Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

İmanlı İdarecinin Kıymet ve Ehemmiyeti

Reis-i Cumhurun’dan tutun da, âile reisine kadar, her işte idareci olanlar, idare edilenlerin her şeylerinden mesuldurlar. Bütün bu vazifeleri noksansız yerine getirebilenler, ancak, öldükten sonra dirilmeye inanıp, bu dünyada yaptıklarının karşılığını orada alacaklarına inananlar olabilir. 
Bunu unutmayalım ki; İnsan hesaba çekileceği güne inanmanın derecesine göre, her zaman yaptığı işleri yaparken, hata etmemeye günaha girmemeye dikkat eder, sonra işini yapar. Fakat o müthiş hesap gününe inanmayan kimse, yalınız Reis-i Cumhur değil; ister Belediye Başkanı olsun, isterse Mahalle Muhtarı olsun, hayatlarının hesaplarını verecekleri güne inanmıyorlarsa; öz kardeşini değil, öz babasını dahi menfaati için sever. Bu sebepten, imanı olmayanlar ve imanı zayıf olanlar baba ve annelerini huzuru olmayan huzurevlerine götürürler. Hiç düşünmezler ki, onlar ihtiyarlandıkları zaman, onların evlatları da onların babası, kendi anne ve babasını huzurevine götürdüğü gibi, onlarda babalarını o huzursuz yere götürürler.  
 
Evet, imanı zayıf insan her şeyi menfaati için sever. Menfaati bittiği yerde sevgisi de biter. Boşuna değil Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözü: “Bin tane Müslüman’ın idaresi, on tane imansızdan daha kolaydır.” demiş. Başka bir yerde; “İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder, küfür ise insanı canavar bir hayvan eder.” demiş. 
Ben vatandaşlarımın hepsini severim. Fakat halkımıza dinsizliği yaymaya çalışanları sevemem. Madem ki istisnasız her insan, önünde dikilen o ölümün tadını tadacaktır. Bu sebepten, kalbimdeki imanın bana verdiği o merhamet sayesinde, halkı dini hayattan uzaklaştırmaya uğraşanları sevemem. Ve halkımızın bir kısmını, bugünkü dine ters hali, ailesinden ve okuldan din terbiyesi alamadıklarındandır. Bunun da ana sebebi başka değil, o tek parti devrinde yaptıkları dini, Kur’ani ve Ezan-ı Muhammedi gibi yasaklardır ve diğer inkılaplardan başka değildir.       
 
Fakat dinini yaşamamakta ısrar eden bir kısım vatandaşlarımız hariç, [Neden hariç? Çünkü bu hususta onlar hakkında Hadis-i Şerif: “Men radi biddarari la yunzaru leh.” (zarara razı olana merhamet nazarı ile bakılmaz.) diyor.] onları kendi halleri ile baş başa bırakıp, Kur’ani Kerimde birkaç ayet-i Kerime tesettürü emreder. Bir tanesi Ahzab Süresinin 59. ayetinde Allah c.c. Peygamberimiz a.s.m’a buyuruyor; “Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) sıkıca örtsünler! Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olanıdır….” Allah c.c. müminlere tesettürü emrettiği için, Başkanımız bu vebalden kurtulmak maksadıyla Allah’ın emirlerini yapmamakta ısrar edenleri Allah’a havale ederek, tesettüre bürünmek isteyen memurelere ve okuldakilere, Allah’ın tesettür kanununa uymayı serbest bıraktı. Biz Müslümanlar bunun için Allah’a ne kadar şükretsek azdır. 
İmanı yok veya imanı zayıf olanlar ölen kimse için, “yok oldu, kayboldu.” (Allah rahmet eylesin onunla Allah cennette kavuştursun.) diyecek yerde, “başınız sağ olsun” diyorlar. Başınız sağ olsun demek; Siz sağ olun, o defolsun gitsin manasındadır. Bu yanlış kelime “öldü kayboldu” yerine “hayat değiştirdi.”
Giresun da Başkan ne güzel kelime kullandı; “Ebediyete intikal ettiler” dedi. Geçici hayattan sonsuz hayata gittiler demektir. Ne güzel kelime… 
Abdülkadir Haktanır

Maddi manevi yaralar var, yaralar nasıl sarılır?

İnsanların iki çeşit yaraları olur, biri maddi diğeri manevi. Sele kapılan vatandaşı kurtarmak için haftalarca su içinde, gece gün uğraşmak, bu kardeşlerin hayatlarını kurtarmaya sebep olamasam da bari suda boğulanın cenazesini bulsam, yaptığım bir insanlık der, bir insanlıktır, yaraları tedavidir. Ölenin geride kalan anne ve babasını ve yakınlarını sevindirmek için yaptığım bu iş benim için büyük bir şereftir der. Fakat bunun bu gayretinin faydası, ölüye değil, ölünün akrabalarını sevindirmekten doğan sevinç ve sevaptır.

Diğer bir vatandaş bir gencin imanını kurtarmak için uğraşır. Onu ikna etmek için saatlerce uğraşır. Ona Risale-i Nurlardan imanı ispat eden kitaplar verir. Onu dini sohbetlere götürmek için uğraşır. Bu da insani bir vazifedir. Bu uhteremin yaptığı vazife maddi değil, manevi yaralarımızı tedavi etme yolunda bir gayrettir. Bu zamanda bu gayret çok mühim ve kıymetlidir.

Sele düşeni canlı kurtarabilsek çok iyi olur. Fakat canlı olmayıp cenazesini de bulmaya çalışmak kurtarmaya çalışana bir şeref ve değeri herkesin gözünde çok büyüktür. Çünkü can verirken akrabaları onu görmediler. Bari çok şükür mezarı belli olacak desinler. Ölenin anne babası ve yakınları, hayatları boyunca adını anarak, cenazesi şükür bulundu diyecekler. Şükür ki, kayıplara karıştı derdinden kurtulduk derler. Bayram ve mübarek günlerde, isteyen mezarına gidip ziyaret ederek ruhuna bir fatiha okuyabilirler. Cenaze bulunmasaydı hayatları boyunca acısını çekeceklerdi.

Zaten onun ruhuna fatihanın sevabı gitmesi için bedeni mezarda olma şartı yoktur. Vücut nerede olursa olsun sevap vücuda değil ruha gider. İster yatağında ölmüş olsun, isterse sele kapılıp can vermiş olsun, gönderilen sevaplar, her ikisinin ruhuna ulaşmakta güçlük yok.

Fakat; selde kaybolanları kurtarmaya koşanların yardımı, selde ölen rahmetliye manen hiç bir faydası olamaz. Kurtaranlar, ölünün bedenini buldukları için bir insanlık yapıp ölenin akrabalarını sevindirdikleri için sevap kazanırlar. Suda öleni bulanların gayreti, ölene manen hiç bir fayda vermez. Yaptıkları gayret, ölünün bedenini bulabilmekle ölünün anne baba ve akrabalarını sevindirmektir. Ölünün ruhuna hiç bir faydaları dokunamaz.

Bunu da bilelim ki selde ölen kimse eğer sağlam imanlı biri idi ise, sel cenazesini en kötü yerlere götürse de onun ruhuna en ufak bir zarar dokunmaz. Onun ruhu cennetlerde tayeran eder uçarak dolaşır. O tayeran; hayattayken imanının kuvvetleşmesi için, yaptığı gayretin ücretini almış olur. Bu gibiler için hiç sonu olmayan bir mutluluk, hiç bitmez bir rahatlık Allah tarafından hazırlanmıştır.

Fakat Allah korusun selde boğulan şahıs, imansız biri idi ise. Onu ister selden kurtarıp mezara gömün, isterse cenazesi olumsuz yerlerde çürümüş olsun, hiç değişmez. Onun elinden dünya rahatlığı gittiği gibi, ahirette de onun elinden mutluluk gider, cezayı bulur.

Na yazık ki, bugün insanların çoğu maddeci olduğu için yalnız madde ile kendi yaralarını sarmaya koşuyorlar. Her ne kadar onlar yalnız dünyadaki faydaları kaybetmemeyi bakıyorlar. Ama onların ahiretteki zararının acısı hiç tarif edilmez bir derecededir.

Bir örnek vereyim mesela bir memure hanım vatandaşımız, dünyayı kaplayan bu korona virüsün şerrinden korunması için gayret ediyor. Yalnız maske değil, sosyal mesafe ve hastalığın insanlara bulaşmaması için maddi yardım edebilen şeyler ile ciddi uğraşıyor. Ne yazık ki tesettüre düşmanlık besleyen bu memure hanım, virüsün getirdiği ölüm korkusuyla, ağız ve burnunu şöyle dursun başını ve vücudunun her tarafını örtmekle kendini, garantiye almış oluyorlar.

Düşünün virüsten korunmakla hanım, geçici bu hayıtını kaybetmemek için kendince tedbirini sağlam almış oluyor. Ama Allah’ın emri olan tesettüre bürünmesi ise sonu olmayan bir cehennem azabından onu kurtarıp, sonu olmayan mutluluk yeri cenneti kazanmak için çalışmak ümidiyle yaşamayı bir tarafa itiyor. Çünkü Allahın kanununa ters hareket ediyor. Burada biraz maddi yaraları sarma tedbirlerden bahsettim.

Bakalım manevi yaralara değer vermenin önemine! Şimdi! Eğer derseniz gence nasihat edip, kitap veren ve o genci sohbet yerlerine götürenin kazanabileceği ne olabilir? O genç ile ilgilenen muhterem değeri tarif edilmez faydalı iş yapmıştır. O gence verilmeye çalışılan bilgilerin ana hedefi ölümden sonraki sıkıntılardan onu kurtulmak için alınan tedbirlerdir onlar. O manevi bilgilerin yanında maddi bilgiler sıfıra yakın bir değer kazandırır insana. Çünkü iman ve din dersi ebedi hayatta azaptan kurtarır. O ebedi hayatta sonsuz mutlu bir hayat kazandırabilir.

Şimdi; ebedi hayat ne demektir? Evet ebedi hayat bütün hava boşluğu, buğdayla dolu olsa? Bir tavuk, senede tek bir tane ondan alsa, katrilyon sene geçse de, buğday taneleri bir gün bitecekler, cennetle cehennem hayatı, asla bitmeyecektir. Yani cennetlinin mutluluğunun hiç bir zaman sonu gelmez. İmansızın cehennem hayatı da, katiyyen bitmez.

Vatandaşların bazılarının ya imanı yok ya yok derecede zayıf ki, hiç çekinmeden Allah’ın yasak ettiği haramları rahatlıkla yapabiliyorlar. Bunların yaptıkları işlere, akıllı insan diyor, nasıl oluyor önünde insanlara ebedi bir cennet varken o ona hiç ehemmiyet vermeden yaşar. O kadarla da kalmaz! Karşısında insanları yakmak için bir cehennem olduğu halde o hiç çekinmeden Allah’ın yap dediği emirlerini yapmaz. Yapma dediklerini hiç çekinmeden yapar.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Dünyayı istila eden bu afetler neden?

Muhterem kardeşlerim! Korona virüs, zelzeleler, aşırı yağışlar, fırtınalar, hortumlar, beklenmeyen kazalar, başka değil insanların Allaha karşı isyankarlıkla hak edilen cezalarından başka değildir. (yağışlar durmadan çok yerde oldu ve oluyor şimdi de Giresun’daki bu günkü hali. Bize hak ettiğimiz belayı gösteriyor. Hak etmeyenler ölse şehit olur, evi yıkılsa sadaka hükmüne geçer.) Ben hatırlıyorum, eskiden, çiftçileri işinden etmemek için, onları rahatsız etmemek için, Allah tarafından yağmurlar, daha fazla gece yağardı.

Düşünün müslümanların başlarındaki zalim idarecileri. Beytullahın başında olan, Mısırın başında, müslümanlara karşı gelmek için, İsrail ile birleşen Birleşik Arap Emirlikleri ve saire. Bütün bunlar sebep Allah müslümanlara da uyanmaları için afetler veriyor. Bunuda ilave edeyim hak ettiğimizi öğrenmek için siz anlatın müslüman ülkelerde buluğ çağında olanlardan yüzde kaçı namaz kılıyor?

Düşünün peygamberimiz a.s.m. geceleyin hanımından izin istiyor, yataktan kalkıp namaz kılıyor, namazda, uzun bir vakit secdede ağlarken, seccadesini ıslatıyor. Hanımı Hz. Aişe, Ya Resülallah! Niye bu kadar ağlıyorsun? Sen Allah’ın en sevgili kulu değil misin? deyince, peygamberimiz a.s.m. “Ya Aişe ben Allah’a şükreden kul olmayayım mı?” diye cevap veriyor.

Peki biz nasıl şükretmeliyiz? Biz şükrümüzü eda edip yapmayalım mı? Niye düşünmüyoruz bizlerden hiç birimiz olduğumuz şekilde bir kul olmak için Allah’a dilekçe vermedik. Allah bizi herhangi hayvan cinsinden biri yaratabilirdi, yılan da yaratabilirdi, Rusya da bir rus gavurunun veya İsrail’de bir yahudinin oğlu veya kızı yaratabilirdi yaratmadı. Yaratılış hücremiz, pis bir menide idi, ondan bizi Allah c.c insan yarattı, Allah’tan bize gelen, bütün bu iyilikler için Allahımıza karşı biz nasıl şükrediyoruz?

Şimdi bakalım ne hale geldik! O hale geldik ki memleketimizde buluğ çağına gelip, beş vakit namaz kılanlar %30’a bile varmaz. Bu ne hal? Namaz kılanlar bile namazını kılarken Allah ile baş başa olduğunu düşünüp, tadili erkânla kılmak ve ara sıra namazda ağlamak lazım iken, yok o hal. vatandaşlarımız namaz kılarken tavuk taneleri toplar gibi, çabucak; tik tik tık, çabucak kılar. Peki bu neden? Zayıf imandan başka bir şey değildir kardeşler.

Hanımlar, hanım kızlarımız öyle kötü bir vaziyet almışlar ki ecnebilerden çok daha çok, açık saçık kıyafet ile dışarıda rahat geziyorlar. Şalvar çok geride kaldı, entari de yok, ama bugünkü moda olan kolunun bacağının kalınlığı belli olması için çok dar pantolon giyiyorlar. Onu giyerken çok zorlanıyorlar. Yüzlerini dudaklarını boyuyorlar. Göğüslerini büyüklüğü ile etini gösteren, sıkıcı ince bir sutyen ile örtüyorlar. Bu vaziyetleri ile biz müslümanlara en büyük hakareti yapmış oluyorlar.

Hatta biri, bir erkeğe bir kızı istemek için aracılık yapmağa gitmiş. Kız biliyor musunuz ne cevap vermiş. Yok benim nikâhlım var. Ben ağabeyim ile nikâhlanmışım demiş. Bunların bu harekêtleri başka değil ben cennete gitmek istemiyorum. Bunların yaptıkları ben bu vücudumu cehennemde yakmağa gideceğimden başka manası yok. Siz söyleyin dinsiz bir kâfir bile ağabeyi ile evlenmek istemezken bizimkiler ne hale geldiklerini işleri ile gösteriyorlar .

Bir ara ben otobüse binmiştim yanımda kitap vardı. Kitapları her hangi hanım kıza vermeyi kararlaştırdım. Baktım otobüsteki kızların çoğu yarım çıplak. Bunlar dini kitap okumazlar diye vermedim. Baktım önümde bir kızın her tarafı örtülü, yalnız başı açık. Kararımı verdim ona vereceğim, kitabı kıza uzattım. Ben anladığım bir yabancı dil ile kız bana demesin mi, ben türkçe anlamam. Çok kahroldum. Gördünüz mü, bizim hanım kızlar yabancılardan daha açık saçık. Allah bunlara pişmanlık nasip edip, Allahın yoluna girmelerini nasip etsin. Onlar hakkında bizim elimizde duadan başka yok.

Tesettürlü hanımlarımıza sesleniyorum! Sakın unutmayın ki, insanların tamamını sonu olmayan iki çeşit hayat bekliyor: Ya cennet veya Allah bizleri korusun cehennem. Ayeti kerimede, ahzab suresinin 53. ayetinde sahabelere Allah buyuruyor: “Peygamberin hanımlarına her hangi mesele sorduğunuz zaman, perde arkasından sorun.” (Karşılarına çıkmayın demek istiyor.)

Madem ki müslümanların anneleri makamında olan aleyhissatu vesselamın hanımlarının yüzlerini görmeyi dinimiz müslümanlara yasaklıyor. O zaman benim tesettüre bürünmüş hanım kardeşlerim çok dikkat etmeli. Yaşadığımız kötü devrin şerrinden peygamberimiz de a.s.m bu güne kadar bütün iyi insan Allaha sığınmışlar. Ben tesettürlü hanım kardeşlerimi görünce çok seviniyorum. Onlara çok dua ediyorum Allah onlara yardımda bulunsun ve gayret versin ki son nefeslerine kadar namazlarını kılıp tesettürlerine sahip çıksınlar, inşaAllah çıkarlar.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

İlim insan için en faydalı haslettir

Bu sebepten gün gece ilim dalında ilerlemek için sebep arayacağız. İlimle uğraşıp öğrenmeye çalışacağız ama öğrenirken neyi önce öğrenip bilmemiz lazım ve elzem olduğunu bilip ondan başlayıp sırasıyla, hangisine daha çok ihtiyacımızı bilip ondan başlayıp, devam etmeye gayret edeceğiz. Yoksa, hak ve hakikate ters düşen şeyler ile uğraşmamalıyız. Mesela Marx ve Engels’in yazdıklarını okuyup, öyle şeyler ile vaktimizi boşa harcamakla, vaktimizi boş yerlerde harcamayacağız. Çok acıdır!

Bugün insanların çoğu ahireti bir tarafa atıp, dünyada makam sahibi olmak için, yalnız dünyevi ilimleri tahsil ediyorlar. Halbuki dünyevi ilimlerin kıymet ve ehemmiyeti, ancak, onlar insanın ahiretine kuvvet kazandırdığı içindir. Bakın Türkiye’mizin medarı iftiharı “İbni Sina dır” O zat başta tıp dalında ve bir çok dalda 200 adet kitap ve 240 meşhur makale yazabilmiştir. Avrupalılar adını değiştirerek (Evicenna) yapmışlar. Şimdi ilim ile ilgili ayeti kerimelerle başlayalım:

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Bu ayeti kerimeyi Mehmed Akif tercüme ederken Demiş: “Olmaz ya biri insan biri hayvan. Diğer ayeti kerime:
“Allah içinizden îman edenlerle ilme nail olanların derecelerini yükseltir.” Burada iman deyince insandaki imanın derecesini ancak, ilim yükseltir. Diğer ayeti kerime:
“Kullar içinde Allah’tan gerektiği şekilde ilim sahipleri korkar!” Düşünün insana lazım olan derecede ilim almayan, onda iman da Allah korkusu da çoğalamaz. Diğer ayeti kerimeler:
“Velâ tekün minelcâhilîn!” (Sakın câhillerden olma!), “Ve a’rid anilcâhilîn!” (Câhillerden yüz çevir, kaç!) Çünkü cahilin hiç bir sözü, hiç bir işi insanlığa münasip olmaz, mânâsında olan pek çok âyet-i celîleyle de cehaleti ve bilgisizliği Allah kötülemiştir. İşte saydığım ayet-i celîlelerle Kuranı Kerimde ilim sahiplerini diğer insanlardan ayırıp ilim sahibini yükseltmiştir.

Bazı hadisi şeriflerin ilim hakkında hükümleri:
“Çin’de bile olsa ilmi alınız yani ilim için çok uzak yerlere gidip onu alın. Çünkü ilim kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır.”
“İlim ve hikmet müminin kaybolmuş malıdır, mümin onu nerede bulursa alır.”
“İlim öğrenmek için bir saat çalışmak, bütün gece sabaha kadar ibadet etmekten daha hoştur, hayırlıdır.”
“İlmin fazileti, ibadetin faziletinden üstündür.”
“Az ilim, ilimsiz çok ibadetten hayırlıdır.”
“Kişinin ilimden bir mesele öğrenmesi, bence bin rekât nafile namaz kılmasından daha güzeldir.”
“İlim tahsili sırasında ölen kişi şehittir.”
“Dünyayı isteyen ilme sarılsın, âhireti isteyen ilme sarılsın; hem dünyayı, hem âhireti isteyen ilme sarılsın.”

Aziz müminler! “Allah kime hayır dilerse onu din ilminde derinleştirir.”

“İki kişiye haset derecesinde gıpta edilir: Biri Allah’ın verdiği malı Hak yolunda sarfeden zengin, diğeri de Allah’ın verdiği ilmi insanlara öğreten ve aralarında ilmî, hüküm veren âlim.”
“Âlimler Peygamberlerin varisleridirler. mirasçılarıdır”
“Âlimler halk arasında Allah’ın güvenilir kullarıdırlar.”
“Bir saat ilim öğrenmek, sabaha kadar ibadet yapmaktan hayırlıdır.”

Düşünün! ilim her yerde derecesini gösterir. Bilerek, ustalıkla yapılan bir işin güzelliğini; bilmeyerek yapılan, ilmi olmayan, o iş hususunda ustalıktan mahrum kimsenin işi, hiç bir zaman o iş aynı olmaz. İnsanın boyu elbisesi, soyu, sopu, onun ilim kadar onun rütbesini yükseltemez.

Yeri geldiği için anlatayım. Bir sefer, hanımla beraber Anadolu’da bir kaplıcaya gitmiştik. Hanımların bir dershanesinin açılışı olan bir gününde beni tanıyan bir arkadaş, bizim hanımda o açılışında bulunması için geldi kaplıcadan bizi aldı. Hanım, hanımların dershanesine gitti, beni de erkeklerin kaldığı bir dershaneye götürdü. Orada çok tahsilliler profesörler varmış. Bana çok saygı hürmet ettiler. bir ara haydi çıkalım görelim usta çatıyı ne yaptı görelim. Çünkü çatıyı tamir ediyorlarmış. Beraber çıktık. Çatıya çıkar çıkmaz, hemen tamirci ustası, tahsilli efendilere sizin dediğiniz gibi bu iş olmuyor. Bu efendiler ustaya yalnız dediğimiz gibi yapacaksın dediler. Yanımızda tecrübeli bir usta vardı, o dalda ihtisası olduğu için yavaşça çatıya çıktı. Yaklaştı, meseleyi öğrenince ustayı sordu. Usta anlattı. Bizim usta, ustaya: Şöyle yapacaksın deyince. usta çok sevindi tamam abi dedi. Öyle çok iyi olur. Sonra ben profesör efendilere dedim muhteremler mesleğiniz olmayan dalda fikir yürütmeyin. Sonra mahcup olursunuz. Çünkü o tamir sizin dediğiniz gibi katiyyen olmazmış dedim ve iş halloldu.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır

Bazısı ibadeti terk etmek için tabiatçı olur

(SONRA BEKLE MANTIK DIŞI KONUŞMALAR)

“Bir iğne ustasız olmazken, bir harf katipsiz yazılmazken, tabiatçılar her şey kendi kendine oldu derler.” Halbuki; bir sanatı gördüğün zaman, onu yapan bir sanatkârın var olduğunu kabul etmek zorundasın. Allah yoktur, kendi kendine olmuştur dedikleri zaman. Her şeyi ile o söz mantık dışı sözdür. Tabiatçıların safsata sözleridir.

Kâinatın neresine baksanız bakınız, hiçbir şey hakkında “bu kendi kendine olmuş” diyemezsiniz. Karpuz kış meyvesi değil yaz meyvesidir. Neden? Çünkü karpuz sıcak değil soğuk yenildiği için, kışın yesen üşümekten titrersin. Halbuki yazın vücudun suya çok ihtiyacı olduğundan suyu bol olan güzelim karpuzu, yazın yesen serinlersin, hem de su içme ihtiyacını giderir. Yani bir değil, çok çeşit meyve, zerzevat Allah yaratmış. Kimi daha çok kışta, kimi daha çok yazda kullanılır kimisi hem kışta hem yazda kullanılır. Bunların hiç birini, cinsini devam edilmez şekilde Allah yaratmamıştır.

Yalnız saydıklarım cinslerini devam etmiyorlar. Ağaçlar tohum ile, zerzevatlar çekirdek ile neslini devam ettiriyor. Her ağacın tohumu farklı, Onlar nesillerini tohumla ve aşılamakla çoğalıyorlar ve nesillerini devam ediyorlar. Bu akılsız şuursuz ağaçlar hakkında hiç kimse diyemez ki bunlar, kendi kendilerince, öyle şekil alıyorlar ve gelişiyorlar. Bütün bunlar, şekil almaları ve tabiri caizse nesillerini devam edebilmeleri yalnız ve yalın irade-i Rabbaniye ile olur. Başka türlü olamaz.

Tavuk çok korkak bir mahluktur. Fakat civciv çıkardığı zaman, civcivlerine karşı anneliklerini mükemmel bir şekilde yapar, yatar civcivlerin toplar üzerlerine kanatlarını gerer. Korkak olduğu halde civcivini kurtarmak için, yalnız ite değil, canını feda edecek şekilde aslana da saldırır. Bu olup bitenler hepsi, yalnız ve yalnız Allah’ın izniyle, emriyle oluyor.

İnsanın hassasiyeti incelikleri; saydıklarımı çok geride bırakır. Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m. “Men arafe nefsehu fakad arefe Rabbehu.” buyurmuş. Yani kim kendini tanırsa, o Allah’ını tanır. Akıllı insan kendi vücudunun inceliklerini görünce, “bu incelikler asla kendi kendine olamaz” der ve ekler “beni muhakkak yaratan bir kudret vardır” der. O Kudret te Allah’tan başkası olamaz der işi halleder.

Madem ki Türkiye’mizde dini hayata terslik 1923’te Lozan anlaşmasında başlamış ve 80 küsur sene dini baskılar Kuranı yasaklamak, müslümanın başına kafirin şapkasını takmak, ezanı Muhammediyeyi aslından türkçeye çevirmek ile devam etmiş. Bunu da bildireyim, şapka hakkında Risale-i Nurun şualar eserinin 385 sahifesinde Şeyhül islam Zembilli Ali Efendinin ifadesi “Şapkayı şaka ile başına koyan kâfir olur.” Şeyhül islam Peygamberimiz a.s.min: “Men teşebbehe bi kavmin fehüve minhüm.” yani, kim ki başka dinden birine benzemek için, onların kıyafetine bürünürse o onlardan olur. Hadisi Şerifin manasını açıklamış Şeyhül İslam. O tarzı hayat bu millette 80 kûsur sene hükmünü icra etmiş.

Her ne kadar Tayyip Erdoğan’ın idaresi yıkılan ve ahıra çevrilen camileri düzeltip eski haline çevirmekle kalmayıp, memleketin her yerine zenginlik yağdırmış. Yeni gök kubbeli camiler inşa ediyor. Hanımların ve kızların başörtülerini bütün hanımlara ve memurelikte ve okullardaki hanımlara da serbest bıraktı. Ayasofyayı tekrar camiye çevirdi. Fakat onunla beraber eski idarenin dinsizlik kırıntıları Türkiye’de daha mevcut. Müslümanın ana derdi olan ailesine din eğitimi vermek ihtiyacını, lazım olan şekilde okullar daha veremiyor. Kur’an kursları, imam hatip okulları ve İlahiyat: müslüman için dini eğitim olarak yetmez. Çünkü dini bilgiler fen, matematik, hukuk gibi, bir ilim dalı değildir. Fen dallarında tahsil görenler, her dalda tahsil görenler de dini bilgileri bilmeleri lazım ve elzemdir.

Bu sebepten benim saygı değer vatandaşlarım evlatlarına dini eğitimi verme çaresini bulmalı. Bilirlerse, anne veya baba kuran ve diğer dini bilgileri evlatlarına vermeli veya resmi olmayan her hangi ders veren yer bulup evlatları, dinde cahil bırakmamalı. Çünkü anne baba Allah’ın en büyük hediyesi olan cevher baha evlatları cennet gibi bir mutluluk yerinden mahrum bırakmamalı. Onun aksine cehenneme bir odun yapmamak için anne ve baba onlara ciddi sahip çıkmalı. Yapıp ne yapıp, vatandaşlardan erkeklerin çoğu namazsız yaşıyor. Hanım kızlarında çoğu tesettür kanununa hiç riayet etmeden yaşıyorlar. Yani evlatlarımızın çoğu materyalist fikri ile yaşıyorlar. Anne baba olanlar, evlatlarını bu fikirder kurtarıp, ister istemez o hesap gününe giderken hazırlıklı olma yoksa onlara çok pahalıya patlar.

Şimdi bakın safsata düşünceye biri bana diyor bizim ineğe tabiat çok güzel süt yaptırıyor. Topladığı yeşil otlardan sarı samandan yediği yemlerden, insanın yapamayacağı sütü ineğe yaptırıyor. Bu fikri şuurlu insan, asla mantık kabul edemez. Bu mantık dışı bir sözdür. Onun bu sözü tabiatçıların kullandıkları sözden başka değildir. Halbuki insanın yapamayacağı bir sütü inek nasıl yapar? Sütü ineğe yaptıran; tabiat değil, ancak uzaktan kumanda ile yalınz Allah Celle Şanuhu dur; başkası bu işi yapmak veya yaptırmaktan acizdir.

Paylaşan: Abdülkadir Haktanır