Peygamberimize Yazdığım Bir Mektup

Bir güneş gibi doğdun karanlık dünyamıza.

Bir yağmur gibi indin kuruyan toprağımıza.

Bir pusula oldun, yolunu ve yönünü kaybetmişlere.

Bir ölçü ve denge oldun ölçüsüz ve dengesiz hayat sürenlere.

Bir avukat oldun; çaresizlere, mağdurlara, mazlumlara.

Bir imam oldun, mü’minlere.

Bir hatip oldun, tüm insanlığa.

Bir komutan oldun; düzensiz, başıboş ordulara.

Merhametli bir baba oldun insanlık ailesine.

Sevgili bir dede oldun Hasan-Hüseyin torunlarına.

Vefalı, sadık bir eş oldun Hatice’ne, Ayşe’ne.

Sevgili ve doyulmaz bir baba oldun Fatma’na, Rukıye’ne, Kasım’ına, İbrahim’ine.

Başlarını okşadın, saçlarını kokladın onların. “Kızım senin saçlarının arasından cennetin kokularını alıyorum.” buyurdun. Gülücüklerle karşıladın hep onları, öpücükler kondurdun onların ve torunlarının gül yanaklarına.

Şefkatli ve sabırlı bir öğretmen, bir eğitmen oldun; her yerde ve her zaman herkesi eğittin; yaşına, başına, makamına ve rütbesine, cinsiyetine ve milliyetine bakmadan. Senin öğrencilerin arasında yediden yetmişe herkes vardı.

Hiç kimse ateşlere yanmasın ve cehenneme düşmesin diye makas gibi açtın kollarını, haykırdın: “bu cadde çıkmaz sokak” dedin. Bu uğurda dayanılmaz eza ve cefalara göğüs gerdin. Tükürük savuranlara, taş atanlara, yollarına diken serenlere sen, hep gül attın. Çünkü sen âlemlere rahmettin. Bu yüzden Rahmeti Sonsuz, Seni, kendi isimleriyle andı. Benim Habibim Raûf’dur, Rahîm’dir; dedi, çok şefkatli ve çok merhametlidir, buyurdu.

Bir gün, “Beni, malınızdan, canınızdan ve çocuklarınızdan da çok sevmedikçe mü’min olamazsınız.” buyurdun. Yerden göğe kadar haklıydın. Çünkü Allah, Senin, bize canlarımızdan, daha yakın, daha önemli olduğunu söylemişti. Allah, Senin hürmetine kâinatı yaratmıştı. Bu sebeple biz, varlığımızı sana borçluyduk. Âlem var oluşunu Sana borçluydu, ümmet Seninle dünya ve ahiret saadetine, cennetine kavuştu. Bu sırrı anlayan herkes gibi Akif: “Dünya neye sahipse onun vergisidir hep/ Medyun Ona cemiyeti, medyun Ona ferdi.” dedi ve herkesin, elindeki bütün varlığı ve meziyetleriyle Sana borçlu olduğunu ilan etti.

Hiç kimsenin meşru’ arzusuna yok demedin. Çünkü sen insan oğlunun en cömerdi idin. İnsanlara öğlesine yanılmaz ve yanıltmaz bilgiler sundun, öylesine muhteşem gerçeklerle onları baş başa bıraktın ve öğlesine mükemmel bir eğitim verdin ki, Senin yetiştirdiğin insanlar medeni milletlere reis ve üstad oldu.

Sen bir toplum mühendisi idin. Allah, Seni bir şâhid, adil bir hakem ve hâkim, yumuşak dilli ve hikmetli bir uyarıcı, bir müjdeci, ısıtan ve ışıtan bir kandil olarak göndermişti.

Sen, üstünlerin hukukunu kaldırdın. Onun yerine hukukun üstünlüğü ilkesini getirdin. Hak ve adalet, haya ve edep, doğruluk ve samimiyet, ilim ve marifet, çalışma ve gayret Senin sisteminin can damarı, beyni ve omurgası oldu.

Bir tarafta elbisendeki yırtıkları yamalayacak, hayvanlarını sağacak ve ev işlerine yardım edecek kadar mütevazı, diğer tarafta dünya devlet başkanlarına mektuplar gönderip onları ve halklarını İslamiyet’e davet edecek kadar izzetli, metin ve kararlı idin; yabancı heyetleri kabulünde diploması kurallarına vakıf ve vakur bir diplomattın.

Da’vet ve tebliğ operasyonların 23 sene gibi kısa zamanda meyvesini verdi. Şirkin yerini vahdet, küfrün yerini iman, zulmün yerini adalet, kin ve nefretin yerini hürmet ve muhabbet, kavganın yerini barış, anarşi ve terörün yerini huzur, güven ve kardeşlik aldı. Kısaca inkâr ve cehalet çağı kapandı; iman ve ilim çağı açıldı. İnsanlık ahlaksızlık ve bedeviyetten kurtuldu, ahlak ve medeniyete kavuştu.

Seni görenler Sana doymadı, Seni göremeyenler de Senin hasretinle yandı. Kâinatın yıkılışı karşısında tüyleri ürpermeyecek kadar yiğit olan Ömer, Senin vefat haberin karşısında yıkılıverdi. Kılıcını çekti, çıldırmışçasına: “Kim Muhammed öldü derse başını vururum.” diyordu. Diyordu amma elinden de bir şey gelmiyordu. Ömer ağlıyordu, Ebubekir ağlıyordu, ashap ağlıyordu, yer ve gök ağlıyordu. Çünkü Sen onların hepsinin varlık sebebiydin. Çünkü Sen hepsi için rahmettin, berekettin, saadettin, cennettin. Çünkü Sen hepsinin ve alemlerin Rabbinin sevgilisi idin.

Vahyi aldığın ilk günlerde sevgili eşin Hatice validemiz Seni alıp gözleri görmeyen yaşlı amcası Varaka’ya götürmüştü. Başından geçenleri dinleyen Varaka: “Sen ahir zaman peygamberisin, halkı yeni dine davet edeceğin günlerde genç olsaydım, kavmin seni yurdundan çıkaracağı zaman sağ olsaydım da sana yardım etseydim.” demiş, ömrünün buna yetmeyeceğinden dolayı da ah çekip inlemişti.

Bismark’a, Goethe’ye, Bernard Shaw’a, Lamartin’e, Mevlânâ’ya, Yunus’a ve Seni göremeyen bütün bir insanlığa: “Ahhh!..” dedirten Senin sevdan ve Senin hasretindi. Herkes Seni soruyor ve Seni arıyordu.

Yunus’a: “Arayı arayı bulsam izini/ İzinin tozuna sürsem yüzümü/ Hak nasip eylese görsem yüzünü/ Ya Muhammed canım arzular Seni.” dedirten Senin hasretindi.

Mevlânâ’ya: “Seçilmiş Muhammedin yolunun toprağıyım.” dedirten, Senin hasretindi.

Habeşistan kıralı Necaşi’ye: “Bu saltanata bedel keşke Hz. Muhammed’in hizmetkârı olsaydım.” dedirten, Senin hasretindi.

Senin için göz yaşı döken Füzûlî’ye: “Arızın yâdıyla nemnak olsa müjganım nola/ Zayi olmaz gül temennasıyla vermek hâre su.” Yani gül yanağının hasretiyle ağlasam da kirpiklerim ıslansa ne iyi olur. Çünkü gül elde etmek temennisiyle dikenlere su vermek kayıp sayılmaz, dedirten, Senin hasretindi.

Bernard Shaw’a. “Ben inanıyorum ki, Muhammed’in benzeri yani Onun ahlâk ve karekterinde bir adam şimdiki dünyaya reis olsa, hükmetse bu yeni âlemin sorunlarını çözer, bu karmakarışık dünyada genel barışı ve mutluluğu sağlar.” dedirten, Senin hasretindi…

Goethe’ye: “Kardeş! Ayırma bizi koynundan, yoksa bizi çöllerin kumu yutacak…Hepimizi alıp koynuna, eriştir bizi Yüce Yaradan’ına.” dedirten Senin hasretindi.

Alman Başbakanı Prens Bismark’a: “İnsanlık Senin gibi seçkin bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra bir daha göremeyecektir. Ya Muhammed! Senin çağdaşın olamadığımdan dolayı üzgünüm. Manevî huzurunda tam bir hürmetle eğiliyorum!” dedirten Senin hasretindi.

Ve Bediüzzaman’a: “”Böyle bedi’ bir kainatta, böyle bir Zat lazimdir. Yoksa, kâinat ve eflak olmamalidir.” dedirten Senin hasretindir.

Kimse Sende kusur bulamadı. Düşmanların bile Sana inanmadıkları halde Sana hayrandılar. Çünkü Seni Allah terbiye etmişti. Yüce Allah, “Şüphesiz Sen saygın bir ahlâk üzere bulunmaktasın” “ Onun önüne geçmeyiniz,” “ Peygamberin yanında yüksek sesle konuşmayınız,” “ Ona itaat eden Allah’a itaat etmiş olur,” “ Beni seviyorsanız Ona uyun” gibi âyetleriyle Kendi katında Senin hatırının ne kadar üstün olduğunu ortaya koyarak insanların dikkatini çekiyordu.

Sen, ahirete irtihal edeli 14 asır oldu. Ama sevdan gönüllerimizde hâlâ taptaze ve dipdiri duruyor. Günde beş vakit adın, Allah’ın adıyla beraber okunuyor. 14 asırdır dünyanın gündemi Sensin. 14 asırdır ilim adamları, fikir adamları Seni konuşuyor, Seni inceliyor, Sana olan hayranlıklarını ve sevdalarını dile getiriyorlar. Çünkü Sen:

Güzellerin en güzeli, faziletlilerin en faziletlisi, şereflilerin en şereflisi, nurluların en nurlusu, büyüklerin en büyüğü, cömertlerin en cömerdi, sesçe en yükseği, vasıfça en parlağı, zikir ve fikir bakımından en mükemmeli, şükür ve ibadet bakımından en muhteşemi, sîret ve sûret bakımından en güzeli idin. Sen, yerde ve gökte övülen Efendiler Efendisi MUHAMMED’din. Sanki Sen, Allah ahlâkının ve Allah sevgisinin Muhammedleşmiş, yere inmiş şekli idin. Sen âlemin hem çekirdeği ve hem de meyvesi idin. Cismin itibariyle en sonra geldin, peygamberlerin sonuncusuydun ama ruhun ve nurun itibariyle en önceydin. İbtida ile intihayı, başlangıçla sonucu birleştirdin. Senin getirdiğin esasları ve koyduğun kuralları asırlar eskitemedi.

Allah, kendisine layık ibadetin en büyüğünü Sende gördü. İsimlerinin tecellilerini en iyi Sende seyretti. En tatlı niyazı Senden işitti. En derin tefekkürü, en derin haşyeti, en kudsî muhabbeti, en geniş merhameti, en büyük marifeti, Sende buldu. Onun için Seni hem en yakını, hem de Alemlere rahmet seçti.

Demek Seni böylesine ihtişamlı ve şanlı kılan; Senin ihtişamlı zikrin, Kâinat çapında şükrün, derin mârifetin, coşkun aşkın ve Ezelî Sevgili’ye olan kara sevdan, fevkalade takvan ve ibadetin idi. Bu vadide Seni geçen olmadı. Onun için büyüklükte de Seni kimse geçemedi. Ne insan, ne peygamber, ne de mukarreb bir melek…

Ey şanlı ve Kur’an’lı bülbülümüz! Sana layık olamadık, bıraktığın mirasa sahip çıkamadık, emanetlerine sadık kalamadık, ahlâkını ve yaşama biçimini örnek alamadık. Seni ve getirdiğin Kur’an’ı hakkıyla okuyamadık. Geriledik, sefil olduk. Kala kala elimizde bir bükük boyun, bir kara yüz, bir de pişmanlık dolu işte bu itiraflar kaldı. Kıtmirin olarak kapında bekliyoruz. Seni sevenlerden birinin. “Mücrimim gerçi Muhammed Mustafa hayranıyım.” Dediği gibi ben de diyorum: Suçluyuz ama Seni seviyoruz ya Resûlallah! O alemi kuşatan rahmetinle bir kere daha bize elini uzat Ya Resûlallah! Mübarek elinle Mekke’yi müşriklerden, Kâbe’yi de putlardan temizleyen Allah’a bir kere daha ellerini kaldır ey Allah’ın Rasûlü! kaldır da Yüce Allah, İslâm âlemini sana layık hale getirsin, emanetlerine emin kılsın, ahlâkını ve yaşama biçimini örnek almaya muvaffak eylesin. Despotların, zalimlerin, Firavunların, Nemrutların, Ebucehillerin şerrinden kurtarsın.

İçimizden dokuz yaşında dokuz lisan bilen, 21 yaşında çağ açıp çağ kapayan Fatihler, Yavuzlar, Akşemseddinler ve Ebussuudlar çıksın. Ülkemizi ve milletimizi tekrar kaybettiğimiz zirvelere kavuştursun. Ey Hicazlı Sevgili! Sana kâinatın zerreleri sayısınca salat ve selam olsun.

Ey Hakiki Mahbûb’un Sevgilisi! Hiç ender hiç halimle Sana bir mektup yazma cüretini gösterdim. Kurtuluşuma ve şefaatine vesile olacağını umduğum bu mektubumu, Senin hasretinle yanan sevdalılarından bir Garib’in mısralarıyla bitirmek istiyorum. Ve Onun makbul yakarışının arkasına sığınarak sesleniyorum:

Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül,

Gel o bayıltan renklerinle gönlüme dökül,

Vaktidir, ağlayan gözlerimin içine gül,

Ey kupkuru çölleri cennete çeviren gül.

Vehbi Karakaş

Ezanlar Okunurken

Ezanlar Okunurken

Ezanlar okunurken ruh sahifemde

Deruni manalar yerleşir

Günahlarla yıpranmış kalbimde

Tertemiz alemler yeşerir

Dünyamı nurlandıran o lahuti sada

Beni götürür hayalen dahi olsa

Gözlerin görmediği tasavvurun harici

Alemler ötesi bir nurani diyara

Bitmesin semalarda yankılanan ses

Bulsun vicdanlarda tam ma’kes

Dile gelen namesinde müezzinin

Kalpleri pak eden tevhidli nefes

Gezinsin ürperterek zerrelerimi

Vucudumun en ücra köşelerinde

Dolaşarak o mana bütün bedenimi

Kamilen yerleşerek tüm karelerinde

Gündüzümün gecemin aydınlığı

Ruhumun tek gıdası tevhid

Giderir dünyamdaki yavanlığı

Kılar nice tevbekarları sâcid

Dalgalan, ufuklarımızda ebediyen yankılan

Ey ruhların düğümünü çözen

Mana alemlerinden ruhları doyuran

Kara noktaları aklayan lafzen

Ertuğrul Arpat

www.NurNet.Org

L’homme, Heureux De Voir La Mort De Son Adversaire

L’HOMME, HEUREUX DE VOIR LA MORT DE SON ADVERSAIRE

Il était une fois, deux hommes qui se querellaient toujours quand ils se rencontrent dans n’importe quel endroit. Ils craignaient tellement de débattre qu’on dirait que le monde leur paraissait trop étroit.

Un jour, est venu le bourreau de la mort et emmena l’un d’eux au tombeau. Son adversaire était tout heureux de la joie !

Après quelques temps, il passa par la tombe du défunt. Dans un air d’un commandant victorieux, s’y approcha et ria :

“ Quel bonheur pour celui qui se couche auprès de son amant dans le même lit après avoir vu la mort de son adversaire ! Il ne faudrait pas pleurer à la mort de celui qui vécut soit plus d’un jour de son adversaire !“

Après, en état de la folie entrainée  par un courroux, il arracha l’une des planches tombales se trouvant à deux extrémités de la tombe. Mais, quand il remarqua que la tête de son ennemi qui portait, autrefois, des turbans en soie, se couchait par terre dans un fossé ! et son visage pareil à la pleine lune était devenu en un croissant ; et son corps également à un cyprès mince comme une bûchette.

Un sentiment si plein de pitié recouvrit le cœur de l’homme qui regarde le corps sans vie de son ennemi qu’il fit changer le sol en un marais, puisqu’il y pleura en versant des larmes en averse. Il a eu un grand repentir des paroles qu’il avait dépensées  à propos de lui. Il quitta le cimetière dans la tristesse et testa qu’on écrive sur la marbre de sa tombe comme suit :

Ne te réjouis pas de la mort de quelqu’un ; le Destin ne te fera pas survivre à lui longtemps. “

www.NurNet.Org

Türkçesi;

HASMININ ÖLÜMÜNE SEVİNEN ADAM

İki kişi her rastladıkları yerde münakaşa ediyorlardı. Yüz yüze gelmekten o derece ürküyorlardı ki, âdeta yeryüzü onlara dar geliyordu. Bir gün ecel cellâdı geldi ve onlardan birini götürdü.

Düşmanının içini sevinç kaplamıştı. Bir süre sonra, ölenin kabrine uğradı. Zafer kazanmış bir kumandan edasıyla mezarın başucuna yaklaştı ve güldü:

“ Ne mutlu, düşmanı öldükten sonra yaşayıp sevdiğinin koynunda yatana! Düşmanından bir gün fazla yaşayanın ölümüne ağlanmamalı!” diye böbürlendi.

Sonra, o adamın mezar taşlarından birini hınçla kopardı. Baktı ki vaktiyle ipek sarıklar giyen bu baş, toprakta çukur içinde yatıyor. Sağlığında dolunayı andıran yüzü hilâle çevrilmiş, serviyi andıran gövdesi çöp gibi incelmiş.

Düşmanının cesedini seyreden adamın kalbini, öyle bir acıma duygusu kapladı ki, ağlamaktan mezar toprağını çamura döndürdü. Onun için söylediklerine büyük pişmanlık duydu. Hüzün içinde oradan ayrıldı ve ölümünden sonra mezar taşına şöyle yazmalarını vasiyet etti:

Kimsenin ölümüne sevinme. Kader seni de fazla tutmayacaktır!”

www.NurNet.Org

25 Ülkeden 80 Risale-i Nur Akademisyeni Bir Araya Geldi

Dünyanın 25’i aşkın ülkesinden Said Nursi ve Risale-i Nur eserleri üzerine master ve doktora yapmakta olan 80’den fazla akademisyen İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın (İİKV) öncülüğünde üçüncü defa bir araya geldi. Birbirleriyle görüş alış-verişinde bulunan ilim adamları plaketle ödüllendirildi.

Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman Said Nursi üzerine ilmi, akademik, kültürel ve sanatsal faaliyetler düzenleyen İİKV tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen Genç Akademisyenler Konferansı Merter Greenpark Otel’de gerçekleştirildi. Toplantıya 20 farklı ülkeden 60’ı aşkın genç akademisyenin yanı sıra Said Nursi ve Risale-i Nur konusunda çok sayıda makalesi ve kitabı bulunan 20 profesör katıldı. Ayrıca seminere Bediüzzaman Hazretleri’nin yakın talebelerinden Mehmet Fırıncı, Mustafa Sungur, Abdülkadir Badıllı ve Said Özdemir de geldi.

Dünya coğrafyasının farklı ülkelerinden gelen genç akademisyenler bir yandan tanışırken, bir yandan da Risale-i Nur konusunda uzman ilim adamlarıyla tezleri hakkında görüş alışverişinde bulundu.

Risale-i Nur ile ilgili yapılan konuşmalardan sonra kendini coşkun hissettiğini belirten Bediüzzaman’ın yakın talebelerinden Mehmet Fırıncı, “Bu herhangi bir âlimin yazdığı bir kitap değil. Bu insanlığı kurtarmak için hazırlanmış bir rehberdir. Çok güzel konuşmalar yapıldı. Dolayısıyla yurt dışından bu kadar Risale-i Nur’u anlayabilen insan görebilmek 50 yıl sonra bizim için büyük bir bayram. Bize 60 sene evvel Risale-i Nur’u 3-5 kişiyle konuşuyorduk. Bize ‘Bu şekilde nasıl olacak?’ diye soruyorlardı. Biz de ’50-60 yıl sonrası için çalışma yapıyoruz.’ diyorduk. Bu çalışmalar çok önemli.” dedi.

Dünyanın 25’i aşkın ülkesinden 80’den fazla akademisyen ve 20 civarında profesörün seminere katıldığını belirten İstanbul İlim ve Kültür Vakfı (İİKV) İcra Kurulu Başkanı Prof. Dr. Faris Kaya, “Profesörler, genç akademisyenlere ders vermek için buradalar. Bugün güzel bir gün yaşıyoruz.” diye konuştu.

Risale-i Nur’un 20. yüzyılın en önemli eseri olduğunu dile getiren ABD’li Hıristiyan din görevlisi İan Markham, “Risale-i Nur, modern imanlı insanın karşılaştığı birçok probleme yanıt veriyor. Bu kitapta Allah’ın varlığı ve öldükten sonra dirilme ile ilgili nasıl çözümler sunulmuş onu görmek istiyorum.” ifadelerini kullandı.

Risale-i Nur, bugüne kadar karşılaştığım en mükemmel kitaptı.” diyen Hindistanlı Suhail Vilayil, “Risale-i Nur’da dikkatimi çeken İslamiyet’i modern bilimlerle açıklayan ilk eserdi. Kur’an-ı Kerim’in ilk tercümesiydi. Risale-i Nur bize pozitif bilimlerle din arasında bir çatışmanın bulunmadığını gösterdi. ” şeklinde konuştu.

Kaynak: CİHAN

Özellikle sabah namazı..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar belli vakitlerde namaz kıl ve özellikle sabah namazını! Zira sabah namazı meşhuddur.

(Hem gece hem de gündüz melekleri sabah namazında hazır olurlar, şahid olurlar. Sabahleyin bütün kâinat uyanır.)

İsra Suresi 78. Ayetin Meali

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) bir keresinde, “Hanginiz, varisinin malını kendi malından daha çok sever?” diye sordu.

Cemaat: “Ey ALLAH’ın Resulü, içimizde herkes, kendi malını varisinin malından daha çok sever” dediler.

Bunun üzerine: “Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da varislerinin malıdır.”

(Buhari, Rikâk 12)

.…….

Risale-i Nur’dan;

BİRİNCİ DÜSTURUNUZ : Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.

Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.

O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. 

(21. Lem’a’dan)

…….

Cevşen’den ;

55.
Ey en yüce misaller kendisine ait olan,
Ey en yüce sıfatlar kendisine ait olan,
Ey ahiret ve dünya kendisine ait olan,
Ey cennetül me’vanın sahibi,
Ey cehennem ve ateşin sahibi,
Ey en büyük ayetler sahibi,
Ey en güzel isimler sahibi,
Ey hüküm ve kaza sahibi,
Ey yüce göklerin sahibi,
Ey arş ve yerin sahibi,
 
Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin,
Senden başka İlah yok ki bize imdat etsin.
Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version