Kategori arşivi: Yazılar

Gözümün Nuru Namaz (Şiir)

Rabbimizin emridir

Namaz kılan diridir

Cennet onun yeridir

Gözümün nuru NAMAZ

 

Namaz bizim başımız

Olmazsa olmazımız

Allah’a niyazımız

Gözümün nuru NAMAZ

 

Mü’minlerin miracı

Gönüllerin ilacı

Amellerin sertacı

Gözümün nuru NAMAZ

 

İbadetlerin başı

Mü’minlerin gözyaşı

İnletir dağı taşı

Gözümün nuru NAMAZ

 

Namaz kılan pak olur

Yüz siması ak olur

Kılmayan helak olur

Gözümün nuru NAMAZ

 

Namaz gözün nurudur

Mü’minin gururudur

Kalplerin huzurudur

Gözümün nuru NAMAZ

 

Namaz ruhun gıdası

Mü’minlerin nidası

Müslümanın duası

Gözümün nuru NAMAZ

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Risale-i Nur Talebeleri Sabırlı Olur

İnsan olmak hasabiyle hemen hemen imtihansız günümüz geçmiyor. İslami hizmette bulunanların, özelliklede bizim gibi Risale-i Nur okuyanların ne zaman neyle imtihan olacağımız belli değil.

Her an bir musibetli ve sıkıntılı hal ile karşılaşabiliriz.

Aldığımız dersler gereği sabır ve şükürle yolumuza devam etmeliyiz.

Avea İletişimin avukatı başka bir dosya ile beni karıştırıp, icraya vermiş. Bu sıkıntıyı atlatmak isterken, Rotterdam’da başörtüsü yasağı sebebiyle okumak zorunda kalan kızımın okulu, öğrenci belgesini Adalet Bakanlığına göndermeyi unutmuş. Bir yarı yıl kaybetmesine sebep oldu. Bilmiyoruz bu islamafobiden mi kaynaklanıyor.

Sizin anlayacağınız, hizmeti Kuran’iyede olanlar sürekli imtihan içindeler. Ama ben biliyorum ki nur talebeleri sabırlıdır. Yılmadan, vazgeçmeden vazifelerine devam ederler.

Ben bu haldeyken gittiğim bir mahalli derste şu satırları okudu kardeşin birisi:

Hulusi’nin bir gailesi var, diye hissediyorum. Merak etmesin; Risale-i Nur’un şakirdlerine inayet ve rahmet, nezaret ve himayet ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevap verir, geçerler; o musibetlere karşı sabır içinde şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarıma ve kazançlarımda benimle berabersiniz.” (Kastamonu Lahikası. s.12) cümleleri ile kendime geldim.

Sabah namazı Ulucami’de kılıp dershaneye gittim. Orada da şu satırlarla beynimden vurulmuşa döndüm.

“Ey Nurcular! Allah’ın sizlere ihsan ettiği ezeli lûtfana karşı secde-i şükrandan başınızı kaldırmayınız! Gecenin soğuğuna aldırmayınız! Sizlere lûtfunu hiçbir hususda esirgemeyen Rabb-ı Rahime, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i şükrü eda ediniz.Ve bazıların düştüğü, istkbali düşünmek derdiyle maişeti sarsan hadiseler karşısında titremeyiniz, korkmayınız! Nur’un kutsi kerâmât ve imdadını müşahede ediniz! Dünya fanidir. Binler sene yaşamak olsa, bâki olan hayat-ı uhreviyenin yanında hiç ender hiç mesabesindedir. Fakat fani olmakla beraber, bâki hayatın bâki meyvelerini ve verimli ve bereketli olan nur tohumlarını ekiniz! Zira”Eken biçer.”Atalarımızdan kalma mübarek bir sözdür.”(Tarihçe-i Hayat s. 432)

Uyarıcı ikazlar ardarda geliyordu. Gevşemeye fırsat vermiyordu. Çünki Nur talebelerinin vazifesi kudsidir. İstihdam ediliyorlar.

M.Ali Birand kanser ameliyatı olunca bir yazı kale almıştı.”Neden Ben” başlığını taşıyan yazıda sanki kadere teslim olmuş gibiydi. Bir tenis şampiyonunu örnek veriyordu.

İnsanlar başarılı olduklarında ve nimetler içinde yüzdüklerinde çok azı şükredebiliyor. Aslında menfi ibadet olan hastalık veya musibetlerle imtihan olduğumuzda da Allah’ı daha çok çok anmalı , O’na sığınmalı değil miyiz?

Üstad Hazretleri, yaşadıklarını mutlaka ahiret ile ilişkilendirir. Gerek hapiste gerek hapsin dışında uğradığı haksızlıkların mutlaka bize veya başkalarına bir fayda sağladığını düşünür. Ebedi hayat olan ahireti kazanmak için çekilecek acılara razıdır. Bunun için fani dünyada çekilen sıkıntı, eza ve cefaların adı ve lafı mı olur?

Bu haksızlıkları yapan adamlar eğer aldanmışlarsa bilmeyerek sana zulmediyorlar. Onlar hiddete layık değiller. Bilerek kin ve garazla, inkârcılık adına incitiyorlar ve ve işkence yapıyorlarsa yine Allah’a havale eder. Onların, ölümün idamı ebedisiyle kabrin hapsi münferidiyle daimi sıkıntı ve azap çekeceklerini biliyor ve rahatlıyordu.

Aynen onun gibi bizde zulüm ve haksızlığa uğradığımızda da “Elhamdülillah” diyebilmeliyiz.

Ahireti dikkate almaz isek, dünya çekilmez hale geliyor. Uğradığımız haksızlıkların şiddeti ve öfkesi ancak ahiret inancıyla yatışıyor.

Ayrıca insan birilerini affedebildiği ölçüde stresten kurtuluyor, rahata eriyor. Zaten haksızlığı yapan tövbe edip helalleşmezse cezasını Cehennemde ebediyyen çekecek.

Soğuğa hiç aldırış etmeden; hem namaz için cemaate (özellikle sabah namazına) hem de Nur Sohbetlerine Bismillah”Ya Rabbi tesirini sen halk et” diyeyek evden çıkmalıyız.

Göreceksiniz, maddi bazı sıkıntılarınız olsada ahiret için çok büyük kazançlar elde edeceksiniz, İnşaallah..

Erdoğan AKDEMİR

nurdergi.com

Risale-i Nur Gençliği

İnsanlığa barış ve huzur atmosferini getirecek Kur’ân medeniyetinin inşasında başrol oynayan gençlerdir Risâle-i Nur gençliği. Onlar ihlasla ve samimiyetle çalışırlar. Hedefleri Hakk’a hizmettir.

Onların tek gayesi, Allah rızasıdır. “Amelinizde yalnız rıza-i İlâhî olmalı” birinci prensipleridir. Cenneti bile ibadetlerine gaye yapmayan abd-i azizlerdir onlar.

Ne yaparlarsa Allah içindir, O’nun yolundadır. Vücudunu Mûcid’ine feda ederler. “Allah için olunuz” hakikati hâkimdir hayatlarına.

Tevhidi nakşetmişlerdir ruhlarına. En zalim çıksa karşılarına, haykırırlar hakikati suratına. “Sultan-ı Kâinat birdir” çünkü onların nazarında. Her şeye hükmeden O’dur. Ahkemü’l-Hâkimîn’dir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O bulunsa her matlup bulunur, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulunur.

Dünyanın gayr-i meşrû lezzetlerine sırtını dönerek, cennet lezzetlerine imanla tâlip olanlardır Risâle-i Nur gençliği. Gayr-i meşrû lezzetlerin birer ‘zehirli bal’ hükmünde olduğunun farkındadırlar. Lüzumsuz, geçici ve günahlı zevklerin akıbetinin ‘elemler ve teessüfler’ olduğunu bilirler. Duâlarıyla birbirlerinin ‘takva kalesi’ne yardım gönderirler. Bilirler çünkü sosyal hayatta her taraftan hücum eden günahlara tek başına mukabele etmenin zorluğunu. “Allah’ım! Bizi göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa nefsimizle yalnız bırakma” Peygamberî duâsı vird-i zebandır onlara.

Dâim ‘ahiret endişesi’ okunur yüzlerinde. Dünya değil ahiret esastır onlarda. “Dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz” parolalarıdır adeta. Dünyayı değil, ahireti tercih ederler. Ruhsatla değil, azimetle amel ederler. Basit bir dünyalık uğruna, ahiretini feda etmezler.

Dünya bir misafirhane-i Rahman’dır onların nazarında. “Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var” mânâları okunur onların lisan-ı hâlinden.

“Gençlik katiyen gidecek” hükmü, gönüllerinin odak noktasına çaktıkları daimî bir ikaz edicidir. “Nasihat istersen ölüm yeter” gönül levhalarıdır. Ölüm düşüncesi bir an olsun çıkmaz akıllarından. “Gelmesi muhakkak olan her şey yakındır” çünkü. Ecel gizlidir, ölüm her vakit gelebilir, genç-ihtiyar fark etmez, bilirler. “Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatına mağlûp olmayıp gaflette boğulmayandır” hadisine mazhar olmaya çalışırlar.

Yarına çıkmaya ellerinde senet yoktur, şuurundadırlar. Geçmiş ise, zaten geçmiştir. Ömrünü bulundukları gün bilip, en iyi şekilde değerlendirmenin gayretindedirler. Böyle düşününce ‘sabır’ları da zorlanmaz. Sabrını ‘şimdinin ibadetlerine, musîbetlerine’ ve de ‘şimdinin günahlarına’ yoğunlaştırırlar. Böylelikle günahlar belini bükemez onların, ‘Zaman âhirzaman, günahlar sel gibi geliyor, hangi birinden kaçalım?’ şeytanî desisesine kanmazlar.

Risâle-i Nur gençliği, ‘fenler’ diliyle de Rabbini bilen gençlerdir. Her fen mütemadiyen Allah’tan bahseder onların nazarında. Marifetullah’a, Allah’ı tanımaya, bilmeye basamaktır her şey. Bilim ile dinin çatışması mümkün değildir. Zirâ her bilim, kendi sahasında Allah’ı anlatır durur. İslâmiyet ilimlerin efendisi, reisi ve pederidir. “Köle efendisine, hizmetkâr reisine ve çocuk pederine nasıl düşman ve muârız olabilir?”

Hodgâm değil, diğergamdır Risâle-i Nur gençliği. Nefsini değil, başkasını düşünür. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” hadisi rehberdir onlara. Gaye-i hayalleri vardır. Zihinleri ‘ene’lerinin etrafında dönmekten uzaktır. Kendileriyle birlikte başkalarının da imanlarının kurtulmasına vesile olmaktır hedefleri.

‘İmanı kazanmak veya kaybetmek’ dâvâsını, ‘en büyük dâvâ’ bilirler. ‘Ebedi bir saadeti’ kazanmak veya kaybetmektir çünkü söz konusu olan. Onun için ‘dünyevî merakâver meselelere bakıp da, vazife-i bâkiyelerinde fütur getirmezler.’ Onların en küçük meseleleri—ebedî hayata baktığı için,—ehl-i dünyanın en büyük meselesinden—fani hayata baktığı için—daha büyük ve önemlidir, bilirler.

Kendilerini, ‘sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede (Rabbânî gemide) çalışan hademeler’ bilirler. Hizmetkârlığı, en büyük makam ve şeref addederler. Başka da makam aramazlar.

Kardeşlerinde fani olanlardır onlar. Kardeşlerinin meziyetleriyle, kendileri yapmışçasına, iftihar ederler. Kardeşlerini, şerefte, makamda, hatta maddî menfaatlerde bile nefsine tercih ederler. Hizmette ileri, ücrette geridirler.

Husûmete vakti olmayan muhabbet fedaileridirler. Kalplerinde muhabbet hâkimdir. Kardeşlerinde gördükleri bir fenalık için yalnızca acır ve lütufla ıslâhına çalışırlar.

İhlâsı en büyük kuvvet bilirler. Tesanüd bozmamak için titrerler. Kendilerini el, ayak, göz, kulak misâli bir vücudun azaları gibi bilir, birbirinin vazifelerini tekmil ederler. Bir yükün altına girdi mi çok eller, memnun olur, sevinirler.

Hâsılı, tam bir şahs-ı manevidirler.

Onlar, kelimenin tam anlamıyla ‘Risâle-i Nur gençleri’dirler.

Osman Yüksel Serdengeçti onları şöyle seyreyler:

“Onları seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdâlısı olmak… Evet, ne büyük saadet! (…)

“Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırdısı, nutku, alâyişi, nümâyişi yoktur. Bu bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, îmanlı, inançlı kalabalığıdır.”

İsmail TEZER

nurdergi.com

Bir İşi Az da Olsa Devamlı Yapmak

                                                                      

Hayatımızda başarılı olabilmemizin en önemli  şartı bir işe başlarken  düzenli   ve devamlı yapmaktır. Düzenli kavramı göreceli bir kavramdır. Kimisine göre planlı olarak sürekli yapılan iştir. Kimisine göre de  azda olsa bir işi sürekli yapmaktır.

Bir çok  insan  çok hızlı ve şevkli bir şekilde işe başlar ve birden  bitirmek için hırs gösterir.Fakat çoğu zaman  işin sonunu  getirmeden  pes ederler.Hatta pes etmekle kalmaz bazen yaptıkları işe karşı bir soğuma ve işten bıkma hali ortaya çıkar.

Zamanla yaptığı işte başarısız olur.İşindeki başarızlık hayatta başarızlıkla sonuçlanır.Bu durum bir alışkanlık halini alır.Yaptığı işlerde başarısız oldukça daha da kendini bırakır.Zamanla bu insan hayatında daha büyük sorunlarla da karşılaşır.

Hz.Ayşe (r.a) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Amellerin, Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa onların en devamlı olanıdır”

Hz Peygamberin(s.a.v) düzenli ve devamlı yapılan işlerle ilgili bu Hadisi Şerifini hayatıma uygulamaya çalışmışımdır.

Evet ibadetlerde olduğu gibi hayatta da en sevimli ve makbul iş azda olsa devamlı olanıdır.

Mesela bir insan günde 10 sayfa kitap okumayı kendine alışkanlık haline getirirse bu insan yılda 3650 sayfa kitap okumuş olur.Yani bu kadar sayfa okumak yılda ortalama 35 kitap okumak demektir.Bir yılda bu kadar kitap okumak insanın bilgi alemine ne kadar çok şey katar düşünelim.

Olumlu bir şekilde zamanı kulanırsak bir insan günde 1 hadis ezberlese yılda 365 hadis ezberler.Günde bir ayet ezberlese yılda 365 ayet ezberlemiş olur.Böylece dini manada kendini geliştirmiş olur

Yine bir  insanın yabancı dil öğrenmek için düzenli olarak her gün 30 kelime ezberlediğini düşünelim bu kişi aylık 900 kelime yıllık 10800 kelime ezberler demektir.Bu kadar yabancı kelime ezberleyen bir insanın öğrenmek istediği yabancı dili genel anlamda kavraması demektir.

Bir de  olumsuz anlamda düşünelim sigara gibi zararlı alışkanlığı olan bir insanın sigaraya harcadığı günlük,aylık ve senelik parayı toplayalım. Bir de onun üstüne sigaranın sağlığına verdiği zararı ve sigara içerken harcadığı zamanı  ekleyelim.

Bu insanın bir yılda harcadığı parayı,vücuduna verdiği zararı ve sigara içerken harcadığı zamanı düşünürsek ne kadar zararda olduğunu düşünelim. Az da olsa devamlı yaptığı alışkanlığın boyutunu görüp ona göre hayatımızı planlayalım.

Televizyon seyretmek gibi başka bir alışkanlığı ele alalım.Bir insanın günde 4 saat televizyon seyrettiğini düşünelim.Bu insanın aylık ve yıllık olarak boşuna harcadığı zamanı hesaplayalım ve bu insanın ne kadar zararda olduğunu kavrayalım.

Evet bazen az ve bize basit gelebilecek sıradan bir alışkanlığı genel bir manada topladığımızda olumlu ve olumsuz ne kadar ciddi sonuçlar ortaya çıkardığını görüyoruz.Olumlu alışkanlıkların az da olsa devam etmesi için çaba gösterelim. Olumsuz alışkanlıkları da az da olsa hayatımızdan çıkarmak için gayret gösterelim.Böylece hayatımızda olumlu ve üretgen bir süreç başlar.

Hamit DERMAN

www.NurNet.org

Bir Mizah Şaheseri: Tabiat Risalesi

Tabiat Risalesi, Bediüzzaman’ın mizah harikası olan bir eseridir.
Eserin maksadı insanların ağzından çıkan ama mahiyeti gerçek olarak bilinmeyen bazı kelimelerin tahlilidir. Bu cümleler varlığın yaratılışı konusundadır.
Sebeplerin bir şeyi icad etmesi,
kendi kendine olması,
tabiatın gereği olarak meydana gelmesidir.
Bediüzzaman üslubunun en harika örneklerinden bir kısmını de
bu eserinde gösterir. Burada hem anlatım, hem de anlatımda kullanılan, alay, ironi ve fars türü mizah cümleleridir.
Sebeplerin bir araya gelmesi ile bir şeyin vücuda gelmesi bahsinde verdiği ilk örnekte, bozuk bir itikadın tezahürü olarak kullanılan  bu kelimenin yanlışlığını ve yersizliğini anlatmak için bir eczane tasviri yapar. Bir tiyatro sahnesi gibidir, şahısları vardır. Şahıs zamiri tekil değil çoğuldur. Geldim demiyor, geldik diyor.  Yazar eczaneyi bir grup insanla gelmiştir: “Geldik o eczahanede, o zihayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan her birisini tedkik ettik.” (Asa-yı Musa, 158)

TİYATRO SİNEMA ROMAN

Bu eser bir tiyatro şeklinde canlandırılabilir, bir sinemaya uyarlanabilir, bir çizgi roman şekline dönüştürülebilir, bu şekilde çocukların ve büyüklerin itikadını kurtarır. Bir ressam bir çizgi roman halinde bu eseri çizebilir. Nesil veya Timaş böyle çok şeyler yapmış, bunu da yapabilir. Görelim ey ehli himmet. Çünkü eser çok görsel ve dramatizasyon ilkelerine göre kaleme alınmış.
Bir eczahane ve bir şahıs o odaya geliyor, yüzer kavanoz şişeler görüyor, onlardan tesirli bir ilaç yapılması istenmiştir.
İfadenin ikinci karesinde ilacın çoklukla örnekleri görülür, bir grup insan tarafından. Bediüzzaman ilaçların üzerindeki terkiplerini okur: “O kavanoz şişelerden her birisinden bir özel mizan ile bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem  ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hakeza, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış.” (Asa-yı Musa, 158)

Bir farmakolog (ilaç bilimci) gibi ilaç yapımını anlatır. Bu ifadeler anlatım  realitelerine, üretim gerçeklerine uygun  anlatılmışlardır.

ELEŞTİRME UZMANI

Bundan sonra ifadenin mizahi ve fars türü yorumlarına sıra gelir.

Bediüzzaman kötüyü, yanlış olanı hakaretle değil uzmanca anlatır. Kötüyü lanetleyen geleneksel yorum yerine kötüyü iyi anlatır. Bir çöplük hadd-i zatında kötü ve pistir ama onu bir resimle canlandırmak bir güzel sanat eseridir.

Bediüzzaman ikincisini yapar.

Büyük bir eleştirel uzmanlık gerektirir bu cümleleri kurmak ve bir şeyin butlanını hakaretle değil tahlil ederek ortaya koyar. Bunu okuyan talebeleri ne kadar nazikane anlatmaları gerekir değil mi?

“Acaba hiçbir cihette  imkân ve ihtimal var mı ki o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf  veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan miktar kadar  yalnız o miktar aksın.”(Asa-yı Musa 158)

Bundan sonraki ifadede ne kadar karakterize bir anlatım var:

“Beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler. Acaba bundan daha hurafe, muhal, batıl bir şey var mı ?”
Yere dökülen miktarlar kalkıp birlikte gidiyorlar, şahıslar gibi, bir araya gelip toplanıp ilacı meydana getiriyorlar.Kırkından sonra öğrenilen bir dilde bu kadar büyük başarı Ahmet Feyzi Ağabeyin dediği gibi!

Bu bir karikatür, yere dökülen sıvılar veya tozlar konuşup anlaşıp  birlikte gidiyorlar, ilacın oluşturulduğu kaba toplanıp ilacı yapıyorlar, sanki anonim veya kooperatif şirket. Küfür ile böyle artistik dalga geçmek ne kadar harika bir olaydır. Bu mizaha şapka çıkarmak… Nerdesin Levent Kırca?

TEVHİT DERSİ BAŞLAR

Metin dramatik bir tablo ile ironik bir anlatımla devam ederken birden fars türü bir eleştiri ortaya çıkar. Anlatım karelerinin yeni sahnesi, yerdeki ilaçların eczaların dökülüp bir araya gelmesinden oluşmasını, son kareye gelen bir eşeğe anlatılır. Bu eşek özel bir eşektir. Eşek anlayışsızlığın ifadesidir. Bu eşek ise kat kat eşek olduktan, anlayışsızlığı kat kat arttıktan sonra, bu halinden birden insana dönse, bu fikir ona anlatılsa, o dinledikten sonra, en son karede “bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır. Eşek bu insana dönmüş hali ile eczahaneye girse ve ona bu muhal anlatılsa, o yanlışın azametinden yürümez kaçar. Fars türü bir eleştiri, büyük yazar her türlü mizahi kalıbı kullanır, alay eder imansızlığın bu büyük yalanı ile.

Mizahi anlatım bittikten sonra tevhid dersi başlar. Örnek büyütülür, her canlıyı bir terkip olarak ifade eder.
Küçük ölçekte laboratuar örneği kâinata, ilaçlar da canlılara benzetilir. Canlılar; ”müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkip edilmiştir.”(Asa-yı Musa, 158)

ÂLEM BÜYÜK BİR ECZANEDİR

Bunların icadı sebeplere verilirse; “aynen eczanedeki macunun şişelerin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve batıldır.”( Asa-yı Musa, 159)

Bir küçük eczanenin yerine âlem büyük bir eczanedir: “Şu âlemin büyük eczanesinde, Hakim-i Ezelinin  kaza ve kader mizanı, terazisi ile alınan hayati maddeler, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz  bir ilim  ve her şeye şamil bir irade ile vücut bulabilir.”(Asa-yı Musa, 158)
Bediüzzaman elementleri yani eşyanın onların belli oranda bir araya getirilmesi ile oluşmasında bu elementleri  şuursuz, hudutsuz, sel gibi akan olarak anlatır.

Çünkü bir element mesela demir elementi, hangi maddenin kendine ne kadar ihtiyacı olduğunu bilemez, her element için bu geçerlidir. Tabayi dediği eşyanın tabiatı da kendiliğinden oluşmamış her şey bir tabiat ile yaratılmıştır, o tabiatının yani fizyolojisinin yapısına göre elementler ve diğer şeylerle ilişkide bulunabilir.

Âlemi meydana getiren sebeplerin var edilmesi ve birbiri ile irtibatı da aynen şuursuz ve akılsızca, ölçüsüzcedir.

Yağmurun yağması, toprağı yoğurması, tohumun açılıp büyümesi, bir şekil kazanması, tad ve koku ile yapılması, aralarındaki ilişkiler kendiliğinden olacak şeyler değil.

Bir dokuma tezgâhı değil tabiattaki rükünlerin ilişkileri.

İlacı kavanozların dökülmesinden oluşmuş diyen adam gibidir âlemdeki her şeyin icadını sebepler sayesinde olduğunu diyen: “O acip tiryak  kendi  kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur, diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır.” (Asa-yı Musa, 159)

Tabiat risalesinin dokuz örneği için

Bediüzzaman; “pek çok muhalatı var” der. Yani dokuz örnek sayısız örnekleri doğurabilir. Bu eser eğer film kareleri ve çizgilerle ifade edilse, güzel bir görsel eser olarak birçok insanın yanlış anlayışını düzeltebilir. Görsel bir tevhid risalesi olabilir. Çünkü çok dramatik ve mizahi bir zekâ ile meydana getirilmiş, muhalleri edebi ve mizahi bir dil ile izah etmiş, küfrün olumsuzluğunu sanatlı bir şekilde ortaya koymuştur. Eserde teknik bir tahlil yapılsa yazarın mizahi, ironik zekâsının harikalığı görülür.

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer