Kategori arşivi: Yazılar

Babalık Görevimizi Yerine Getiriyormuyuz?

Başta kendime bu soruyu soruyorum Babalık görevimi  yapıyor muyum?  Bu soruya vereceğim cevap tabii ki evet  olacaktır.Hiç kimse kendinde bir eksiklik görmez.Her zaman kendini dört dörtlük zanneder .Fakat  aslında durum öyle değildir.Her insan biraz daha düşünse kendisinde bir çok eksiklik bulur.babalik_buyuk_keyif_h1926

Babalık açısından baktığımızda sanki çocuğa elbise,kitap,harçlık verdiğimizde çocuğun bütün ihtiyaçlarını karşıladığımızı zannederiz. Ancak çocuğun ihtiyaçları maddiyatla bitmiyor.Çocuğun en önemli ihtiyaçlarını eksik bırakıyoruz.”Sevgi ,ilgi ve şefkat ” gibi manevi ihtiyaçları boş kalmaktadır.

Bunu çok güzel anlatan bir yazıyı size aktarmak istiyorum.Bu yazıyı mutlaka sonuna kadar okuyun.İnanın bu yazıyı okuduktan sonra bir baba olarak çocuğunuza çok farklı yaklaşacaksınız.

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, ‘Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!’ derdi. Annem de ‘Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı n babanla?’ diye çıkışır, beni odama gönderirdi.

”Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, ‘Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.’ diye bağırmaya devam ederdi. ‘Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık’ derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.

 Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım
ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.

Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; ‘Bak, böyle uslu uslu oyna işte.’ diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. ‘Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.’ diye komşulara anlatıyordu annem halimi.

Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem ‘Odanı topla!’diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum .

 Annem odama gelip ‘Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ‘ dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?

 Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi ‘Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.’ dedi. Ben ‘Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.’dedim. O ‘Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.’dedi. Ben yine ‘Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.’ dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: ‘Peki neden bizi küçük çizdin?’ dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.

   Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde ‘Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.’ diyeceğim. Ve bir de bağıracağım ‘Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar’ diye.

Annemle babamın gözleri  fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkında’ Olmalı İnsan… Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Unutmayalım !  Bu günün çocukları yarının büyükleridir.Bu gün biz onlara nasıl davranırsak ,onlara gerekli ilgiyi,sevgiyi,şefkati  göstermez isek onlarda yarın  aynısını bize yapacaklardır.

HAMİT DERMAN

21 Aralık 2012’ye bir gün kaldı..

Maya takvimine göre, 21 Aralık 2012’de dünyanın sonunun geleceği ve bu tarihte sadece İzmir’in Şirince ve Fransa’nın güneyindeki Bugarach köylerinde bulunanların zarar görmeyeceğine dair Maya inancı (?), bir müddetten beri dünya gündeminde çeşitli açılardan bahis konusu oluyor.

Bugün 20 Aralık 2012, yani bahis konusu tarihe bir gün var..

Geçen Cumartesi günü, bir vakfın burs verdiği üniversite öğrencileriyle yaptığı kış dönemi toplantısına davetliydim. Benden başka davetli çeşitli yaş ve akademik unvanlı öğretim üyeleri değişik mevzulardan bahseden konuşmalar yaptıktan sonra, öğrencilere de soruları olup olmadığı soruldu. Aslında, soruların konuşmalarla ilgili olması gerekirken, bir kız öğrenci yapılan konuşmalarda hiç bahsi geçmediği halde;

“-21 Aralık 2012’de kıyamet kopacak mı?” sorusunu sordu.

Ben, o toplantıda bu sorunun sorulmasına biraz hayret etmekle beraber, cevapsız da bırakmamak gerektiğini düşündüm. O toplantıda biraz evvel “israfsızlık” mevzuunda 40 dakika kadar devam eden bir konuşma yapmıştım. Bu soruya da, yaptığım konuşma çerçevesinde bir cevap vermeyi uygun gördüm:

“-Kıyamet; ‘Küçük Kıyamet’ ve ‘Büyük Kıyamet’ olmak üzere iki çeşittir. Küçük kıyamet; insanın ölümüdür. İnsan ölünce, onun küçük kıyameti kopmuş olur. Ecel vakti de belirsiz olduğu ve ölüm, yani insanın ‘Küçük Kıyamet’i her zaman gelebileceği, hergün yaklaşık üçyüzbin insan bu dünyadan küçük kıyametleri olan ölümle ayrıldığı için, öncelikle ve bilhassa onunla ilgilenmek, ona hazırlanmak ve en kıymetli sermayesi olan ömür müddetini israf ile ebedî ve telafisi mümkün olmayan bir iflas ve zarar haline girmemek lâzımdır”dedim.

Bir dergi yazımda da belirttiğim gibi; aslında hayat, içinde yaşadığımız andan ibarettir.

Geçmiş ve gelecek, elimizde değildir; biz, içinde bulunduğumuz anı doğru yaşamağa çalışmalıyız. Işıklı bir nokta hareket ettirilse, ışıklı bir çizgi gibi görünür; halbuki o, gerçekte ışıklı bir çizgi değil; ışıklı bir noktadır.

Hayat çizgimiz”, bu misaldeki “ışıklı çizgi”gibi, içinde yaşadığımız an da, bu misaldeki “ışıklı nokta” gibidir ve içinde yaşadığımız an, hayatımızın asıl gerçeğidir.

Hayat dediğimiz hâlât (haller),içinde bulunduğumuz andan ibarettir.”(BSN) vecizesi de, bu gerçeği ifade eder.

O halde yaşamak, aslında içinde bulunulan ânı yaşamaktır. Bunun ne derecede farkındayız ve bu farkında oluşumuzla bu gerçeğe ne derecede uygun ve doğru yaşıyoruz?

Bu konuda bir iç muhasebe ve nefis muhasebesi yapmamızın, bize büyük lüzumu ve faydası vardır.

***

Düz bir çizgi çizelim. Bu çizgi üzerindeki bir noktayı sağa doğru hareket ettirelim. Bu hareket eden nokta, çizginin sol ucundan hangi hızla uzaklaşırsa, çizginin sağ ucuna da aynı hızla yaklaşır.

Bu misale benzer şekilde, dünyada yaşarken, ömrümüz zaman çizgisi üzerinde hareket eden bir nokta gibi, bir başlangıçtan bir sona doğru gitmekte olduğumuzu düşünecek olursak, dünya hayatımızın sonuna doğru yaklaşma hızımız, bu hayatımızın başlangıcından uzaklaşma hızımız kadardır.

Diğer bir ifadeyle; geçmiş bizden ne kadar hızla uzaklaşıyorsa, gelecek bize o kadar hızla yaklaşıyor.

İnsanların büyük çoğunluğuna dünyadaki hayatlarında, “tevehhüm-ü ebediyet” denilen bir manevî zaaf hali refakat eder. Yani, insanlar kendilerini, “dünyada ebedî kalacakmış gibi” düşünmek ister.

Bazıları bunun da ötesinde, dünyada ebedî yaşamanın çarelerini araştırır.

Allah (c.c.), bu dünya hayatından sonraki âhiret hayatında insana ebedî hayat vereceği için, ebedî yaşamak isteğini de insanın içine koymuştur.

Bu istek, veriliş maksadına uygun olarak, âhiret hayatı için sarf edilmeli ve âhirette zaten kaçınılmaz olan “ebedî hayat”ın levazımatını -başta iman ve namaz olmak üzere- bu dünyada hazırlamaya, her şeyden daha fazla önem vermelidir.

***

Büyük Kıyamet”in vakti mevzuuna gelince; bir söz okunduğu veya dinlendiği zaman, onu kimin söylediğine, kime söylediğine, ne söylediğine ve hangi makamda söylediğine dikkat etmek gerektiğine dair mühim kaideyi göz önüne alarak o söz değerlendirilmelidir.

21 Aralık 2012’de Büyük Kıyamet’in kopacağını kim söylemiş? Maya’lar.. Kimdir bu Maya’lar, sözlerine ne derece itimat edilebilir, düşünülmesi gerekmez mi?

Müslüman olanların Maya’ların veya başkalarının değil; “-Allah (c.c.) ne diyor, onun Resulü (s.a.v.) ne diyor, Allah ve Resulünün dediklerini bize nakleden hakikî âlimler, Allah Resulünün ilim vârisleri ne diyor?” onu merak edip, ona itibar etmeleri gerekmez mi?

Kur’an-ı Kerîm’in 54. Sûresi Kamer Sûresi’dir. Buna “İktarabet Sûresi” (“İktarabet”in lügat manâsı “yaklaştı”) de denilir. Bu sûre, Mekke döneminde nazil olmuştur.

Bu sûrenin ilk âyeti, Peygamberimiz’in (s.a.s.) Kur’an’dan sonra en büyük mucizesi olan ayın yarılması mucizesinden ve kıyametin vaktinin yaklaştığından sadece dört kelime ile, çok vecîz bir şekilde bahsetmektedir: “Yaklaştı saat, yarıldı ay.”

Bu âyetle Büyük Kıyametin vaktinin yaklaşmış olduğunun bildirilmesi üzerine, sahabe-i kirâm Büyük Kıyamet’in vakti hakkında Peygamberimiz’e (s.a.v.) sorular sormuşlardır. O sorularla ilgili olarak, A’râf Suresi 187. âyet meali’nde şöyle denilmektedir: “Sana kıyametin ne zaman geleceğini sorarlar. De ki: “Onun ne zaman geleceğine dair bilgi yalnız Rabbimin nezdindedir. Vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O kıyamet öyle bir meseledir ki, ne göklerde ve ne de yerde ona tahammül edecek hiç kimse yoktur!” O size ansızın gelecektir. Sen sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Ona dair gerçek bilgi yalnız Allah’ın nezdindedir; ama insanların çoğu bunu bilmezler.”

Lokman Sûresi’nin 34.(son) âyeti meali de şöyledir:

Şüphesiz Allah ki, kıyamet (vakti) hakkındaki bilgi ancak O’nun katındadır. Ve yağmuru (O) indirir. Rahimlerde olanı da , (O) bilir. Ve hiçkimse yarın (amel cihetiyle) ne kazanacağını bilemez. Hem hiç kimse hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz, Allah Alîm (sizin bilmediğiniz her şeyi bilen) dir, Habîr (her şeyden haberdar olan)dır

Hayrat Neşriyât, Kur’an- Kerîm ve Muhtasar Mealinde, âyetin mealini bu şekilde verdikten sonra, bilhassa bu asrın gelişmiş çeşitli fennî mâlumatıyla bu âyet mealiyle ilgili zihninde bazı sorular olabileceklere de , Risale-i Nur Külliyâtı Lem’alar adlı eserdeki 16. Lem’adan mühim bir iktibası da dipnot olarak vermiş. O iktibasın kaynağından bulunup okunmasında fayda vardır.

15 Asır önce nâzil olmuş bir âyetle Büyük Kıyamet’in vaktinin yaklaşmış olduğunun bildirilmesi, dünyanın o zamana kadarki ömrüne nisbeten geriye kalmış olan ömrü itibarıyladır. O âyetin nazil olduğu sırada bugünkü fennî bilgilere göre, dünya 3,5 milyar yıl yaşındaydı. O tarihten 15 asır sonra kıyametin kopacağı düşünülse; dünyanın 3,5 milyar yıllık geçmiş ömrüne nisbeten, 15 asırlık yani 1500 yıllık kalan ömrünün kısalığı (1500/3500000000), kıyametin yaklaştığını bildiren âyetin hakikatini biraz daha iyi anlamayı kolaylaştırabilir.

Cebrail (a.s.)’in insan sûretine girip Peygamberimiz’e (s.a.v.) iman, İslâm, ihsanın ne olduğuna dair sorularına Peygamberimiz’in verdiği cevapların, ümmetinin bunları bilmesi için Allah (c.c.) tarafından bildirmesiyle olduğu söylenebilir; “Kıyamet ne zaman kopacak?” sorusunun cevabını veremeyişi de, çeşitli hikmetlerle Allah (c.c.) tarafından cevabının bildirilmemesiyledir.

O hikmetlerden biriyle ilgili olarak biz, her an “Küçük Kıyametimiz” olan ölümümüz gerçekleşecekmiş veya “Büyük Kıyamet” kopacakmış gibi, daima ona ve onun ardındakilere hazırlığımızı ihmal etmemeliyiz.

Bu hazırlığımızın gerçekte Allah’a (c.c.) ve onun inanmamızı istediklerine hakikî iman ve Salih amelle olabileceği hakikatiyle, İzmir’in Şirince veya Fransa’nın Bugarach kasabasına silah, fener, balta, ilaç, gıda maddeleri ile ahmakça sığınmak arasındaki çok büyük tezat ibretle tefekkür edilmeli ve bu ibretli tefekkürden alınan dersle gereği yapılmalıdır.

Prof. Dr. Mustafa NUTKU

Kaynak: www.NurNet.Org

Karadelik Kıyameti ve Öteki Alemlere Açılan Kapılar

Garip bir sır, acip bir muamma ölüm. İnsan ölümün arkasında yatan bilmeceyi çözmeye çalışıyor. Var oluşun ve hayatın sırrını çözmedikçe de rahat edeceğe benzemiyor insanoğlu.. İnanma duygusu ve din, sonsuz yaşama arzusu, bilinmeyene ve geleceği bilme merakı insanın fıtratına ve genlerine işlenmiş fıtrat gerçekleri. İnsan adeta bir inanma makinası olarak yaratılmış. Ateizm ve materyalism insana bir nevi deli gömleği giydirmekte, hayatı ona zehir hale getirmektedir. Her tarafta ve herşeyde görülen güzelliklerin ve mükemmelliklerin/nizamın inkarı, varlığın hukukuna en büyük bir tecavüzü ve dolayısıyla cinayetlerin en büyüğünü teşkil etmektedir.

Dünyanın ve evrenin sonunun nasıl olacağını merak eden insanoğlu, her şey gibi kendisinin de başboş bırakılmadığını idrak ettiği ve inandığı takdirde “dünya bomba olup patlasa” bile ihtimaldir ki onu korkutmayacaktır.

Alemde tesadüfsüz nizamı, üstün tasarımı ve şefkatle idareyi gören insanoğlu O’na tevekkül edip dayanacak, evrendeki hadiselerin Maya takvimine göre değil Allah’ın takdirine göre cereyan ettiğini farkedecektir.

Her gün, şu dünya yüzünde yüzbinlerce insan ölüm haktır! hükmünü imzalayarak hayattan çekiliyor. Dünya bir tezgâha benziyor, bu tezgâhta dokunan mahsuller bir başka âlem hesabına. Ama görünüşte, mahsuller yine tezgâhın içinde yok oluyor, öğütülüp gidiyorlar. İnsan ruhunu düşünün. Onu ne zaman yıpratabiliyor ne de hadiseler! Tam aksine o, zaman geçtikçe olgunlaşıyor, bilmediklerini öğreniyor, daha da terakki ediyor. Yıpranan beden. Toprağın öğüttüğü de bedendir. Ruh bu tezgâhta dokunmamıştı ki onda öğütülebilsin. O başka alemlerin mahsulu ve başka alemlere yolcu.

Sadece bedenine ve fizik aleme odaklananlar, öteki alemlerden habersiz yaşamakta, tek boyutlu ve tek düzlemli bir hayata; sınırlı bir bakışa mahkum olmaktadır. Bu görünen alemin öbür alemler üzerinde bir tenteli perde olduğunu görememektedir. Elbetteki kabukta kalanlar hiç şekilde gerçeğin özüne ulaşamayacaklardır.

Son günlerdeki medya yoluyla kıyamet ve kainatın sonu ile yanılgılı ve yanlış inanç ve kanaatler piyasada kol gezmektedir. Daha çok Dünya üstünde cerayan edecek sınırlı bir kıyametten söz ediyoruz. Halbuki Kuran ve ilgili haberler kainat çapında kıyameti gündeme getirmektedir. Acaba evren çapında kıyamete sebep olacak hangi hadiseler vardır? İki bölüm halinde sunacağımız bu yazımızda karadelik kıyametini gündeme getireceğiz.

YILDIZLARIN ÖLÜMÜ

Her canlı ölümü tadacaktır ilahi fermanın hükmü sadece canlılarda değil cansızlar da hükmünü icra ediyor. Alemin tek bir elden yaratıldığının açık göstergesi olarak yeryüzündeki kanunlarının benzerlerinin, devri daim kanunlarının hükümünün göklerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Nebula gibi yıldız artıklarından tekrar yeni yıldızlar yaratılıyor.

Evet yıldızlar da ölümün pençesinden kendini kurtaramıyor. Yıldızlar da, insanlar gibi yaratılıyor, büyüyüp gelişme devresinden sonra ölüme gidiyor. Ancak yıldızların büyüklüklerine göre ölümleri farklı şekillerde. Ölümlerden ölüm beğen….

Güneş gibi küçük yıldızların içinde cereyan eden nükleer dönüşüm, parçalanma (fisyon) değil birleşmedir (füzyon). Evrenin en yüksek enerjili (hidrojenin helyuma dönüşümü) nükleer santrali yıldızların merkezinde bulunur. Bu santralin yakıtı olan hidrojen bitince sonun başlangıcı gelmiş demektir.

Bir gaz plazma kütlesi olan yıldızlar, basınç-çekim denge sistemi ile ayakta durur. Merkezde hidrojen enerjisi bitince artık denge çekim lehine bozulur. Merkezde yıldızın yakıtı hidrojen bitince iki hadise birlikte yıldızın kaderine hükmetmeye başlar: Yıldızın dış kısmı genişlerken, merkez kısmında içe çökme-büzülme hızlanır. Merkez “Beyaz cüce” haline gelinceye kadar sıkışma devam eder. O esnada yıldız merkezinde sıcaklık da olağanüstü artar. Artan sıcaklıkla birlikte bir simya fabrikası olan yıldız merkezinde sıra ile yeni yeni elementler yaratılmaya başlar.

İçte artan sıcaklığa parelel olarak sıra sıra elementlerin yaratılma öyküsünü bir kenara bırakalım ve çevrede olanlara göz atalım. Güneşimiz öylesine genleşir ki artık yıldızın ucu nere bucağı nere belli değil. Artık güneşimiz mevcut kimliğini kaybetmiş ve yeni bir kimliğe bürünmüştür. Yıldızın yeni adı “kırmızı dev”dir. Hesaplamalara göre Güneşimiz Kırmızı dev döneminde Güneşten dünyaya kadar olan 150 milyon kilometre yarıçaplı alanı dolduracaktır. Bu esnada Ay bile yutulup (Kuran’ın ifadesi ile Güneşe katılıp) Dünyaya kadar ramak kala kırmızı devin genleşmesi duracak. Fezada keşfedilen nice kırmızı dev örnekleri (yapılan bilimsel simulasyonlar da) durumun böyle olacağını söylüyor. Tabi ki Güneşin Dünyaya bu kadar yaklaştığı o cehennemi sıcaklıkta yeryüzünde hiç bir canlı şey kalmayacak. Mahşer günü Güneş dünyaya yaklaşacak haberini aklı almayanların kulakları çınlasın!..

Güneş gibi küçük yıldızların çevresi ile merkezinin iki ayrı kader çizgisi takip edeceğini belirtmiştik. Yıldız çevresi “kırmızı dev” haline gelirken merkez ise “beyaz cüce” haline küçülmüştü. Bu arada merkezde sıkışmanın sonucu olarak sıcaklık da artmıştı (100 milyon derece üzeri). Hidrojenin helyuma dönüşmesi için 10 milyon derece gibi sıcaklık yeterli oluyordu. Halbuki büyük elementlerin yaratılması için daha büyük bir eşik enerjilerine ihtiyaç duyulur. Helyum atomları karbona ve daha büyük elementlere dönüşmesi için yüz milyon derece sıcaklığa ihtiyaç vardır. Yıldızların merkezinin elementlerinin yaratılma merkezleri olduğunu tekrar hatırlatalım. Vücudumuzda yer alan oksijenden demire kadar tüm elementler bir zamanlar yıldızların milyonlar derece sıcaklığında yaratıldı. Şu halde bizler bir tür yıldızların çocuklarıyız. Çünkü içimizdeki elementler hep yıldızların o yüksek sıcaklıktaki potasında vücut buldu. Demek ki dünyamız Güneşten kopma bir parça değil. Çünkü Dünyamız yıldızların kırmızı dev dönemini geçirmiş element bakiyelerini bulundurmaktadır. Bu da kafi gelmemekte demirden yüksek civa gibi kurşun gibi elementlerin varlığına baktığımızda demirden yüksek elementleri doğuran “süper nova” patlaması vuku bulmuş olmalı diyoruz. Dünya yakınında vuku bulan (aynı zamanda bir karadeliği doğuran) patlama ile yüksek elementler dünya yüzüne taşındı. Görüldüğü gibi kainatta her şey hayata hizmet etmekte ve bir düzen içinde kemale gitmektedir.

Elementlerin yaratılma serüveni demire kadar devam eder. “Beyaz cüce” yıldız gittikçe soğuyacak. “Siyah cüce” yıldız haline gelecek ve nihayetinde “demirden tabuta” dönüşecek. Kuran’da yer alan “yıldızlar kararınca ve yıldızlar dürülünce” (tekvir süresi) hükümlerinin bir manası yıldızların “siyah cüce” halini alması ile ilgili olabilir. Demir haline dönüşüm, elementlerin yaratılmasının son durağıdır. Onun için çoğu gök taşları yıldız artıkları olduklarından, maddeleri çoğunlukla demirden ibarettir. Hadid Sûresi’nde şöyle buyurulur: ‘Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) faydalar bulunan demiri de indirdik…” (âyet, 25). Astronomi ile ilgili gelişmeler, dünyamızdaki demir elementi de dahil diğer ağır elementlerin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini söylemektedir. Buna göre bizler maddî vücudumuz itibariyle bir zamanlar bir yıldızın parçasıydık.. Bu, Güneşimizden çok daha büyük bir yıldız olmalıydı. Çünkü, astronomik gerçekler, demirin ancak birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda kâinatın en yüksek fırınları olan Güneşten çok daha büyük yıldızların fabrikalarında imal edildiğini söylüyor. Halbuki Güneşimiz 15 milyon derece reaktör sıcaklığı ile büyük elementleri üretemeyecek kapasitede bulunuyor.

Yıldızda hidrojenden demire kadar süren yolculukta yıldızdan dışarıya enerji verilır. O enerji ile yıldız “hayatta” kalır. Halbuki demirden daha büyük elementlerin yaratılması dışarıdan enerji isteyen süreçlerdir. Büyük elementlerin yaratılması için çok daha yüksek enerjiye ihtiyaç duyulur. Bu da ancak “Süpernova” patlamaları adı verilen evrenin en büyük kozmik olaylarında mümkün olur.

Şimdi bizi ilgilendiren Güneşten çok daha büyük yıldızların sonunun nasıl olacağıdır. Örneğin Güneşten en az 10 kat daha büyük yıldızların sonuna bakalım. Olmazlar olacak, Güneş’ten tam yirmi kez büyük kütleli bir yıldızın merkezi bir şehir kadar küçülecektir. Merkezde hidrojenin bitip de yıldız çekirdeğinin ağırlığının altında ezildiği; ezici çekim gücü, 10 üzeri 10 gibi bir değere ulaştığı dönemde yıldızda çekim gücü tek başına hakim hale gelecektir. Mekân-zaman sürekliliği içinde yıldız merkezi, evrende gözden kaybolur. O noktada uzay “delinmiştir.” Yıldız artık bir “karadelik“haline gelmiştir.

Yıldızın karadeliğe dönüştüğü süreçte adeta bu geçişi-dönüşümü (başka bir aleme geçişi) kutlayan bir hadise yaşanır. Evrenin bu en muhteşem ve muazzam olayının adı “Süpernova patlaması”dır. Gökyüzünün bu en muhteşem şehrayininde yıldız, dış kısmının parçalarını ta 1000 ışık yılı kadar uzaklara fırlatabilir. Bir kaç gün tüm devam eden parlama, galaksi içinde her taraftan gündüz bile görülebilecek keyfiyettedir.

GALAKSİ MERKEZİNDE SÜPER KARADELİK

Galaksi çapında Kıyamete yol açabilecek karadelik aslında galaksinin merkezinde bulunuyor. Galaksimizin güneşi diyebileceğimiz ve galaksinin çekim merkezi ve odağı süper karadelik hakkında neler biliyoruz? Hayat yeryüzünde sorunsuz bir şekilde devam ederken aslında galaksimizin merkezi kainatın en şiddetli olaylarının cereyan ettiği yerlerdir.

Astronomik olarak bakışlarımızı Samanyolu’nun merkezine çevirdiğimizde orada olağanüstü hareketlilik dikkatimizi çeker. Burada neler oluyor acaba? Oradaki gaz ve toz bulutları ve hatta yıldızlar neden öyle olağanüstü süratte dönüyorlar? Samanyolu merkezindeki gök cisimlerinin beklenenin çok çok üzerindeki süratlerinin kaynağı ne olabilir ki? Bu hıza göre onlar uzaya fırlamalıydılar.

Orada çok büyük bir çekim odağı olduğu belli. Hiç bir büyük kütleli yıldız bu sürati sağlayamayacağına göre orada bir karadelik bulunuyor. Ama ışınlar yolu ile karadelikleri inceleme yolu kapalı. Yapmamız gereken karadeliğin etrafındaki gök cisimlerinin davranışlarından dolaylı olarak karadeliği araştırma yoluna gitmek.. Pekala ama ne var ki yoğun gaz ve toz kümeleri karadeliğin cisimlere uyguladığı etkileri de gözlemlemeyi zorlaştırıyor.

Bunun üzerine araştırmacılar Kızıl ötesi ve Röntgen ışınları spektroskopisi ile işe koyuldular. “Astronomi ile ilk uğraşmaya başladığımda galaksimizin merkezinde süper kütleli bir kara delik olacağını hiç düşünmemiştim’’ diyordu ünlü Astronomi bilim adamı Prof. Andrea Ghez. Andrea çalışmalarını derinleştirmek için Hubble’dan daha güçlü bir teleskop kullanma ihtiyacı duydu. Kullandığı “The Cap Teleskop’’ 4570 metre kadar yükseklikte Marokea dağında çalışmaya başladı. Kep teleskobu dünyadaki en büyük bir optik teleskop. 32 ft çapında bir aynası var. 36 parça aluminyumla kaplanmış ve çok iyi cilalanmış camdan meydana geliyor.

Yeni teleskop, fotonlar çok daha iyi ve yoğun bir şekilde toplayabiliyor ve çok detaylı şeyleri görmeye imkan veriyor. Astronom Andrea Ghez, teleskobunu Samanyolu’nun kalbindeki yıldızlar üzerine odakladı. Oradaki bir kısım gök cisimlerinin hızları saniyede 1000 km. Bu merkezden uzakta kalan yıldızlarınkine göre çok yüksek bir hız değeri. Gözlenen yıldızlar, galaksinin merkezine 200 ışık yılı mesafede. Saniyede 1000 km hızla hareketi ancak merkezdeki kütlenin güneşten 2 milyon defa daha büyük olması ile mümkün olabilir.

Araştırmalar derinleştikçe sadece Samanyolu galaksinin değil, diğer galaksilerin merkezinde, tam kalbinde kara delik bulunduğu gerçeği ortaya çıktı.

Galaksi merkezindeki karadelikler, “süper kütleli karadelik” adını alıyor. Bir kaç milyon güneş kütlesindeler. Güneş nasıl gezegenlerle birlikte bir sistem meydana getiriyorsa, merkezi karadelikler de galaksiler için bir merkez, çekim odağı durumundalar. Samanyolu merkezindeki Karadelik aktif durumda. Etrafındakileri durmadan yutmaya devam ediyor. Gitgide büyümekte çekim alanı ve tesir sahası gittikçe artmaktadır. Tüm galaksinin sonunda bir karadelik halini alması ihtimalinden söz edilmektedir. Bize yaklaşan (ileride iki galaksi birleşecek) Andromeda galaksisinin merkezi aktif değil. Yani etrafında şimdilik yutacağı gök cisimleri yok. Bunlara aktif olmayan süper kütleli karadelik deniyor.

 KIYAMET MAKİNASI KARADELİKLER

Karadeliklerin en bariz dikkat çeken özelliği “başka uzaylara” kapı açılmasıdır. Aynı zamanda karadelikler bir kıyamet makinası gibi çalışırlar.

Kâinat, mükemmel bir düzen ve âhenk içinde birbirine bağlı hareket eden milyarlarca gök sistemine ev sahipliği yapar. Bu muhteşem düzeni bozacak ve çekim gücü dâhil diğer kuvvetleri tesirsiz hâle getirecek, gezegen ve yıldızları yörüngesinden çıkararak, her şeyi alt üst edebilecek zâhirî bir sebep veya kuvvet ne olabilir?

Tekvîr Sûresi’nin “Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman… Yıldızlar kararıp düştüğü zaman… Gök yerinden soyulup koparıldığı zaman…” mealindeki âyetlerini mevcut kozmoloji bilgilerimize göre düşünürsek, Güneş’i dürecek, yıldızların ışığını dahi yutup onları fonksiyonsuz hâle getirip düşürecek sebep, karadelikler olabilir mi?

Karadelikler çekim gücü, dünya üzerinde dengelerin bozulmasına sürekli devam eden depremlere yol açabilir. Karadeliklerdeki çekim tesiri dağları uçabilir. Depremlerle arzın altındaki ateş ve lâvlar yeryüzüne çıkarken ortaya kıyameti andıran bir manzara ortaya çıkacaktır. Önceki yazılarımızda şiddetli ve devam eden depremler sonucu oluşacak kıyamet senaryolarından söz etmiştik. Şimdi ise, kozmozun en büyük bir gerçeği karadeliklerin yol açabileceği evren çapındaki kıyametten söz ediyoruz.

Genel İzafiyet Teorisi’ne göre, düz uzay-zaman bir kâğıt gibi dürülebilir, buruşturulabilir. Karadeliklerin çekim kuvveti, cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlı olan yıldızların yerlerinden düşmesine sebep olabilir. Nasıl ki bir file ağı, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülebiliyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” sonsuz ağırlık mânâsına gelen karadelikler tarafından o bölgede eğilip bükülebilir, hattâ yırtılarak delinebilir. Bu, karadeliklerin belirgin bir özelliğidir. Bunun bir muhtemel açıklaması, fizik kanunlarının geçerliliğini kaybetmesiyle o bölgede fizik ötesi âlemlere kapı açılması olabilir. Uzay-zaman denen fizikî kâinat (sema), hem sağlam bir yapıda hem de “çatlaksız” olduğu Yüce Beyan’da açıkça anlatılır: “Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?” (Mülk, 67/3). Ancak kıyametle ilgili âyetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli tekrarlanır. “Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir.” (İbrahim, 14/48), “Gök yarılır, o gün zaafa düşer.” (Hakka, 69/16) ve “(Kıyamet) günün(ün) şiddetiyle gök bile çatlar.” (Müzemmil, 20/18) mealindeki âyetlerden, bu gökteki “çatlaklar“la yeni âlemlerin kapı açılacağı neticesini çıkarabiliriz.

Geometrik çekim dengesinin bozulmasıyla –Genel Relativite’nin de ispatladığı üzere– göklerin uzay-zaman düzlüğü Kur’an’a ait ifadeyle, dürülebilir ve bir kağıt gibi buruşturulabilir, yıldızlar yerinden düşer. Çünkü gök cisimleri cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Karadeliklerin müthiş çekimi bu dengeleri alt üst edebilecek kuvvettedir. Karadelikler konusunda Dünya’da ileri derecede uzmanlaşmış birkaç kişiden birisi olan Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” adlı eserinde, kainatımızda “görülen” yıldızlardan daha fazla karadeliğin mevcut olduğunu belirtir. Hatırlayalım ki, sadece bizim galaksimizde 400 milyar görünen yıldız var! Bu durum tabii ki, ilim adamlarını “Acaba kıyamete bir adımlık mesafe mi kaldı? Siyah deliklerde kaybolan madde, ısı, ışık nereye gidiyor? Bunlar gerçekte yokluğa mı gidiyor?” diye de sormak mecburiyetinde bırakıyor.

FİZİK ÖTESİ DÜNYALARA AÇILAN KAPILAR

Uzay demek “mekan” demektir ki, yıldızın kendi mekanını yutması fezanın en hayret verici olayı olarak bilinir. Üstelik orada zamanın “donarak” durması, Karadeliklerdeki tekilliğin en belirgin ve şaşırtıcı özelliklerinden birisi olarak kabul edilir. Düşünün ki, bir yıldız, kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Yıldız kendini ve yuttuklarını belki de bir başka alana; karşımıza fizik ötesi farklı boyut ve evrenler bilimin gündemine girmiş demektir.

Bu fizik ötesi boyut ve uzayların Kur’an’da sözü edilen ahiret âlemleri olabilir mi? Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır. Vakıa suresinin 75. ayetinde “yıldızların mevkileri ve yerleri” üzerine yemin edilir. Yıldızın kendisine değil “yıldız yerlerine” vurgu yapılması Karadeliklere işaret olabilir. Nitekim izleyen ayette “bunun ne büyük bir yemin olduğuna” dikkat çekilmesi de Karadeliklerin öteki dünyalara geçit veren “gök kapıları” ile ilgili olmasını hatıra getirmektedir. Karadelikler mukaddes kitaplarda sözü edilen ahiret âlemlerine açılan kapılar olması bir yana, bu keşifler, mevcut fizik yasalarının ördüğü “hapishane” ile sınırlı olmadığımızı ve kainatın sadece maddi dünyalardan ibaret kalmadığını gösteren örnekler olmaktadır.

SEMA KAPILARI

O gün semayı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz. Sonra onu, ilk yaratılışa nasıl başladıysak öyle iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir; şüphesiz yerine getireceğiz.” (Enbiya, 21/104). Bu ayetten kıyametin kainatı, gökleri de içine alan bir olay olduğunu anlayabiliriz. Kur’an-ı Kerim’de “semanın görünmez kapıları”na dikkatimiz çekilir. Kapılar geçit yerleri olduğuna göre, “sema kapıları” ifadesini; başka uzay-zamana, farklı boyut ve kainatlara geçit noktaları olarak anlamak mümkün müdür? Bir türlü çıkamadığımız kainatın dışına nihayet çıkabilecek bir kapı bulduklarını düşünen astrofizikçilere göre de, Karadelikler bir uzay-zaman kapısıdır. Kur’an’ın rehberliğinde kainattaki sırlara yorum ve açıklama getiren Bediüzzaman’a göre gökteki yıldızların bir kısmı ahiret âlemlerine bakmaktadır.

UZAY AĞI

Uzay gerilmiş bir ağa benzetilebilir. “Çevir de gözünü semaya bak, bir çatlak, kusur görecek misin?” (Mülk, 67/3) âyeti uzay-zaman ağının son derece sağlam örüldüğünün de işareti olsa gerek. Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” bulunan büyük kütleli gök cisimlerince öylesine eğilip bükülür. Karadelik sonsuz bir ağırlık anlamına gelmektedir. O bölgede uzay-zaman ağı “eğilip bükülmekle” kalmaz, adeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle “delinmektedir”. Delinmenin anlamı fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi, o yörede fizik ötesi âleme kapı açılmasıdır. Karadeliklerin tesir sahasını bir “huni” şeklinde tasvir edebiliriz. Bu bölgenin en geniş sınırı “olay ufku”dur. Bir de çekim tesirinin olağanüstü arttığı, adeta sonsuz hale geldiği bir bölge vardır ki, burası “huni”nin inceldiği uç kısmı teşkil eder ve “tekillik” (singularite) adını alır. Tekilliğin ötesi farklı kanunların geçerli olduğu bir bölgedir.

Bir kısım bilim adamının kanaatine göre Karadelikler, kendi varlığı ve öz hacmi ile kendi “dışına” taşmakta; “uzay-zamanı” da beraberinde götürerek bizim âlemimize benzemeyen “farklı” bir âleme geçiş kapısı görevi görmektedir. Kozmoloji ile ilgili eserlerinden tanıdığımız ünlü fizikçi Paul Davies bu konuda: “Uzay, çok karmaşık bir şekilde ‘zamana’ bağımlıdır. Uzayın ‘gerildiği ve büküldüğü’ gibi, zaman da gerilir ve bükülür.” demektedir. Zamanın “donarak” ebediyen durması, Karadeliklerdeki tekilliğin (singularite) en belirgin özelliğidir. Zamanın durması, zamanın “sabit” kalması; fizik kanunlarının geçerliliğini kaybederek; uzayın bütün öz ve özelliğini yitirmesi ve yepyeni bir başka kainat’ın içine girilmesi demektir. “Orası” bizim evrenimize hiç benzemeyecek, zaman, madde ve boyutlar farklı keyfiyete bürünecektir. Alıştığımız değer birimlerine sığmayacak özelliklere, fiziğin dar kalıpları ile açıklama getirmek zor görünüyor.

Gelişen bilim, madde ve uzay konusunda yepyeni kavramlar getirdi. Önceleri maddenin bu kadar kısa ömürlü olacağı kimsenin hatırına gelmemişti. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesinin sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getireceği tahmin edilemezdi elbette.. Dokunulmazlığı olan ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensiplerin Karadeliklerde alt üst olacağı tahmin edilemezdi. Bu kainat niçin yaratıldı ve niye yok ediliyor? Beklenen Karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular artık astronomi merkezlerinde de yer alan tartışmalar arasında bulunuyor.

Prof. Dr. Osman Çakmak

Avrupa’da imam isteyen herkese Diyanet’ten imam

Almanya´da 90´lı yılların cemaat kavgaları, cemaat gıybetleri, adam çalmaları ve birbirini rakip olarak görme devri kapandı.

Biraz Alman devletinin baskısıyla biraz da cemaatlerin birbirlerine ihtiyacı olduklarını anlamasıyla paradigma değişiklikleri yaşandı. Cemaatler artık daha çok birbirlerine yaklaştılar ve sorunları giderdiler.

Bunun ilk örneğini 2007´de kurulan üst çatı kurumu KRM´de (Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi) görmüştük. Almanya´daki büyük cemiyetler biraraya gelip KRM´yi kurmuşlardı. Başlangıçta yaşanan sıkıntıların bir çoğu giderildi ve gelecek için iyi adımlar atılmaya başladı.

Son örnek ise takdire şayan. Eskiden Türkiye´den Diyanet sadece DİTİB`e (Avusturya´da ki ismi ATİB) bağlı olan derneklere imam yolluyordu. Zaten DİTİB Diyanet´in Almanya´daki “kurumu“.

Fakat artık devir değişti. İhtiyaçlar değişti. Şartlar değişti.

Bundan böyle bütün dünyada mescidi olan ve talep eden herkese Diyanet imam yolluyor. Hangi cemaat, hangi dernek olursa olsun. Artık herkese sahip çıkılıyor, kucak açılıyor. Ve ilk imamlar görevlerine başladılar bile.

İmamların DİTİB hariç diğer kurumlara yollanması aslında yukarıda bahsettiğim devrin kapanmasına işaret. İdeolojik saplantılardan kurtulup, Almanya şartlarına göre hareket etme devrinin başlandığının göstergesidir.

Aynı zamanda elbette ümmet bilincinin gelişmesine de bir işarettir. Almanya´da belki en çok ihtiyaç duyulan bilinç ümmet bilinci. Bir avuç müslümanların parçalanmış bir şekilde ve rakip olarak hareket etmeleri yararlarına değil, zararlarına işledi.. hem de tam 50 senedir. Bu yeni gelişme ile devlet müslümanlara, mescitlere, camilere sahip çıkıyor. Hepsini aynı şekilde kucaklıyor. Bundan dolayı cemaatlerin ilişkileri de çok daha seviyeli bir düzeye ulaşacaktır.

Evet, İslam bir üniversitedir. Cemaatlerde bu üniversitenin farklı fakülteleridir. Üniversite sadece fakültelerin birbiriyle dostca çalışmasıyla değer kazanır. Fakülte fakülteye karşı düşmanlık etmez? Etse, koskoca üniversite perişan olur. İşte fakülte halinde olan cemaatler birbirleriyle çalışmalı ve dostca muhabbet etmeli ki, üniversite olan İslam yücelsin.

Cemaat, ayrı ayrı cesetlerin tek bir cesette ittifakıdır. Peygamberimiz (sav) Müslümanları bir vücudun azalarına benzetir (Buhari, Edeb, 27; Müslüm, Birr 66-67). Bir el diyer ele düşmanlık etmediği gibi, Müslümanlar birbirlerine küsmemeleri lazım. Birbirlerine destek olmaları lazım. Kur´an-ı Kerim ne buyuruyor: “Hepiniz Allah´ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin“ (İmran Süresi, 103). Bediüzzaman bu konu hakkında şöyle diyor: “İttifak hüdadadır (Allah yolundadır), heva ve heveste değil.“ (Divan-i Harb-i Örfi, s.59).

Bu bağlamda bu yeni gelişmenin hayırlara vesile olacağını ümit ediyoruz.

cemil@misawa.de

https://www.facebook.com/CemilSa

Konya, Hadim’de Projelerin Müftüsü ve Hizmet Gönüllüsü!

Konya’nın 3 bin nüfuslu, şirin ilçesi Hadim’de iki güzel gün geçirdim. Projeler müftüsü Ahmet Demirel, din görevlileri ile el ele vermiş, birlikte inanılmaz projeler üretmişler ve hayata geçirmişler. Ahmet Demirel Hoca ile Paris’te görev yaparken tanışmıştım. Sıra dışı, gayretli, cevval ve hizmet aşkıyla dolu bir din adamı. Paris dönüşü Hadim’e tayin edildikten sonra imam ve müezzinleri toplamış, birlikte dinî hizmetlere kalite kazandırmak maksadıyla proje üretmeye karar vermişler.

Ahmet Hoca’nın elime tutuşturduğu dosyada 216 proje adı görünce hayret etmekten kendimi alamadım. Din adamları baş başa verince harikulade projeler ortaya çıkmış. Beni Konya Havaalanı’nda alıp Hadim’e getiren Mehmet Hoca heyecanla şöyle dedi:

Kaliteye kendimizden başladık. Daha önceleri kitap okumazdık, birçok bahanemiz vardı. Ahmet Demirel ilçemize gelince değiştik, hoca kendisi kitap kurdu hem okuyor hem okutuyor. Aslında bilgiye susuzmuşuz fakat farkında değilmişiz. Şimdi ilim deryasını keşfettik, hem kendi gönlümüzü besliyoruz hem cemaatimizi.”

Ahmet Demirel Hoca ve din görevlisi kardeşlerimin hayata geçen projelerinden bazılarını buraya sıralayacağım. Geriye kalanını müftülüğün web sitesinden takip etmenizi tavsiye edeceğim.

1. Camiyi etkili kullanmak: Günde en az bir vakitte namazdan önce veya sonra bir ayet, bir hadis okuyarak kısa sohbetler yapmak, namazdan sonra Kur’an okuyup manasını açıklamak.

2.Konferanslar ve seminerler düzenlemek. Hadim’e gelen ikinci konferansçıydım. Bir günde beş etkinliğe katıldım. Cuma günü cuma namazı öncesi cemaatle sohbet ettim. Saat 15’te öğrencilere başarıya götüren yol, velilere evde ve okulda başarılı eğitimin sırları konulu konferanslar verdim. Müftü Bey’le felçli iki hastayı evlerinde ziyaret ettik. Akşamüzeri cenaze sahibi bir cemaate taziyede bulunduk. Yatsıdan sonra yurt ziyaretinde bulunduk ve üniversiteli öğrencilerle sohbet ettik.

3. İlçedeki öteki kurumlarla birlikte sosyal organizasyonlar düzenlemek. (Kur’an kursu ve okul öğrencileri ile birlikte Konya Kitap Fuarı ziyaretine gittik. Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile düzenlenen fuar seyahati hem güzel bir gezi oldu hem de öğrenciler kitap ve yazarlarla tanıştırıldı.

4. Okul aile birliğinde görev almak ve okullardaki öğrencileri ziyaret ve onlara hediyeler vermek, onları aileleri ile birlikte kitap okumaya teşvik etmek. (Bu çerçevede birinci sınıf öğrencilerine 200 boyama kitabı dağıtılmış.)

5. Cemaati evinde ziyaret etmek ve onlara namaz hocası, ilmihal gibi kitaplar hediye etmek. Ziyaret sırasında Kur’an okumak, meal okumak, dini muhtevalı kısa sohbetler yapmak. (Bu çerçevede 100 kitap hediye edilmiş.)

6. Cenaze sahiplerini ve hastaları evlerinde ziyaret etmek, evlerde Kur’an okuyup dua etmek, cemaatle kaynaşmak. Onlara Kur’an, meal, dini kitap hediye etmelerini teşvik etmek.

7. Kandil gecelerinde ve uygun zamanlarda hatip merasimleri düzenlemek ve hatim dualarından sonra vaazlar vererek cemaatin bilgilenmesini sağlamak.

8. Hanım hocaların bayan cemaati evlerinde ziyaret etmesini sağlamak, hanımları cuma ve vakit namazlarında camiye gelmeye teşvik etmek.

9. Kur’an kurslarındaki bayan hocaların hanımlara özel vaaz ve sohbet programları düzenlemesini temin etmek.

10. İlçe, köy ve kasabalardaki yetimleri, öksüzleri ve fakir öğrencileri ziyaret ederek Sosyal Yardımlaşma Vakfı ve Müftülük işbirliği ile onlara maddî ve manevî destek sağlamak.

11. Mübarek gün ve gecelerde programlar düzenlemek, Kur’an ziyafeti, Mevlüt, ilahi, dua, ikram yarışmaları yapmak.

12. Muharrem ayında aşure pişirilip halka dağıtılarak cemaatle kaynaşmayı sağlamak.(Bu sene 1000 kişiye aşure dağıtılmış.)

13. Kahvelere gidip halkla muhabbet etmek, onların camiye gelmesini teşvik etmek.

14. Cemaati, en az haftada bir gün çocuklarını da alarak camiye gelmeye teşvik etmek, çocukların oyuncaklarını alıp gelmelerini ve camide oyuncaklarla oynama programı tertip etmek.

15. Kurum ve esnaf ziyaretleri yapmak, insanlarla iç içe olmak, gönül kapıları açmak.

16. Okul aile birliğinde aktif görev almak, okullarda öğrencilere faydalı projelerin gerçekleşmesine katkı sağlamak.

17. Küslerin barıştırılmasını sağlamak. Eşler arası geçimsizliğin giderilmesi için aile içi eğitim seminerleri vermek, aile içi iletişim konferansları düzenlemek…

18. Kur’an kurslarını akıllı tahtalarla donatmak, gençlerin kurslara gelmesini teşvik etmek, kadınlara yönelik hat, tezhip, ebru, el işi vb. kurslar açmak.

19. Halk eğitimle iş birliği yaparak dersanelere gidemeyen öğrencilere yönelik Türkçe, matematik, fen bilgisi, sosyal bilgiler, İngilizce, bilgisayar vb. kursların düzenlenmesini sağlamak.

20. Müftülük hizmetlerini herkese duyuran ve anlatan çok güzel bir web sitesi yapılmış. Müftülük hizmetleri, önemli konular, haberler, vaazlar siteden duyuruluyor. (www.hadimmuftulugu.com)

Ahmet Hoca, Hadim’e yerleşmiş. Önceki bazı hocalar gibi Konya merkezde oturup mesai saatlerini müftülükte geçirme anlayışını terk etmiş. Halkla iç içe. Cemaate ve insanlara hizmet projeleri başlatmış, canla başla uyguluyor. Kendisini ve bütün din görevlilerimizi tebrik ediyor, hizmetlerinden rıza-yı İlahiye nailiyetler ve başarılar diliyor, dualarını bekliyorum.

Not: 14 Ekim’de Merzifon’da olacağım. İlim Yayma Cemiyeti’nin düzenlediği öğrenci, veli ve öğretmenlere yönelik konferanslar vereceğim, kitaplarımı imzalayacağım. Dostlar davetlidir.

Ali Erkan Kavaklı