Etiket arşivi: Ahmet Tanyeri

Bediüzzaman ile Miran Aşiret Reisi Mustafa Paşa

Asıl adı Said iken dendi Bediüzzaman
Daha küçük yaşlarında bildi ki dünya yalan

Üstün kabiliyetiyle ilgi alaka gördü
Bütün herkesi şaşırtıp hayretlere düşürdü

Ön plana çıkıyordu O’nun keskin zekâsı
Harikulade gelişmiş mükemmel hafızası

Hareketli geçiyordu O’nun gençlik yılları
İmanı kurtarmak idi istek ve arzuları

İlim tahsili anında zühde önem veriyor
Üç günde bir parça ekmek onun için yetiyor

Bazen o parça ekmeği yemediği olurdu
Çevredeki otlar ile idareye koyuldu

Onüç ondört yaşlarında Üstad Bitlis’e gelir
Orada mümtaz âlimler onunla ilgilenir

Tillo’da iken bir gece acip bir rüya görür
Abdülkadir-i Geylâni rüyasında görünür

Abdülkadir Hazretleri diyor “Ey Molla Said
Mustafa Paşa denilen Miran Reisi’ne git

Halkına zulmettiğinden hidayete davet et
Bir de namaz kılmasını Reis’e tavsiye et

Dediğini yapmaz ise başka işlere girme
Reisi hemen öldürüp fazla zaman geçirme”

Üstad uyanır uyanmaz yol tedariki eder
Tillo’dan Miran’a doğru hemen hareket eder

Doğru Miran Reisinin çadırlarına gider
Paşa bulunmadığından O istirahat eder

Paşa dışarıdan gelir onu hiç umursamaz
Her kes kıyam ettiyse de Üstad ayağa kalkmaz

Paşa sorar “Kim bu?” diye fazla kızmış ise de
Kızdığını belli etmez onu sorar yine de

“Molla Said” cevabını alınca Mir Mustafa
Hiddetlenerek yüzünü çevirir o tarafa

Ne sebeple geldiğini Molla Said’ten sorar
Aldığı cevap ile de rengi tamamen solar

“Ya zulmünü terk eyleyip insaflı olacaksın
Halkına merhamet edip namazı kılacaksın

Veya gözümü kırpmadan seni öldüreceğim
Leşini serdikten sonra buradan gideceğim”

Paşa direkte asılı kılıncına bakıyor
“Hayret bu pis kılınçla mı öldüreceksin” diyor

Üstad Mustafa Paşa’ya cevaben şöyle diyor
“Kılınç kesmezse el keser” diye cevap veriyor

Miran Aşiret Reisi ona çok hiddetlendi
Ancak hiç belli etmeden Üstad’a şöyle dedi

“Cezire’nin âlimleri bir yerde toplansınlar
Kendinden emin olanlar seninle yarışsınlar

Eğer onları yenersen dediğini yaparım
Onları yenemez isen seni nehre atarım”

Bu muhavereden sonra Paşa ile beraber
Yarışmaya girmek için Cezire’ye giderler

Cezire’nin âlimleri bir yerde toplanırlar
Üstad Bediüzzaman’ı içlerine alırlar

Görüşmeler yapılırken onlara çay verilir
Meşhur misafirlerine izzet ikram edilir

Üstad çayını içerken kimselerden ses çıkmaz
Onların çayını içer kimse farkına varmaz

Mustafa Paşa diyor ki “Ey Hoca Efendiler
İnanın ki Molla Said peşin sizi yendiler

Mağlup olacağınızı şimdiden biliyorum
Ancak bu işin sonunu merakla bekliyorum”

Üstad dedi “Efendiler, bendeniz vadetmişim
Hiç kimseye sual sormam dinlemek benim işim”

Kırk kadar sual sorarlar oradaki âlimler
Cümlesine cevap verir onlara birer birer

Sonra da Mustafa Paşa Üstad’ı tebrik eder
Namazı kılmaya başlar mavzer hediye eder

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Selamın Fazileti

Esselamü aleyküm!

Esirgeyen ve bağışlayan Yüce Allah(c.c.)’nün adıyla…

Aziz Okuyucularım, bu yazımızda selamın faziletinden söz edeceğiz İnşaallah.

Selam, Mü’minlerin birbirleri üzerindeki karşılıklı haklarıdır. Hakkını ödeyen, ebedi âlemde büyük mükâfatla sevinir, ödemeyen ise, azapla dövünür.

Dinimizde selam vermek sünnet, almak ise farzdır. (farzı kifaye) Bir yere girerken de çıkarken de selam verilir. Selam Allah(c.c.)’nün ve Resulü(s.a.v.)’in bildirdiği şekilde verilip alındığı müddetçe selamdır. Verilen selamı daha güzeli ile almak da farz değil ise de, çok sevaptır. Selamın manası; yani ben Müslüman’ım, benden sana zarar gelmez, selamettesin demektir.

Cenabı Allah(c.c.) Kuran-ı Kerim’de: “Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya aynıyle mukabele edin. Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisa: 86)

Başka bir ayet-i kerimede de: “Evlere girince, kendinize, ehlinize Allah’tan bereket, esenlik ve güzellik dileği olarak selam verin.” (Nur: 61)

Bu nedenle eve girince de evdekilere selam verilmeli, evde kimse yoksa “Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin” (Allah’ın selamı bizim ve Salih kulların üzerine olsun) demelidir. Çünkü Müslüman’ın evinde rahmet melekleri vardır.

Bir Hadis-i Şerif’te de: “Evine girerken selam veren, Allah’ın himayesinin garantisi altındadır.” Diye buyrulmuştur. (Ebu Davud)

Selam, İslam’ın sevgi ve rahmet kapılarının anahtarıdır, mü’minin gönüllerdeki sevgi hazinelerine o anahtarla girilir. Allah(c.c.)’nün rahmet ve mağfiret deryalarına o anahtarla girilir.

Selam hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) başka bir Hadisi Şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. İşlediğiniz takdirde sevineceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, Tirmizi, İbni Mace.)

Başka bir Hadis-i Şerif’te de: “Ey insanlar! Selamı ifşa ediniz. Başkalarına yemek yediriniz, Akrabalarınızı ziyaret ediniz. İnsanlar uykuda iken namaz kılınız. (Bunları yaparsanız) selametle cennete girersiniz.” Buyurmaktadır.

Yukarıdaki hadisi şeriflerden de anladığımız gibi Peygamber efendimiz selamı emretmiş. Selam verdiğimizde hem bir farzı yerine getiriyor hem de Peygamber efendimizin sünnetine uymuş oluyoruz.

Selamda sünnet olan öncelik sırası şöyledir: Rütbe ve nimeti çok olan önce selam verir. Büyük küçüğe, bir araç üstündeki yerdekine, yürüyen durana, ayakta olan oturana, az olan çok olana, amir memura, hoca talebesine, baba oğluna, ana kızına, telefon eden edilene, odaya giren odadakine selam verir.

Selam; emniyet, huzur, selamet, sağlık, barış, rahatlık, iyi netice, kurtuluş gibi manalara da gelir. Selam vermek, bir kimseye yapılan en güzel duadır.

Selam, birbirlerini tanıyanlar arasında muhabbet arttırıcı bir özelliği olmasının yanı sıra, birbirlerini tanımayan insanların ise birbirlerine karşı muhabbet beslemelerine sebep olmaktadır. Selam verilmek suretiyle bireyler arasında sevgi meydana gelmektedir. Selamlaşmak dostluğun, birlikteliğin başlangıcıdır. Selamlaşmak sevgiyi, sevgi kardeşliği, kardeşlik birlik ve beraberliği doğurur. Mü’minlerin birbirlerini sevmesi ise imanın alametidir.

Selam, sadece dünya hayatının değil, Cennet hayatının da esenlik ifadesidir. Kuran-ı Kerim’de, Cennette meleklerin inananlara, inananların birbirlerine selam verecekleri bizlere şöyle bildirilmiştir: “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapılar açıldığında, bekçileri onlara: – Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin. Derler.” (Zümer: 73)

Bu nedenle aziz Dostlar; birbirimize karşı –her türlü afet ve musibetten selamette olmak- dileği olan selamlaşmayı, hiçbir zaman ihmal etmeyelim. Umulur ki bu sebeple, Allah(c.c.)’nun gerçek selamet yeri olan ve Kuranı Kerim’in beyanına göre “selam”dan başka söz işitilmeyecek olan cennetine nail oluruz. Zira hakiki saadet orada, sonsuz huzur orada ve ebedi mükâfat yalnız oradadır.

Yüce Rabbimiz bizleri, birbirini seven, dostlukları pekiştiren, günahları afolunan ve cennete nail olan kullarından eylesin.

Selam Hidayete Tabi Olanlara.
Akibet Muttakilerindir.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Ölüm Gerçeği

Cenabı Allah(c.c.) Kuran- Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak Sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer:39/30) Bu ayet müşriklerin, Peygamber Efendimizin ölümünü temenni etmeleri üzerine nazil olmuş ve bununla da hiç kimseye ayrıcalık yapmayacağını vurgulamıştır.

Her insan, daha doğrusu her canlı, eceli geldiği zaman, nerede olursa olsun mutlaka ölecektir. Çünkü Cenab-ı Allah(c.c.)’tan başka her şey ölümlüdür. Eğer sonsuza kadar dünyada yaşamak mukadder olsaydı, Cenab-ı Allah(c.c.) en başta bunu Eşref-i Mahlûkat olan Peygamberimiz Hz. Muhammed(S.A.V.)’e verecekti. Hâlbuki Peygamber Efendimiz(S.A.V.), Âlemlere Rahmet olarak gönderildiği halde, hem de 63 yaşında bu dünyadan göçerek ahiret âlemine intikal etmiştir.

Her insanın takdir edilmiş belli bir süresi vardır. Bu konuda da Cenab-ı Allah(c.c.) Kuran-ı Kerim’de: “Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf:7/34)

Demek ki her doğan mutlaka ölecektir. Çünkü her doğan kişi, ölüme namzet olarak doğmaktadır. Hz. Azrail (a.s.) her kesin kapısını mutlaka çalacak ve Allah(c.c.)’nün emriyle ruhunu kabzedecektir. Kısacası ölümden kaçmak mümkün değildir.

Hiç kimsenin “Benim daha yapacak çok işim var yahut ben gencim, ne olur daha sonra gel” demeye ne yetkisi ve ne de etkisi vardır. Emir kesindir, hiçbir şekilde geciktirilemez. Yukarıda belirtilen ayette de bu belirtilmiştir.

Onun için her an hazırlıklı olunmalıdır. Çünkü yaşlıya- gence, fakire-zengine, rütbeliye-rütbesize bakılmaz. Ölüm, umulmadık bir zamanda aniden kapımıza gelir. Zira yaşamak ve ölmek insanın elinde değildir. Her şey olduğu gibi, ölüm de Cenab-ı Allah(c.c.)’ın izniyle gerçekleşmektedir.

Hz. Enes bin Malik (r.a.)’ten rivayet edilmiştir: “Bir gün Peygamber (s.a.v.) bir takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu: İşte bu çizgi insanın umduğu emeldir, bu çizgi de ecelidir. İnsan uzaktaki emelini beklerken, kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir.” Buyurmuştur. (Buhari, Rikak 4; VII, 171)

Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayet-i kerimede: “Allah kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.” Buyurmaktadır. (En’am, 6/61)

Yalnız, kesinlikle bilinmelidir ki ölüm yok olmak değil, belki fena âleminden beka âlemine bir intikaldir, bir terhistir.

Dönüşü olmayan bu yolculuğa çıkan kimsenin bazı perde ötesi hallerini Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle açıklıyor: “Cenaze tabuta konulup erkekler omuzlarına yüklendiklerinde, o cenaze İyi bir kişi ise: Beni acele olarak gideceğim yere ulaştırınız, der. Eğer o cenaze kötü bir kişi ise: Eyvah! Bu cenazeyi nereye götürüyorsunuz, diye feryat eder. Cenazenin bu feryadını insandan başka her şey işitir. Eğer insan bu feryadı duysaydı, dayanamayarak bayılırdı.” (Buhari, Cenaiz 91, II, 103)

İşte görüldüğü gibi insan bu dünyada iken hiç ölmeyecekmiş gibi mal, mülk ve dünyevi makamlar peşinde koşturarak ömrünü tüketiyor. Allah ve Peygamber(S.A.V.)’i unutuyor. Şuna sövüyor, bunu dövüyor, insanların kalbini kırıyor, dedikodu, yalan, dolan v.b. işler yapıyor. Ancak bir gün kefen bezine bürünerek tabut denilen o daracık sandık içine konulup o daracık çukura gireceğini hiç aklına getirmek bile istemiyor.

Bu duruma ibretle bakıldığında, insan neler düşünmez ki: “Şu anda benimle onun arasında ne fark var? O tabutun içinde, ben ise dışındayım. Daha düne kadar beraberdik, bu gün ise o gidiyor, demek ki yarın ben de gideceğim. Aradaki tek fark, şu anda hayatta olmam. Bu da benim için büyük bir şans. O zaman uyanmalıyım, amel defteri kapanmadan tövbe edip Allah(c.c.)’tan mağfiret dilemeliyim.” deyip ibret almalıdır.

Zira Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde: “Öyle ise ey basiret sahipleri, ibret alın!” (haşir, 59/2) diye emretmekte, Peygamber Efendimiz(S.A.V.) de: “Akıllı kimse, bu dünyada kendini sorgulayan ve ölüm sonrası için çalışandır.” buyurmaktadır. (Tirmizi, Kıyame, 26, IV, 638)

Bu nedenle, sonsuz yolculuğa çıkacağını kesin bildiği halde, inanan bir kişinin bu yolculuk için hazırlık yapmaması akıl kârı değildir. İnsanı aldatan, sonsuz emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın yegâne yolu, ölümü hatırdan çıkarmamaktır. Çünkü Peygamber Efendimiz(S.A.V.): “Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız.” Buyurmaktadır.(Tirmizi, Zühd, 4, IV, 553)

Başka bir Hadis-i Şerifte de: “Dünya ahretin tarlasıdır.” Buyurmuştur. Yani bu dünyada ne ekersen, ahirette de onu biçersin. Dünya hayatında her ne yaparsan, ahiret hayatında da o karşına gelecek ve onu göreceksin. Kesinlikle, miskali zerre kadar eksik-fazla olmaz.

  • Madem dünya ahiretin tarlasıdır.
  • Madem ömür su gibi akıp gitmektedir.
  • Madem ölüm yok olup gitmek değildir.
  • Madem ölümden kaçmak mümkün değildir.
  • Madem dünya hayatı geçici ve imtihan yeridir.
  • Madem ecel bir gün bizim de kapımızı çalacak.
  • Madem ölüm ahiret yolculuğunun bir başlangıcıdır.
  • Madem her canlı gibi insan da sınırlı bir ömre sahiptir.
  • Madem ölüm fena âleminden beka âlemine bir intikaldir.
  • Madem insan her an yavaş yavaş ölüme yaklaşmaktadır.
  • Madem herkes mutlaka bir gün sonsuz yolculuğa çıkacaktır.
  • Madem ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip tükenmektedir.
  • Madem ömür salih amel işlemek için bir imtihan ve bir fırsattır.
  • Madem bir imtihan yaşıyoruz ve varlığımızın hikmetini de bu imtihan oluşturuyor.
  • Madem Allah(c.c.)’tan başka bütün yaratılmışlar fanidir ve hepsinin ömrünün bir sonu vardır.

O halde ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlıklı olmalı, fırsatı ganimet bilmeli, ebedi hayatının sermayesini kazanacağı yer olan dünyada yaşadığı zamanı çok iyi değerlendirmelidir. Unutulmamalıdır ki, şu kısacık dünya hayatını, ebedi olan ahiret hayatının kazanıldığı yer olarak değerlendirebilmesi ancak müslümanca bir hayat yaşantısı ile mümkün olacaktır.

Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hz.leri de şöyle buyurmaktadır:

  • Dünya madem fânidir.
  • Hem madem ömür kısadır.
  • Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
  • Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
  • Hem madem dünya sahipsiz değil.
  • Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.
  • Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.
  • Hem madem “Allâh kimseye gücünden fazlasını yüklemez.” (Bakara Sûresi, 2:286.) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
  • Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
  • Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

Cenab-ı Allah (c.c.) cümlemizi; daha ecel kapımızı çalmadan ve sonsuz yolculuğa çıkmadan, yaşadığımız zamanı ganimet bilip ahiret hayatı için sermaye biriktiren, ahiretteki imtihanını başarıyla geçen, Allah(c.c.) ve Resulü’nün (S.A.V.) hoşnutluğunu kazanan mümin kullarından eylesin.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Bediüzzaman ve Risale-i Nur

Üstad hiç boş durmayarak eserler telif etti
Gizlice perde altında neşrini temin etti

Bu hareket çok muazzam bir galibiyet oldu
Oysa bu devirde kimse bir şey yazamıyordu

Kötü niyetli dinsizler O’nu yok edememiş
İslamî neşriyatına mani de olamamış

Üstad’ın yaptığı işi kimse başaramadı
Bu zulmü mutlak devrinde hiçbir zat yapamadı

Bu dinsizlerin amacı gizli bir plan yapmak
İslamî Şeairler’i birer birer kaldırmak

İblisane düşünerek bu milleti uyutmak
Kuran’ları imha edip İslami unutturmak

İslami yok etmek için çaba sarf ediyorlar
Yetişkin genç nesillerin aklını çeliyorlar

İslamiyet aleyhinde tahripler yapılıyor
Komünizm rejimine de zemin hazırlanıyor

Farmasonlar ve dinsizler ve edepsiz edipler
Tahribat için sıraya girmişler birer birer

Özellikle İngilizler ve kâfir Fransızlar
İslam düşmanları asla hiç de boş durmuyorlar

Gaye İslam’ı maddeten ve manen yıpratmaktı
Milleti dini bağlardan tamamen koparmaktı

Yeryüzünün görmediği bu dehşetli zamanda
Dinsizlik devrinin başı olmuştu aynı anda

Risale-i Nur hizmeti bu devirde çıkıyor
Asi din düşmanlarının boğazını sıkıyor

Yapılan azıcık hizmet dağ gibi kıymet alır
Bu ağır şartlar altında büyük değer kazanır

O yüzden Risale-i Nur bunun neticesidir
Beşeriyete yol veren rehber-i ekmelidir

Bu eserler dinsizliğe karşı baş kaldırmıştır
Yıkılması gayri kabil bir set teşkil etmiştir

Dahası Risale-i Nur olmuş İslam hamisi
Canların cananı olmuş ruhların sevgilisi

Bu zamanda ve atide bir Seyfül İslam olmuş
İcabında canan için canlar feda edilmiş

Kuran’a son asırlarda büyük hizmetler etmiş
Mucize-i manevisi olarak tulu etmiş

“Allah’ım Risale-i Nur’u daim ve kaim eyle!
Tanyeri’nin mekânını Nurlarla birlik eyle!”

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Bediüzzaman ve Nur Talebeleri

Üstad Bediüzzaman ve sonra talebeleri
Dünyaya ilan etmişler büyük hakikatleri

Hakikati Kuran’iye etrafında dönmüşler
İman hakikatlerini tamamıyla görmüşler

Gaye ölünceye kadar onlara hizmet etmek
Bu Hakikati Kübrayı dünyaya ilan etmek

Dalalet ve zındıkanın en azgın devresinde
Böyle müthiş ve çok ağır şartlar içerisinde

Bütün bu gizli dinsizlik fesat komiteleri
Büyük tahribat yapıyor bu faaliyetleri

O zaman âlem-i İslam maddeten çok fakirdi
Dönemin Firavunları İslam’a karşı birdi

İşte böyle bir zamanda bu Zat meydana çıkar
Eli kolu bağlı iken bütün putları yıkar

Dehşetli bir esarette eserleri yazıyor
Kuran’dan aldığı dersi insanlara okuyor

O zaman Arapça harfler yasak da edilmişti
İlgili matbaaların hepsi kapatılmıştı

Üstad Bediüzzaman’ın malı serveti yoktu
Mevcut dünya metaıyla hiç alakası yoktu

Risaleleri el ile yazarak çoğaltanlar
Ancak ihtiyaçlarını zor temin ediyorlar

Yazanlar karakollara hemen götürülüyor
Onlara eziyetler ve işkence yapılıyor

Din adamlarını asıp idam ettiriyorlar
İnsanları korkutarak gözdağı veriyorlar

Dindar insanlar sükûta mahkûm ettirilmişti
İslami dersleri vermek kesin menedilmişti

İslam’ı ruhsuz bir ceset yapmak istiyorlardı
İslam’ın uyanmasını hiç istemiyorlardı

Risale dersini alan o Nur Talebeleri
İslami cesaret alıp olmuşlar iman eri

Risale-i Nur’u gaye edinen bu insanlar
Her birisinin kuvveti olmuş yüz adam kadar

Bu da halkın üzerinde çokça tesir yapmıştır
İnsanlarda uyanıklık husule getirmiştir

Dinsizliğin şaşaalı o taarruzlarına
Karşı gelip şahlanmışlar imanları uğruna

Üstad’larıyla beraber korkmadan canlarını
Feda edip kurtarmışlar güçlü imanlarını

Risale-i Nur’ları pür dikkatli okuyanlar
Hiçbir beşeri eza ve cefadan korkmuyorlar

İslam ve iman uğrunda katiyen yorulmazlar
Musibetler karşısında tahammülsüz olmazlar

Hapse memnuniyetle ve iftiharla girerler
Allah için gerekirse ölüme de giderler

Zahirde zararlı gibi görünen bu hizmetler
Hakikatte ise rahmet oluyor bu zahmetler

İman hizmeti uğrunda ne yapsalar hayırdır
Bütün bu çalışmaları onlar için ecirdir

Ey Allah’ım bu Cemaat bütün Sana emanet
Aciz kulun Tanyeri’yi lütfünle hidayet et

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org