Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Temel Farklar

Kişilik yapılarındaki farklılıklar kadın-erkek arasında oldukça belirgindir. Bu durum doğaldır ve genetik algoritmanın bir gereğidir. “İki cinsinde karşı tarafın kendisinden farklı olması gerektiğini bilmesi, ilişkinin sağlıklı olması için ilk adımdır.” Aksi takdirde bizim hissettiğimizi onun da hissetmesini veya bizim istediğimizi istemesini arzularız. Bu ise ne mümkündür ne de doğru ve gereklidir. Çünkü insanlar tek tip yaratılmamışlardır. Biz sevdiğimiz kişiye nasıl davranıyorsak karşı tarafında bize öyle davranmasını beklemek, olgunlaşmamış bir kişilik belirtisidir.

Bir Danimarka atasözü; “Sağır bir kocayla, kör bir kadın ne mutlu bir çifttir” der. Evlilikte mutluluk ve huzur için, erkeklerin bazı şeyleri duymaması, kadınların da bazı şeyleri görmemesi gereklidir. Bir Üniversitede 420 çift üzerinde yapılan araştırma da tartışma sırasında birbirlerini eleştiren, iğneleyici ifadeler kullanan ve aşağılayan çiftlerin psikolojik yaralarının, ortalama %40 oranında daha geç iyileştiği ortaya konmuştur.

İngiliz Kraliyet Akademisi’nce yapılan bir araştırma da, bunu destekler mahiyettedir. Birbirini rencide edici konuşmalar yapan eşlerin, bağışıklık sistemlerinin zafiyete uğradığı ve bu tip eşlerin daha sık nezle oldukları gözlenmiştir.

Erkekler genellikle “rapor verme”, kadınlar ise “dostluk kurma” şeklinde bir konuşma tercih ediyorlar. Her iki konuşma şeklinde amaçlar çok farklıdır. Kadınlar ilişki kurmak ve geliştirmek istemekteyken, erkekler genellikle olayları ortaya çıkarmak veya problem çözmeye odaklanmaktadır. Bu yüzden kadınların konuşması erkeklere nazaran daha içten ve uzun olur. Çünkü amacı dostluk kurmaktır ve dostluklar çar çabuk kurulmaz.

Aile içinde konuşma kalitemizi yükseltmeden önce, bu stil farklılıklarını bilmeli ve ona göre davranmalıyız. Eşimizle daha uzun süre konuşmak, sözünü kesmeden konuşmasını bitirmesine izin vermek ve yargılamadan, sorduğumuz destekleyici sorularla onun daha fazla konuşmasını sağlamak, konuşma kalitesine ulaşmada çok büyük bir destekçimiz olacaktır. Ayrılan çiftlerin çoğu ayrılık sebeplerinin konuşma kalitesini yakalayamama olduğunu söylüyor.

Eşlerin uyumu özellikle konuşma sürecinde başlar. Konuşma eşler arası iletişimin rot balans ayarıdır. Bir ilişkinin yürüyüp yürümeyeceği konuşma kalitesinden belli olur.

Kadınların erkeklerde en çok yakındıkları konu: Onların kendilerini dinlemedikleri şeklinde dile getirilir. Evlilik öncesinde çiftlerin birbirini dinleme kapasitesi yüz üzerinden bindir. Ama evlendikten sonra, birbirini dinlemez hale gelmeleri için birkaç ay geçmesi yeterli olur. Bunun sebebi, eşlerin birbirine değer vermemesi, birbirini önemsememesi ve birbirinin fikrine güvenmemesidir. Evlilikten sonra büyük bir mücadele başlar. Bu “sen sus ben konuşayım.” Ve her konuşanı susturup lafı ağzına tıkama mücadelesidir.

İş yerinde binlerce dert dinleyip, evin birkaç derdini kulak arkası yapmak pek de adaletli bir davranış değildir. Ama para karşılığı hastalarını dinleyen psikolog arkadaşların birçoğunun, eşlerini dinlemediklerini biliyorum. Bu yüzden eşlerden birinin bir gün muayenehaneye randevulu bir hasta gibi gelip vizite ücretini ödeyerek iki saat eşinin onu dinlemesini istediğinde çok şaşırmamıştım.

Erkekler ya dinlemezler ya da bir süre dinledikten sonra kadının niye rahatsız olduğunu saptayarak, kendinden emin bir şekilde “Bay Tamirci” şapkasını giyerek soruna bir çözüm bulma yoluna giderler. Oysa kadın çözüm değil, yalnızca dinlenilmek ya da empati ister.  Ne yazık ki erkekler yalnızca “hı, hı” deyip, dinlemeyi bilmiyor ya da beceremiyorlar. İnanmazsanız bir sorunu erkek arkadaşınıza anlatın, hemen size güzel bir çözüm bulacaklardır. Erkek eve geliyor, karısı iş yaşantısı ile ilgili bir konuya ilişkin endişelerini dile getiriyor. Erkek hemen bir çözüm yolu öneriyor. Kadın hayal kırıklığına uğruyor; çünkü ana mesaj duyulmadı. Erkek hayal kırıklığına uğruyor, çünkü harika önerisi ciddiye alınmadı. Erkeklerin eşlerini mutlu etmelerinin yolu onları dinleme konusunda ustalaşmalarından geçer. Evet dinleme bir sanattır. Bir kadını dinleme sanatı sorunlarını çözümlemeyi ya da onlara nasihat etmeyi içermez. Kendini bu konuda geliştiren erkek eşini dinlerken ona çözüm getirmez, ona anlayış ve yakınlık gösterir. Eşi kendisine sinirlendiği zaman erkek, kadının onun ne kadar iyi biri olduğunu geçici bir süre unuttuğunu bilmelidir. Kadının bunu hatırlamak için dinlenilmeye ihtiyacı vardır. İşte o zaman kadın erkeğe hak ettiği anlayış ve takdiri gösterecektir.

Erkeklerin kadınlarda en çok yakındıkları konu: Kadınların kendilerini değiştirmeye çalışıyor olmalarıdır. Kadın sevince partnerine yardım etme yönünde bir sorumluluk hisseder. Cinsiyetine özgü içgüdüsel bir davranışla çeşitli öneriler aracılığıyla erkeği “beslediğini” zannederken “kontrol edildiği” duygusuna kapılır. Aynı kelimeyi kullandıklarında bile aynı anlamda kullanmazlar. İfade de kadınlar bazı metaforlar kullanıp genellemeler yaptığında erkekler küsüyor, eleştirildiğini düşünüyor ve kabuklarına çekiliyorlar. Ne var ki kadınlar söylediklerinin yeterince duyulduğunu düşünmediklerinden söylemlerini tekrarlayarak erkeklerin içine çekildikleri kabuğa girmek istiyorlar. Bu da zaman zaman erkeklerin içine girdikleri kabuktan atılmalarına sebep oluyor. Erkekler eleştiri ya da eleştiri gibi algıladıkları sözlere aşırı hassaslar. Çünkü her eleştiri erkekler tarafından “yetersizsin” şeklinde algılanıyor. Yetersizlikse erkeklerin en hassas oldukları konulardan biri. Bir kadın mutsuz olduğu zaman, erkek başarısız olduğunu düşünür ve zamanla eşini tatmin etme isteğini kaybeder.

Bazı kadın ve erkek farklılıkları diğerlerinden daha da belirgin. Erkekler tuvalete çoğu kez yalnız gider. Siz hiç bir erkeğin tuvalete giderken erkek arkadaşına “Ben tuvalete gidiyorum, sen de benimle gelir misin?” dediğini duydunuz mu? Erkekler tuvalete yalnız giderler. Tuvalet ihtiyacını gidermek için. Oysa kadınlar için tuvaletler bir terapi odası ya da sosyalleşme ortamı olabilir. Hatta bazen bir birini tanımayan iki kadın tuvalette yaşam boyu sürecek bir arkadaşlığın zeminini oluşturarak tuvaletten çıkabilirler.

John Gray, erkekleri Marslılar, kadınları Venüslüler olarak tanımlar. “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten” adlı kitabında her iki cinsiyetin ayrı gezegenlerden geldiklerini ve bu nedenle aynı dili konuşmadıklarını ve birbirlerini anlamakta zorluk çektiklerinden söz eder. Marslılar (Erkekler); güce, rekabete ve başarıya önem verirken, Venüslüler (Kadınlar), sevgiye, iletişime ve ilişkiye önem verirler. Marslılar iletişimi bilgi verme amacına yönelik kullanırken, Venüslüler etkileşim ve empati amacıyla iletişim kurarlar. Erkekler insanlar yerine olayları (iş hayatı, spor, yemek, bilgisayar, araba gibi) konuşurlarken, kadınlar bilgi almak ve ilişki kurabilmek gibi amaçlarla insanlarla konuşmayı tercih ederler. Belki bu yüzden adları dedikoducuya çıkmaktadır. Farkı duygusal gereksinmelerinin olduğunu fark etmeyen kadın ve erkek ilişkiye ancak kendi bildiklerini katabildiklerinden bazen ilişkilerinde tatmin olamazlar. Böylelikle her iki cinsiyet de gereksinim duyduğu destek ve anlayışı eninde sonunda kendi hemcinslerinde bulabilmektedirler.

Kadın; erkek istemeden öneride bulunursa bu, erkekte güçsüzlük ve beceriksizlik duygusu uyandırır. Bir erkekte ne yapacağını bilmediği duygusunu uyandıran bir kadın, erkeği anlamıyor demektir. “Bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir, “Kontrol bende” duygusunu yaşatırsa o erkeğe çok şey yaptırabilir.

Kadının psikolojik ihtiyacı ise, eşinin onun sorunlarına çözüm bulması değil onu dinlemesidir. Erkeklerin yaptıkları en büyük hata sorunu konuşurken hemen çözmek zorundaymış gibi davranmalarıdır. Oysa kadın için düşüncelerinin paylaşılması ve yakınlaşmak, çözümden daha önemlidir. Kadının duygularını anlamaya çalışan erkeğin, onu anlamasa da dinlemesi yerlidir. Böyle davranmayı başarabilen erkek, karısının kendisini nasıl takdir ettiğini hayretle görecektir.

Üzüntü anında kadının ve erkeğin beyinleri farklı çalışır: Kadın üzüldüğünde sorunlardan bahsederek kendini rahatlatır. Erkek çok konuştuğunu söylediğinde ise kadın ihmal edildiğini düşünür. Erkek ise üzüntü anında sessizleşir, kabuğuna çekilir, konuşmak yerine düşünmeyi tercih eder. Bir çözüm bulduğunda sessizliğini bozar. Kabuğuna çekilme; televizyon seyretme, gazete okuma şeklinde olabilir. Bu arada kadın kendisinin dinlenmediğini sanır.

Erkeğin ve kadının motive olma şekilleri bile farklıdır: Erkeğin psikolojik ihtiyacı, kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Kendisine ihtiyaç duyulduğunu hissettiğinde enerjisi artar, güçlenir ve harekete geçer. Kadın ise sevilip değerli olma duygusu taşıdığında güçlenir. Varlığına ihtiyaç duyulduğunu hissedememek, erkek için ağır ağır ölmek demektir. Sevilmemek de aynı şekilde kadını yıpratır.

Bütün gün okuma yazma analiz etme ve düşünme gibi, ağırlıklı sol beyin etkinliklerini kullanarak çalışmış olan bir erkek evine gelir. Evde ki eşi de bütün gününü çalışmakla geçirmiştir, ama ütü, temizlik, yemek pişirmek gibi sağ beyin etkinlikleriyle uğraşmıştır.

İşinden dönen eşte her iş adamı gibi eve gelince bir koltuğa gömülüp beyninin sol yanını dinlendirmek ister; gününü ev işleriyle geçirmiş olan eşi ise beyninin sağ yarısını dinlendirirken konuşarak görüş alışverişinde bulunarak beyninin sol yanını çalıştırmak ister. İsteklerin uyumsuzluğu çoğu kez bir ağız dalaşına kadar gider. Dışarıda çalışıp eve dönen eş öteki eşi dırdır ederek rahatını kaçırmakla suçlarken evdeki eş de onu anlayışsızlıkla ve konuşulmaz biri olmakla suçlar.

Erkek gün boyu çalıştığı için strese girebilir ama eve geldiğinde eşi mutluysa erkekte kendini tatmin olmuş hisseder. Çalışmalarının, yorgunluğunun sonunda eşi tarafından takdir edildiği için stresi azalır. Çünkü kadının mutluluğu erkeğin stresle dolu gününü temizleyen bir sağanak gibidir.

Oysa gün boyu çalışmış yorulmuş ve strese girmiş bir kadın evine, gayet mutlu olan eşinin yanına döndüğü zaman bu durun onun gününü değerli kılmaz. Kadının çok çalışmasını erkeğin takdir etmesi tabiî ki güzeldir ama bu durum kadının huzursuzluğunu gidermeye yetmez. Çünkü kadınlar erkeklerin onları takdir etmeye başlamadan önce onlar tarafından iletişim kurulmasını ve onlar tarafından desteklenilmelerini isterler.

Erkekler takdir edilmeye can atarlar çünkü bu onların erkek yanlarını destekler. Kadınlar iletişim kurmaya can atarlar çünkü bu onların kadınlık yanlarını destekler. Erkeklerin takdir edilmeye, kadınlarınsa iletişim kurmaya can attıklarını anlamak, kadın erkek arasındaki uyumsuzlukların PIN kodunu çözmede ilk temel kuraldır.

Erkekler kadınların duygularını etkili bir biçimde nasıl destekleyeceklerini pek bilmezler. Bir kadın duygularından söz etmeye başlayınca, erkek kadının sorunlarının çözümünde ondan yardım istediğini sanır ve ona içgüdüsel olarak ya yardım teklifinde bulunur ya da öğüt verir. Aksi durumda erkek bu sorunun çözümüne katkıda bulunmadığı için huzursuz olur. Oysa bu durumda olan kadının, sorunun çözümünden çok o sorunun yol açtığı duygular hakkında konuşmaya ihtiyacı vardır. Aslında bir erkek karşısındaki kadını sadece dinleyerek onun canını sıkan problemi ona unutturabilir ve kendisinin ne harika bir erkek olduğu düşüncesini ona sağlatabilir.

Erkeklerin rahatlama mekanizmaları ile kadınlarınki arasında da fark vardır: Erkekler stres anında eyleme geçerek, kadınlar konuşarak rahatlarlar. Erkeklerin stres anında aşağı-yukarı gezinmesinin (volta atmasının) nedeni budur. Ayrıca erkek ve kadınların stresle başa çıkmalarında ki temel mekanizma şudur; Erkekler sorunları çözerek, kadınlarsa ilişkileri paylaşarak stresle başa çıkmaya çalışırlar.

Konuşma becerileri yönünden tamamen farklıdırlar: Stresli dönemlerde kadın, partnerinin kendisi ile konuşmasını bir ödül gibi algılarken, partneri ile konuşmayı zaman kaybı olarak görebiliyor. Diğer taraftan kadınların konuşurken aynı anda başka işleri rahatlıkla yapabilmeleri yalnızca sağ beyin yarım küresinin gelişmesiyle ilgili değil aynı zamanda konuşmayı kontrol eden özgül merkezlerin varlığıyla da ilgilidir. Konuşma sırasında bu merkezler devreye girerken diğer bölgeler farklı işlevlerini aynı anda yürütebilmektedir. Belki bu nedenle kadınlar konuşmanın yanı sıra başka bir işi de birlikte yapabiliyorlar. Oysa erkeklerin konuşma ile ilgili merkezleri daha küçük hem de kadınlarda ki kadar özgül değildir.

Sevilmeme korkuları bile farklıdır: Erkekler hatalarını kabul etmek istemiyorlar çünkü eşlerinin hatalarına rağmen kendilerini sevebileceklerine inanmıyorlar. Oysa erkekler yanlışlarını kabul ettiğinde, kadınlar onları daha çok sevebiliyor. Bazı erkekler eşlerinin ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadıkları için onların kendilerini terk etmelerinden korkuyorlar. “Ne yapsam onu mutlu edemiyorum” şeklinde söylenen sözler bu korkunun ürünü. Ne var ki kadınlar erkekleri çoğu kez vermedikleri şeyler için değil göremedikleri ve gösteremedikleri şeyler için terk ediyorlar.

Sadakatsizliğe tepkileri çok farklıdır: Kadınlar acılarına rağmen ilişkiyi sürdürmeye çalışırken, erkekler sırtlarını dönüp gitme eğiliminde olurlar. Kadınlar sadakatsizlikle karşı karşıya kaldıklarında depresyon yaşarken, erkekler öfke yaşarlar. Sadakatsizlik yapan kadın, Hayatımın en önemli ilişkisini kaybettim” diye düşünürken, sadakatsizliğe uğrayan erkek, “O adamı da senide öldüreceğim” şeklinde tepki verir. “Kadınlar sadakatsizliğe uğradığında kendilerini bir eş olarak yetersiz bulurken, erkekler kendilerini cinsel olarak yetersiz bulurlar.” Başka bir deyişle kadın “Eşimi yeterince mutlu edemedim herhalde” diye düşünürken, erkekler “O adam eşimi cinsel olarak benden daha çok tatmin ediyor olmalı” şeklinde düşünebilmektedir.

Alışveriş bağlamında da farklıdırlar: Kadınlar için alışveriş tıpkı iletişim gibi bazen belirli bir amaca yönelik olmaksızın saatlerce sürebilir. Oysa erkekler için alışverişin hedefi ya da hedefleri vardır. Çünkü erkekler enerjik olabilmek için amaç bulmak zorundadırlar. Bir hedefi olmalı ve bu hedefe belirli bir zaman aralığında ulaşılabilmelidir. “Erkeklerin alışverişleri hedefleri iken, kadınlar alışverişin hedefleri olurlar.” Kadınlarda odaklı bir alışveriş yalnızca acil durumlarda yapılır. Dar zamanlarda bile kadınlar vitrinlere bakarak hafta sonu yapacağı alışverişle ilgili hayaller kurabilir. Ayrıca kadınlar alışverişe birlikte çıkabilirler. Bir yandan alışveriş yaparken bir yandan da çok farklı konularda sohbet edip eğlenebilirler. Dolayısıyla bir şey satın almasalar bile evlerine hoş anılar geçirmiş olarak dönebilirler. Erkek için bu mümkün değildir. Zaman sınırı olmadan alışverişe çıkmak ve eli boş dönmek onu sınıfta bırakır.

Özetle “alışveriş erkek için stres, kadın için stresle mücadele yöntemi gibidir.

Hediye alma ve verme bağlamında bile farklıdırlar: Erkeklere hediye vermek kolaydır. Ne alırsan al memnun olacaklardır. Hangi parfümü kullandığını biliyorsan kadınlara da hediye almak zor değildir. Ancak eğer hediye olarak bir giyim eşyası seçmişsen dikkatli olman gerekir. Yanlış ebat önemli sorunlar oluşturabilir. Hatta ister küçük ister büyük olsun yaşayacağın sorun kaçınılmazdır. Her iki ebatta da “Bana bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun” diyebilir.

Sosyal ve aile içi rolleri tamamen farklıdır: Kadınlar halen, besleyen-bakım veren rolündedirler. Erkek ise temelde güç ve başarı kazanmaya yönelik olarak işlev görürken, güç ve başarıyı elde ettikleri ile orantılı algılamaktadırlar. Belki de bu nedenle kadın, “Bana zaman ayırmıyorsun” diye yakındığında erkek, “Bu kadar çalışmak bana zevk mi veriyor zannediyorsun? Daha iyi yaşayabilmenizi sağlamak için, senin ve çocuklarımızın geleceği için çalışıyorum?” diyerek yanıt vermektedir. Oysa kadının istediği daha çok şeyin sahibi olmak değil, yalnızca daha çok zamanı birlikte geçirmektir.

Terapilere uygunluk yönünden de farklıdırlar: Farklılıkların eş terapileri ve aile danışmanlığı yönünden de önemi büyüktür. Erkek, iletişimin nesnel biçimini kullanıp vurguyu, sorun çözme üzerine yaparken; kadın, iletişimin öznel biçimini kullanıp vurguyu, duygular aracılığı ile sağlanan empati üzerine yapar. Bu nedenle psikoterapötik yaklaşımlar kadınların iletişim biçimleri ile daha uyumlu olmaktadır. Belki de bu nedenle erkekler danışma almaya gitmemeyi tercih ederler. Erkek sorun çözme üzerine vurgu yaptığından sorunu en iyi kendisinin çözeceğini düşünmektedir. Sorunun nasıl çözüleceğini bildiğine göre gittiği terapist ona nasıl yardım edecektir? “Bildiğinden emin olan birine yeni bir şey öğretmek güç olacaktır.

Aslında tüm bu sayılan sebeplerin iletişime veya iletişim eksikliğine dayandığını görüyoruz. Örnek mi?

Eve geldiğinizde burnunuza yanık yemek kokusu geldiğinde ne yapıyorsunuz? İlk tepkiniz bir soruyla olmalı. Ama her sorunuz bir tepki olmak zorunda değil. Bir olayla karşılaştığınızda, iletişimin ilk adımını güzel bir soru sorarak atabilirsiniz. Ama iletişim, sorduğunuz soru, tepki sorusu değilse başlar.

“Yine yaktın yemeği değil mi?”

“Kim bilir hangi diziye daldın?”

“Sen benim bu parayı hangi zorluklarla kazandığımı biliyor musun?”

Aslında bu olaydan dolayı eşinizde üzgündür. Tabi evinizde sizi batırmak için özel bir görevle sizinle evlenmiş bir casus yoksa. Hiç kimse bin bir özenle yaptığı yemeği sonunda yakmaz. Bir kere size kıysa kendi emeğine kıymaz.

Bunu deneyin bir seferliğine.

Bir Pazar günü alışveriş listesi yapın, Pazar’a gidin, yemek malzemesi alın. Bin bir zahmetle eve getirin, yıkayın, kesin, doğrayın. Tencereye sırayla koyun, pişirin. Ama tam yemek pişerken, ocaktan almayın. Yemeğin dibinin tutmasını bekleyin. Nasıl bir duygu?

O kadar zahmetle yaptığı, özene bezene hazırladığı bir yemeği, üstelik üstüne onca laf ve azar işitecekse, kim yakar? Yanmıştır kazayla, unutmuştur, fark etmemiştir.

Ama bilin ki, eşinizin üzüntüsü sizinkinin en az iki katıdır. Çünkü sizden iki kat daha fazla emeği, zahmeti, zamanı vardır o yemeğin içinde.

İşte bu yaklaşım tarzımız ve yanlış iletişim teknikleri kullanmamız bazen bir ailenin parçalanmasına kadar gidebilmektedir. Onun içindir ki erkek ve kadının önce kendi özelliklerini sonra eşinin özelliklerini bilmesi mutlu bir evliliği sürdürebilmeleri için şarttır. En azından öğrenmek için çaba sarf etmek zorundadır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Risale-i Nur Gençliği

İnsanlığa barış ve huzur atmosferini getirecek Kur’ân medeniyetinin inşasında başrol oynayan gençlerdir Risâle-i Nur gençliği. Onlar ihlasla ve samimiyetle çalışırlar. Hedefleri Hakk’a hizmettir.

Onların tek gayesi, Allah rızasıdır. “Amelinizde yalnız rıza-i İlâhî olmalı” birinci prensipleridir. Cenneti bile ibadetlerine gaye yapmayan abd-i azizlerdir onlar.

Ne yaparlarsa Allah içindir, O’nun yolundadır. Vücudunu Mûcid’ine feda ederler. “Allah için olunuz” hakikati hâkimdir hayatlarına.

Tevhidi nakşetmişlerdir ruhlarına. En zalim çıksa karşılarına, haykırırlar hakikati suratına. “Sultan-ı Kâinat birdir” çünkü onların nazarında. Her şeye hükmeden O’dur. Ahkemü’l-Hâkimîn’dir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. O bulunsa her matlup bulunur, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulunur.

Dünyanın gayr-i meşrû lezzetlerine sırtını dönerek, cennet lezzetlerine imanla tâlip olanlardır Risâle-i Nur gençliği. Gayr-i meşrû lezzetlerin birer ‘zehirli bal’ hükmünde olduğunun farkındadırlar. Lüzumsuz, geçici ve günahlı zevklerin akıbetinin ‘elemler ve teessüfler’ olduğunu bilirler. Duâlarıyla birbirlerinin ‘takva kalesi’ne yardım gönderirler. Bilirler çünkü sosyal hayatta her taraftan hücum eden günahlara tek başına mukabele etmenin zorluğunu. “Allah’ım! Bizi göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa nefsimizle yalnız bırakma” Peygamberî duâsı vird-i zebandır onlara.

Dâim ‘ahiret endişesi’ okunur yüzlerinde. Dünya değil ahiret esastır onlarda. “Dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz” parolalarıdır adeta. Dünyayı değil, ahireti tercih ederler. Ruhsatla değil, azimetle amel ederler. Basit bir dünyalık uğruna, ahiretini feda etmezler.

Dünya bir misafirhane-i Rahman’dır onların nazarında. “Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var” mânâları okunur onların lisan-ı hâlinden.

“Gençlik katiyen gidecek” hükmü, gönüllerinin odak noktasına çaktıkları daimî bir ikaz edicidir. “Nasihat istersen ölüm yeter” gönül levhalarıdır. Ölüm düşüncesi bir an olsun çıkmaz akıllarından. “Gelmesi muhakkak olan her şey yakındır” çünkü. Ecel gizlidir, ölüm her vakit gelebilir, genç-ihtiyar fark etmez, bilirler. “Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatına mağlûp olmayıp gaflette boğulmayandır” hadisine mazhar olmaya çalışırlar.

Yarına çıkmaya ellerinde senet yoktur, şuurundadırlar. Geçmiş ise, zaten geçmiştir. Ömrünü bulundukları gün bilip, en iyi şekilde değerlendirmenin gayretindedirler. Böyle düşününce ‘sabır’ları da zorlanmaz. Sabrını ‘şimdinin ibadetlerine, musîbetlerine’ ve de ‘şimdinin günahlarına’ yoğunlaştırırlar. Böylelikle günahlar belini bükemez onların, ‘Zaman âhirzaman, günahlar sel gibi geliyor, hangi birinden kaçalım?’ şeytanî desisesine kanmazlar.

Risâle-i Nur gençliği, ‘fenler’ diliyle de Rabbini bilen gençlerdir. Her fen mütemadiyen Allah’tan bahseder onların nazarında. Marifetullah’a, Allah’ı tanımaya, bilmeye basamaktır her şey. Bilim ile dinin çatışması mümkün değildir. Zirâ her bilim, kendi sahasında Allah’ı anlatır durur. İslâmiyet ilimlerin efendisi, reisi ve pederidir. “Köle efendisine, hizmetkâr reisine ve çocuk pederine nasıl düşman ve muârız olabilir?”

Hodgâm değil, diğergamdır Risâle-i Nur gençliği. Nefsini değil, başkasını düşünür. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” hadisi rehberdir onlara. Gaye-i hayalleri vardır. Zihinleri ‘ene’lerinin etrafında dönmekten uzaktır. Kendileriyle birlikte başkalarının da imanlarının kurtulmasına vesile olmaktır hedefleri.

‘İmanı kazanmak veya kaybetmek’ dâvâsını, ‘en büyük dâvâ’ bilirler. ‘Ebedi bir saadeti’ kazanmak veya kaybetmektir çünkü söz konusu olan. Onun için ‘dünyevî merakâver meselelere bakıp da, vazife-i bâkiyelerinde fütur getirmezler.’ Onların en küçük meseleleri—ebedî hayata baktığı için,—ehl-i dünyanın en büyük meselesinden—fani hayata baktığı için—daha büyük ve önemlidir, bilirler.

Kendilerini, ‘sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede (Rabbânî gemide) çalışan hademeler’ bilirler. Hizmetkârlığı, en büyük makam ve şeref addederler. Başka da makam aramazlar.

Kardeşlerinde fani olanlardır onlar. Kardeşlerinin meziyetleriyle, kendileri yapmışçasına, iftihar ederler. Kardeşlerini, şerefte, makamda, hatta maddî menfaatlerde bile nefsine tercih ederler. Hizmette ileri, ücrette geridirler.

Husûmete vakti olmayan muhabbet fedaileridirler. Kalplerinde muhabbet hâkimdir. Kardeşlerinde gördükleri bir fenalık için yalnızca acır ve lütufla ıslâhına çalışırlar.

İhlâsı en büyük kuvvet bilirler. Tesanüd bozmamak için titrerler. Kendilerini el, ayak, göz, kulak misâli bir vücudun azaları gibi bilir, birbirinin vazifelerini tekmil ederler. Bir yükün altına girdi mi çok eller, memnun olur, sevinirler.

Hâsılı, tam bir şahs-ı manevidirler.

Onlar, kelimenin tam anlamıyla ‘Risâle-i Nur gençleri’dirler.

Osman Yüksel Serdengeçti onları şöyle seyreyler:

“Onları seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdâlısı olmak… Evet, ne büyük saadet! (…)

“Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırdısı, nutku, alâyişi, nümâyişi yoktur. Bu bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, îmanlı, inançlı kalabalığıdır.”

İsmail TEZER

nurdergi.com

Ahiret İnancının Çocuk ve Gençlerin Hayatındaki Yeri ve Önemi

Ahirete, yani öldükten sonra dirilmeye inanmanın, çocuğun hayatında olumlu tesirleri vardır. Risale-i Nurlar’da çocuklarda ahiret imanının, hem ahiretin saadetine, hem dünya saadetine dair temin ettiği faydalar ve neticelerinden bahsedilmiştir. Şimdi konumuzla alakalı olarak dünya saadetine ait kısmından bahsedelim.

Nev’i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret îmanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünki, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir te’sir yapar ki; hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azab ve işkence edeceği zamanda, âhiret îmanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde bir sevinç ve genişlik hissederek der: ‘Bu kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennet’in bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti; yine beni Cennet’te kucağını alıp, sevecek. Ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim.’ diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir” .

Yukarıda ifade edildiği gibi insan, birçok hissiyat ve duygularla donatılmış bir varlıktır. Çevresinde olan her hadise ona tesir eder. Bu, çocuklarda daha da ileridir. Çünkü onların ruhları daha dayanıksız, kalpleri daha zayıf, duyguları daha naziktir. Hemen hergün eksik olmayan ölümleri gördükçe ister istemez düşünecek, ruhu ve hayatı azap içinde kalacaktır. Unutmak için kendisini çeşitli oyunlar ve eğlencelerle avutmaya çalışacak, fakat endişelerden de bir türlü kurtulamayacaktır. Ne zaman ki, ahirete iman dersini alır. Ölümün yokluk ve ebedi ayrılık olmadığını bilir. Cennetin varlığından ve orada ölen sevdikleri ile buluşup ebedi beraber kalacaklarından haberdar olursa, sevinecek ve rahatlık hissedecektir. İmanın verdiği bu ümitle hayatı ve aklı azaptan kurtulacaktır. Hayatından zevk ve lezzet alarak yaşayacaktır. Üstelik ölümü ortadan kaldırıp, kabri kapatmak ve ayrılıkları durdurmak mümkün olmadığına göre, Allah’a ve ahirete imanın dışında hakiki bir teselli kaynağı da yoktur.

Öyle ise, çocuklara yapılacak iyiliklerden birisi, onların bu konudaki inanma ihtiyaçlarını gidermektir. Bu da ancak onlara kuvvetli iman dersleri vermekle mümkündür. Çünkü araştırmalar göstermiştir ki, çocuklar iki yaşından itibaren inanmaya çok muhtaçtırlar. Bundan dolayı, dinle ilgili öğretilenlerin ve duyduklarının ve gördüklerini çabuk etkisinde kalır ve onlara itiraz etmeden inanırlar. Bu çocuğun “Kolay İnanırlılık” özelliğine sahip olduğunu gösterir. Böylece o inandıklarıyla kendi kişisel dünyasını kurmaya ve onu geliştirmeye çalışır. Onun için bu dönemde yetişkinler çocuğa imanla ilgili doğru bilgi vermeğe özen göstermelidirler. Çünkü inancın onun hayatında hem önemli bir değeri vardır, hem de inanç onu etkilemektedir.

Dr. İdris Görmez / NurNet.Org

Bir İşi Az da Olsa Devamlı Yapmak

                                                                      

Hayatımızda başarılı olabilmemizin en önemli  şartı bir işe başlarken  düzenli   ve devamlı yapmaktır. Düzenli kavramı göreceli bir kavramdır. Kimisine göre planlı olarak sürekli yapılan iştir. Kimisine göre de  azda olsa bir işi sürekli yapmaktır.

Bir çok  insan  çok hızlı ve şevkli bir şekilde işe başlar ve birden  bitirmek için hırs gösterir.Fakat çoğu zaman  işin sonunu  getirmeden  pes ederler.Hatta pes etmekle kalmaz bazen yaptıkları işe karşı bir soğuma ve işten bıkma hali ortaya çıkar.

Zamanla yaptığı işte başarısız olur.İşindeki başarızlık hayatta başarızlıkla sonuçlanır.Bu durum bir alışkanlık halini alır.Yaptığı işlerde başarısız oldukça daha da kendini bırakır.Zamanla bu insan hayatında daha büyük sorunlarla da karşılaşır.

Hz.Ayşe (r.a) rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Amellerin, Allah Teâlâ’ya en sevimli olanı, az da olsa onların en devamlı olanıdır”

Hz Peygamberin(s.a.v) düzenli ve devamlı yapılan işlerle ilgili bu Hadisi Şerifini hayatıma uygulamaya çalışmışımdır.

Evet ibadetlerde olduğu gibi hayatta da en sevimli ve makbul iş azda olsa devamlı olanıdır.

Mesela bir insan günde 10 sayfa kitap okumayı kendine alışkanlık haline getirirse bu insan yılda 3650 sayfa kitap okumuş olur.Yani bu kadar sayfa okumak yılda ortalama 35 kitap okumak demektir.Bir yılda bu kadar kitap okumak insanın bilgi alemine ne kadar çok şey katar düşünelim.

Olumlu bir şekilde zamanı kulanırsak bir insan günde 1 hadis ezberlese yılda 365 hadis ezberler.Günde bir ayet ezberlese yılda 365 ayet ezberlemiş olur.Böylece dini manada kendini geliştirmiş olur

Yine bir  insanın yabancı dil öğrenmek için düzenli olarak her gün 30 kelime ezberlediğini düşünelim bu kişi aylık 900 kelime yıllık 10800 kelime ezberler demektir.Bu kadar yabancı kelime ezberleyen bir insanın öğrenmek istediği yabancı dili genel anlamda kavraması demektir.

Bir de  olumsuz anlamda düşünelim sigara gibi zararlı alışkanlığı olan bir insanın sigaraya harcadığı günlük,aylık ve senelik parayı toplayalım. Bir de onun üstüne sigaranın sağlığına verdiği zararı ve sigara içerken harcadığı zamanı  ekleyelim.

Bu insanın bir yılda harcadığı parayı,vücuduna verdiği zararı ve sigara içerken harcadığı zamanı düşünürsek ne kadar zararda olduğunu düşünelim. Az da olsa devamlı yaptığı alışkanlığın boyutunu görüp ona göre hayatımızı planlayalım.

Televizyon seyretmek gibi başka bir alışkanlığı ele alalım.Bir insanın günde 4 saat televizyon seyrettiğini düşünelim.Bu insanın aylık ve yıllık olarak boşuna harcadığı zamanı hesaplayalım ve bu insanın ne kadar zararda olduğunu kavrayalım.

Evet bazen az ve bize basit gelebilecek sıradan bir alışkanlığı genel bir manada topladığımızda olumlu ve olumsuz ne kadar ciddi sonuçlar ortaya çıkardığını görüyoruz.Olumlu alışkanlıkların az da olsa devam etmesi için çaba gösterelim. Olumsuz alışkanlıkları da az da olsa hayatımızdan çıkarmak için gayret gösterelim.Böylece hayatımızda olumlu ve üretgen bir süreç başlar.

Hamit DERMAN

www.NurNet.org

Bir Mizah Şaheseri: Tabiat Risalesi

Tabiat Risalesi, Bediüzzaman’ın mizah harikası olan bir eseridir.
Eserin maksadı insanların ağzından çıkan ama mahiyeti gerçek olarak bilinmeyen bazı kelimelerin tahlilidir. Bu cümleler varlığın yaratılışı konusundadır.
Sebeplerin bir şeyi icad etmesi,
kendi kendine olması,
tabiatın gereği olarak meydana gelmesidir.
Bediüzzaman üslubunun en harika örneklerinden bir kısmını de
bu eserinde gösterir. Burada hem anlatım, hem de anlatımda kullanılan, alay, ironi ve fars türü mizah cümleleridir.
Sebeplerin bir araya gelmesi ile bir şeyin vücuda gelmesi bahsinde verdiği ilk örnekte, bozuk bir itikadın tezahürü olarak kullanılan  bu kelimenin yanlışlığını ve yersizliğini anlatmak için bir eczane tasviri yapar. Bir tiyatro sahnesi gibidir, şahısları vardır. Şahıs zamiri tekil değil çoğuldur. Geldim demiyor, geldik diyor.  Yazar eczaneyi bir grup insanla gelmiştir: “Geldik o eczahanede, o zihayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan her birisini tedkik ettik.” (Asa-yı Musa, 158)

TİYATRO SİNEMA ROMAN

Bu eser bir tiyatro şeklinde canlandırılabilir, bir sinemaya uyarlanabilir, bir çizgi roman şekline dönüştürülebilir, bu şekilde çocukların ve büyüklerin itikadını kurtarır. Bir ressam bir çizgi roman halinde bu eseri çizebilir. Nesil veya Timaş böyle çok şeyler yapmış, bunu da yapabilir. Görelim ey ehli himmet. Çünkü eser çok görsel ve dramatizasyon ilkelerine göre kaleme alınmış.
Bir eczahane ve bir şahıs o odaya geliyor, yüzer kavanoz şişeler görüyor, onlardan tesirli bir ilaç yapılması istenmiştir.
İfadenin ikinci karesinde ilacın çoklukla örnekleri görülür, bir grup insan tarafından. Bediüzzaman ilaçların üzerindeki terkiplerini okur: “O kavanoz şişelerden her birisinden bir özel mizan ile bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem  ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hakeza, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış.” (Asa-yı Musa, 158)

Bir farmakolog (ilaç bilimci) gibi ilaç yapımını anlatır. Bu ifadeler anlatım  realitelerine, üretim gerçeklerine uygun  anlatılmışlardır.

ELEŞTİRME UZMANI

Bundan sonra ifadenin mizahi ve fars türü yorumlarına sıra gelir.

Bediüzzaman kötüyü, yanlış olanı hakaretle değil uzmanca anlatır. Kötüyü lanetleyen geleneksel yorum yerine kötüyü iyi anlatır. Bir çöplük hadd-i zatında kötü ve pistir ama onu bir resimle canlandırmak bir güzel sanat eseridir.

Bediüzzaman ikincisini yapar.

Büyük bir eleştirel uzmanlık gerektirir bu cümleleri kurmak ve bir şeyin butlanını hakaretle değil tahlil ederek ortaya koyar. Bunu okuyan talebeleri ne kadar nazikane anlatmaları gerekir değil mi?

“Acaba hiçbir cihette  imkân ve ihtimal var mı ki o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf  veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan miktar kadar  yalnız o miktar aksın.”(Asa-yı Musa 158)

Bundan sonraki ifadede ne kadar karakterize bir anlatım var:

“Beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler. Acaba bundan daha hurafe, muhal, batıl bir şey var mı ?”
Yere dökülen miktarlar kalkıp birlikte gidiyorlar, şahıslar gibi, bir araya gelip toplanıp ilacı meydana getiriyorlar.Kırkından sonra öğrenilen bir dilde bu kadar büyük başarı Ahmet Feyzi Ağabeyin dediği gibi!

Bu bir karikatür, yere dökülen sıvılar veya tozlar konuşup anlaşıp  birlikte gidiyorlar, ilacın oluşturulduğu kaba toplanıp ilacı yapıyorlar, sanki anonim veya kooperatif şirket. Küfür ile böyle artistik dalga geçmek ne kadar harika bir olaydır. Bu mizaha şapka çıkarmak… Nerdesin Levent Kırca?

TEVHİT DERSİ BAŞLAR

Metin dramatik bir tablo ile ironik bir anlatımla devam ederken birden fars türü bir eleştiri ortaya çıkar. Anlatım karelerinin yeni sahnesi, yerdeki ilaçların eczaların dökülüp bir araya gelmesinden oluşmasını, son kareye gelen bir eşeğe anlatılır. Bu eşek özel bir eşektir. Eşek anlayışsızlığın ifadesidir. Bu eşek ise kat kat eşek olduktan, anlayışsızlığı kat kat arttıktan sonra, bu halinden birden insana dönse, bu fikir ona anlatılsa, o dinledikten sonra, en son karede “bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır. Eşek bu insana dönmüş hali ile eczahaneye girse ve ona bu muhal anlatılsa, o yanlışın azametinden yürümez kaçar. Fars türü bir eleştiri, büyük yazar her türlü mizahi kalıbı kullanır, alay eder imansızlığın bu büyük yalanı ile.

Mizahi anlatım bittikten sonra tevhid dersi başlar. Örnek büyütülür, her canlıyı bir terkip olarak ifade eder.
Küçük ölçekte laboratuar örneği kâinata, ilaçlar da canlılara benzetilir. Canlılar; ”müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile alınan maddelerden terkip edilmiştir.”(Asa-yı Musa, 158)

ÂLEM BÜYÜK BİR ECZANEDİR

Bunların icadı sebeplere verilirse; “aynen eczanedeki macunun şişelerin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve batıldır.”( Asa-yı Musa, 159)

Bir küçük eczanenin yerine âlem büyük bir eczanedir: “Şu âlemin büyük eczanesinde, Hakim-i Ezelinin  kaza ve kader mizanı, terazisi ile alınan hayati maddeler, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz  bir ilim  ve her şeye şamil bir irade ile vücut bulabilir.”(Asa-yı Musa, 158)
Bediüzzaman elementleri yani eşyanın onların belli oranda bir araya getirilmesi ile oluşmasında bu elementleri  şuursuz, hudutsuz, sel gibi akan olarak anlatır.

Çünkü bir element mesela demir elementi, hangi maddenin kendine ne kadar ihtiyacı olduğunu bilemez, her element için bu geçerlidir. Tabayi dediği eşyanın tabiatı da kendiliğinden oluşmamış her şey bir tabiat ile yaratılmıştır, o tabiatının yani fizyolojisinin yapısına göre elementler ve diğer şeylerle ilişkide bulunabilir.

Âlemi meydana getiren sebeplerin var edilmesi ve birbiri ile irtibatı da aynen şuursuz ve akılsızca, ölçüsüzcedir.

Yağmurun yağması, toprağı yoğurması, tohumun açılıp büyümesi, bir şekil kazanması, tad ve koku ile yapılması, aralarındaki ilişkiler kendiliğinden olacak şeyler değil.

Bir dokuma tezgâhı değil tabiattaki rükünlerin ilişkileri.

İlacı kavanozların dökülmesinden oluşmuş diyen adam gibidir âlemdeki her şeyin icadını sebepler sayesinde olduğunu diyen: “O acip tiryak  kendi  kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur, diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır.” (Asa-yı Musa, 159)

Tabiat risalesinin dokuz örneği için

Bediüzzaman; “pek çok muhalatı var” der. Yani dokuz örnek sayısız örnekleri doğurabilir. Bu eser eğer film kareleri ve çizgilerle ifade edilse, güzel bir görsel eser olarak birçok insanın yanlış anlayışını düzeltebilir. Görsel bir tevhid risalesi olabilir. Çünkü çok dramatik ve mizahi bir zekâ ile meydana getirilmiş, muhalleri edebi ve mizahi bir dil ile izah etmiş, küfrün olumsuzluğunu sanatlı bir şekilde ortaya koymuştur. Eserde teknik bir tahlil yapılsa yazarın mizahi, ironik zekâsının harikalığı görülür.

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version