Vallahi iman etmiş olmaz!

Ülkemizdeki tüm insanları kardeş biliyoruz.. -İnsan kardeşi.. İslam kardeşi.. Kardeşlerimizle sevgi saygı içinde muhatap olup kucaklaşmayı da bu kardeşliğimizin vazgeçilmez bir gereği olarak görüyoruz. Hatta böyle devrelerde kardeşliğimizi pekiştirme ve kuvvetlendirmeyi de en makbul hizmetimiz ve amelimiz diye yorumluyoruz..

Çünkü, Müslümanların kendi içindeki kardeşlik duygusunu zayıflatarak birbirlerine karşı savaşa girişmelerini de görünce, bir daha anlıyoruz ki, bugünün Müslüman’ının en makbul amel ve hizmeti, aralarındaki kardeşlik duygularını kuvvetlendirmek, sevgi, saygı ile kucaklaşmalarını sağlamaktır..

Nitekim kardeşliğin bu öneminden dolayı Efendimiz (sas) Hazretleri de, en uyarıcı ifadesini kardeşliği koruma konusunda kullanarak üç defa tekrarladığı ikazında buyurmuş ki:

Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz!

Sorarlar:

-Ya Resulallah kim iman etmiş olmaz? Şöyle haber verir iman etmiş olmayanı:

Kardeşlik duygusunu korumayan kötü ahlaklı Müslüman!.

Evet, kardeşlik duygusunu korumayan, çevresine karşı itici ve ayırıcı davranan insan, bu itici tavrını devam ettirdikçe tam iman etmiş sayılmaz! Çünkü bu sevgisiz tavrıyla birlik beraberlikte gevşeme ve ayrışmalar meydana getirir. Kardeşlik duygusu kaybolmaya, arkasından da düşmanlık duygusu gelişmeye başlar..

Halbuki Rabb’imizin en sevdiği kulu, kardeşlik duygusunu koruyan kuludur.

Nitekim ashaptan Üsame bin Şüreyk bir müşahedesini şöyle anlatmaktadır.

Efendimiz’in (sas) huzuruna giren bir grup insandan biri şöyle sordu:

-Ya Resulalllah, Rabb’imizin en çok sevdiği kulu hangi kuludur?

Bu soru hemen herkesin de sorusuydu. Şöyle cevap verdi:

Allah’ın en çok sevdiği kulu, kardeşliğini koruyan güzel ahlaklı kuludur!.

Evet, hiç unutulmaması gereken bir sevilen kul tarifidir bu:

-Allah’ın en çok sevdiği kulu, kardeşliğini koruyan güzel ahlaklı kuludur!

Efendimiz’in sevdiği ümmeti de aynıdır. Buyurur ki:

Benim en çok sevdiğim ümmetim de, kardeşliğini koruyan güzel ahlaklı ümmetimdir!.

Demek ki, kardeşliğimizi koruyan güzel ahlak, bizim ihmal edilmez vasfımızdır.

Efendimiz’in iki kadın hakkındaki değerlendirmesi ise bu konuda unutulmayacak örneklerdendir..

Derler ki: Bir kadın var, namazını kılıp orucunu tutuyor, ama diliyle çevresindeki kardeşlerine eziyet eden kötü bir ahlaka sahiptir. Buyurur ki: Kardeşleriyle iyi geçindirmeyen kötü ahlakı, o kadını kötü ahlaklıların gideceği yere götürür.

Yine derler ki: Bir kadın da var ki, namazı orucu yoktur ama komşularıyla iyi geçinen güzel ahlakı vardır. Buyurur ki: O kadının gideceği yer de güzel ahlaklıların gideceği yerdir.

Demek ki, Müslüman, çevresindeki kardeşleriyle sevgi saygısını koruyan güzel ahlak içinde olmalı, böylece iyi ahlaklıların gideceği yere gitmeyi hedef almış bulunmalıdır!.

Müslümanların kardeşlik duygularını kuvvetlendirerek birbirlerini sevmelerini Efendimiz o kadar istiyor ki, konuyu mazeret kabul etmeyecek derecede kolaylaştırarak şöyle buyuruyor.

Kendinizi sevdirecek paranız pulunuz yoksa, güler yüzünüz tatlı diliniz de mi yoktur?

İşte bütün bu uyarılardan sonra diyoruz ki, içinde bulunduğumuz kardeşliğimizi zayıflatan şu kritik devrenin en makbul ameli ve hizmeti, ülke çapında herkesin çevresiyle kardeşliğini daha da kuvvetlendirmesi, sevgi saygısını artırarak muhatap olması, ayırım yapmadan birlik beraberliğimizi perçinleme hizmetlerinde bulunmasıdır.

Bugün Müslüman ülkelerdeki kardeşlerin birbirleriyle düşmanca çatışmalara girişmeleri de bizlere, kardeşliğimizi koruma ve kuvvetlendirme mesajı veriyor olmalıdır!

Ahmet Şahin / www.ahmetsahin.org

Şefkatin Ateşi..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık. Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız.

[Tâ Hâ Suresi 20,55]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Hureyre Radiyallahu Anh anlatıyor:

Bir adam gelerek: “Ey ALLAH’ın Rasulü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyade kim hak sahibidir? Diye sordu.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

Annen!” diye cevap verdi.

Adam: “Sonra kim?” dedi,

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar: “Sonra kim?” dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) yine:

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar sordu: “Sonra kim”

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) bu dördüncüyü:

“Baban!” diye cevapladı”

(Buhari, Edeb 2)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde Cennet de olsa Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle zevk ettim.

Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek marifetullahtan(Allah’ı tanımaktan) başka bir şey var mıdır?

Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştah olmadığı gibi Cennete bile iştiyak geri kalır.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;

42.

Ey denizden ve karada yolunu koyan,

Ey dış âlemde âyetleri bulunan,

Ey âyetler içinde delili olan,

Ey ölümde kudreti tecelli eden,

Ey kabirlerde alınacak ibret vesileleri bulunan,

Ey kıyamette saltanat sahibi olan,

Ey hesaba çekmede heybetli olan,

Ey hükmü geçen,

Ey cennette sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde ceza ve azabı bulunan!

Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…

Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

www.NurNet.Org

 

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

“Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık. Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız.”

[Tâ Hâ Suresi 20,55]

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebu Hureyre Radiyallahu Anh anlatıyor:

Bir adam gelerek: “Ey ALLAH’ın Rasulü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyade kim hak sahibidir? Diye sordu.

Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam: “Sonra kim?” dedi,

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem):

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar: “Sonra kim?” dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) yine:

“Annen!” diye cevap verdi.

Adam tekrar sordu: “Sonra kim”

Resulullah (Sallallahu Aleyhi Vessellem) bu dördüncüyü:

“Baban!” diye cevapladı”

(Buhari, Edeb 2)

.…….

Risale-i Nur’dan;

Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde Cennet de olsa Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle zevk ettim.

Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek marifetullahtan(Allah’ı tanımaktan) başka bir şey var mıdır?

Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştah olmadığı gibi Cennete bile iştiyak geri kalır.

(Mesnevi-i Nuriye’den)

…….

Cevşen’den ;

42.

Ey denizden ve karada yolunu koyan,

Ey dış âlemde âyetleri bulunan,

Ey âyetler içinde delili olan,

Ey ölümde kudreti tecelli eden,

Ey kabirlerde alınacak ibret vesileleri bulunan,

Ey kıyamette saltanat sahibi olan,

Ey hesaba çekmede heybetli olan,

Ey hükmü geçen,

Ey cennette sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde sevabı, mükafatı olan,

Ey (cehennem) ateşinde ceza ve azabı bulunan!

Münezzehsin sen,

Ey kendisinden başka bir ilah olmayan…

Kurtar bizi ateşten ey Rabb’im!

Bediüzzaman ile Abdülhamid Han

İstanbul’a yerleşiyor bin dokuz yüz yedide
Van’daki sevdiklerini bırakıyor geride

Şarkta bir Üniversite kurmaktı düşüncesi
Arzu ettiği bu istek her şeyden en öncesi

Fen ve din ilimlerini beraber okutmaktı
Hazırladığı mektubu Padişaha sunmaktı

Daha önce Tahir Paşa bir risale yazmıştı
Bu referans mektubunu kendisine vermişti

Bu düşünceyle beraber İstanbul’a geliyor
Ve Ferik Ahmet Paşa’nın evine yerleşiyor

İlk önce dilekçesini hükümete sunuyor
Hükümetse mektubunu hiç dikkate almıyor

İki ay gibi bir zaman bu mekânda kalıyor
Buradan Şekerci Han’a gelip orda yaşıyor

Odasının kapısına Üstad bir levha asar
O levhanın üzerine şöyle bir yazı yazar

“Burada her bir suale hemen cevap verilir
Kimseye sual sorulmaz her müşkül halledilir.”

Bu levhayı astırmakla sanki meydan okuyor
Âlimlerle aydınları bununla korkutuyor

Said Nursi’nin gelişi herkesçe duyuluyor
O’nun meydan okuyuşu her yere yayılıyor

İnsanlar bu genç âlimin yanında toplanırlar
Hükümet yetkilileri O’ndan kuşkulanırlar

Birkaç kere tutuklanır ve serbest bırakılır
Sonunda tımarhaneye insafsızca atılır

Tımarhanenin doktoru sağlam rapor veriyor
Ne yazık ki yine Üstad serbest bırakılmıyor

Tımarhaneden çıkarıp O’nu tutukluyorlar
Hiçbir fırsat verilmeden içeri atıyorlar

Tutukluyken Padişah’tan O’na teklifler gelir
“Bunlar sus payıdır” diye cümlesi reddedilir

Ancak Üstad Padişah’la görüşme talep eder
Ne isteği kabul olur, ne de gelir bir haber

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

İmam-ı Azam Ebu Hanife Kimdir?

İmam Âzam (büyük İmam) lâkabıyla bilinen, Ebû Hanife künyesiyle meşhur Numân b. Sâbit b. Zevta (Zûta) mutlak müçtehid ve fıkıhta Hanefi mezhebinin imamı (80/150 – 700/767).

Ebû Hanife, Kûfe’de hicrî 80 yılında doğdu. İslâm’in hâkim olduğu bir ortamda yetişen Numân b. Sâbit küçük yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i hıfzetti.

Numân gençliğini ticaretle geçirdikten sonra İmam Sa’bî’nin tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti. Arapça, edebiyat, sarf ve nahiv, şiir ögrendi. Yetiştiği Kûfe şehri ve bütün Irak bölgesi müslim-gayrimüslim birçok düşüncenin, itikâdi fırkaların bulunduğu, itikadla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı rey ehlinin yerleştiği bir şehirdi. Dindar bir ailede yetişen Ebû Hanife’nin de bu itikâdi tartışmalara zaman zaman katıldığı kuvvetle muhtemeldir.

Ebû Hanife’nin yaşadığı yer ve çağda itikâdi fırkalar çoğalmış, bir sürü sapık fırkalar ortaya çıkmış, Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt’e zulmü devam etmiştir. Mantığı çok kuvvetli olan Numân b. Sâbit hiçbir fırkaya bağlanmadan ilim tahsilini ilerletti ve kelâm ilmine yöneldi.

Ebû Hanife ilimle uğraşırken ticareti de bütünüyle bırakmadı. Bu, onun helâl rızık kazanmasını sağladığı gibi, ticarî kazancını ve talebelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını, bağımsız bir ilim meclisi kurmasını da sağladı. Ebû Yûsuf’un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan o Ebû Yusuf’u murâkabe eder, yardımda bulunurdu. Gücü yetmeyen talebelerinin de evlenmesini sağlardı (Zehebî, a.g.e, 39). Bir çokları ticarette Ebû Hanife’yi Ebû Bekir’e benzetirdi; çünkü o bir malı satın alırken, sattığı zamanki gibi emânet kâidesine uyar, kötü malı üste, iyisini alta koyardı, muhtaç satıcıyı sömürmezdi.

Bir defasında bir kadın, satmak üzere ona bir ipek elbise getirdi. O, fiyatını sordu. Kadın yüz dirhem istedi. Ebû Hanife, değerinin yüz dirhemden fazla ettiğini söyledi. Kadın yüzer yüzer artırarak dört yüze çıktığında Ebû Hanife, daha fazla edeceğini söyleyince kadın, “Benimle eğleniyor musun?” demişti. Ebû Hanife de, “Ne münasebet, bir adam getirin de fiyat takdir ettirelim” dedi. Adam çağrıldı ve fiyatı takdir etti: Ebu Hanife o malı beş yüz dirheme satın aldı. Bu olay o zamandan beri halk arasında günümüze kadar anlatılarak, ticarette dürüstlüğe dâir bir darb-i mesel haline gelmiştir.

Ebû Hanife vakar sahibi bir insandı. Tefekkürü çok, konuşması az, Allah’ın hudûdunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müçtehiddi.

Fıkhi sistematik hale getirip bütün dünyevî meselelerin leh ve aleyhteki biçimlerini ortaya koyarak ve sağlam bir akîde esası çıkararak doktrinini meydana getirmiştir. Ebû Hanife’nin binlerce talebesi olmuş, bunların kırk kadarı müçtehid mertebesine ulaşmıştır (el-Kerderî, Menâkibu’l-Imâm Ebû Hanife, II, 2i8).

Müçtehid öğrencilerinden en meşhurları Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan es-Seybânî’dir. Ebû Hanife’nin fıkıh okulu, talebelerine verdiği dersler ile ondan fetvâ istemeye gelen halk için verdiği fetvâlardan meydana gelmiştir. Ders verme usûlü eski filozofların diyalektik akademi derslerini andırmaktadır. Bir mesele ortaya atılır; bu, talebeleri tarafından tartışılır ve herkes görüşünü söyler; en son olarak İmam, delil ve istinbat ile bir karara ulaşılmasını sağlar ve kararı delillerden ayırarak veciz cümleler halinde yazdırırdı. Bu sözleri en yakın müçtehid talebeleri tarafindan sonradan mezhebin fıkıh kaideleri haline getirilirdi. Onun ilim meclisi bir istişâre, bir diyalog merkezi, bir hür düşünce okulu idi.

Ebû Hanife’nin halkın sevgi ve saygısını kazanmasında; fetvâlarının her yerde haklı olarak tutulmasında; ilmi, ihtilaflardan arındırıp halka selefin yaptığı gibi bilgi aktarması, fitnelere bulaşmaması ve takvası etkili olmuştur. Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, câhil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır.

Ebû Hanife kimseye “benim görüşüm en doğrudur” demedi; hattâ, kendisinin de bir görüşü olduğunu ama daha iyi bir görüş getirene uyacağını söylerdi. Yine o, talebelerine kendisinden her işittiğini yazmamalarını, çünkü yarın görüşünü değistirebileceğini ifade ederdi. Demek ki, hiç bir zaman kendisi mezhebî taassub içinde olmamıştır.

Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasî hareketlerine katıldı. Hayatının bir bölümü Emevilerin, bir bölümü Abbâsilerin hâkimiyetinde geçti. Her iki dönemde de siyâsal iktidara karşıydı. Onun siyâsetini ehl-i beyt taraftarlığı belirliyordu. Ehl-i beyt’e büyük muhabbeti vardı. Abbâsîler iktidara geldiklerinde ehl-i beyt’i gözeteceklerini söylemişlerdi. Ancak onların iktidara geldikten bir süre sonra ehl-i beyt’e zulmetmeye devam ettiklerini görünce, onlara da karşı çıktı. Derslerinde firsat buldukça iktidarı tenkid etti. Her iki siyasal iktidar devrinde de kendisinden şüphelenilmiş, onu kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o, her iki dönemde de teklifleri reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramis, hapsedilmiştir (Ibnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, V, 559).

İmam, takvâsı, ferâseti, ilmî dürüstlüğü ve görüşlerini iktidara karşı kullanması ile halkın büyük sevgisini kazandı. Abbâsi yönetimi ile hiçbir zaman uyuşmadı, uzlaşmadi. Ticaretten kazandığı helâl rızıkla ilmini destekledi. Hattâ o, Zeyd b. Ali’nin imamlığına zımnen bey’at etmişti.

Hz. Ali (r.a.)’in torunlarından Muhammed en-Nefsü’z Zekiye ile kardeşi İbrahim’in Abbâsilere isyan etmeleri ve şehîd olmaları karşısında Ebû Hanife Irak’ta, İmam Mâlik Medine’de açıkça iktidarı tenkit etmişler, bu yüzden ikisi de kırbaçlatılmış, işkence görmüş ve hapsedilmişlerdir. Ebû Hanife alenen halkı ehl-i beyt’e yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı. Bunun sonucunda yetmiş yaşında şehitler gibi öldü. Zehirletildiği de rivâyet edilir (en-Nemeri, el-Intika, 170). Bağdat’ta, Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazır bulundu.

Ebû Hanîfe önceleri Kelâm ilmiyle uğraşmış ve birtakım tartışmalara katılmış olmasına rağmen cedelcilerin iddialı üslûbundan uzak kalmıştır. İçtihadlarını değerlendirirken kendisi şöyle demiştir: “Bu bizim reyimizle vardiğimiz bir sonuçtur. Kimseyi reyimize zorlamaz, kimseye ‘bunu kabul etmeniz gerekir’ demeyiz. Bizim gücümüz buna yetiyor, bize göre en iyisi budur. Bundan daha iyisini bulan olursa buyursun getirsin onu kabul ederiz” (Zehebî, a.g.e., 2i).

Kendisine tâbi olacak kimselere de şu tavsiye ve ikazda bulunmuştur: “Nereden söylediğimizi (verdiğimiz hükmün delil ve kaynağını) tetkik edip bilmeden bizim reyimizle fetvâ vermek hiçbir kimse için helâl olmaz.” O, bir tek kişi ya da mezhebin İslâm’ı kuşatmasının mümkün olmadığını biliyordu. Ne Ebû Hanife ne başka bir İmam, kendi içtihadı hakkında böyle bir iddiada bulunmuştur. Onlar hep sahih sünnetin asıl olduğunu, sahih sünnet ile sözleri çatıştığı takdirde sahih sünnet ile amel edilmesi gerektiğini öğrenci ve izleyicilerine özenle tavsiye ve ikaz etmişlerdir.

Şamil İslam Ansiklopedisi

Kalbine Mukabil Bir Kalb..

Günün Ayet-i Kerime meali…

Bismillahirrahmanirrahim

Görmüyor musun ki Biz kâfirlere şeytanları musallat ediyoruz, onları oynatıp duruyorlar. O halde onlar hakkında acele etme! Biz onların günlerini saymaktayız.

(Meryem Suresi 19,83-84)

……….

Günün Hadis-i Şerif’i…

Bismillahirrahmanirrahim

Ebû Musa’dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Kur’ân’ı sık sık tekrar etmek suretiyle hatırda tutunuz. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’ân devenin bağından kurtulup uzaklaşmasından daha hızlı bir şekilde insanların hafızalarından uzaklaşır.

Hadis-i Şerif Meali – Camiü’s-sağir – 3310

.…….

Risale-i Nur’dan;

İnsanın en fazla ihtiyacını temin eden, kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübâdele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde yekdiğerine muâvin ve yardımcı olsunlar.


…….

Cevşen’den ;

Ey cömertlik ve nimetler sahibi,
Ey fazıl ve kerem sahibi,
Ey şiddetli belâ ve çetin azaplar sahibi,
Ey Levh-i Mahfûz ve Kalemi yaratan,
Ey zerreyi, hoş rüzgârları ve nefesleri yaratan,
Ey bütün kullarına ilhamda bulunan,
Ey zarar ve elemi gideren,
Ey gizli sır ve kaygıları bilen,
Ey Kâbe-i Muazzama ve Harem-i Şerîfin sahibi,
Ey eşyayı yoktan yaratan,
Bütün kusurlardan uzaksın. Senden başka ilâh yok! Affet bizi. Bizi Cehennemden kurtar.

…….

Esma-ül Hüsna ;

Er-Raûf: Rahmet ve şefkatiyle herbir canlının üzerinde titreyen; en gizli ve en küçük ihtiyaçlarına cevap veren; son derece merhamet ve şefkat sahibi.
Mâlikü’l-Mülk: Kâinatın, canlı, cansız; küçük büyük içindekilerin ezelden ebede tek gerçek sahibi ve mutlak hâkimi.

www.NurNet.Org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version