Yaşanmış bir şiir: Apartmanda…

Bir sabah erkendi ve ayazdı,
Kapı gıcırtısıyla uyandın.
Dışarısı karlı bir beyazdı,
Doğruldun ve duvara dayandın.

Gece boyu eşikti yastığın
Sıcacık yorganındı karanlık…
Kibrit ile sigara yaktığın
Hazin yalnızlığına yârânlık…

Kokular yayıldıkça yayıldı,
Hıçkırıklar döküldü sinenden.
Ciğerlerin dumanla bayıldı,
Habersizdin çıkan ve inenden.

Sana otel, apartman boşluğu…
Yırtık ceketin altındaki can!
Şişelerde buldun sarhoşluğu
Oydu hayatındaki heyecan.

Elbiseni açtın ağır ağır,
Acıyla damlalar yere düştü…
İdrar mıydı o, kan mı? Ne kahır!
İniltiyle gözlerin büzüştü…

Nazarımızı kaçırdık senden,
Haline bakamadan tiksindik.
Geçiverdik hızlıca köşenden,
Sıcacık dairemize sindik.

Usulca kapıyı da kapatıp
Kahvaltıya oturdular erler!
Ev sahibi kaşlarını çatıp:
– Pisliği de şimdi kim temizler!

Soframızdaki çeşitler kaçtır;
Gözlerimiz saymaya çalışır.
– Yahu bi ekmek versek mi, açtır?
– Olmaz ha! Boşver, sonra alışır! ..

Ali Nureddin

www.NurNet.Org

Said Nursi’nin Cephede Çekilmiş Fotoğrafı Çıktı

Barla Platformu tarafından düzenlenen “Eski Said Dönemi Sergisi“nde Said Nursi’nin yeni bir fotoğrafı daha yayınlandı.

VENEZÜELLALI ASKER ÇEKTİ

Risale Haber’in haberine göre, Van Kürt milis alaylarının (Keçe Külahlılar) bulunduğu fotoğrafta Bediüzzaman Said Nursi’nin de yer aldığı belirtildi.

Barla Platformu Koordinatörü Said Yüce, fotoğrafın Venezüellalı asker Rafael de Nogales Mendez tarafından çekildiğini söyledi.

FOTOĞRAF MENDEZ’İN KİTABINDA BULUNDU

Fotoğrafı bulan Suendam Pirim yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Rafael de Nogales Mendez bir asker. Dört yıl kadar Osmanlı ordusunda yer alıyor. Askerlikten sonra hatıralarını kaleme alıyor. O dönem Amerika’daydım. Bediüzzaman’ın belgeselini yapan Yolcu ekibinin isteği üzerine araştırma yapmıştım. Fotoğrafı da Mendez’in kitabında bulduk.

Rafael de Nogales Mendez’le ilgili geniş bilgiler Wikipedia’da da yer alıyor.

İŞTE YILLAR SONRA YAYINLANAN O FOTOĞRAF:

Kuran’da Geçen Dua Ayetleri

Malumunuz bugün Cuma ve Cuma vaktide duaların kabul olduğu önemli vakitlerden birisi.

Kuran’da geçen dua ayetlerini sizinle paylaşmak istedik.

رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Ey Rabbimiz! Bizlere dünyada ve ahirette güzellikler ihsan eyle azabından muhafaza eyle.”  ( Bakara 201)


رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ

Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.” ( Bakara 250)


رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسٖينَا اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهٖ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا اَنْتَ مَوْلٰینَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ

Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” ( Bakara 286)


رَبَّنَا اِنَّنَا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru. (Ali imran 16)


رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا فٖى اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ

Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et. (Ali imran 147)


رَبِّنَا لَمَّا جَاءَتْنَا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمٖينَ

Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.” (Araf 126)


اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِرٖينَ

Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi. (Araf 155))


فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ

Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!” (Yunus 85)


رَبِّ اِنّٖى اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْپَلَكَ مَا لَيْسَ لٖى بِهٖ عِلْمٌ وَاِلَّا تَغْفِرْ لٖى وَتَرْحَمْنٖى اَكُنْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ

Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum. (Hud 47)


رَبَّنَا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفٖى وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَیْءٍ فِى الْاَرْضِ وَلَا فِى السَّمَاءِ

Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (İbrahim 38)


رَبِّ اجْعَلْنٖى مُقٖيمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖى رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ

Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim 40)


رَبَّنَا اغْفِرْ لٖى وَلِوَالِدَیَّ وَلِلْمُؤْمِنٖينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ

Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla. (İbrahim 41)


رَبِّ اَدْخِلْنٖى مُدْخَلَ صِدْقٍ وَاَخْرِجْنٖى مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَلْ لٖى مِنْ لَدُنْكَ سُلْطَانًا نَصٖيرًا

Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsra 80)


رَبَّنَا اٰتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا

Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” (Kehf 10)


رَبِّ اشْرَحْ لٖى صَدْرٖی وَيَسِّرْ لٖى اَمْرٖی وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانٖی يَفْقَهُوا قَوْلٖی

Rabbim! Gönlüme ferahlık ver.” “İşimi bana kolaylaştır.” Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar.” (Taha 25-26-27-28)


رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنٖى فَرْدًا وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثٖينَ

Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın” (Enbiya 89)


رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ

Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım (Mü’minün 97)


وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım (Mü’minün 98)


رَبَّنَا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمٖينَ

Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın (Mü’minün 109)


رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا

Ey Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır, gerçekten onun azabı sürekli bir helâktir (Furkan 65)


اِنَّهَا سَاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا

Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.” (Furkan 66)


رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَامًا

Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle (Furkan 74)


رَبِّ هَبْ لٖى حُكْمًا وَاَلْحِقْنٖى بِالصَّالِحٖين.*   وَاجْعَلْ لٖى لِسَانَ صِدْقٍ فِى الْاٰخِرٖين.*    وَاجْعَلْنٖى مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّعٖيمِ

Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat. Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.” Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle.” Şuara 83 84 85


رَبِّ اِنّٖى لِمَا اَنْزَلْتَ اِلَیَّ مِنْ خَيْرٍ فَقٖيرٌ

Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım (Kasas 24)


رَبِّ انْصُرْنٖى عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِدٖينَ

Ey Rabbim! Şu bozguncu kavme karşı bana yardım et” (Ankebut 30)


رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذٖينَ سَبَقُونَا بِالْاٖيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فٖى قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّنَا اِنَّكَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ

Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr 10)


رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَاِلَيْكَ اَنَبْنَا وَاِلَيْكَ الْمَصٖيرُ

Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır. (Mümtehine 4)


رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلَّذٖينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ

Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin (Mümtehine 5)


رَبَّنَا اَتْمِمْ لَنَا نُورَنَا وَاغْفِرْ لَنَا اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَدٖيرٌ

Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter (Tahrim 8 )

www.NurNet.Org

Müslümanların Başına Gelenlerin Bediüzzamanca Yorumu

Misalîler mec­li­si, o meclisin reisi tekrar sordu. Hem dedi:

Hangi ef’âlinizle kazaya, hem kadere şöyle fetvâ verdiniz ki, kazâ-i İlâhî mu­si­betle hükmetti, sizleri hırpaladı?

Hata-yı ekseriyet olur sebep daima musibet-i âmmeye. Dedim:

Beşerin dalâlet-i fikrîsi, Nemrudâne inadı,

Firavunâne gururu şişti şişti zeminde, yetişti semâvâta. Hem de dokundu has­sas sırr-ı hilkate.

Semâvâttan indirdi

Tufan, tâun misali, şu harbin zelzelesi, gâvura yapıştırdı semâvî bir silleyi. De­mek ki şu musibet bütün beşer musibetiydi.

Nev’en umuma şamil, bir müşterek sebebi, maddiyyunluktan gelen dalâlet-i fik­ri idi. Hürriyet-i hayvânî, hevânın istibdadı.

Beş vakit namaz için yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu.

Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmi dört saatte daima tâlim ve meşakkat­le tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı.

Biri müsbet ve ihtiyarî; biri menfi, ıztırarî. Bütün âlâm, mesâib, a’mâl-i sali­ha­dır; lâkin menfidir, ıztırarî. Hadis teselli verdi.

Bu millet-i günahkâr kanıyla abdest aldı, fiilî bir tevbe etti. Mükâfât-ı âcili: Şu milletin humsu dört milyonu çıkardı, derece-i velâyet, mertebe-i şehadet ile gazilik verdi, günahı sildi.

Said Nursi

Misaliler Meclisi’nin, Birinci Dünya Savaşı ile başımıza gelen musibet ve felâketin hikmetini sorup kader sırrını araştırmasına karşılık verilen cevap çok enteresandır…

Allah nimet verdikçe insanlığa düşen vazife bunlara karşı şükür ve hamd ile karşılık vermektir. Oysa insanlar bilhassa Cenâb-ı Hakk’ın fen, teknik ve teknoloji yoluyla yaptığı müthiş ihsanlara nan­körce cevap verdiler. Aynen Karun’un “Ben bunları ilmimle elde ettim.” (Kassas, 28/78) demesi gibi bir tavır aldılar. Bilhassa uçakların yapılması ile göklere çıktıkça Firavunluk ve Nemrudluk damarları kabarmaya başladı: “Beşerin dalâlet-i fikrisi, Nemrudâne inadı, Firavunâne gururu şişti şişti zeminde, yetişti semâvata.” Artık “Gökleri bir kâğıt gibi deleceğiz ve Tanrı’nın yokluğunu ispat edeceğiz!” demeye başladılar. Nitekim Firavun da veziri Hamânâ “Bana bir kule yap, bakalım Musa’nın iddia ettiği gibi göklerde bir ilâh var mı araştıralım?” (Mu’min, 40/36) demişti. (Günümüzde Rus astronota Gagari’nin de benzer bir iddiasının olduğu söylenmişti.) Tabii bu sözler “Dokundu hassas sırr-ı hilkate.

Evet, insanın yaratılış hikmeti böyle bir nankörlük değildi. Onun için de “Semavattan indirdi tufan, taun misali, şu harbin zelzelesi, gavura yapıştırdı semavî bir silleyi.” Cenâb-ı Hak, insanlar azıp taşınca yerden gökten belâlarını yağdırır. Sodom ve Gomore’de, Lut kavmine ve diğer Ad ve Semud kavimlerine olduğu gibi… Ama bazen bunu teröristin elinde bombanın patlaması gibi, teknoloji ile küfrân-ı nimet edip şişiren insanların ellerinde aynı şeyleri patlatmakla veya ellerindeki gelişmiş silâhlan birbirlerinin kafalarına vurdurmakla yapar. Ama bunu anlama­yan zavallılar bunun İlâhî bir sille, unutulmaz bir ceza olduğunu bir türlü akıl edemezler. “Demek ki, şu musibet, bütün beşer musibetiydi. Nev’en umuma şâmil. Bir müşterek sebebi; maddîyunluktan gelen dalâlet fikriy­di, hürriyet-i hayvani, hevanın istibdadı.

Birinci ve ikinci Dünya Savaşı bütün insanlığı derinden sarsmıştı. Allah’ın medeniyetin imkânları ile bağışladığı (aslında ilhamen ikram ettiği) nimetlerin ve meyvelerin şükrü edâ edilmemiş olduğunu Cenâb-ı Hak Hz. Süleyman ile bir misal ver­mektedir:

Daha sonra Süleyman onların (Saba Melikesi Belkis ve adamlarının) ita­atlerini bildirmek üzere huzuruna geleceklerini öğrenince yanındaki danış­manlarına: ‘Değerli danışmanlarım, onların itaat içinde huzuruma gelme­lerinden önce içinizden kim onun tahtını bana getirebilir?’ dedi. Cinlerden mağrur ve iddiacı bir ifrit: ‘Ben, dedi sen makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kimseyim.’ dedi. Ama yanında ki­taptan ilim olan bir zât da: ‘Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu getire­bilirim.’ der demez, Süleyman Kraliçenin tahtının yanıbaşında durduğunu görür. Bunun üzerine şu ayeti okur: ‘Bu, Rabbimin lütuflarından, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir bu nimet. Şükreden sadece kendi lehine olarak şükreder, nankörlük eden ise bilmelidir ki, Rabbim onun şükründen müstağnidir, şükrüne ihtiyacı yoktur, ihsan ve keremi boldur.‘” (Neml, 27/38-40)

Acaba bizim suçumuz neydi?

Hissemizin sebebi, erkân-ı İslâm’da ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlık-ı Teala yirmi dört saatten bir saati istedi. Beş vakit namaz için, yalnız o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gafletle ihmal oldu. Şöyle de ceza gördük: Beş senede, yirmi dört saatte daima talim ve meşakkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık, keffâreten beş sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiği malından, kırkın­dan, ya da onundan birini zekât istedi. Buhl ile, hem zulmettik, haramı karıştırdık, ihtiyarla vermedik. O da bizden aldırdı müterakim zekâtı. Haramdan da kurtardı.

Peki neden böyle bir ceza uygun bulundu?

Amel, cins-i cezadır. Ceza, cins-i ameldir.

Burada namaz, oruç ve zekât sayıldığı hâlde acaba niçin hacdan söz edilmedi?

Hac ile ilgili hususu Sünuhat isimli eserinde açıklamaktadır:

Rüya hacda sükut etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musi­beti değil, gazap ve kahrı celbetti. Cezası da keffaretü’z zunub (günahlara kefaret) değil, kessaretü’z zunub (günahları çoğaltma) oldu. Haccın bilhassa tanışmakla fikir birliğine ulaşmayı, yardımlaşma ile çalışmaları ortak hâle getirmeyi tazammun eden içindeki İslâm’ın yüce siyasetinin ve çok geniş içtimaî faydaların ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâm’ı, İslâm aleyhinde kullanmaya zemin hazırladı.

İşte Hind, düşman zanne­derek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. (İngilizler, Hindli Müslümanları, Halifenizle ittifak halindeyiz, savaşa katılın diye karşımıza çıkarmışlardı. Çoğunun aklı başına ancak Çanakkale’de, İstanbul’da ezan seslerini duyunca geldi.)

İşte Tatar, Kafkas., öldürülmesine yardım ettiği şahsın, biçare valideleri olduğunu, ‘Basra harap olduktan sonra’ anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. (Onlar da Rusların benzer bir oyununa gelmişlerdi)

İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp hayretinden ağlamayı da bilmiyor. (Meşhur İngiliz casusu Lâvrens’in kışkırtmalarına katılıp ihanete ortak oldular.)

İşte Afrika, biraderi tanımayarak öldürdü, şimdi vaveyla (feryat) ediyor.

İşte Alem-i İslâm, bayraktar oğlunun (Osmanlı’nın) gafletle bilmeyerek öldürülmesine yardım etti. Valide gibi saçlarını çekip ah-u fizar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, tamamen hayır olan hac seferi için yola koyulmak yerine, tamamen şer olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahat­ler ettirildi. İbret alınız.”

Gazap ve kahır cezalarından farklı olarak musibederin hem kefaret olma, hem de sevaba vesile olma gibi bir özelliği var. Acaba bu meselede nasıl bir tecelli oldu?

Bütün elemler ve musibeder, salih amellerdir. (…) Bu günahkar millet (Birinci Dünya Savaşı’nda) kanıyla abdest aldı, fiili bir tövbe etti. Acil olarak mükâfatı, şu milletin beşte biri olan dört milyonunu evliyalık dere­cesine, şehitlik mertebesine çıkararak gazilik verdi, günahı sildi.

Abdullah Aymaz

Aile içinde “Akla Kapı Aç, İradeyi Elden Alma”

Kocasının bazı olumsuz tavırlarından rahatsızlık duyan hanımefendi diyor ki:

Baştan böyle rahatsız edici alışkanlıkları yoktu, son devrelerde olmaması gereken alışkanlıklar ediniyor, tasvip etmeyeceğimiz yanlışları söz konusu oluyor. Bu yanlışlarına tepki gösteriyorum, ‘Bunlar sana yakışmıyor’ diyorum, tepkime tepki ile karşılık veriyor, daha da uzaklaşıyor; susuyorum vicdanım rahat etmiyor, yanlışlarını sürdürüyor. Doğrusu, nasıl bir tutum içinde olacağımı bilemez oldum. Beyin bu rahatsız edici hallerine karşı nasıl bir tavır takınayım? Susayım mı, konuşayım mı? Tavrım nasıl olmalı diyorum?

Hanımefendinin şikâyetçi olduğu bu tür haller, aile bireyleri arasında zaman zaman yaşanan gerilimlerden biridir. Konunun cevabı da elbette tek değildir. Ancak en başta gelen cevabımı arz etmek istiyorum. Böyle hallerde yanlış yapana karşı takınılacak ilk tavır, “yara yapmadan tedavi etmek, tahribe sebep olmadan tamirde bulunmak” diyebileceğimiz düşündürmeye yönelik yumuşak üsluplu tavır olmalıdır, diye düşünüyorum.

Aile bireyleri arasında bazen hanım, bazen de beyde başlayan böyle rahatsız edici hallere karşı tümüyle susmak fayda getirmeyeceği gibi, tümüyle sert sözlerle tepki göstermek de fayda getirmiyor.

Bu durumda öyle bir tavır takınılmalıdır ki, ne fayda getirmeyen susmak olsun ne de zarar getiren tahrip söz konusu olsun.

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle:

‘Akla kapı aç, iradeyi elden alma!’ üslubu tercih edilsin. Yani, rahatsızlık duyduğunuz yanlışları yumuşak bir dille muhatabın aklına, mantığına, vicdanına duyurmakla yetinin, ama kabul ettirmek için ısrara gitmeyin, tepkiye sebep olacak tahribe yönelmeyin. ‘Senin bu halin bende üzülme, kırılmalar meydana getiriyor, durumunu bir gözden geçir’ gibi sözlerle vicdan muhasebesiyle baş başa kalmasını sağlayın. Bundan sonrasında da içinizden dua ederek deyin ki:

-Rabb’im, bu benim eşim ise Senin de kulundur. Ben bana düşeni sakin bir sesle vicdanına aksettirip düşünmesini sağlamaya çalıştım. Bundan sonrası Sana aittir. Kapıldığı bu yanlışlarından kurtulma duygusu nasip eyle!..

İşte bu tavra biz “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” tavrı diyoruz. Buna “Yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olamadan tamirde bulunma tavrı” da diyebilirsiniz.

Bu müspet tavrı siz daha da ileriye götürerek diyebilirsiniz ki: Ayağı kayıp da yanlışa düşen kimseye herkes bir tekme atıyor, bir tekme de ben atmayayım, ben bir vefa ve şefkat örneği göstererek kucaklayıp düştüğü yerden kaldırma kahramanlığını tercih edeyim.

Böylece aile içinde farklı bir vefa ve sabır örneği vermiş, düşene tekme atma değil, kucaklayıp kaldırma kahramanlığı göstermiş olursunuz. Bu da sizin aileyi ayakta tutan sabır ve sadakat kahramanlığınızdan kaynaklanan bir olgunluğunuz olur.

Kolay tavır mı bunlar? Elbette değil. Ancak unutulmamalı ki, Cennet hanımlarının ablası makamına yükselten olgunluk ve fazilet de böylesi kahramanlıklarla kazanılır.

Aile içinde yara yapmadan tedavi etme, tahribe sebep olmadan tamirde bulunma kahramanlığı diyebileceğimiz bu koruyucu ve kurtarıcı tavırlar, basit bir fedakârlık olsaydı, karşılığında Cennet hanımlarının ablalığı makamı vaat edilmezdi.

Müslüman’ın aile içinde göstereceği bu tür yapıcı tavrın değeri çok yüksektir. Neden çok yüksektir? Çünkü o yuvada imanlı hayat yaşanacak, inanmış bir de nesil yetişecektir. Bunun için örnek tavır göze alınabilir, bunun için tahribe sebep olmayan tamir üslubuna önem verilir, bunun için “Akla kapı aç, iradeyi elden alma!” yumuşaklığına bağlı kalınır. Sonunda yaşanacak imanlı bir hayatın korunması söz konusudur çünkü

Ahmet Şahin

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version