Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Münacaat (Şiir)

Ya İlahi! Rahmetinle, bize imdada yetiş,

Senin rahmetin ermezse, bizi bekliyor bitiş,

 

İnkârcı yapmak için, her taraf düşman dolu,

Gafillerin çoğu, sağ yerine tutuyor solu.

 

Allah’ım! Bu gençleri, namertlere terk etme,

tuzaklara düşmesinler, kâfirlere benzetme.

 

Yoksa şeyatin gũruhu, onları saptırırlar,

Sonra narı cehiminde, alev alev yanarlar.

 

Rabbim! bizleri sonsuz, nimetlere gark ettin,

Sen rahmetinle, bizleri İslama dahil ettin.

 

Senin en büyük lütfün bize, akıl nimetin,

Onu verirken, dedin onla hakkı fark edin.

 

Aman Ya Rabberrahim! Şaşırtma, yoksa felaket,

Eğer yolumuzu kaybedersek, bulur helaket,

 

Ya Rab! Koru gençleri , tagutlara olmasınlar yem ,

Onlar hazır seyyiat önünde, düşmeye her dem.

 

Allah’ım, günah girdabından koru bu milleti,

Sapmasın yolundan, boğmasın o inkâr zilleti.

 

Şanın Yüce! Eşrefi mahluk yaratmışken bizi,

Aman Ya Rab! Bizi koru unutmayalım Sizi.

 

Bizler Sana sığındık, kurtulalım zarardan,

Zararların en büyükleri olan günahlardan.

 

Ya ilahi! Sana dayandık, zanadık sardı bizi,

Onların ana hedefleri, unutalım biz Sizi.

 

Kalbimizle, ruhumuzla, inanıyoruz Sana,

Gafletten koru bizi, gitmeyelim yabana .

 

Şefiîn Hz Muhammed Mustafa hürmetine,

Lütfünla, Kereminle, bizi dahil et rahmetine.

 

Onsuz hayat zindan olur, biz âcizlere elbet,

Yüce Rabbim! Kêrim isminle bize şefkat et.

 

Allah’ım! Rahmet et, akyüzle gelelim Size,

Bitmez İhsanınla, Nurları unutturma bize,

 

Ya Rab! Nuru Kur’anı okumak nasip ettin bana,

Onu okursam, umarım ki Nurlu gelirim Sana.

 

Ya ilahi! Hak dininden bihakkin hisse ver bize,

Bu gaddar dünyadan, ak yüzle gelebilelim Size.

 

Kalan ömrümle, Nurlara hizmet ettir bu fakiri,

Rahmetinle rızana dahil eyle, bu alilu hakiri.

Abdülkadir HAKTANIR

İnsan İle Allahın Yaptıklarını Kıyasla

Yeni şeker fabrikası inşa edip faaliyete geçirdiğini görmesi için,  arkadaşını davet eder.  Adam daveti kabul ederek gittikten sonra, fabrika sahibi misafiri ile fabrikayı gezmeye başlarlar. Fabrikayı gezdirirken şeker imalatı için dış ülkelerden ithal ettiği büyük büyük makineleri tek tek tanıtmaya başlar: Buradan pancarları atarız, makine pancarları kendisi yıkar, doğrar, kurutur, böylece şekerin hammaddesi birçok elden geçtikten sonra… İşte gördüğün bu büyük musluklardan çuvallara şeker akar. Buraya kadar işlerin tamamını makineler yapar. İşçiler sadece çuvalları oralara takarlar, çuvallar şekerle dolduktan sonra ağızlarını bağlarlar ve oradan alıp depoya koyarlar. Hepsi bu kadar.

          Fabrika sahibi, arkadaşına beğendin mi diye sorar? Arkadaşı: Pancarları fabrika kendisi mi yapıyor der ? Cevaben hayır, çiftçiler pancarı tarlalarda ekerler, sularlar, çapalarlar ve pancarlar büyüyüp olgunlaşınca toplarlar, sonra traktörlerle fabrikaya getirirler. Misafir, hoşuma gitmedi der. Ben istiyorum ki fabrika hammaddesini kendisi toplasın.

Yine sorar: Peki makineler arıza yaptıkları zaman ne olur? Ustalar gelir tamir ederler. Bu da hoşuma gitmedi; ben makine arızasını kendisi tamir etmesini istiyorum; bu kadar büyük fabrika, koskoca makineler!.. Bu da hoşuma gitmedi. Peki nasıl olmalı? Ben istiyorum ki fabrika çok yer tutmayacak şekilde ufak olsun. Hatta makineler eskiyip hurda haline geldikleri zaman, fabrika sahibinin fabrikasız kalmaması için, makineler kendileri başka makineler yapabilecek kapasitede olsunlar.

          Fabrikatör, gelen arkadaşına kızarak, ben senden takdir beklerken, sende  imkanı olmayan şeylerden bahsediyorsun? Misafir ona cevabında: Bugün tıp uzmanları dört beyazdan korunun diyorlar.  Onların isimlerini sayarken, un, tuz, yağ ve şekerdir diyorlar. Her ne kadar, insanların çoğu şekerin tiryakisi olmuş, onu terk edemiyor; fakat bahsettiğim dört beyazdan biri de senin ürettiğin şeker’dir der. Misafir, arkadaşının sinirlendiğini görünce ona döner ve der: Dostum benim sana en ufak bir garazım yok, fakat sana bir hakikati anlatmak maksadıyla bu kelimeleri kullanıyorum der ve devam eder:

          -Güzel dostum boşuna sinirlenme!  Gel Allah’ın yaptıklarına bir göz atalım; mesela ineği ele alalım: Allah, ineği bizim için bir süt fabrikası yapmamış mı? Küçük bir fabrika hükmünde olan o inek, sütü yapmak için ham maddesini toplamaya kendi ayakları ile  gider, zehirli otları almayıp, süt yapmaya yarayanı bulur toplar ve bizim için çok faydalı bir gıda olan sütü ottan, samandan, kepekten ve çeşitli bitkilerden yapar, değil mi? Yani sarı, yeşil ve çeşit çeşit karışık renklerden bembeyaz sütü yapmıyor mu? Bunu o akılsız inek mi yapıyor? , Vücudundaki kandan hiç damlatmadan, içindeki tezeğinin renk ve pis kokusunun zerresini bile süte karıştırmadan yaptığını görünce o hayvana Allah sütü bizim için yaptırıyor demeyelim mi ? Haydi konuş, aklı, ihtisası olmayan hayvan gibi bir hayvana Allah öyle bembeyaz bir  süt yaptırmıyor mu? biz bu hakikatleri görünce Allahın varlığına inanmayalım mı? Oradan aldığımız o iman kuvveti ile, Allah’ımıza itaat edip ibadeti aşk ve şevk ile yapmayalım mı?

          “Dört beyaz zehir” demişler sütü onlara karıştıramamışlar değil mi?. Çünkü sütün hiç kimseye zararı  dokunmaz ki. Sonra faydası o kadarla da kalmıyor. İneğin kendisi yaşlanıp yok olacağını bilen Allah, ev halkı süt fabrikasız kalmaması için, ineğin kendisine başka bir fabrika olan buzağıyı yaptırmıyor mu? Zavallı ineğin bacağı veya herhangi başka bir yeri  yaralansa, tamir için tamirciye gitmeden, Allah ineğin yediği maddeleri ilaç yaparak iyileştirmiyor mu? Siz söyleyin materyalist fikirli olanlar bu hakikatleri akıl gözleriyle görmezlerse, inancımıza kuvvet vermek için bizde mi bu hakikatleri düşünmeyip görmeyeceğiz? Halbuki kendilerine güvenen o Natüralist Profesörler robotlarla süt yapmayı denemişler yeşilimsi bir şey akınca, o kadar tahsil gören profesörler ineğe yetişemediklerini kendi gözleri ile görmüşler. Bizde onları kendi hallerinde bırakarak, Ya Rab, sana çok şükür demeyelim mi?

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Mü’mineler Dinleyin! (Şiir)

İnsan olan, her iki cinsi şaşırttı bu zaman,

Bu öyle bir zaman ki, en yakın dost oldu düşman.

 

Hanımların hanımlığı, gitti oldu  pay imal,

Manadan uzak, âilede ana hedef, para mal.

 

Çocuğun annesi varken, annesiz kaldı eyvah,

Annelerden kalplerinde, ne Peygamber, ne Allah

 

Çoğu sapmış din yolundan,her tarafta buhran var,

Ne bir yol gösteren var,  ne ellerinde kitap var.

 

İslam dini, kadınları kurtarmış ti zilletten,

Kurtarmıştı esaretten, rezaletten, illetten.

 

Asla hanım rahatını bulamaz, başka yolda,

Onların rahat yeri, hak din olan İslam da.

 

Bunun için, ey Müslümanların namuslu kızları,

İslamiyet , geleceğinin parlayan yıldızları.

 

Sizlersiniz  bugünün kızları,  yarının anneleri,

Biliniz ki, bu dindedir hakkın şeref ve hüneri.

 

Din emrini, şeref bilin hayat bilin, hak bilin,

Mutlu hayat bu dindedir, siz bunu böyle bilin.

 

Mü’minelere İslam’a kanmak, zor değil kolaydır,

Dindar hanım evinde, hapiste değil, saraydadır.

 

O sarayın padişahı, gene hanım olmuştur,

Hanım ancak mutluluğu, bu sarayda bulmuştur.

 

Ey Allaha iman eden, şerefli kız bugün ben,

Fazla nasihat etmem sana, hak dinini koma sen.

 

Bu zamanda ahlaksız kızlara iğren, onları it.

Fatimetüz-zehra, annemizin pak yolunda git,

 

Hanımı örtüsüyle, saklamıştı İslamiyet

Ayıp mıdır cevahiri kutusunda siyanet.

 

Kimi diyor, hanım demek kedi değil kardeşim,

Hiç yerinden oynamadan, evde kalsın mı hanım?

 

Mü’mine hanım, kimsesiz her yerde gezinemez,

Gezinirse, ahlaktan bir şey vermeden dönemez .

 

Hanım kızım, ona verilen şerefini atamaz,

Atar ise, kendisinde ahlaktan zerre kalmaz.

 

Unutma ki hanım, kendi evladına annedir,

İçişleri bakanı,  ve  evinin hakimidir.

 

Beyinin arkadaşı ve ailesinin cevheridir,

Milletine şeref veren, değerli annesidir.

 

Avrupa’nın kültürünü, o kız benimseyemez,

Onların gittikleri yolda bu kardeş gidemez.

 

Mü’mineye, dininden uzak kalmak, boş olur,

Allahın kanunu ile, amel etmek hoş olur.

 

Hoş  değil, belki vazifedir aklı olan insana,

Pahalı olur karşı gelmek, Rabbin kanununa.

 

Abdülkadir Haktanır

wwww.NurNet.org

Eşyaya Risale Merceğinden Bakılınca Karşımıza Neler Çıkıyor

BAKIN AKILISIZ GÜNEŞ İLE DÜNYAMIZIN ARALARINDAKİ DENGEYE

Maddecilere hiç çekinmeden, bu müşkülümüzü halledin dememiz lazım: Astronomi uzmanları diyorlar ki, ışık saniyede 300,000 kilometre hızla gidiyor. Yine onların görüşüne göre, güneşin ışığı dünyamıza sekiz dakikada ulaşıyor. Yani 1 dakikada 60 saniye. Sekiz dakika, altmışar saniye = 480×300.000 = 144.000.000 k.m. eder. Demek oluyor ki, güneşle dünya arasında 144.000.000 kilometre mesafe varmış. Acaba bu mesafe 143.000.000. k.m. olsaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Güneş bizi yakıp kül ederdi. Peki 145.000.000 olsa idi, o zaman da, her şeyimiz donup buz yapacakmış.  Çok merak ediyorum! Acaba dünyamı güneşe dedi, sakın daha öte gitme, yoksa her şeyi donar buz olur. Beri de gelme ha! Yoksa her şeyi yakar kül edersin mi dedi. Yoksa o emir güneşten mi dünyaya geldi? Bu müşkülümüzü halletmeleri için maddecilere biz sormayalım mı? Onlara göre bu mesafe acaba nasıl tayin edildi? Yoksa köylüler iple tarlayı bölerken yaptıkları gibi mi yaptılar? Dünya güneşe, çek ipi oraya çak bir kazık. Daha öteye  gitme, beri da gelme ha! Çünkü gelecekte dünyaya canlılar gelecekler, az daha beri gelsen onları yakar öldürürsün. Biri diğerine öylemi dediler? Yoksa kudreti sonsuz bir Allah mı, kâinatın hulasası ve şuurlu meyvesi olan  insana hizmetini en mükemmel vermesi için güneşi oraya çaktı değilmi? Dünya’ya da Allah emretti! Güneşin çevresinde  dönerken sana tayin ettiğim mesafeden ayrılma ha! Kat’iyyen bunun başka alternatifi yok ama, ecnebi düşmanlar insanları boş buldukları için maalesef çoğuna o baklayı yutturdular. Hey gidi akılları gözlerine inmiş tabiatçılar hey! Haddinizden çok tecavüz ettiniz!!!

BİNDİĞİMİZ DÜNYA GEMİSİNE BİR GÖZ ATALIM

Asronomi uzmanlarına göre: Üzerinde yaşadığımız dünya, hem kendi ekseninde, hem de güneşin çevresinde döner. Gündüz rahat çalışmamız için, akşama kadar dünyamız güneşe karşı durur. Akşam olunca, biz insanlar yorgunluğumuzu rahat gidermek için, Güneş yüzüne siyah bir perde çekerek ışıktan ve ısıdan uzak tutarak bizi rahatlatır. Maddiyyunlara soralım: dünyamız bizi acıdığından mı böyle yapıyor acaba? Yoksa…

Güneşin çevresinde dönüşü ise, çok daha acayip. 108000 km. hızla gidiyor. Milyonlar seneden beri, bir saniye daha yavaş ve daha çabuk tur yapmadan devrini tamamlıyor. Nereden biliyorsun desen? Takvimden biliyorum, bir sene evvel yazılan takvim hiç bir saniye değişmiyor.  Her dönüşünde, tam lazım olduğu yerde 27 dakika 23 derece eğik olarak gidiyor. Az daha hızla gitse muhakkak bir gezegene  çarpacak. Az yavaş gitse, yine biriyle çarpışmadan kurtulamayacak. Materyalistlere yine soralım: Acaba bu aptal dünya nasıl bunu becerebiliyor, kıyameti koparmadan ahenkli ahenkli bizi gezdiriyor. Acıdığından mıdır ki:  Bizi havaya atmıyor, denizdeki sularımızı dökmüyor?

Merkez kaç kanununa göre her insanın üstünde üç ton ağırlık varken, neden ve nasıl insan rahat rahat yürüyor? Çünkü yer çekimi dolayısıyla arz insanın havaya uçmasına meydan vermiyor? Fakat yer çekimi ile niye yere  yapışıp kalmıyor? Onu önlemek için hangi safsata kanun ortaya giriyor? “Bir kanun var!” diyorlar. Peki, kanunu yapan kim? Biri yapmadan nasıl kanun oluyormuş? Sorsan çıt yok. Materyalistlere demeyelim mi? Sen madem ki insansın ve madem ki akıllısın. Haydi bir kilometre uzak bir yere, ayni yere basarak, ayni dakikada git gel bakalım?

BULUTLARDA Kİ SU VE YAĞMUR

Biyoloji uzmanlardan biri diyor ki; göklerde, deniz ve okyanusların bin katı kadar su varmış.  Bunu tabiatçılara sormayalım mı, o kadar çok su orada hangi depolarda duruyor? Okyanuslarda, denizlerde ve çöllerde niye yağmur yağmıyor, yağsa da az yağıyor. Peki nerede yağıyor? Mahsulat veren münbit arazilere yağıyor. Yağarken de oluktan akar gibi yağmıyor. Tane tane damla damla yağıyor. Dolu çok seyrek yağıyor, fakat taneleri karpuz kadar büyük yağmıyor. Hatta elma kadarda yağmıyor, nohut tanesi kadar yağıyor ve Allah’ın çok sevdiği mahluk olan insanı o yağan dolu başını yarmıyor, öldürmüyor.

Sonra, acaba düşündünüz mü kışın yağmur yağarken niye gök gürültüsü ile yağmıyor?  Gök gürlese de çok seyrek gürler. çoğunlukla yaz mevsiminde gürler. Ne sebepten biliyor musunuz?  Çünkü yaz mevsiminde bütün canlılar dışarıda. İnsanlar, hayvanlar ve haşaratın ıslanmamaları için kaçın kaçın manasında, O Merhamet Sahibi olan Allah’ımız pamuk gibi bulutlardan ses çıkartıp yaratıkların yağmurdan kaçmalarını sağlar. Bunların hangisine tesadüf karışabilir? Bunların hangisinde şuursuz, kör, ve sağır tabiatın eseri görünüyor. Biz bunları materyalist ve natüralistlere sormayalım mı? Halbuki realiteye bakarsak, denge ve nizam, kendi kendine olmaz. O ancak mantığın eseri olabilir. Bütün bu saydığımız eserlerin meydana gelmesi, ancak Mutlak bilgi, İrade ve Hikmet sahibi Büyük Allah’ın işi olabilir. Bunun haricinde olması imkan haricidir, vesselam.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Ailenin Huzuru İçin

Fitnelerden kurtulabilsek,

Âile dertlerden kurtulur.

 

İmanımız kuvvetli olsa,

İç âlemimiz rahat olur.

 

Hanımımızla kavga yoksa,

Hayatımız huzurlu olur.

 

Evlatlarımız dindar olsa,

Derdin büyüğü bitmiş olur,

 

Anne babadan dua alsak,

Hayırlar bizi bulmuş olur,

 

Tüm âilemiz namaz kılsa,

Kara günlerimiz ak olur.

 

Tek Yaratana muhtaç olsak,

Geçimimiz huzurlu olur.

 

Komşularla dargınlık bitse,

Eve girip çıkmak rahat olur.

 

Bir asra yakın milletimiz,

Dini hayattan uzak durur

 

Milleti dinsizleştirenler,

Müthiş azabı bekler durur

 

Başbakanımız dindar olsa,

Sahtekârlık çok az olur.

 

Âilemizde din yerleşse,

Bizde huzursuzluk, yok olur.

 

Risale-i nur  eve girse

Evdekiler nurlanmış olur,

 

Ondan sonra bütün aile,

Çevreye örnek olmuş olur.

 

Sevaba günaha inansak

İç alemimiz pürnur olur.

 

Pratikle dini nasihatlar,

Ağzımızdan da, çok konuşur.

 

Bugün bu gibi noksanlıklar,

Tamamlansa çok iyi olur,

 

Ondan sonra bizim hayatımız,

Her sahada gülistan olur.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org