Kasırga, Sel Gibi Umumi Musibetler

Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir? Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatâlara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemâl-i rahmetine ve şümûl-ü kudretine nasıl muvâfık düşer?

Üçüncü suâl: Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?

Elcevap: Umumî musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.
Dördüncü suâl: Mâdem bu zelzele musîbeti hatâların neticesi ve keffâretü’z-zünubdur. Mâsumların ve hatâsızların o musîbet içinde yanması nedendir? Adâletullah nasıl müsaade eder?
Yine mânevî cânibden elcevap: Bu mesele sırr-ı kadere taallûk ettiği için, Risâle-i Kader’e havale edip, yalnız, burada bu kadar denildi:
“Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar.” (Enfâl Sûresi: 25.)
Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan-ı tecrübe ve imtihandır ve dâr-ı teklif ve mücâhededir. İmtihan ve teklif, iktizâ ederler ki, hakikatler perdeli kalıp, tâ müsâbaka ve mücâhede ile, Ebû Bekir’ler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebû Cehil’ler esfel-i sâfilîne girsinler. Eğer mâsumlar böyle musîbetlerde sağlam kalsaydılar, Ebû Cehil’ler, aynen Ebû Bekir’ler gibi teslim olup, mücâhede ile mânevî terakkî kapısı kapanacaktı ve sırr-ı teklif bozulacaktı.
Mâdem, mazlûm zâlim ile beraber musîbete düşmek, hikmet-i İlâhiyece lâzım geliyor; acaba o bîçare mazlûmların rahmet ve adâletten hisseleri nedir?
Bu suâle karşı cevaben denildi ki: O musîbetteki gazab ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü, o mâsumların fânî malları, onların hakkında sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehâdet hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat bir meşakkat ve azabdan büyük ve dâimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, aynı gazab içinde bir rahmettir.
Beşinci Suâl: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatâlara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hal cemâl-i rahmetine ve şümûl-ü kudretine nasıl muvâfık düşer?
Elcevap: Kadîr-i Zülcelâl, herbir unsura çok vazifeler vermiş ve herbir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun birtek vazifesinde, birtek neticesi çirkin ve şer ve musîbet olsa da, sâir güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer, bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için, insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terk edilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ birtek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilâf-ı hikmet ve hilâf-ı hakikat ve kusurdur.
Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler. Mâdem bir kısım hatâlar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümûllü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinâyetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için, koca bir unsura, küllî vazifesi içinde “Onları terbiye et” diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adâlettir ve mazlûmlara ayn-ı rahmettir.
Sözler, On Dördüncü Sözün Zeyli
***
Umumî musîbetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.
Said  Nursi
LÛGATÇE:

eşhâs: Şahıslar.
nâs: İnsanlar.
keffâretü’z-zünub: Günahlara kefaret.
âlâ-yı illiyyîn: En yüksek mertebe.

Amerika Sandy Kasırgası ve Düşündürdükleri

”Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.” (14.Lem’anın ikinci makamı)

”Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pekçok mahlûkatın gurûbunu, hem insanın vefâtını, hem dünyanın Kıyâmet ibtidâsındaki harâbiyetini ihtar ile, tecelliyât-ı Celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.’‘ (9.söz)

”Umumi musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.” (14.söz)

”…her musîbette vardır bir derece-i nimet. Daha büyüğü düşün. ” (Lemeât)

” Dedim: Beşerin dalâlet-i fikrîsi, Nemrudâne inadı, Firavunâne gururu şişti, şişti zeminde, yetişti semâvâta. Hem de dokundu hassas sırr-ı hilkate. Semâvâttan indirdi Tûfan, tâun misâli, şu harbin zelzelesi, gâvura yapıştırdı semâvî bir silleyi. Demek ki şu musîbet, bütün beşer musîbetiydi.” (lemeat)

Yukarıdaki yaptığım alıntılar eşliğinde düşünecek olursak kainattaki olayları daha iyi anlayabiliriz. Çıkardığım dersler şöyle:

Kurbanlarımıza rağmen tüm Anadolu’da görülen sel ve aşırı yağışlar bana, Kurbanlıklarımız hak katında kabul görmedi mi yoksa dedirtti.

Amerika’da 60 milyonluk bir bölgeyi kapsayan SANDY felaketi karşısında tüm sistemlerimizin ve devletlerimizin ve onların tüm gizli açık güçlerinin acziyetini ve zilletini anladım.

Dünyanın akşam vakti denilen harabiyeti öncesi vakitlerin ve sonunun yaklaştığı zamanlarını hatırlatarak bin nasihate bedel ders verdi ve veriyor.

Risalelerde bahsedilen ‘Korku Azabı’ tabirine bugün en vurucu örneklerden birisi ”Sandy” oldu.

Üstadın 50’lerdeki büyük Eskişehir depremi öncesi yaşanan sürekli dua edişi ve ettirmesi aklıma geldi. Bizler de paratoner olma yolunda gayret etmeliyiz.

Sonuç olarak bu kurban bayramında Suriye ve Arakan’da sular seller gibi akan kan, Kurban kanlarına eşit oldu. Allah Firavunane ve Nemrudane hareket eden zalimleri celali ile tokatladı.

Yeryüzünün Muhammedî gönüllü ve Mesihî soluklu varisleri paratoner olma yolunda her şeylerini ortaya koymalılar.

Ya Rabb! Sen bize azabına, celaline, kahrına sebkat eden rahmetinle muamele eyle. Ve her daim hammadün ve şakirun ve tevvabun kullarından eyle.

Ya Rabb! Sana karşı ihlasla ve tüm Müslüman kardeşlerimize de uhuvvetle bağlanmayı bizlere nasip eyle.

”Ve subbe aleyye rizka sabbete rahmetin. Fe ente RECAAÜ’L ALEMİN VELEV TAĞAT” Evet ya rabbena tüm hata, günah, kusur, asilik ve isyanlarımıza rağmen sen alemlerin ümidisin. Senin kapından başka kapı yok. Mededgâhet ya ilahi!!!

Salih Can

Risale Haber

Sırr-ı Ehadiyet Nedir?

Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik tecellisinin sırrına “sırr-ı ehadiyet denir.” Bediüzzaman, Sırr-ı ehadiyet ile alakalı mes’eleye şöyle açıklık getirmektedir.

İnsan ruhu cesetle ilişkili ve bağlantılıdır. Bütün organ ve azaları birbirlerine yardım ettirir. İrade-i ilahiye tecellisini yani irade gücünü ve kudretini göstererek vücuda vücud-u harici, beden giydirilerek bir kanun-ı emri ve latife-i rabbaniye olan ruh onların idaresinde doğrudan doğruya, onların manevi seslerini hissetmesinde ve ihtiyaçlarını görmesinde birbirlerine mani olmaz; ruh şaşırtmaz. Ruha yakın uzak bir nispetindedir. Birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir, isterse bedeninin her cüz’ü ile bilebilir,  En yüce sıfatlar Allah’ındır.1

Cenab-ı Allah’ın bir kanun-i emri olan ruh küçük bir âlem olan insan cisminde ve azasında bu vaziyeti gösteriyor. Büyük âlem olan kâinata Zat-i vacib’ül vücudun külli iradesine ve mutlak kudretine hadsiz fiiller, hadsiz sesler, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, Cenab-i Allah’ı meşgul etmez, şaşırtmaz, bütünü birden görür, bütün sesleri birden işittir. Yakın uzak birdir. İsterse bütünü birinin imdadına gönderir. Her şey ile her şeyi görebilir, sesleri işitebilir ve her şey ile her şeyi bilir., ve hâkezâ…” 2

Onun için Mühiddin-i Arabî: Allah’tan başka varlık yok, “La mevcude illa hu” demiştir. Yani Her şeyi Allah görmüş,

“Nasıl ki, Allah’ın sıfatları hakikat ise, bu sıfatların aynası olan kâinat ve mevcudat da hakikattir. Aynı şekilde, bu aynada görünen maddi ve kevni nakışlar da aynı hakikattir. Özet olarak; İbn-i Arabî aynayı sıfatlarla aynı görüyor, ayna üstünde tecelli suretinde görünen maddi nakışları da inkâr ediyor. Elma var, elmanın aynada görüntüsü var, bir de aynadaki elma görüntüsünün kâğıda basılmış, yani somutlaşmış fotoğraf şekli var. Elma asıldır, aynadaki elmanın yansıması ise elmanın aynısı olmasa da onun birçok vasfına kuvvetli işaret etmesinden dolayı İbn-i Arabî bu yansımayı elma ile aynı zannetmiş. Aynadaki misali olan bu elmanın kâğıda fotoğraf şeklinde basılmış şeklini ise, İbn-i Arabî inkâr etmiş. Hâlbuki hem elmanın, hem elmanın aynadaki bu misali görüntüsünün hem de bu görüntünün fotoğrafa basılmış halinin varlıkları ve vücutları vardır. Yalnız bu varlıkların kuvvet ve sağlamlık dereceleri farklıdır. En sağlam ve kuvvetli olanı elmadır. İkinci derecede sağlam ve kuvvetli olan elmanın aynadaki yansımasıdır. Üçüncü derecede olanı ise, bu aynadaki yansımanın kâğıda fotoğraf şeklinde basılmış şeklidir.” 3

Rüstem Garzanlı /DİYARBAKIR

KAYNAKLAR

1-Nahl suresi.60

2- Sözler,31.ci pencere.2.ci nota

3-Sorularla Risale

Eş ve çocuklarınızı kötülemeyin!

Ne yaşarsak yaşayalım başımıza ne gelirse gelsin, görmek istediklerimizi görürüz. Bir tabloya baktığımızda ağacı ya da evi fark ediyorsak biz, sahilde balık tutan adamı fark eder bir diğeri.

Hayatı nasıl algıladığımız tamamıyla bizim elimizdedir. Derdi, tasayı büyütmek, işin içinden çıkılamayacak hale getirmek kendi çabalarımızla oluşur. Kimse böyle görmemiz için zorlamaz bizi.

Bediüzzaman’ın bakışımızı güzelleştirmekle ilgili veciz bir sözü vardır:

Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.”

Olumlu bir bakış açısı değil mi? Bunu bir kâğıda yazıp meselâ buzdolabımızın kapağına yerleştirsek, yahut çerçeveletip salonumuza koysak, her giriş çıkışta okudukça kendimizi güzel görmeye teşvik ve disipline edebiliriz.

Evet, çoğu zaman güzel görmeyi beceremediğimiz için hep bir kusur, hep bir hata buluyoruz etrafımızdakilerde. Sözümüzü dinlemeyen evlâdımız, çok para harcamakla itham ettiğimiz eşimiz, sürekli dert yanan anne-babamız… Onların hâl ve hareketlerini beğenmiyor, arkadaşımıza, dostumuza anlatıyoruz. Şikâyet üstüne şikâyet ediyoruz.

Aslında biz onları başkalarına anlatınca hiçbir şey değişmiyor. Şikâyet ettiğimiz durumlar aynen yaşanmaya devam ediyor. Hatta biz gıybet yaptığımız, eleştirilen kimsenin arkasından konuştuğumuz için zarardayız. Bu durum bazen daha da ileri boyutlara giderek eşler arasında güvenin azalmasına da sebep olur.

Kadının biri eşinin kötü huylarını, gezmelerde arkadaşlarına anlata anlata bitiremezmiş. Akşama evine dağılan kadınlar da eşlerine şikâyetçi kadını ve kocasını anlatırmış. Bir gün erkekler bir araya geldiğinde içlerinden biri dalga geçerek adamın huyunu anlatmış. Adam hem bozulmuş, hem kırılmış. Herkesin ortasında alay konusu olmak bir yana eşi tarafından bıçaklanmış gibi hissetmiş kendini.

Böylesi hazin durumlar maalesef yaşanıyor. İçine atamayan insanoğlu, başkalarına anlatarak rahatladığını, içini döktüğünü zannediyor. Fakat sonuçta tamiri mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkıyor. Güvensizlik meselesi bir kördüğüm gibi. Ne çözmek kolay, ne kesip atmak.

Problemlerimi çözmek için anlatıyorum” diyebilirsiniz belki. Peki her anlattığınız kimse sorununuzu halledebilecek yeterlikte midir acaba? İlişki uzmanı ya da psikolog mu? Kaldı ki herkesin uzman yardımı alması mümkün olmayabiliyor. O vakit aile büyüklerinden, bilge kimselerden, kendisine kesinkes güvenilen kişilerden yardım istenebilir.

Yeter ki sıkıntıları gerçekten yok etmek, problemleri ortadan kaldırmak isteyelim.

Ali FERŞADOĞLU / Nurdergi.com

afersadoglu@hotmail.com

Kürt meselesine Bediüzzaman gibi bakmak!

Kürt meselesine dair daha 100 yıl öncesinden teşhisler ortaya koyan, problemleri büyük bir samimiyet, isabet ve cesaretle tespit eden, tedavi yollarını tam bir vukufla ortaya koyan âlimlerden biri de Bediüzzaman’dır.

Zira Said Nursî o bölgeden çıkmış, meseleleri ve Doğu insanının özellik ve ihtiyaçlarını yakından bilen bir kanaat önderidir. Hayatı boyunca meselenin çözümü ve bölgenin makûs talihini yenmesi için devrin idarecilerine birçok proje, rapor ve mektup sunmuş, hayatî ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur. Irkçılığa, bölücülüğe ve ayrılıkçı cereyanlara karşı müspet hareket edip yatıştırıcı bir rol oynamıştır. Başlattığı iman ve irşat hizmetleriyle Müslüman Kürtlerin devletten kopmalarını engelleyen, bölünmez bütünlüğümüzü ve Türk-Kürt kardeşliğini sağlayan “hakem/kaynaştırıcı” kişilerin başında o gelmiştir. Dolayısıyla gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin gerekse üzerinde yaşayanların, Said Nursî’ye şükran borcunun olduğu muhakkaktır.

Şurası bir gerçek ki, Türkler ve Kürtlerin muteber referans kabul ettiği Bediüzzaman’ın, kaynağını dinden ve sosyal realitelerden alan teşhis ve reçeteleri anlaşılmadıkça ve sunduğu toplumsal barış ve kardeşlik projesi hakkıyla keşfedilmedikçe, Doğu’nun müzmin sıkıntılarını çözmesi, Türkiye’nin barış ve istikrara, müreffeh geleceğe kavuşması zordur. Bediüzzaman’ın 20. asrın başından beridir İslam kardeşliği, müspet milliyetçilik, ırkçılık, anarşi ve maarif noktasında dile getirdiği görüş, ikaz, teklif ve fiilî çabaları ciddiyetle anlaşılsaydı ve gereği yerine getirilseydi bugün Türkiye’nin ne Kürt meselesi ne de terör meselesi olmayacaktı. Bu meyanda Bediüzzaman’ın görüşleri, meselenin çözümünde kıymet ve geçerliliğini hâlâ koruyan alternatif bir modeldir.

1990’lı yıllarda konuya ilişkin araştırmalar ve makalelerimi, bölgede yaptığım gezi ve gözlemlerimi içeren yazı dizilerimi ve haber dosyalarımı, bu gazetenin sayfalarında paylaşmıştım. 20 yıllık maziye sahip bu çalışmalarımı, 2009’da Nesil Yayınları’ndan çıkan “Kürt Meselesinin Açılımı” kitabımda toparlama imkânı buldum. Eserde, Bediüzzaman’ın Kürt meselesine bakışına, tahlil ve reçetelerine de genişçe yer verdim. Bu münasebetle, bunca yıllık araştırma, birikim ve müşahedelerime dayanarak söyleyebilirim ki, aşağıdaki tespit ve reçeteleriyle, meselenin çözümünde tarafları makul çizgiye çeken hakem şahsiyetlerin başını Said Nursî çekmektedir/çekmelidir:

1. Bediüzzaman, Doğu meselesi, geri kalmışlık ve anarşinin temel sebepleri olarak cehalet, fakirlik ve ayrılığı adres göstermiştir: “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihat edeceğiz.” Özellikle cehalet illeti üzerinde durmuş, köklü tedavisinin maariften geçtiğini dile getirmiştir. Doğu’da kurulacak “Medresetü’z-Zehra” üniversitesi projesini, maarif meselesi ve geri kalmışlığın çözümü olarak sunmuştur. Böylece maarif ve medeniyetin güzellikleri yeniden gelecek, kalkınma istidadı güçlenecek ve Doğu dirilecekti. Bugüne kadar bölücü örgüt ve grupların, bölgedeki cehaletten beslenmesi ve bundan toplumun birlik, beraberlik ve huzurunu bozan binlerce teröristin bitmesi, Bediüzzaman’ı defaatle haklı çıkarmıştır.

2. Said Nursî’nin, 1947’­de dönemin İçişleri Bakanı Hilmi Uran’a gönderdiği mektupta yer verdiği, devleti bekleyen anarşi fitnesinin zuhur etmemesi için alınacak tedbirlerle ilgili ihtarları, dinî-içtimaî birliği korumadaki samimiyet ve duyarlılığının çarpıcı bir delilidir: “Doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice (geçerli kılmaya) çalışmazsanız.. kati hüccetlerle ispat ederim ki.. dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet.. küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup, âlem-i İslâm’ın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet vereceksiniz… Hakaik-i Kur’aniyeyi, terbiye-i medeniye yerine ikame etmek ve düstur-u hareket yapmakla o cereyan durdurur inşallah.”

Konuyla alakalı başka bir tespiti de şudur: “Bu milletin bazılarının.. dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil (öldürücü zehir) hük­münde o dinsizler zarar verecekler. Çünkü mürtedin vicdanı ta­mam bozulduğundan hayat-ı içtimaiyeye zehir olur.”

3. İslâm,toplumun birlik ve beraberliğini bozan, başka topluluklara düşmanlık, zulüm ve hakareti meşru gören ırkçılığı, menfi milliyetçiliği yasaklamıştır. Bunu sıhhatli bir biçimde ortaya koyan âlimlerden biri de Bediüzzaman’dır: “Biz Müslümanlar indimizde din ve milliyet, bizzat müttehiddir… Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur… Hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı, hamiyet-i milliye ona hadim ve kuvvet ve kal’ası olmalı…” “Fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfidir… Diğerlerine adavetle devam eder… Şu ise muhasemat ve keşmekeşe sebeptir… Müsbet milliyet.. menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiye’yi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.”

TürklerleKürtleri binlerce yıldır birbirine bağlayan en önemli bağ din kardeşliğidir. Said Nursî “İçtimai Reçeteler”de, iki kardeş topluluğun İslamiyet ortak paydasında ittifak ve uhuvvet bağlarını güçlendirip kader birliği etmekten başka çarelerinin olmadığına şöyle temas etmiştir: “Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti… İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaat-i hükümette selamet var.”

5. Bediüz­za­man’a göre ayrılıkçı hareketlerin tesir ve kalıntılarının yok edilmesi için manevî bağların ve dinî değerlerin kuvvetlendirilmesi hayatidir: “Şarkta herhalde; millet, vatan maslahatı namına ulum-i diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e ha­kiki kardeşliğini hissetmeyecek.”

6. Nursî’nin nazarında ihtilafın giderilmesi için muhabbeti hâkim kılmak zaruridir: “Biz muhabbet kahramanlarıyız, husumete vaktimiz yoktur.” Korku, baskı ve şiddet ile birlik ve dayanışma sağlanamaz: “Maddi tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?” Fertlere kanunların tarafsız uygulanması ve imtiyazlı muamele yapılmaması gerekir: “Kuvvet kanunda olmalı.” Partizanlık ve tarafgirlik tehlikelidir: “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz. Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete şerik sayılmaz.”

7. Bediüz­za­manmillî birlik-beraberliği pekiştirmek için din, mefkûre, mukaddesat, ümmet ve vatan birlikteliğinin ön plana çıkarılması gerektiğini savunur: “Heyet-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur, kabâil (kabileler) ve tavâife (taifelere) inkisam edilmiş (bölünmüş). Fakat bin­ bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir, bir, bir.. binler kadar bir, bir… İşte bu kadar bir birler; uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar… Tenâkür (birbirini tanımamak) için değil, tahâsum (düşmanlık) için değildir!..”

İsmail Çolak / Zaman

Yazının Orjinali İçin : http://www.zaman.com.tr/yorum/kurt-meselesine-bediuzzaman-gibi-bakmak/2009212.html

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version