Aile içinde “Akla Kapı Aç, İradeyi Elden Alma”

Kocasının bazı olumsuz tavırlarından rahatsızlık duyan hanımefendi diyor ki:

Baştan böyle rahatsız edici alışkanlıkları yoktu, son devrelerde olmaması gereken alışkanlıklar ediniyor, tasvip etmeyeceğimiz yanlışları söz konusu oluyor. Bu yanlışlarına tepki gösteriyorum, ‘Bunlar sana yakışmıyor’ diyorum, tepkime tepki ile karşılık veriyor, daha da uzaklaşıyor; susuyorum vicdanım rahat etmiyor, yanlışlarını sürdürüyor. Doğrusu, nasıl bir tutum içinde olacağımı bilemez oldum. Beyin bu rahatsız edici hallerine karşı nasıl bir tavır takınayım? Susayım mı, konuşayım mı? Tavrım nasıl olmalı diyorum?

Hanımefendinin şikâyetçi olduğu bu tür haller, aile bireyleri arasında zaman zaman yaşanan gerilimlerden biridir. Konunun cevabı da elbette tek değildir. Ancak en başta gelen cevabımı arz etmek istiyorum. Böyle hallerde yanlış yapana karşı takınılacak ilk tavır, “yara yapmadan tedavi etmek, tahribe sebep olmadan tamirde bulunmak” diyebileceğimiz düşündürmeye yönelik yumuşak üsluplu tavır olmalıdır, diye düşünüyorum.

Aile bireyleri arasında bazen hanım, bazen de beyde başlayan böyle rahatsız edici hallere karşı tümüyle susmak fayda getirmeyeceği gibi, tümüyle sert sözlerle tepki göstermek de fayda getirmiyor.

Bu durumda öyle bir tavır takınılmalıdır ki, ne fayda getirmeyen susmak olsun ne de zarar getiren tahrip söz konusu olsun.

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle:

‘Akla kapı aç, iradeyi elden alma!’ üslubu tercih edilsin. Yani, rahatsızlık duyduğunuz yanlışları yumuşak bir dille muhatabın aklına, mantığına, vicdanına duyurmakla yetinin, ama kabul ettirmek için ısrara gitmeyin, tepkiye sebep olacak tahribe yönelmeyin. ‘Senin bu halin bende üzülme, kırılmalar meydana getiriyor, durumunu bir gözden geçir’ gibi sözlerle vicdan muhasebesiyle baş başa kalmasını sağlayın. Bundan sonrasında da içinizden dua ederek deyin ki:

-Rabb’im, bu benim eşim ise Senin de kulundur. Ben bana düşeni sakin bir sesle vicdanına aksettirip düşünmesini sağlamaya çalıştım. Bundan sonrası Sana aittir. Kapıldığı bu yanlışlarından kurtulma duygusu nasip eyle!..

İşte bu tavra biz “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” tavrı diyoruz. Buna “Yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olamadan tamirde bulunma tavrı” da diyebilirsiniz.

Bu müspet tavrı siz daha da ileriye götürerek diyebilirsiniz ki: Ayağı kayıp da yanlışa düşen kimseye herkes bir tekme atıyor, bir tekme de ben atmayayım, ben bir vefa ve şefkat örneği göstererek kucaklayıp düştüğü yerden kaldırma kahramanlığını tercih edeyim.

Böylece aile içinde farklı bir vefa ve sabır örneği vermiş, düşene tekme atma değil, kucaklayıp kaldırma kahramanlığı göstermiş olursunuz. Bu da sizin aileyi ayakta tutan sabır ve sadakat kahramanlığınızdan kaynaklanan bir olgunluğunuz olur.

Kolay tavır mı bunlar? Elbette değil. Ancak unutulmamalı ki, Cennet hanımlarının ablası makamına yükselten olgunluk ve fazilet de böylesi kahramanlıklarla kazanılır.

Aile içinde yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olmadan tamirde bulunma kahramanlığı diyebileceğimiz bu koruyucu ve kurtarıcı tavırlar, basit bir fedakârlık olsaydı, karşılığında Cennet hanımlarının ablalığı makamı vaat edilmezdi.

Müslüman’ın aile içinde göstereceği bu tür yapıcı tavrın değeri çok yüksektir. Neden çok yüksektir? Çünkü o yuvada imanlı hayat yaşanacak, inanmış bir de nesil yetişecektir. Bunun için örnek tavır göze alınabilir, bunun için tahribe sebep olmayan tamir üslubuna önem verilir, bunun için “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” yumuşaklığına bağlı kalınır. Sonunda yaşanacak imanlı bir hayatın korunması söz konusudur çünkü

Ahmet Şahin

Bir Büyük Adam Tanıyorum: O da Müfessir-i Kur’an Bediüzzaman

Bir büyük adam tanıyorum: Gerçekten büyük insan… Büyüklük mikyası bütün büyük ve ideal vasıfları ve bütün ulvî hasletleri şahsında cem’ etmiş.

Bir büyük adam tanıyorum: Kahramanlık onda bayraklaşmış…

Bir büyük adam tanıyorum: Asalet ve necabet onda sembolleşmiş…

Bir büyük adam tanıyorum: Şehamet ve besalet onda tecessüm ve temessül etmiş…

Bir büyük adam tanıyorum: İhlâs ve fazilet onda âbideleşmiş ve ebedîleşmiş…

Bir büyük adam tanıyorum: O da Bediüzzaman! Asr-ı Saadeti öz nefsinde yaşayan ve yaşatan kahraman!

Bir büyük adam tanıyorum: Kur’an’ın dellâlı ve insanlığın sertâcı, millet-i İslâmın şeref tacı, ulvî âlemlerin mübelliğ-i bülbülü…

Bir büyük adam tanıyorum: Mahzun ve me’yus başların ümidi, kırık ve yanık gönüllerin feryadı, zaiflerin kuvveti, âcizlerin kudret menbaı, düşkünlerin, şaşkınların hayat nuru… Ve en emin hayat rehberi…

Bir büyük adam tanıyorum: Mutlak kuvvete mutlak teslimiyetin ekmel ifadesi…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın sevdalısı, Hakkın dertlisi, Hakkın çilelisi…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın meclubu, Hakkın meftunu, Hakka aşık, Hakka sâdık, Hakkı nâtık…

Bir büyük adam tanıyorum: Tarifsiz ve emsalsiz bir ubudiyetin âmili ve tasvircisi…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın sesi ve “mukaddes bir kudretin sayha-yı mevcudiyeti”…

Bir büyük adam tanıyorum: Sevdalı gönüllerin sevgilisi, fikirlerin fatihi, vicdanların hamisi, nefislerin musaffisi ve ruhların İlahî mürebbisi…

Bir büyük adam tanıyorum: En büyük sosyolog, en büyük psikolog, en büyük pedagog, gerçek filozof-u İslâm ve en büyük müceddit…

Bir büyük adam tanıyorum: Ebedî kurtuluşun fecr-i sadığı…

Bir büyük adam tanıyorum: İnsanlığın Risale-i Nur eserleriyle ukde-i hayatı ve nokta-i necatı…

Bir büyük adam tanıyorum: İmanlı gönüllerde par par yanan kudsî ateş, İlâhî irfan meşalesi…

Bir büyük adam tanıyorum: Mukaddes davaların hâdimi, asil sevdaların sahibi…

Bir büyük adam tanıyorum: İslâmın ve insanlığın büyük mukaddes ıstırabını bütün zerrat-ı vücuduyla duyan ve yaşayan ve Nur Risaleleriyle dindiren büyük velî, kâmil insan…

Bir büyük adam tanıyorum: Ömrünün her lahzası İlahî ve umumî hizmet-i Kur’an ve iman davasının ulvî aşk ve ızdırabıyla, himmet ve hizmetiyle dolu. Şahsı için tek dakikası dahi yok.

Bir büyük adam tanıyorum: Esrarengiz bir varlık. İşkencelerle ve çilelerle geçen Risale-i Nur’la giriştiği cihad-ı ekber-i İslâmiyesinde, balın tadı ve zehirin acısını şahsında duyan ve birleştiren… Kâh gül yaprakları gibi yumuşak… Kâh şimşekler gibi şiddetli… Kâh volkanlar gibi kaynayıp coşan… Kâh tatlı bahar rüzgarları gibi ılgıt ılgıt, nazlı niyazlı eserek gönülleri okşayıp, ruhları teshir eden… Kâh gökler gibi ağlayan… Kâh seller gibi çağlayan… Ummanlar gibi engin, sonsuzlar gibi esrarlı bambaşka bir âlem…

Bir büyük adam tanıyorum: Hakkın keskin kılıncı.

Bir büyük adam tanıyorum: Yenilmez kudret-i iman timsali…

Bir büyük adam tanıyorum: Kâmil, mükemmil…

Bir büyük adam tanıyorum: Nâfi, müntefi…

Bir büyük adam tanıyorum: Gıdası ve gınası marifetullah ve iman-ı billah… Muhabbetullah ve muhabbet-i Resulullah (a.s.m.)…

Bir büyük adam tanıyorum: Zulmün amansız düşmanı, Hakkın, adaletin yılmaz ve yenilmez ebedî müdafii…

Bir büyük adam tanıyorum: Gayesi, ilan-ı tevhid, i’la-yı kelimetullah, küfrü takbih, hakkı ilan ve i’la…

Bir büyük adam tanıyorum: İmanı Himalayalar’dan daha muhkem, okyanuslardan daha derin ve engin…

Bir büyük adam tanıyorum: Yegane kudret kaynağı; kudsî imanı, İlâhî ideali…

Bir büyük adam tanıyorum: En büyük serveti; küllî iradeye, sonsuz kudrete hudutsuz teslimiyeti…

Bir büyük adam tanıyorum: İslâm ruhunun, iman şuurunun mücessem timsali…

Bir büyük adam tanıyorum: Mana ve marifet ikliminin sultanlığına yükselmiş, Kur’an’ın dersi ve feyziyle, Resulullah’ın talimiyle…

Bir büyük adam tanıyorum: Nur Risaleleriyle dava ve ideal adamı, mücahede ve mücadele adamı… Azm ve irade adamı… Hamiyet ve gayret adamı… Dert ve ıstırap adamı… Cefa adamı, çile adamı… Dert ve ızdıraplara deva ve derman adamı… Cefa ve çileleri yok etme adamı… Ümitsizlere ümit kaynağı…

Bir büyük adam tanıyorum: Zulmetleri yıkan, küfrü kahreden, İlâhî hakaikı neşreden, İlahî yumruk ve ruhları ihya eden kudsî nefes…

Bir büyük adam tanıyorum: Onda Hazret-i Ebubekir’in (r.a.) sıdkı, Hazret-i Ömer’in (r.a.) şehameti, Hazret-i Ali’nin (r.a.) cesareti, Hazret-i Osman’ın (r.a.) şefkati ve ihlâsı ile Hazret-i Ebuzer el-Gıfari’nin (r.a.) kanaatkârlığı var.

Bir büyük adam tanıyorum: Onda Hira’nın ruhu, Bedir’in, Uhud’un aşkı, kıtalar, iklimler fetheden muhteşem, kahraman orduların asil heyecanı var.

Bir büyük adam tanıyorum: İman kalesinin çelik burcu…

Bir büyük adam tanıyorum: Âbid, zâhid, muvahhid ve mücahid bir müslüman…

Bir büyük adam tanıyorum: Eşsiz bir ibadet aşığı, tam bir abdiyet ifadesi, “ubudiyet-i külliye” manasının en mükemmel numunesi, abd-i küllî…

Bir büyük adam tanıyorum: Sırr-ı hilkat-i kainatın keşşafı olan Nur Risalelerinin müellifi…

Bir büyük adam tanıyorum: Yepyeni bir dünyanın mimar ve müessisi, cemiyeti ve tekmil insanlığı iman potasında aşk ve ihlâs mayasıyla yoğuracak emsalsiz mücahit.

Bir büyük adam tanıyorum: İdeal rehber ve mahzen-i esrar… Eşsiz mürşit…

Bir büyük adam tanıyorum: Tefsir-i Kur’an olan şu Risaleleriyle kudsî âlemlerin nurlu ufuklarından, muzdarip ve şaşkın beşeriyete kucak kucak nur saçan, irfan saçan, insanlığa insanlık öğreten, ona İlâhî âlemlerin vecd, aşk, ilham ve heyecanını sunan, ebedî kurtuluşu ve sonsuz saadeti müjdeleyen büyük idealist.

Bir büyük adam tanıyorum: Garip… İlahî garipliğin asil mümessili… İsmi garip, cismi garip, özü garip, sözü garip… Bediüzzaman… Zamanın garibi… Zamanın âlimi… Zamanın bediası… Zamanın harikası…

Bir büyük adam tanıyorum: Varlığımın mihrakı. İlhamıyla dirildiğim, varlığıyla hayat bulduğum, sözleriyle özlendiğim, Nur’larıyla nurlandığım, ismini başıma tac, eserlerini minhac ve canıma can edindiğim bir insan… Büyük ve eşsiz Üstad Bediüzzaman! Ukde-i hayatım, nokta-i necâtım, gönlümün bağı, yüreğimin yağı, halaskârım, nihenbanım, sultanım… Aziz, necip, sevgili Üstadım!

Üstadımın himmetine, Nurcuların duasına muhtaç, pürkusur

Nazım Gökçek (r. aleyh)

Dava Adamı Olmak

Bir çok insan çalıştığının hakkını alamamaktan şikayet eder. Bazen biz de şikayet ederiz. Ben çalışıyorum, yoruluyorum fakat çalışmamın karşılığını alamıyorum diye şikayet ederiz. Bu düşünce genelde maddiyatla çok fazla haşir neşir olan insanın fıtratında vardır.

Fakat; bazı insanlar da vardır ki; yaptıklarını dünyevi maksatlar için yapmazlar. Onlar mana aleminde beklentilerin en yüce beklentisi için çalışırlar. Hiç bir zaman yılmazlar, hiçbir zaman korkmazlar, hiçbir zaman verilen görevden kaçmazlar.

Hiç bir zaman şikayet etmezler. Her yaptıkları işte Allah rızasını gözetirler. Dünyevi beklentileri olmaz. Uhrevi beklentileri ön plandadır. Onlar kudsi bir davaya inanmışlardır. ’’Onlar dava  erleridirler.’’

Dava adamı olmak kolay değildir.

Dava adamı olmak yerine gelince işkenceyi, hakareti, açlığı, susuzluğu, uykusuzluğu yerine gelince hicreti yerine gelince uzleti ve her şeyi göze alabilmektir.

Dava adamı olmak ölüm meleği geldiği zaman bile ‘’ah davam ‘’ diyebilmektir.

Dava adamı olmak bütün zorluklar karşısında bile “Eğer, inanıyorsanız üstünsünüz… „ ( Al-i İmran 139 ) ayetini hatırlayarak yılmamaktır.

Dava adamı olmak Hz Ebubekir gibi “Ya Rabbi! Benim vücûdumu cehennemde o kadar büyüt ki, başka kullarına orada yer kalmasın! Diyebilmektir.

Dava adamı demek Üstad Bediüzzaman gibi ’ Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım: Çünki; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur’’ diyebilmektir.

Dava adamı olmak kuldan değil Allah’tan korkmaktır. Ve bu korku ile hayatına yön vermektir.

Dava adamı olmak tohum olmaktır. Kendisi çürürken yerine meyveleri yetiştirmektir.

Dava adamı olmak hayatta kendisine zulm edenlere bile beddua etmemektir. Onların ıslahı için Allah’a dua etmektir.

Dava adamı olmak firavunlar kucağında büyüyen çocuk musa’ları safına almaktır.

Dava adamı olmak on sene sonrayı değil yüz seneyi görüp ona göre yaşamaktır.

Dava adamı olmak makamlar ve servetler karşısında  nefsini unutmaktır.

Evet, dava adamı olmak  Üstadın deyişiyle: Benim dilim ölümle susturulsa, pek çok kuvvetli diller benim dilime bedel konuşacaklar, o hizmeti idame ederler. Hattâ diyebilirim: Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur düşüncesi ile hem hal olmaktır.

Ne mutlu davasını hakkıyla yaşayan ve yaşatanlara. Selam ve dua ile…

Hamit Derman

www.NurNet.org

Eli Boş Gitmedi, Gidilen Yere… Prof. Dr. İbrahim M. Abu-Rabi Vefat Etti

İBRAHİM M. ABU-RABİ‘nin ardından… İnsan hayatında bir hatırasının olduğu, sevdiği birisinden şu veya bu şekilde ayrılınca “keşke tanımamış olsaydım” dediği olur. İşte bu aciz için de İbrahim Abu-Rabi` öyle bir insandı. Her hafta olmasa da 15 günde bir telefonla konuşurduk desem mübalağa olmaz. Her defasında da Üstad Bediüzzaman’la ilgili yeni bir çalışmadan, yeni bir projeden söz ederdi.

İstanbul’a gelmek onun için bir tutku idi. Herhalde isteyip de yapamadığı işlerin başında Türkçe öğrenmek gelir. Hatta bu son ebedi yolculuğa çıkmadan  iki gün önce (15 Haziran Çarşamba günü) aramıştım. Bir arkadaşımız yine onun desteği ile  Alberta Üniversitesine gidecekti. O da ‘’ah’’ dedi, ‘’ben de Cuma günü Almanya’ya bir konferansa gideceğim oradan da 10 günlüğüne Amman’a sıla-i rahim için geçeceğim’’ dedi. “Acaba İstanbul ‘a gelemez misin?” deyince; maalesef çok istiyorum fakat zamanım az, ancak yaz sonu gibi gelip biraz kalmayı düşünüyorum demişti.

İşte onun ebedi yolcuğu böyle başladı ve tekrar Kanada’ya ailesine döneceği günü sabaha karşı saat dörtte bütün uyandırma telefonlarına cevap verememişti ve otel görevlileri polis marifetiyle odasını açtıklarında o çoktan ebedi aleme göçmüştü. Otopsi raporu ‘kalp krizini ‘ işaret ediyordu. Evet, şekeri ve tansiyonu olduğunu biliyorum. Allah rahmet eylesin, cennetiyle seni mükâfatlandırsın YA AKH İBRAHİM (brother yerine hep Akh demeyi tercih ederdi ). Sen eli boş gitmedin.

Gidilen yere asrın davasını, iman ve Kur`an hizmetini başta Amerika olmak üzere Avustralya, Endonezya, Filipinler ve Kanada gibi birçok yere taşıdın.  Bizler bunun şahitleriyiz. Elinde dünyanın en itibarlı yayın evlerinde yayınlanmış birçok kitabınla huzura gittin. Bizler buna da şahidiz. Vefatınla dünya çalkalandı. Bir çok müşterek dost için de onun müstesna bir yeri var, çünkü Onlari Said Nursi’nin fikir ve düşünceleriyle, Nur cemaatiyle o tanıştırmıştı. Onun dostlarını da teselli eden buydu. Müsterih ol aziz kardeşimiz ve rahat uyu. İmanına, gayretine ve ümmeti yanlışlardan korumak için çabalarına şahidiz. Rabbim şefkatiyle muamele etsin, taksiratını affetsin.

Sene 1996 veya 1997 idi. Müşterek dostumuz Hakan Yavuz bana “The Muslim World dergisinin editörü İbrahim Abu-Rabi` var. Ona Risaleleri tanıtmamız lazım. Eğer o bir tanırsa hem dergide özel sayı yapar hem de çok güçlü bir akademisyen. Risaleleri batıda, bilhassa ABD`de tanıtır demişti’’.Aradan bir müddet geçti telefonda hala kulaklarımda canlı gibi bir ses “ben İbrahim Abu-Rabi” dedi. “Sizinle tanışmak istiyorum, Hartford Seminary’den sizi arıyorum” diye ekledi.

İlk tanışmamız telefonda olmuştu ve takriben bir sene sonra İstanbul’a gelinceye kadar en az ayda bir kaç defa telefonda görüşmüştük. Defalarca beni ABD’ye davet etti gidemedim. Yine bir gün üniversitede odamda iken aynı ses bu sefer sanki daha yakından geliyordu ve İstanbul’da olduğunu söyledi. Hemen gitmek istediğimi söyledim ve akşama doğru anlaştık, yatsı namazında Süleymaniye camiinde buluştuk ve o akşam farklı iki dost meclisinde sohbetlere iştirak ettik. Böylece ebede kadar uzanacak kardeşlik yolculuğu başlamış oldu.

Merhum İbrahim Abu-Rabi` Risale-i Nurları böylece tanımış oldu ve her geçen gün yeni projeler ve yeni çalışmalar gündemimizi oluşturdu. Dünyaca ünlü The Muslim World dergisinin özel sayısından sonra  20 kadar makalenin yer aldığı Islam at the Crossroads: On The Life and Thought of Bediuzzaman Said Nursi, akabinde  Islam in Modern Turkey: An İntellectual Biyografi of Bediuzzaman Said Nursi ( Bu eser daha sonra dokuz dile tercüme edildi ), Spiritual Dimensions of Bediüzzaman Said Nursi ve son olarak da   Justice and Resurrection in the Thought of Bediuzzaman Said Nursi gibi eserlerin editörlüğünü yaptı ve batının SUNY PRESS gibi  en önde gelen yayın evlerinden  çıkmasına vesile oldu. Hatta merhum, 40 kadar makalenin yer alacağı ve Risale-i Nurların daha iyi anlaşılmasına hizmeti hedef alan The Companion to Bediuzzaman Said Nursi adlı bir kitabın hazırlığı içindeydi. Bu kitabı dünyanın en eski yayınevlerinden olan Brill Yayınevi’nden çıkması için anlaşma yapmıştı ve yazarlara duyuruda bulunmuştu. Maalesef ömrü yetmedi.

Büyük deprem senesi idi ve İbrahim AbuRabi` Fatih’te bir evde kalıyordu. Malezya Milli Üniversitesi tarafından düzenlenen Uluslararası bir Risale-i Nur Sempozyumu için  18 Ağustos günü birlikte Malezya`ya gittik. Yeni evli olmasına rağmen eşini burada bırakmış ve bizimle birlikte o sempozyuma gelmişti. Hatta hiç unutmam, iki günlük uluslararası sempozyumun kapanış panelinde bir akademisyen  ‘Risalelerin insanlık için çok faydalı olduğuna inandım ancak bunu hayata nasıl uygulamalıyız’ diye sormuştu. Orada olanlar bilir, bir an bir sessizlik oldu. Merhum  hemen bir cevap verdi: ”Dershane açmanız lazım.” Sonra dershanenin Risale-i Nur hizmetinde ne anlama geldiğini ve Risalelerin toplumsal hayata dershanelerle ile nasıl etkili olduğunu uzunca izah etmişti. O an o üniversitenin öğretim üyelerinden Abdurrauf Hoca kendi lojmanını eşyalarıyla birlikte ilk dershanenin açılması için vermişti ve böylece Malezya’da ilk dershane hem de en büyük üniversitenin kampüsünün içinde açılmıştı. Hiç planda olmamasına rağmen ertesi gün bir Endonezya seyahati yapalım dedi ve kalabalık bir grup halinde Cakarta’ya gidildi. Tanıdık kimseler olmadığı için biraz zor bir seyahat olmuştu. Ancak daha sonraki seneler Jawa, Sulawasi ve Sumatra adalarında 16 farklı üniversite tarafından sempozyumlar düzenlendi ve bunların çoğunda merhum hazır bulunmuştu. Yine Avustralya’ya iki defa birlikte seyahatimiz oldu ve Melbourne üniversitesinde ve Sydney`de Risaleler üzerine konferanslar yapılmıştı.

Yine İbrahim AbuRabi’nin teşvik ve desteğiyle ilk defa uluslararası akademik istişareler yapılmıştı. Bu arada Bursa, Manisa, Kayseri, Konya, Ankara, Trabzon ve Van gibi şehirler gezilmiş farklı alanlarda konferans ve toplantılar yapılmıştı. Merhum, gidilen her yerde  ‘kırk yıllık dost’’ gibi sıcak münasebetler kurar ve karizmatik davranışlarıyla ilgi odağı olurdu.

İbrahim Abu-Rabi` kendisini “Ben Osmanlıyım” diye ifade ederdi. Evi de öyleydi gerçekten, tam anlamıyla bir “hanedan evi” idi. Bu yazıyı okuyan birçok dost bunun şahididir ki evi bir otel gibi idi. Birçok arkadaşımızı günlerce hatta aylarca evinde misafir etmiştir. Bizlerin ziyareti ile evinde her din ve milletten davetlinin katıldığı hizmete medar yemekler ve toplantılar olurdu. O çok sıcak bir dosttu, bir kardeşti ve gerçek bir Halil idi. Allah rahmet eylesin, şefkatiyle muamele etsin.

Çok mütevazı, vefalı, fedakâr, gayretli, müteşebbis ve sıcak bir insandı. Her kesimden dostu vardı. Kendisi Filistinli olmasına rağmen diyebilirim ki en yakin dostları arasında Yahudi kesimden insanlar da vardı. Prof. Dr. Norton Mezvinsky ve Prof. Dr. Ilan Pappe gibi anti Siyonist Yahudi akademisyenleri bunların başında gelirdi..

Birçok dil bilirdi. İngilizce, Arapça, Malayca, Fransızca, İbranice ve orta derecede Türkçe konuşurdu. O İngilizceyi çok hâkimdi. İnsan onu dinlerken adeta bir müzik parçası dinler gibi zevk alırdı. Konuşması ve anlattığı konulara tatlı, rahat, akıcı, selis ve doyurucu idi. Kaç defa İngiliz akademisyenlerden duymuşumdur. Bir defasında Hartford Seminary`nin rektörü Profesör Heidi Hadsell, merhumun bir konuşmasından sonra “senin ilmini bilirdim de İngilizceyi bu kadar güzel konuştuğunu bilmiyordum, tebrikler” diye ona iltifat etmişti. Zeki ve hafızası güçlü bir akademisyendi. Her konuda derin bilgisi vardı. Bilhassa İslam dünyasıyla ilgili siyasi ve sosyal tarih bilgisi çok derindi. Diyebilirim ki tanıdığım akademisyenler içinde en fazla kitap okuyan bir insandı.

Evinin alt kati 40.000 kadar kitabin bulunduğu tam anlamıyla bir kütüphane idi. Bir çok yere birlikte seyahat ettik ve her gittiğimiz yerde mutlaka bir kitapçı arar 3-5 demeden kitap  satın alırdı. Bunu İslamaabat`da da yapmıştı. Çok okur ve okuduğunu unutmazdı. Bir defasında meşhur Marksist Antonio Gramsci’den bahsetmiş ve ‘’fikren farklı düşünsem de onun bir yönünü takdir ediyorum” demişti. Gramsci, Mussoluni`ye meydan okumuş ve ona nispet ederek idam edileceği gecenin sabahına kadar Çince öğreten kitaplar okumuştur.’’ demişti. Okumak, okumak, okumak derdi. Uzun uçak yolculuklarında yeni almış olduğu bir iki kitabi bitirirdi. Üstadın ilme olan hâkimiyetini her fırsatta dile getirir ve bilhassa Mesnev-i Nuriye’nin mutlaka şerhli olarak İngilizceye tercüme edilmesini isterdi. Bu konuda bir iki teşebbüsü de oldu ancak akim kaldı. Herhalde yapamadığı için pişmanlık duyacağı işlerin basında Mesnevi-i Nuriye’nin İngilizceye tercüme edilemeden gitmesi gelir. Kısacası çok azimli ve gayretli idi. Gençlerin çok okumaya ve yazmaya ihtiyacı olduğunu dile getirir ve hayıflanırdı.

İbrahim Abu-Rabi` Filistin’de Hz. İsa`nin (a.s.) doğum yeri olarak da bilinen Nazareth`da dünyaya gelmiş ve 12 kardeşli kalabalık bir ailenin çocuğuydu. İşgal altındaki her Filistinli genç gibi o da malum makus talihi yenmek için gayret sarf etmiş. Yörenin yabancı dilde eğitim veren okullarını üstün derece ile bitirmiş ve nihayet üniversite sonrası eğitim için ABD’nin gözde üniversitelerinden Temple universitesinde yüksek lisans ve doktorasını yapmıştır.  Ailesiyle aracında şehit edilen Filistinli Profesör İsmail Faruki’nin talebesidir. Akabinde Hartford Seminary’de öğretim üyesi olarak göreve başlamıştır. Uzunca bir müddet  Hartford Seminary’de görev yapmış ve özellikle  The Muslim World dergisinin editörlüğünü yapmıştır. Bu arada Hartford Seminary’nin bir Hıristiyan misyoner kuruluşundan Müslüman-Hıristiyan diyalogu merkezine dönüşmesinde büyük katkısı olmuştur. Halen Hartford Seminary’nin kadrosunda İslam uzmanı dört profesör bulunmaktadır. Bundan 3 sene kadar önce de dünyanın önemli üniversitelerinden Kanada Alberta Üniversitesi’nde İslam Araştırmaları kürsüsü başkanlığı vazifesini üstlendi.

Prof. Dr. Faris Kaya
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı

Yazdığı Kitaplar:

  1. Editor of Theodicy and Social Justice in Modern Islamic Thought: The Case of Bediuzzaman Said  Nursi (Ashgate Press, August 2010.
  1. Editor, The Critical Islamism Reader, from the University of Alberta Press,  2010.
  1. Editor of Spiritual Dimensions of Bediuzzaman Said Nursi’s Risale-i-Nur (Albany: State University of New York Press, July 2008).
  1. Editor of Contemporary Islamic Conversations: M. Fethullah Gulen on Turkey, Islam, and the West (Albany: State University of New York Press, March 2008).
  1. The Blackwell Companion to Contemporary Islamic Thought (Oxford: Blackwell Publishers, 2006). PP. 700.
  1. Translation of Fouad Zakariyya’s Myth and Reality in the Contemporary Islamist Movement (London: Pluto Press, 2005).
  1. Turkish translation of my English translation of Fouad Zakariyya’s Myth and Reality in the Contemporary Islamic Movement, Cagdas Islamci Harekette Hakkat ve Hayal (Istanbul: Kapi 2007).
  1. Editor of Sukran Vahide’s Islam in Modern Turkey: An Intellectual Biography of Bediuzzaman Said Nursi (Albany: State University of New York Press, 2005).
  1. German translation of the above, Islam in der modernen Turkei (Berlin: LIT, 2009).
  1. Contemporary Arab Thought: Studies in Post-1967 Arab Intellectual History  (London: Pluto Press, November 2005).
  1. Turkish translation of Contemporary Arab Thought, Cagdas Arap Dusuncesi: 1967 Sonrasi Arap Entelektuel Tarihi Arastirmalari (Istanbul: Anka, 2005). 568 pp.
  1. Modernlik ve Cagdash Islam Dushuncesi (Istanbul: Yonelish, 2003).
  1. Editor, Islam at the Crossroads: On the Life and Thought of Bediuzzaman Said Nursi (Albany: State University of New York Press, 2003).
  1. Arabic Translation of Islam at the Crossroads, al-Islam ‘ala muftaraq al-turuq (Cairo: Sozler, 2005).
  1. Turkish translation of Islam at the Crossroads, Yollarin Ayrilis Noktasinda Islam: Bediuzzaman Said Nursi Hayati ve Gorusleri (Istanbul: Gelenek, 2004).
  1. Co-Editor, September 11: Religious Perspectives on the Causes and Consequences (Oxford: Oneworld Publications, 2002).
  1. Bosnian translation of Intellectual Origins of Islamic Resurgence in the Modern Arab World (2002). See Enes Karic, Tumachenje Kur’ana I Ideologie XX Stolejeca (Sarajevo: Bemust, 2002).
  1. Turkish translation of Intellectual Origins of Islamic Resurgence in the Modern Arab World (Istanbul: Yonelish, 2000).
  1. Intellectual Origins of Islamic Resurgence in the Modern Arab World (Albany: State University of New York Press, 1996).
  1. Reprint of Intellectual Origins of Islamic Resurgence in the Modern Arab World (Albany: State University of New York Press, 1997).
  1. Editing, Islamic Resurgence and the Challenge of the Contemporary World: A Round-Table Discussion with Professor Khurshid Ahmad (Tampa: The World and Islam Institute, 1994).
  1.  2nd enlarged edition, Islamic Resurgence and the Challenge of the Contemporary World: A Round-Table Discussion with Professor Khurshid Ahmad (The Institute of Policy Studies, Islamabad, Pakistan, 1995).
  1. Urdu Translation of Islamic Resurgence and the Challenge of the Contemporary World: A Round-Table Discussion with Professor Khurshid Ahmad (The Institute of Policy Studies, Islamabad, Pakistan, 1995).
  1. Editing and writing the introduction to Elmer Berger’s transla­tion of The Pearls of Wisdom by the North African Mystic Ibn al-Sabbagh (Albany:  State University of New York Press, 1993).
  2. Spring 1996: Reprint of my edited work, The Pearls of Wisdom by the North African Mystic Ibn al-Sabbagh (Albany:  State University of New York Press)

Bediüzzaman’ın Verdiği İlk Ders

Takvim yaprakları 1944’ün Ağustos’unu gösteriyordu. Dokuz ay süren bir hapis hayatından sonra Emirdağ’da ikamete mecbur edilmişti. Burada da kimseyle görüştürül­müyor, kapısına gelen geri çevriliyordu.

Kapısında devamlı bir bekçi bekliyordu. Hizmetindeki talebeleri bile ayrı bir evde kalmak zorunda bırakılmıştı. Baskının ve takibin her türlüsü uygulanıyordu.

Böyle bir durumda, her şeyi göze olarak ona sahip çıkan bahtiyar bir aile vardı Emirdağ’da: Çalışkan’lar… Çoluk çocuk, genç ihtiyar ailenin bütün fertleri, canlarıyla, başlarıyla ve bütün varlıklarıyla onun hizmetine girmişlerdi.

Birgün ailenin büyüklerinden Mehmed Çalışkan, yanına oğlunu da alarak Bediüzzaman’ı ziyarete geldi. Elini öpüp duasını almak ve bir ihtiyacı olup olmadığını sormak arzusundaydı.

İçeri girip selâm verdiler. Gösterilen yere oturdular. O esnada Abdülkadir Geylanî’nin bir eserini okuyordu Bedi­üzzaman.

Neyin oluyor bu senin?” diye sordu Mehmed Çalışkan’a.

Oğlum oluyor efendim” dedi.

Bu sefer ona dönerek, “Adın ne evladım senin?” dedi.

Ceylan, efendim” dedi.

Ceylan” diye tekrar etti Bediüzzaman. “Geylan’dan ge­liyor. Abdülkadir Geylanî’den… Benim Abdülkadir Gey­lanî’ye özel alâkam var. O benim üstadım. Bak o da bizden bahsediyor” diyerek okuduğu yeri gösterdi.

Ceylan zeki çocuktu. Soyismi gibi de çalışkandı. 15 yaşındaydı. Babası onu okutmak, yüksek okullara göndermek istiyordu.

Bediüzzaman babası Mehmed Çalışkan’a:

Ceylan’ı ne yapacaksın?” diye sordu.

Efendim, okutmayı düşünüyorum,” dedi. “Çok parlak zekası var, okula göndereceğim. Yüksek okul okumasını is­tiyorum.

Bediüzzaman Ceylan’daki cevheri fark etmişti. İçine ka­dar sirayet eden bir bakışla Ceylan’ı süzdü.

Bak kardeşim,” dedi. “Benim çocuğum yok. Sen onu bana ver. Madem zeki ve akıllıdır, önce benden iman dersi alsın, sonra yüksek okula gönderirsin.

Mehmed Çalışkan itiraz etmedi. Üstadına gönülden bağ­lıydı.

Peki efendim, nasıl isterseniz” dedi.

Bediüzzaman memnuniyet ifade eden bir gülümsemeyle karşılık verdi buna… ve Ceylan’a verdiği ilk ders şu oldu:

Ceylan evladım, devamlı doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin.

Ceylan’a baktı. Ceylan can kulağıyla dinliyordu. Devam etti:

Sana bir milyon verirler, sen bana ihanet edebilirsin. Fakat adın sonsuza kadar kötü anılır.

Ceylan bundan sonra bir sadakat ve doğruluk timsali olarak Üstadı vefat edinceye kadar ona hizmet etti.

Ömer Faruk Paksu

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version