döneminde, halkın çoğunluğu kâmil bir imana sahip oldukları için, nâfile ibadetler, zikirler ve akâid konusunda talep edilen o eserlere ihtiyaç vardı. O kitaplar, o günün insanını sıratı müstakimde tutmağa çok rahat yetiyordu. Oysa bu gün, Erkân-ı İmaniyeye dolu-dizginolarak her yönden taarruz ediliyor. (Erkân-ı İmaniye: Allaha, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret gününe, Kadere v.d. iman şartlarıdır.)

Bediüzzaman Hz.’de işte bu günün şartlarına göre donanımlı bir şekilde gönderilmiş, seçkin bir İslâm âlimidir. Bu Risale-i Nur eserleri de sizin bu günkü modern savunma silâhlarınız gibi, en âcil ve mübrem ihtiyaçlarımızdır. Ateizme, anarşizme, tembelliğe, cehâlete, kısacası imansızlığa karşı modern ilim ve metotlarla donatılmış eserlerdir. İşte bu nedenle bizler, her ne bahasına olursa olsun, Risale-i Nur eserlerini okumada ısrar ediyoruz…”

***

Bu anekdotu daha yeni dinlediğim için, siz dostlarımla paylaşmak istedim.

Ancak konu konuyu açtığı için, ‘Bediüzzaman Hz.’nin uluslararası rağbet bakımından niçin zirvede olma sebebini’ de, bir nebze arz etmek istiyorum:

• Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v.): “Allah c.c., bu ümmet için her yüz senede bir, dini tecdîd edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir” şeklinde müjdelemektedir.

Bu hadisi şerifin mûcibince, daha ilk asırdan itibaren müceddidler beklenmiş olup, birinci asır müceddidi olarak Ömer İbn-ü Abdilaziz kabul edilmiştir.

Çeşitli zâtlar da, müteakip asırların müceddidi olduğu, ehl-i ilim tarafından hep bilinmiş ve bildirilmiştir. Bâzı kimselerce, bir kısım ilim ve hamiyet sahiplerinin, yani farklı kişilerin müceddid bilinmesi veya zannedilmesi, din açısından ve sınav gereği normaldir. Kınamak, tahkir etmek ve hatâkarlıkla itham etmek mümkün değildir. Bu nedenle hiç kimsenin, kesin bir dille: “Falan asrın müceddidi falancadır” demeye, bir başka iddiayı bâtıllıkla itham etmeye de hakkı yoktur.

(Prof. Dr. İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, 14. cilt, s.266)

İşte bu nedenle, her birini sırasıyla saymanın pek önemi yoktur. Bizler, sadece kendi asrımızın müceddidini sağlıklı bir şekilde araştırmak ve bilmek zorundayız.

Gâliben ve ittifakla kabul edilen müceddidlerden bir kısmını hatırlayalım.

Ömer İbnu Abdilaziz, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe, İ.Şâfî, İmam Ebu’l-Hasan el-Eş’arî, Ahmed İsferanî, İ.Rabbanî, Celâleddînü’s-Süyûtî, İ.Gazâlî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki’l-Iyd, İmam Bulkînî, A.K. Geylânî, Mevlânâ C. Rûmî, Hâlid-i Bağdadi, ve Bediüzzaman Said Nursi Hz.’dir…

• Bizler de; 15. hicrî asrın muâsırları olarak ve öncelikle, ittifakla kabul edilen Bediüzzaman Hz.’ni tanımak, ona kulak kabartmak ve onun açtığı ekolün birer talebesi ve sevdalısı olmak durumundayız.

Diğerlerini de bilmek ve sevmek elbette güzeldir. Ancak, asrımızın müceddidini çok iyi bilmek, onu tanımak, ona uymak ve açtığı ekolü yakından izlemek bir vazifedir ve zarurettir.

• Nasıl ki; İstanbul’un ilk valisinin Esad Bey, ikinci valisinin ise Ali Haydar Yuluğ olduğunu bilmek elbette güzeldir.

Fakat bugünkü valimiz olan HÜSEYİN AVNİ MUTLU’NUN her sözünü, her direktiflerini, emir veya yasaklarını yakından takip edip, ciddiye alarak uygulamak zorunluluğu vardır. Bunun için de, muâsır İstanbullu olarak onu “tanımak” şarttır.

İşte aynen bunun gibi, her Müslüman için de asrımızın bedîsi kabul edilen Bediüzzaman ve Risale-i Nur çok önemlidir.

• Bediüzzamanı tanımak ve Kur’ân’dan çıkardığı, asrımızı yakından ilgilendiren âyetlerin tefsirlerini ve Yüce Rabbimizin asrımıza ait mesajlarını ve reçetelerini çok iyi anlamak zorunluluğu vardır…

Asrımızın müceddidi kabul edilen Bediüzzaman Hz.’nin de, “sınav gereği” çok çetin mücadelelerle, hapislerle ve zehirlenmelerle geçen, çok ilginç, ibretlik ve çileli bir hayatı vardır. Bu gün sinemalarda (700 ayrı salonda) “HÜR ADAM” adıyla izlenmektedir.

Henüz bu filmi izlemeyenler için hatırlatıyorum: Bu film her Müslüman için çok önemlidir ve onu biraz olsun tanımak için büyük bir fırsattır…

***

• Bir başka ibretlik anekdot ile konumuzu taçlandıralım:

Yine o dönemde bir nur talebesi asteğmen, bir binbaşıya namaz kılarken yakalanıyor. Binbaşı omzundaki yıldızlarını göstererek, hiddetle; “..ben seni ‘burada namaz kılmayacaksın’ diye, daha önce ikaz etmedim mi?!…

Yedek subay gayet sakin olarak cevap verir:

-“Komutanım, bir taraftan Kâinattaki milyarlarca devâsâ yıldızların ve galâksilerin sahibi ve onları sapan taşı gibi eviren-çeviren Yüce Kudret bize, NEREDE OLURSANIZ OLUN, ŞU VAKİTLERDE NAMAZ KILINIZ buyuruyor. Siz ise o üç tane küçücük metal yıldızı göstererek, ‘burada namaz kılmayacaksınız’ diyorsunuz. Benim yerimde siz olsanız, ne yapardınız?…

Allaha Emanet Olunuz…

A.Raif Öztürk / Moral Haber

Yalnızca Cuma Gününe Has Olarak Kaza veya Nafile Oruç Tutulur Mu?

Farz ve vacip oruçları sadece cuma günü veya cumartesi günü tek gün olarak tutmak mekruh olmaz. Bu nedenle kaza borcu olanların veya adağı bulunanların haftanın istediği günü oruçlarını tıutmalarının bir sakıncası olmaz.

Ayrıca, Arefe veya Kandil gibi mübarek günler Cuma veya Cumartesi gününe denk geldiği takdirde, bu günlerde oruç tutulması mekruh olmaz. Hadis-i Şerifte belirtilen “sizden biri adeti olan bir orucu tutuyorsa bir sakıncası olmaz” ifadesinden Kandil günleri oruç tutmayı adet edinenler Cuma günü kandile denk gelirse yalnız cuma günü oruç tutabilir manası çıkar. (Neylü’l Evtar, 4, 249; İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Vehbe Zuhayli, c.3, s. 124)

Ancak, Farz ve Vacip oruçları ile lkandil ve arefeleri alışkanlık haline getirmeyenlerin, hafta içerisinde sadece Cuma ve Cumartesi günü oruç tutmaları tenzihen mekruhtur. Bu meseleye esas teşkil eden hadis-i şerifler şöyledir:

“Cuma günü bir bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç günü yapmayın.” (Müsned, 2:303)

“Üzerinize farz olan oruç müstesna, Cumartesi günü oruç tutmayınız.” (İbni Mâce, Sıyam: 38)

“Cumartesi ve Pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.” (Neseî, Cum’a: 1)

“Geceler arasında sadece cuma gecesini ibadete tahsis etmeyin; yine günler arasında oruç tutmak için sadece cuma gününü tahsis etmeyin. Ancak sizden biri adeti olan bir orucu tutuyorsa bu müstesnadır.” (Neylü’l Evtar, 4, 249; İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Vehbe Zuhayli, c.3, s. 124)

Bu hadis-i şerifler sadece Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutmamayı tavsiye etmektedir. Ancak bugünlerde oruç tutmanın, yani sadece Cuma ve Cumartesi oruçlu bulunmanın mekruhluk derecesi tenzihîdir. Yani harama yakın olan mekruh değildir.

Fakat bugünlerde oruç tutmak için bir gün öncesini veya bir gün sonrasını oruçlu geçirmekle mekruhluk ciheti ortadan kalkmış olur. Cuma günü oruçlu bulunmak isteyen kimse, ya Perşembe gününden itibaren oruç tutar veya Cuma ile birlikte Cumartesi’ni de oruçlu geçirmesi gerekir. Yine Cumartesi’yi oruçlu geçirmek isteyen kişi Cuma’yı veya Pazar’ı o güne eklemesi lâzımdır. Bu meselede fıkıh âlimlerimizin izahı bu şekildedir.

Şayet pazar gününe tazim niyetiyle tutmuyorsa, tatil günümdür daha rahat tutarım niyetiyle veya başka sebeble tek pazar günü oruç tutmakta bir mahzur yoktur. Ancak pazar gününü bir konuda hürmete layık görerek oruç tutmak uygun olmaz.

Mehmed Paksu

Sorularla İslamiyet