Kategori arşivi: Yazılar

Resul’e Özlem (Şiir)

Çoktan kurudu gözlerim

Bitti tükendi sözlerim

Her an yolunu gözlerim

Resulüm özledim Seni

 

Özledim Seni yıllardır

Görmedim hayli zamandır

Sinemde kor ateş vardır

Resulüm özledim Seni

 

Yolunu bekledim durdum

Ne büyük hayaller kurdum

Gelen hacılardan sordum

Resulüm özledim Seni

 

Boşa çıktı hayallerim

Semaya kalkmış ellerim

Dua ediyor dillerim

Resulüm özledim Seni

 

Rabbim nasip etse bana

Kısmet olsa gelsem Sana

O an ölüm gelsin cana

Resulüm özledim Seni

 

Yıllardır Sana hasretim

Görmez oldu basiretim

Ben burada kaldım yetim

Resulüm özledim Seni

 

Tanyeri’nin gözünde yaş

Olsa idim Sana yoldaş

Feda olsun Sana şu baş

Resulüm özledim Seni

 

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Arjantin Radyosunda Risale-i Nur Programı Başlıyor

Arjantin Nur Talebeleri radyoda Risale-i Nur programına başlıyor.
Arjantin’den gelen mesaj şöyle:

Arjantin Nur Talebeleri olarak Urugay’da yapılan radyo programının ardından
Bounes Aires’te yeni bir radyo programına başlıyoruz. Programın adı, “La luz de la fe” yani “Nur-u iman.”

Türkiye saati ile 20:00-21:00 arasında yayınlanacak program internet üzerinden tüm dünyada dinlenebilecek.

Dinlemek için aşağıdaki linkten “Escucha Aqui la Radio en Vivo!” yazısına tıklamanız
yeterli… Dualarınızı bekliyoruz.

Hoy empezaremos un programa de radio que sera una forma de conocer sobre
Risale-i Nur. el nombre de programa es “la luz de la fe” los esperamos para
escuchar de web a las 15:00 – 16:00 :

RADYO SİTE ADRESI:
http://www.fmsos.com.ar

Radio SOS:
www.fmsos.com.ar

ARJANTİN RİSALE-İ NUR SİTESI ADRES:
http://www.laluzdelafe.org/

Arjantin Nur Talebeleri

risale haber

Gençlerde Manevi Eğitimin Önemi

 

         Bir milletin gençliği onun geleceğidir. Eğitimli bir gençlik ise  bir toplumun gelecek için en önemli sigortasıdır. Maddi ve manevi  açıdan iyi yetişmiş sağlam bir gençlik temeli  sağlam bir gelecek demektir.

    Bizler gençlerimize çağın gerektirdiği  maddi eğitimi verirken yeterli manevi eğitimi verebiliyor muyuz?

    Matematik ,Fen,Fizik,Kimya,Coğrafya ile zihinlerini bilgi ile dolduruyoruz. Bununla kalmayıp birde bu çocuklarımızı yarış atı gibi görüp onların üzerinde  maddi baskı kuruyoruz.

    Bizler bu gençlere Matematikte logaritmayı öretirken onu dürüstlüğü öğretebiliyor muyuz?

    Gençlere Coğrafyada dağları ve nehirleri öğretirken dağlar gibi bir yüreği ve Irmaklar gibi akmaya namzet bir ruh halini kazandıracak eğitim verebiliyor muyuz?

    Gençlere Biyolojiyi öğretirken kalbin bir et parçası olmadığını yeri geldiğinde bütün insanlığı içine alabilecek bir sevgi ve hoşgörü deryası olduğunu öğretebiliyor muyuz?

    Gençlere tarihi öğretirken tarihimizin savaşlardan ibaret olmadığını ve tarihimizde zorda kalmış insanlara atalarımızın her zaman yardım ettiğini anlatabiliyor muyuz ?

    Gençlere kimyanın formüllerini öğretirken büyüklere saygıyı küçüklere sevginin formülünü öğretebiliyormuyuz.

    Bizler bu gençleri bilgi hamalı görüp onlara yüklenirken ruhsuz ve tamamen maddiyat ile iç içe girmiş,bencil,hazcı ve günü birlik yaşayan bir gençliğin filizlenmesini sağlıyoruz.

    Manevi yönden yoksun yetişen gençler zamanla bu ruh boşluğunu içki ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklarla doldurmaya çalışır. Bazen o kadar ileri gidilir ki çeşitli sapık inançlarla manevi boşluğu doldurmaya çalışır. Özellikle büyükşehirlerde ortaya çıkan Satanizm gibi sapık inançların artması bunun göstergesidir.

    Bir de Televizyon,İnternet,Basın gibi kitle iletişim araçlarında gösterilen aslında toplumdan tamamen uzak olan alışkanlıklar ve yoz ilişkileri hayatlarına aktarmaya çalışmaları ve bu aktarılan yoz ilişkiler sonucunda ortaya çıkan elim sonuçlar geleceğimizin teminatı olan gençler açısından acı bir durumdur. Bu yanlış alışkanlıklar ve ilişkiler sonucu ortaya çıkan olaylar nedeniyle gençlerin kimisi mezara, kimisi hapse, kimisi de tımarhane gibi bir sonla karşılaşmaktadır.

   Birileri çıkıp manevi eğitime karşı çıkabilir. Karşı çıkmaları normal karşılayabiliriz. Çünkü her zaman birileri gençleri kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışmıştır. Manevi yönü güçlü bir gençliği yönlendirmenin zor olduğunu bildikleri için manevi eğitime karşıdırlar.

   Sonuç olarak bir milletin sağlam ve güçlü bir geleceğe sahip olması için maddi ve manevi yönden zengin nesiller  yetiştirmesi lazımdır. Özelliklede manevi yönü eksik nesilleri olan bir toplumu karanlık bir gelecek beklemektedir. Vesselam…

Hamit Derman

 www.NurNet.org

Kişilik Gelişiminde Ene ve Zerre’nin İki Yüzü EGOSANTRİZM ve EGOİZM

ÇOCUK, okul öncesi, 2-6 yaş arası dönemde benmerkezli (egosantrik) bir düşünce yapısına sahiptir. Dünyaya ve olaylara kendi açısından bakar. Kendisini dünyanın merkezinde görür, her şey onun için yaratılmıştır, anne baba ona hizmet etmek için vardır. Herkesin, hatta her şeyin, kendisi gibi düşündüğüne inanır. Benmerkezli düşünce yapısında çocuk başkalarının farklı düşünceleri ve duyguları olduğunu kavrayamaz. Başkalarının düşünceleri ve duyguları onun için önemli değildir. Konuşmalarında hep kendisinden bahseder. Paylaşmayı bilmez. Oyuncağıyla bir başka çocuğun oynamasına izin vermez. Mülkiyete saygı duygusu gelişmemiştir. Kendi oyuncağını başka bir çocuğa vermediği gibi onun elindeki oyuncağa da sahip olmak ister. “Benim, benim” diye tutturur. Anne babanın yalnız kendisiyle ilgilenmesini ister, bu yüzden yeni doğan kardeşini kıskanır. Her isteğinin yerine getirilmesini isteyen egosantrik çocuk, “yok”tan anlamaz. İsteklerinin ertelenmesinden hoşlanmaz. Belediye otobüsünde üç yaşlarında bir çocuğun “su, su!” diye annesini ne kadar bunalttığına şahit olmuştum. Anne “burada su yok, eve gidince içersin, otobüsten inince alırız” dediyse de çocuk “bana ne, bana ne, su istiyorum!” deyip başka bir şey demiyordu.

Her isteği yerine getirilen, davranışlarına sınır konmayan çocuk egosantrik düşünce yapısını aşıp sosyalleşemez. Bedensel olarak büyüse de zihinsel ve duygusal olarak çocuk kalır. Egosantrizmi egoizme dönüşür, kendisinden başka kimseyi düşünmez. Herkesten yardım ve anlayış bekler. Anne baba çocuğun sosyalleşmesi için, baskı yapmadan, her isteğine her zaman kavuşamayacağını, bazen sabretmesi gerektiğini; paylaşmanın, yardımlaşmanın, iş birliğinin, başkalarının düşüncelerine ve haklarına saygının önemini anlatmalı, kendi yaşantılarıyla örnek olmalıdır. Her isteğini yerine getirerek egosantrizmine yenik düşmemelidir.

Çocuğun sosyalleşmesinde oyun ve arkadaşın önemi büyüktür. Sokaktan ve arkadaştan tecrit edilen, dört duvar arasında büyüyen çocuklar dış dünyaya uyum sağlamakta zorlanır.

Kişilik Gelişiminde Egosantrizmin Önemi

İLK BAKIŞTA bencillik gibi görünen egosantrizm, çocuğun kişilik gelişiminde çok önemlidir. Anne babanın kendisiyle ilgilendiğini, tehlikelere karşı koruduğunu, ihtiyaçlarını giderdiğini, onu sevdiğini görüp yaşadıkça kendisini değerli hissetmeye başlar, yaşama sevinci artar. Anne babaya güvendiği için gelecek kaygısı duymaz. Bu düşünce, dini bilgi ile beslediği zaman, ileri yaşlarda kolayca “Rabb’ine güvenme” şeklinde gelişecek; Allah’ın özellikle Rahman, Rahîm ve Rezzak isimlerinin kainattaki yansımalarını (cilvelerini) müşahede edebilecektir.

Egosantrik düşüncenin animizm ve finalizm şeklinde iki tezahürü vardır. Çocuk canlı cansız ayırımı yapmaz, her şeyin canlı olduğunu ve onu anladığını düşünür. Tahta atıyla canlıymış gibi konuşur. Bu düşünce ileri yaşlarda atomdan güneş sistemine kadar yaratılan her şeyin Allah’ı tanıdığına ve O’nun emrine itaat ettiğine inanmasını kolaylaştırır. Finalist düşüncede çocuk her şeyin bir amaç için var olduğuna inanır. Anne baba çocuğun isteklerini yerine getirmek, güneş ısıtmak, ağaç meyve vermek için vardır. Finalist düşünme biçimi ileri yaşlarda Allah’ın hiçbir şeyi boşuna yaratmadığına dair inancın temelini oluşturur.

Çocuk Kalan Yetişkinler

ÜSTAD Bediüzzaman’ın izahlarından Peygamber(ASM) öğretisiyle desteklenmeyen, felsefe ile beslenen egosantrizmin zamanla egoizme dönüşeceğini anlıyoruz. Toplumumuzda bu tip insanlara çok sık rastlıyoruz. Bu insanların çoğu Allah’ın varlığını kabul ettikleri halde, gerçek Allah bilgisinden (marifetullahtan) yoksundur. Sahip oldukları sağlığa, zekâya, ilme, yeteneklere, makama, mal ve mülke kendi gayretleriyle, şu veya bu sebeplerle, sahip olduklarını iddia ederler. Allah’ın kendileri üzerindeki isim ve sıfatlarının cilvelerini (yansımalarını) göremezler.

Ailesi tarafından her isteği yerine getirilen, terbiye edilmeyen, sınır konmayan, sorumluluk yüklenmeyen, gerçek din bilgisinden mahrum büyüyen bir çocuğun Allah inancı da aldığı hatalı eğitimin etkisi altındadır. Fiziksel olarak büyüdüğü halde, zihinsel ve duygusal olarak çocuktur. Doğan Cüceloğlu’nun ifadesiyle buna “çocuk yetişkin” diyoruz. Anne baba nasıl onun her isteğini yerine getirmek zorunda ise, Allah da onun her işini yoluna koymak ve yardım etmek zorundadır. Bilgisizliğinden ve beceriksizliğinden işleri ters gittiğinde önce Allah’ı sonra sırayla anne babayı, müdürü, patronu ve iş arkadaşlarını sorumlu tutar. Çocuk yetişkinler başkalarının haklarına saygı duymayı bilmezler. Bencildirler, başkalarının duygularını önemsemez, empati yapmayı bilmezler. Emek ve dikkat isteyen, kurallara uymayı, sabretmeyi, paylaşmayı, işbirliğini gerektiren işleri sevmezler. Fazla emek vermeden, kısa yoldan zengin olmayı (köşe dönmeyi) isterler. Nasihatten, eleştirilmekten hoşlanmaz; hemen savunmaya geçerler.

Geçenlerde ters yönden gelen bir sürücüyü el işaretiyle uyarma cesaretinde bulundum. Hemen durdu, el frenini çekti, arabadan indi, “dur” işareti yaptı. Bana doğru öfke ile gelen takım elbiseli, yarım sakallı, saçları jöleli genç sürücünün özür dilemek için durmadığını anladım, ama artık yapılacak bir şey yoktu. Her ihtimale karşı kapıları içeriden kilitledim. Cama yaklaştı, yüksek sesle: “Neden el kol hareketi çekiyorsun!” diye bağırdı. “Belki farkında değilsin ama, ters yola girmişsin,” dedim. Kapıyı tekmelemeye başladı. Yine yüksek sesle: “Sana ne ulan, trafik polisi misin? İn aşağı da sana ters yolu göstereyim!” diye bağırıp meydan okumaz mı. Polisi aramaktan başka çarem kalmamıştı. Polisi aradığımı anlayınca işi uzatmadı, kapıya iki tekme daha atıp gitti. Polis gelinceye kadar bizim “çocuk yetişkin” çoktan kayıplara karışmıştı. Büyük şehirlerde, arabasıyla işe gidip gelenler, kalabalık trafikte neler yaşandığını iyi bilir. Hatalı sollayanlar, kırmızı ışıkta geçenler, sıra beklemeyip yandan girenler, yeşil ışık yanar yanmaz öndekine yürü diye kornaya basanlar, küfredenler, gece şehir içinde uzun farla gelenler, hız limitini aşanlar… Bunların hemen hepsi ailenin hatalı eğitimi sonunda çocuk kalan yetişkinlerdir. Temizliğin iyi bir şey olduğu, çevremizi temiz tutmamız gerektiği hem okulda hem ailede anlatılır. Müslüman’ın, inancından dolayı, temiz olması gerektiğini bilmeyen yoktur. Ancak, gelin görün ki, sokaklarımız, çöp bidonlarının çevresi, umuma açık park ve bahçeler, piknik alanları, hatta cami avluları ve şadırvanlar dahi çöple doludur. Yetişkin bir insan, tekrar gelip piknik yapacağı alana çöpünü atıp gider mi? Eğer bu bir “çocuk yetişkin” ise atar. İnancımız gereği topraktan geldik toprağa döneceğiz. Bunun içindir ki, ona “toprak ana” demişiz. İnançlı bir yetişkin hiç kendi mayası ve anası olan toprağı kirletir mi? Eğer bu bir “çocuk yetişkin” ise kirletir. İslâm kültüründe “ekmek” çok kutsaldır, Allah’ın nimetidir. Anadolu’da yemin ederken “ekmek çarpsın” derler. Yolda bir ekmek parçası bulduğumuzda basmayız, alıp kenara koyarız, kuşlar veya kedi-köpek yesin diye. Ancak aynı kültürün insanları sofradan arta kalan ve bayatlayan ekmeği çöpe atıyorlar. Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ”Sağlıklı Beslenme ve Gıda İsrafı” raporu Türkiye’de her gün 12 milyon ekmeğin atıldığını ortaya koyuyor. Buna göre, üretilen her on ekmekten biri atılıyor ve en çok ekmeği İstanbullu atıyormuş. Yoksa, ekmeği çöpe atanların çoğu Allah’ın: “Yiyin, için, ama israf etmeyin. Şüphesiz Allah israf edenleri sevmez,” emrini bilmiyor mu? Her zaman dediğimiz gibi, çocuk ailenin aynasıdır. Çocuğun kişiliği ailede şekillenir. Çocuğa bakın, ailesini görürsünüz. Ailesine bakın, çocuğun yetişkinliğini anlarsınız. Öyle ise, eğitime aileden başlamamız gerekiyor.

Ali Çankırılı

Zafer Dergisi: Ocak/2008

 

Müslümanca yaşayınca bütün zorluklar siliniyor…

Geçmiş yıllarda bayram namazını kılmak üzere uzak bir camiye gitmeye karar verdim. Halbuki evimizin çevresinde beş cami var. Uzak camiye gitmemin sebebi, orada İslamiyet’e 60 sene hizmet eden, ilmi ile amil yaşlı bir hocaefendi ile konuşmasını bilen genç bir hoca vardı.

Birinden kalbim, diğerinden aklım istifade ediyordu. Sabahın erken saatlerinde araba bulmak zordu o zamanlar. Epeyce yürüdüm, sonra bir minibüse bindim. Uzaktaki o camiye geldim. Yüzlerce kişi camiyi doldurmuştu. Fakat bu topluluk cemaat değildi. Çünkü birbirine derman bulan, birbirinin sevincine ortak olan çok azdı. Namazdan sonra, cemaat çıkarken elli yaşlarında birisi caminin penceresine yaslanmış, ağlıyordu. Mendili gözlerine bastı, uzun uzun ağladı. Onu uzaktan seyrettim. Bir kişi gidip, “Kardeşim, derdin nedir?” diye sormadı. Ben de çekindim, “Sana ne?” derse diye… Kim bilir yakınlarından birisi mi öldü? Evinde matem mi var? Yeri dolmayacak bir boşluk mu oldu? Velhasıl öyle bir cemaat ki, gülenlerin ağlayanlarla ilgisi yok!.. Sonradan öğrendim ki, adamın maddi sıkıntıları varmış…

Düşündüm…

Ehli hakikat, yara açmaz tedavi eder. Ağlatmaz, gözyaşı siler. Yaptığı bu ulvi hareketlerin de karşılığını beklemez. Çünkü Allah için yapmıştır… Tabii bu seviyede olmak, kamil kişilerin işidir. Kemalâtı anlamak için, bir insanın hayat devrelerine bakmak lazım. Çocukluktan çıkan insan, on sekiz yaşına gelince delikanlı oluyor. “Deli” kanlı diyorlar; Çünkü hoşuna giden şeyleri yapar, zevkinin peşindedir. Fakat kötü duruma düşen insanları göre göre onlardan az çok ibret alır. “Dikkat etmeliyim” der. İşte, “dikkat etmeliyim” dediği anda kemale erme, olgunlaşma başlamıştır. Sonra bazı hatalarından dolayı kendini ayıplamaya başlar. “Neden tahsilimi tamamlamadım? Neden sanat öğrenmedim? Neden okuldan kaçtım? Annem-babam ölürse ben ne yapacağım? Ya parasız kalırsak? Deprem olur mu? Evimiz yıkılır mı? İşten atılır mıyım? Bu kalabalık dünyada kaybolur muyum? Hayat, insan yutan kumsallara mı dönmüş? Sağlam bir kulp bulamazsam benim halim ne olacak?“… Dikkat edilirse insanı olgunlaştıran iki unsur, geçmişin pişmanlıkları, geleceğin korkularıdır. Binbir derde uğradım ben bile bile, Neler çektim neler, bu kafa ile… Geçmişi bırak, geri döndüremezsin. Geleceği bırak, hükmedemezsin. Bulunduğun hale bak, ne haldesin? Bulunduğumuz hale bakarken bir ölçü lazım. O ölçü, İslamiyet’tir. Şeytanın söylemediğini insanın nefsi söyler. Evvela menfi fısıltılar şeytanın nefesinden çıkar, sonra besmelenin manasını anlarsa Allah’a sığınır. Birinci madde, haramlardan uzaklaşmaktır… İşte şimdi kemale ermenin kapısı aralandı…

İslamiyet, toz toprak şeklinde ve hükmünde olan beşeri sistemlerin perdesi altında değişmeyen, pörsümeyen ve solmayan, her asır tazelenen İlahi bir nizamdır.

Müslümanca yaşayınca bütün zorluklar siliniyor… İnsan haline şükrediyor.

Şimdi içinde yaşadığımız bir zaman dilimi var. İçinde bulunduğumuz anı İslam’a nasıl uydurabiliriz? Bütün mesele bu…

Maddi ve manevi organlarına nizam verenin nizamına tabi ol ve kurtul. Dert sende, derman yine sendedir. Problem sende, çözümü yine sendedir. Başka kapı çalma, kendi öz dünyanda ayağa kalk. Bir filiz gibi başını gaflet toprağından çıkar, göreceksin ki bahar gelmiş…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi