Etiket arşivi: aile

Evlenilecek eşlerde aranan vasıflar nelerdir?

Erkeğin, evleneceği kızı seçmesi, kız velisinin de damat adayını seçmek için dikkatli davranması, kurulacak yuvanın selâmeti ve doğacak çocukların sıhhati ve terbiyesi açısından çok mühimdir. Gelin ve damat namzetlerinin tayininde dikkatli olunmasını tavsiye eden Sevgili Peygamberimiz, “İnsanlar iyilik ve kötülükte madenler gibidir“(1) buyurarak bizleri ihtiyata davet etmektedir. Hz. Ömer, kendisine çocuğun babası üzerindeki hakkını soran bir oğluna şu üç şeyi sayar: “Temiz ve iyi ahlâklı bir anne seç, güzel bir isim koy ve ona Kur’ân öğret.” (2)

Her şeyden önce, evlilikte esas maksat hayırlı bir neslin vücuda gelmesidir, insanın bazı muhtemel günahlara girmesine mani olması ve düzenli bir hayata kavuşması için de ayrıca ehemmiyeti vardır. Yoksa sırf nefsin arzusundan kaynaklanan ve sadece geçici bazı zevklerin tatmini düşüncesine dayanan bir teşebbüsün ilerisi için devamlı bir rahatsızlık unsuru olacağı şüphesizdir.

İmam-ı Gazali dinimizin bu husustaki prensiplerini sayarken ilk iki maddeye, “dindarlık ve güzel ahlâkı” koymuştur.(3)

Aile yuvasının ileride bozulmaması için eşler arasındaki denklik büyük ehemmiyet arz etmektedir. Dindar bir kız ile hevaî bir erkeğin denk olmayacağı muhakkaktır. Böyle bir evliliğin ileride bozulma ihtimali kuvvetlidir. Çünkü dünyaları ayrı iki insan arasında uyumun sağlanması çok defa mümkün olmamaktadır. Aynı şekilde, dindar bir erkeğin, dindar olmayan, davranış ve hareketlerini İlâhî emirlere göre tanzim etmeyen bir kadınla evlenmesi ve hayat arkadaşlığı kurması beraberinde pekçok problem getirdiği gibi, böyle bir yuvanın da devamı zor olur. İşte İslâmiyet, sonradan olabilecek hadiseleri önceden tedbir olarak engellemektedir. Böylece cemiyet nizamını sağlam esaslar üzerinde devam ettirmektedir.

Bu hususa dikkatimizi çeken Peygamberimiz (a.s.m.) mü’minlere şu tavsiyede bulunur:

Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesut olursun.” (4)

Kadının diğer vasıfları yanında, bilhassa dinî cihetine ağırlık verilmesi bir Peygamber tavsiyesidir. Dolayısıyla, Müslümanın da göz önüne alması gereken en hayatî noktadır.

Peygamberimiz, Hz. Ömer’in “İhtiyacımızı gidermek için ne gibi mal elde edelim?” diye sorması üzerine şu tavsiyede bulunurlar: “Malın en faziletlisi zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve âhireti ile ilgili [İslâmî] hizmetlerde ona yardım eden imanlı bir hanım.” (5)

Kocasına İslâmî hizmetlerde destek olan hanımı, Peygamberimiz, dünya servetinin en mühimlerinden birisi saymıştır.

Bu noktadan sık sık ikazlarda bulunan Peygamberimiz şu sözlerinde daha da dikkatli davranılmasını istemektedir: “Kadınları [sırf] güzellikleri için nikahlamayınız, Çünkü onların güzellikleri onları tehlikeye atabilir. [Sadece] malları için de nikahlamayınız. Çünkü mallan onları azdırabilir. Dindar olanını nikahlayın. Şüphesiz, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye, dindar olmayan bir kadından efdaldir.

Evlenecek kadında dindar olma şartı arandığı gibi, kız velîsinin de erkekte öncelikle dinî tarafını araması bir vazifedir. Kızlarını verecekleri adamda sadece güzellik, zenginlik ve makam gibi üstünlükler arayıp, dinî cihetine itibar etmeyen kimseler bozgunculuğa ve fitneye meydan vermiş olurlar.

Kızının talipleri olan bir adam Hasan-ı Basrî’ye gelerek “Kızımı nasıl bir kimseye vereyim?“diye fikrini sorar. Hasan-ı Basrî de, “Allah’tan korkan bir adama ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse ona iyilikte bulunur, şayet ondan nefret duyacak olsa zulmetmez” buyururlar.(6)

Şer’an, koca karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı” diyen Bediüzzaman Hazretleri de devamında, “Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur. Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp ‘Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim’ diye takvaya girer” demektedir.(7)

Her iki taraf dindarlık cihetini nazara aldıktan sonra,tabiî olarak, diğer yönlere de ehemmiyetine göre yer verir. Kadında aranan başka bir vasıf da iyi huylu ve temiz ahlâklı olmasıdır. Zaten dinî hayatına dikkat eden kadınların ekserisi, İslâm ahlâkını yaşamaya çalışacaktır.

Kadının erkek hakkında fikir ve tercihi de unutulmamalı, ihmal edilmemelidir. Çünkü ömür boyu sürecek ve sonsuz hayatta da devam edecek bir beraberlik olacaktır.

Dikkate alınması gereken diğer bir husus da kadının mehrinin az olmasıdır. Yani fazla masrafa yol açmayan bir çevreden alınmasıdır. Bugün hâlâ bazı bölgelerimizde bir cahiliye âdeti olan başlık parası nikâh yolunun kapanmasına sebep olmaktadır.

İslâm âlimleri, hayırlı ve faziletli bir namzetin fakirliğinin karı-koca arasındaki denklige mâni ve nikâha zarar veren bir durum olmadığını açıklamaktadırlar.” O halde, eşler arasında karşılıklı rıza olduktan sonra zenginlik ve fakirlik noktasındaki bir dengesizlik evliliğe ciddî bir engel teşkil etmez.

Bunun yanında, dindarlığı ve ahlâkı istenen vasıfta olduktan sonra, kadının zengin bir aileden olması, malî cihetten yeterli bulunması da ayrı bir tercih sebebi olabilir. Hadiste de bu şık ayrı bir hususiyet olarak zikredilmiştir.

1. Müsned, 2: 539.
2. Terbiyetü’l-Evlâd, 1: 38.
3. ihya, 2: 38.
4. İbni Mâce, Nikâh: 6.
5. Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’ân.- 48, IbnİMâce, Nikâh: 5.
6. İhya, 2: 43.
7. Lem’alar, s. 186.

Kaynak : Mehmet Paksu, Kadın, Aile, Hayat, Nesil Yayınları

Siz Bu Aileyi Tanıyor Musunuz?

Evlilik kadın için şiir, erkek için şuurdur.

Barış bey ve Ayla Hanım çalıştığım polikliniğe şiddetli geçimsizlik nedeniyle gelmişlerdi. Barış bey öğretmen, Ayla hanım ise ev hanımıydı. Ayla hanımın eşi ile ilgili en büyük şikâyeti eşinin kendisi ile yeterince ilgilenmemesi ve yaptığı işi küçümsemesiydi. En çok da eşinin ona:

Sen bütün gün evde ne yapıyorsun ki?” demesiydi.

Bu cümle Ayla hanımın çileden çıkması için yeterliydi. Barış bey ise; bütün gün ailesi için çalıştığını ve eve geldiğinde içeri girer girmez eşinin ne kadar yorulduğunu, evi nasıl silip süpürdüğünü, çocukların onu ne kadar yorduğunu anlatmasından bıktığını söylüyordu. Barış beye göre asıl yorulan ve şikâyet etmesi gereken kişi kendisiydi. Eşi evde iki çocukla uğraşıyor, kendisi ise okulda yüzlerce çocukla uğraşıyordu. Bir de bu yetmezmiş gibi, eve geldiğinde rahat edeceği yerde, eşinin dırdırına (!) maruz kalıyordu.

Ayla hanımla ve Barış beyle önce yalnız görüştüm ve daha sonra onları birlikte dinledim.

Ayla hanım, bana bir de Barış beyin yanında, Barış beyin sizi en çok rahatsız eden özelliklerinden bahseder misiniz?

“Doktor bey hepsini anlatsam saatlerce konuşmam gerekir.”

“Siz kısaca özetlerseniz sevinirim.”

“Doktor Bey; eşimin bana ve yaptığım işe hiç saygısı yok. Sanki ev hanımları bütün gün yatıyor gibi. Ona yorulduğumu ve biraz yardıma ihtiyacım olduğunu söylesem, hemen bana bütün gün ne yaptın ki diyor. Daha ben anlatmadan başlıyor dalga geçmeye. Benim bütün gün yaptığım işler ona göre çocuk oyuncağı. Ayrıca bana eskisi gibi kıymet vermiyor. Eşimi tanımasam sanki hayatında başka biri var diyeceğim. Eve geldiğinde, ne bir hal hatır sorma var, ne de bir Allahın kelamı. İlk sorduğu şey:

Bu gün ne yemek yaptın? Veya sofra hazır mı? Oysa ben, benimle ilgilenmesini, halimi hatırımı sormasını, bir çift güzel kelam etmesini kısaca gönlümü almasını bekliyorum. Ama nerde bizimkinde o incelik.”

Ayla hanım isterseniz Barış beye soralım, bakalım bu söyleyeceklerinize ne cevap verecek? Barış bey siz ne söylemek istersiniz?

“Doktor Bey, yok öyle bir şey. Onun dediği gibi değil kazın ayağı. Ben bütün gün onlar için çalışıyorum. Elin kahrını çekiyorum. Eve nasıl geldiğimi kendisi görüyor. Çoğu zaman yorgunluktan yemek hazırlanana kadar kanepede sızıyorum. Doktor bey, ben eve geldiğimde Allah sizi inandırsın daha kapıyı açar açmaz ben içeri bile girmeden başlıyor şikâyet etmeye; bütün gün öldüm, canım çıktı çocuklarla uğraşmaktan, evi temizlerken çok yoruldum, şöyle yaptım, böyle yaptım diye bir başlıyor anlatmaya aşk olsun sustura bilene. Bazen eve geldiğimde evde olmuyor, geldiğinde eğer hasbelkader günün nasıl geçti? diye soracak olsam, başlıyor bütün gün komşularıyla ne konuştuklarını anlatmaya vıdı vıdı mübarek hiç bitmiyor. Bana adam gibi üç beş cümleyle özetlese ya nerdeee, sanki makineli tüfek. Bende artık sormuyorum. Sormayınca da ilgisiz biri olup çıkıyorum. Birde şimdi söylemedi ama beni hep komşunun kocasıyla kıyaslıyor. Bizim apartmanda karı koca memur bir çift var. Onlarla iyi görüşüyoruz. Neymiş adam karısına yemek yaparken, evi temizlerken, bulaşık yıkarken yardım ediyormuş. Ben niye öyle değilmişim? Kendisine kırk kere izah etmeye çalıştım. Onların ikisi de çalışıyor, tabi adam karısına yardım edecek. Kadında dışarıda çalışıyor ve ikisi de eve geç geliyorlar. Yemeği birlikte hazırlıyorlar, sofrayı birlikte kuruyorlar. Ama sen dışarıda çalışmıyorsun senin işin ev hanımlığı tabi ki yemeği sen yapacaksın, bulaşığı sen yıkayacaksın dediğim vakit; ben bencil, nezaketten uzak, yaptığı işi küçük gören biri olup çıkıyorum. Allah aşkına doktor bey haksız mıyım? Ben hem okulda bütün gün çalışıp yorulayım hem de eve gelip yemek hazırlayayım bu mu yani nezaket? Bu mu adalet? Sonra neymiş arada başka kadın mı varmış? Yahu benim okul dışında başka bir şeye ayıracak zamanım mı var ki? Tövbe, tövbe…”

Sanırım konuşmaların buraya kadar olan kısmından görüşmenin nasıl geliştiğini tahmin etmişsinizdir. Evet, Barış Bey ve Ayla Hanım prototipi aileler bu toplumda çok sık karşılaştığımız örneklerdir. Bu aile üzerinden birçok analiz yapacağız. Ayrıca kitabın geri kalan kısmında erkek ve kadınların neden farklı düşündüklerini ve aslında aynı şeyleri istemelerine rağmen nasıl farklı sonuçlara ulaştıklarının sebeplerini irdeleyeceğiz. Bu kitap işte tam da bu sebepten dolayı kaleme alındı

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Not: Yazarımızın yazıları eklenmeye devam edecektir…

Aileye Verilen Önem

Hz. Peygamber’in Aileye Verdiği Önem

İnsan için cemiyet, cemiyet için de aile ne kadar önemli ise Hak Din’in ve son ve en kâmil tebliğcisi ve uygulayıcısı Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz de aileye o kadar önem ve değer vermiştir. Çünkü O’nun tebliğ ve tatbik ettiği dinin vâzı’ı ile kâinatın yaratıcısı birdir; Vahid, Ehad, Hakîm ve Alîm olan Allah’ın iki eseri (din ve insan) arasında çelişkinin bulunmaması, birinin diğerine elbise ile vücut gibi uyması tabiidir.

Resul-i Ekrem’in örnek uygulamasında kemaliyle tecelli eden İslâm’ın, aileye verdiği yer ve önem şu tedbirler ve talimat tablosunda açıkça görülmektedir:

1. Allah Teala’nın insanlığa örnek olarak sunduğu sevgili Resulü bizzat evlenmiş, aile kurmuş; baba, dede, eş, kayınpeder, enişte gibi aileye bağlı sıfatlarla örnek davranışlar ortaya koymuştur. İlk evliliğini yirmi beş yaşında iken, kendisinden onbeş yaş büyük ve dul olan bir hanımla (Hatice annemizle) yapmış, elli yaşına varıncaya kadar bütün gençliğini bu tek hanımıyla yaşamış, çevresinde yaygın bir adet olmasına rağmen ikinci bir eş edinmemiştir. Neslini devam ettiren çocuklarının da annesi olan sevgili eşi vefat ettikten sonra yaşlı, genç birden fazla hanımla evlenmiş ve geride kalan onüç yılını bu hanımlarına manevi zenginlik ve mutluluk bahşederek geçirmiştir. O’nun gençliğini yaşlı, dul ve tek hanımla geçirmesi evlilikte cinselliğin önüne geçen amaçların bulunduğunu ve gerektiren ciddi bir sebep bulunmadıkça ailenin tek hanımla kurulacağını göstermektedir. Daha sonraki eşlerini edinmesinde her birine ait siyasî, ictimai, ahlâkî, dinî sebepler ve hikmetler vardır. Ayrıca ümmetinde birden fazla hanımla evlenme bir sosyal vakıa olacağından bunlarla, Allah’a kulluk çerçevesinde bir aile hayatı yaşamanın eşi bulunmaz örneği verilmiştir…

2. Evlenmeyi teşvik etmiş, Allah’a daha fazla ve daha iyi kulluk edebilmek için evlenmeyi, aile hayatını terketmek isteyenleri bundan vazgeçirmiştir. Sahabeden üç kişi Resulullah’ın eşlerinden birine O’nun günlük ibadet hayatını sormuşlar, durumu öğrenince kendi ibadetlerini az bulmuşlar ve o andan itibaren kendilerini ibadete vermeyi kararlaştırarak; birisi gece sabahlara kadar namaz kılmaya, ikincisi her gün oruç tutmaya, üçüncüsü de aile hayatı ile ilgisini kesmeye azmetmişlerdi. Hz. Peygamber yaptıklarını öğrenince yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: “Yemin ederim ki ben hepinizden daha fazla Allah’tan korkar ve O’nun koyduğu sınırlara riayet ederim, fakat (aynı zamanda) nafile oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da, gece namaz da kılarım uyku da uyurum, kadınlarla da evlenir aile hayatı yaşarım; imdi kim benim yolumdan ayrılırsa benden değildir.” (Buhari, Nikâh, 1). O gençlere hitaben şöyle buyuruyor: “İmkân bulanlarınız evlensin; çünkü gözü ve iffeti en iyi koruyan evliliktir…” (Buhari, Nikâh, 2-3.)

Resulullah’ın talimatından çıkan sonuca göre imkanı müsait ve evlilik hukukuna riayet edebilecek olan kimselerin evlenmeleri gereklidir.

3. Evlenmeyi kolaylaştırmış, şeklini, şartlarını ve maddi külfetini asgariye indirmiştir. Şahitler huzurunda yapılmak veya vekillerinin yahut da velilerinin bir araya gelerek irade beyanında bulunmaları (seninle evlendim, seni eş olarak kabul ediyorum gibi örf ve adete uygun bir ifadede bulunmaları) evliliğin oluşması için yeterlidir. Erkeğin kadına vereceği veya borçlanacağı mal (mehir) sembolik düzeyde olabilmektedir. Akit esnasında mehrin zikredilmemiş olması akdin sıhhatine mani değildir.

4. Evlenmek, aile kurmak isteyip de maddi, manevi engeller yüzünden bunu gerçekleştiremiyenlere yardımcı olmuş, evlenmelerini sağlamıştır. Kendileri bir gün ashabı ile birlikte bulunurken bir kadın yanına gelmiş ve mehirsiz olarak O’nunla evlenmek istediğini bildirmişti. Peygamberimiz (s.a.) kadına baktı, sonra tekrar başını önüne eğdi, kadın O’nun, evlenme konusunda bir hükme varmadığını görünce bir kenara oturdu. Sahabeden biri ayağa kalkarak “Ya Rasûlallah! Eğer siz onunla evlenmek istemiyorsanız benimle evlendirin” dedi. Efendimiz -adama- kadına verecek birşeyinin olup olmadığını sordu, olumsuz cevap alınca da “Git bir ailene bak, belki birşeyler bulursun” dedi, adam gitti ve eli boş döndü. Resulullah “Bak, demirden bir halka da olsa olur” dedi, adam gidip aradı yine eli boş döndü ve “Demirden bir halka yüzüğüm de yok, yalnızca üzerimdeki alt giysim (izarım) var” dedi (adamcağızın üst giysisi bile yoktu). Efendimiz “Alt giysini nasıl vereceksin; sen giysen o giyemez, o giyse sen çıplak kalırsın” dedi, adam yerine geçip oturdu, aradan uzunca bir süre geçince de ümidini keserek kalkıp gitmeye yöneldi. Peygamberimiz onu geri çağırtarak Kur’an-ı Kerim’den ezbere bildiği kısımların olup olmadığını sordu, birkaç sureyi ezbere bildiğini öğrenince de şöyle buyurdu:

Haydi al da git, bildiğin surelere karşı bunu sana veriyorum” (Buhari, Nikah, 14).

O’nun ve eşlerinin büyütüp yetiştirerek, cariye ise azad ederek, engeli varsa yardımcı olarak evlendirdiği birçok erkek ve kadın olmuştur.

5. Ailede eşlerin amaca uygun olarak seçilmesi çok önemlidir. İnsanların eş seçiminde kullandıkları ölçüler farklıdır ve çoğu kez geçici hevesler ve zevklerin etkisi sözkonusudur. Bu sebeple Resulullah (s.a.) Efendimiz ümmetini eş seçimi konusunda uyarmış ve sağlam ölçüler getirmiştir. Bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Kadın dört özelliğinden dolayı seçilir: Malı, soyu sopu, güzelliği ve dindarlığı; evlilikten hayır görmen için eşin dindarını seç!” (Buhari, Nikah, 15)

Ashabı ile beraberken yanlarından bir adam geçti. Efendimiz “Bu adam hakkında ne dersiniz?” diye sordu, “Bu kişi bir kızı isterse verilir, bir iş için aracı olursa geri çevrilmez, konuşursa dinlenir” dediler. Bir müddet sükut ettiler, sonra müslümanların yoksullarından biri geçti, Efendimiz “Bu adam hakkında ne dersiniz” diye sorunca sahabe: “Bu adam birinden kız istese vermezler, bir iş için aracı olup ricada bulunsa geri çevirirler, konuşsa dinlemezler.” cevabını verdiler. Peygamberimiz “Bu fakir, öbür zengin gibi dünya dolusu insandan daha hayırlıdır.” buyurdular. (Buhari, aynı yer).

Zengin ve güzel bir dul kadınla evlenmek istediğini söyleyerek fikrini soran bir sahabiye kadının doğurgan olup olmadığını sormuş, çocuğu olmadığı cevabını alınca “çocuğu olanı tercih et” buyurmuştur.

Peygamberimizin bu değerlendirmelerine göre eş seçiminde öncelik dindarlık ve ahlaka verilecek, diğer iyi ve güzel vasıflar önem bakımından ikinci sırada tutulacaktır.

6. İstikrarlı, huzurlu, verimli bir aile hayatı için gerekli bulunan hukukî ve ahlâkî düzenlemeleri ilahi irşad doğrultusunda yapmış, aile hayatının değişime açık yönlerini örf, adet ve gelişmelere bırakmıştır. Kitab ve sünnetten hareketle ortaya konmuş bulunan İslâm aile hukuku (münâkehât, mufâraqât) ciltlere sığmayacak zenginliktedir. Ailede roller, yardımlaşma, nafakanın kemmiyet ve keyfiyeti, sosyal ilişkiler gibi konularda değişime açık bulunan hüküm ve uygulamalar örf ve adete bırakılmış, bunların ma’rufa (müslümanların iyi, güzel, uygun bulmalarına) göre yürütülmesi istenmiştir. (Nisa: 4/19).

7. Kurulmuş ailenin fertleri arasında çıkan anlaşmazlık ve problemler ile ilgilenmiş, bütün imkânları aileyi sürdürme ve huzuru sağlama yönünde kullanmıştır. Ümmetini de bozulan aile ilişkilerini düzeltmeye teşvik etmiş, bu maksatla gerektiğinde yalan söylemeyi bile caiz görmüştür (Tirmizi, Birr, 26).

Bizzat kendi yakınlarında, daha doğrusu en yakınında, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında meydana gelen bir kırgınlıkla nasıl meşgul olduğunu şu olayda görüyoruz.

Birinin babası, diğerinin amcazadesi olan Efendimiz bir gün Fatıma annemizin evine gelmiş ve Hz. Ali’yi evde bulamamıştı. Kızına “Amcamın oğlu nerede?” diye sorduğunda şu cevabı aldı: “Aramızda bir şey oldu, bana kızıp dışarı çıktı, öğle istirahatini benim yanımda yapmadı.” Bu cevap üzerine Peygamberimiz birisini, Hz. Ali’yi aramak üzere gönderdi, arayan kişi biraz sonra döndü ve onun mescitte uyumakta olduğunu haber verdi. Efendimiz mescide geldiğinde Hz. Ali hâlâ uyuyordu, üzerinden ridası kaymış, vücudu toprağa bulanmıştı. Sevgili kayınpederi bir yandan mübarek elleriyle vücudundaki toprağı silerken diğer yandan “Kalk toprak babası, kalk toprak babası (Ebu Türab)” diyerek onu kaldırdı, beraber eve gittiler, kırgınlık ortadan kalktı, mutlu hayatın akışı kaldığı yerden devam etti. (Müslim, Fedailu’s-sahabe, 38). Hz. Ali bu tatlı hatırasını yadeder ve en sevdiği adının “toprak babası, topraklı” mânâsına gelen “Ebu-Türab” olduğunu söylerdi.

Yine aynı yüce aileye, müminlerin sevgilisi ehl-i beyte ait bir başka örnek, Hz. Ali’nin, eşi Fatıma üzerine -ikinci bir eşle- evlenme teşebbüsünde ortaya çıkmıştır. Bunun Hz. Fatıma’yı üzeceğini, günaha sokabileceğini (fitne), ailenin huzur ve mutluluğunu gölgeleyeceğini düşünen Hz. Peygamber (sa.) yangını ilk kıvılcımında önlemek üzere derhal harekete geçmiş, “Ali eşi Fatıma’yı boşamadıkça üzerine o kadını alamaz” demiş, sevgili damadı da eşini ve kayınpederini üzmemek, aile mutluluğuna gölge düşürmemek için bu teşebbüsünden vazgeçmiştir. (Buhari, Nikah, 109; Ebu-Davud, Nikah, 13; Avnu’l-Ma’bud, c. VI, s. 76-81).

8. Çocukların eğitim ve istikballerinden birinci derecede aileyi sorumlu tutmuştur. Allah Teala’nın “Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim: 66/6) buyruğunun nasıl yerine getirileceğini ümmetine öğretmek üzere hem kendi ailesinde uygulama örnekleri vermiş, hem de değeri zamanları aşan sözler söylemiştir:

Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden mesuldür. Yönetici çobandır. Aile reisi erkek ailesinin çobanıdır. Kadın evin ve çocuğun çobanıdır… Hasılı hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz.” (Buhari, Nikah, 90).

Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere doğmasın, sonra ana-babası onu yahudi veya hıristiyan, yahut mecusi… yaparlar. Tıpkı bir hayvanın kendi cinsinden ve azası tam bir yavru dünyaya getirmesi gibi, siz onda hiçbir eksiklik görür müsünüz? Fakat kendiniz onun kulağını, kuyruğunu keser değiştirirsiniz.” (Müslim, Kader, 22-25).

Çocuk yedi yaşına gelince ona namaz kılmasını telkin edin, on yaşına gelince zorla da olsa kıldırın.” (Ebu Davud, Salat, 24).

Malik b. el-Huveyris anlatıyor: Ben ve aynı yaştaki genç arkadaşlarım Resulullah’ın yanına gelmiş, yirmi gün kadar kalmıştık. Kendileri çok merhametli ve anlayışlı idiler, ailelerimizi istediğimizi veya özlediğimizi anlayınca geride kimleri bıraktığımızı sordular, onları kendisine bildirdik, şöyle buyurdular: “Aile ocaklarınıza dönün, onlarla beraber kalın, bildiklerinizi onlara öğretin, gerekli talimatı verin… Namazı beni kılarken gördüğünüz gibi kılın, namaz vakti girince biriniz ezanı okusun, en büyüğünüz de size imam olsun.” (Buhari, Salat, 18).

9. Yakından uzağa bütün aile fertlerinin aile bağlarına, bu bağın gerektirdiği hukuk ve edebe riayet etmelerini emretmiştir. Bu emir, muhtaç olan akrabanın geçimini sağlama (nafaka) gibi konularda bağlayıcı bir kanun hükmündedir. Şöyle buyurmuşlardır:

Öncelikle annenin rızasını gözet ve ona iyi davran, öncelikle annene, öncelikle annene, sonra babana, sonra da yakınlık derecelerine göre diğer akrabana.

Amellerin en değerlisi vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyi davranmaktır, sonra da Allah yolunda cihaddır.

Allah Teala şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ım, ben Rahmanım (Rahmetimin sınırı yoktur), akrabalık bağını yarattım ve ona kendi ismimden bir isim vererek “rahim” dedim. O bağı devam ettirenle bağımı devam ettiririm, kesenle de bağımı keserim.

Üç kızı veya üç kızkardeşi olup da onlara karşı iyi davranan, onları hoşnut tutan herkes cennete girer.

Bir kimsenin çocuğunun terbiyesi ile meşgul olması sadaka vermesinden daha hayırlı ve ecirlidir.

Hiçbir kimse çocuğuna, güzel ahlaktan daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizi, Birr, 1-10, 33).

10. Ailenin bir okul, bir ibadethane, sıcak ve aydınlık bir yuva, bir sığınak, bir sosyal rabıta birimi ve bir keyfiyetli nüfus üretim kaynağı olabilmesi için diğer aile fertlerinden önce karı-koca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bulunması gerekir. Bu sebeple birbirini sevmeyen, birbiri ile geçinemiyen, birbirinin haklarına riayet etmeyen çifti bir arada tutmanın mânâsı yoktur. Bu gerçekten hareket eden İslâm, başka çare kalmadığında boşanmaya izin vermiş, bunun da aile sırlarını dışarıya açmadan, İslâm kardeşliğine ve geçmiş hukuka zarar vermeden yapılmasını istemiş, bu maksatla aile meclisi ve hakemlik kurumuna yer vermiştir. (Nisa: 4/35).

Allah Resulü’nün boşanmaya, aile bağına son vermeye bakışını şu cümlesi beliğ bir şekilde ifade etmektedir: “Allah’ın en sevmediği helal, boşamaktır.” (Ebu Davud, Talak, 3).

Ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “… Kadınlara iyi davranın. Onlarda hoşunuza gitmeyen bir şey olursa bilin ki, bir şey sizin hoşunuza gitmediği halde Allah sizin hakkınızda onu çok hayırlı kılmış olabilir.” (Nisa: 4/19).

Sonuç: Genişten dara doğru birbiri içine girmiş, biri diğerini tamamlayan ve koruyan insanlık, ümmet, kavim, kabile ve aile halkalarının çekirdeğini İslâm’da vazgeçilmez bir kurum olarak aile teşkil etmektedir. İslâmın ve Hatemu’l-Enbiya Efendimizin (s.a.) ona verdiği önem ve bu önemle mütenasib eğitim, yönlendirme ve düzenlemeler sayesinde İslâm ailesi, asırlar boyu kendisinden bekleneni vermiştir, vermektedir.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman

Dindar ailelerin dini sevmeyen çocukları!

Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.

İletişim çağında, iletişim sıkıntısı yaşıyoruz. Tatsızlıkların pek çoğu iletişim hatalarıyla geliyor. Karı-koca iletişim kuramıyoruz, çocuklarımızla iletişim kuramıyoruz. Peki niye?

İletişim kazalarımız yüzünden gönüllerimiz hep yaralı.

Hâlâ eğitim sistemimizde doğru düzgün iletişim dersleri yok. Göstermelik bir kaç ders var. Çocuklara işlerine yaramayacak pek çok bilgi öğretiliyor; ama en önemli bilgiler öğretilmiyor. Hele günümüz gençliği, iletişim konusunda bir facia. Anne-baba ile nasıl konuşulur? Öğretmene nasıl davranılır? bilmiyorlar.

Gençler, saygısızlık etmeyi, büyüklere laf yetiştirmeyi, özgürlük ya da zeka alameti zannediyorlar. Evimin balkonu “Anadolu Lisesi”ne bakıyor, yan tarafımda sitenin çocuk parkı var. Balkona çıkarken kulaklarımı tıkamam gerekiyor. O küçücük çocuklar birbirlerine karşı sanki küfür yarışına giriyorlar. Salıncakta sallanma yaşlarında küfür öğrenmişler.

Bu çocukların aileleri hep düzgün insanlar. Evlerinde küfür kelimeleri kullanıldığı zannetmiyorum. Artık çocuklarımızı biz değil, çevre yetiştiriyor. Eskiden ailelerin etkisi daha fazlaydı çocuklar üzerinde. Biz eğitim hataları yaptık; televizyon, bilgisayar ve çevre de çocuklarımızı bizden aldı.

Yaz tatilinde her yerde yaz okulları açıldı: Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’ an Kursları, dernekler, vakıflar, etüt merkezleri, tatilde çocuklar için yaz okulları yapıyorlar, kurslar düzenliyorlar. Geçmiş yıllarda çocuklarımı farklı yerlere gönderdim. Yaz okulu olduğu için yüzme, gezme gibi etkinlikler, çocuklara cazip geliyor; fakat dini eğitim noktasında çok yetersizler. Dini eğitim denince sadece Kur’ân-i Kerim okutup, ezber yaptırmak ve çocukların çok da anlamadığı fıkıh konularını ezberletmek zannediliyor hâlâ pek çok yerde. Çocuklara ezber konusunda o kadar yükleniyorlar ki çocuklar kısa süre sonra gitmekten vazgeçiyorlar.

Çocuklara zorla ezber yaptıracaklarına: “Namaz sûrelerinin anlamlarını öğretseler, birlikte namaz kılsalar, güzel ahlakı uygulamalı gösterseler, iletişim dersi verseler, iletişim ile ilgili âyet-i kerîmelerin anlamlarını ezberletseler, peygamberimizin örnek davranışlarını anlatsalar, çocuklara dini sevdirseler” yeter.

Nedense Kur’an Kurslarına giden çocukların pek çoğunun, dini konularda hevesleri ölüyor. İstisnalar vardır elbette; ama benim gördüklerim genellikle öyle. Bir kaç ay kursa giden çocuklar, her şeyi bilirim havalarına giriyorlar. Dini konuları araştırma, okuma, öğrenme hevesleri kalmıyor. Bu eğitim-öğretim sisteminde bir bozukluk var. Elli yıl önceki aynı sistem hâlâ devam ediyor. Belli ki bu çağın çocukları için yetersiz kalıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’ na ve dini konularda eğitim yapan, vakıf ve dernek yöneticilerine bir çağrım var: Önümüzdeki yılın “kurslarının ve yaz okullarının” adını ve içeriğini değiştirelim. “yaz okulları” nın adı “Kur’ân-i İletişim Okulları” olsun. Buralarda “Kur’an Ahlakını” öğretelim. Çocuklar; nezaketi, güzel konuşmayı, öfke kontrolünü, sabrı, kötülüğü iyilikle savmayı öğrensinler. Kısacası dinimizin adâbı muaşereti öğretilsin. “Nezaket Kursları” açılsın her yerde.

Hiçbir şeyden memnun olmayan, şükretmeyi bilmeyen, bencil, merhametsiz bir nesil yetişiyor. Okullarda, hasta ve engelli arkadaşları ile alay eden çocukları duyuyoruz. Çocuklara ahlâki konularda pratik çalışmalar yaptıralım; ibret alacakları yerlere götürelim.

Hatalı davranışlarının farkına varabilmeleri için biraz da ahlâki testler çözdürelim. Bakalım nasıl cevaplar verecekler.

“Babanız su istedi; ne yapmanız gerekir?”

-Yüzümü ekşitir, sesimi çıkarmam.

-“Bekle biraz, az sonra getiririm” deyip, oyalarım.

-Çemkiririm. “Kendin al.” derim.

-Espriye vurur: “Baba ben de çok susadım; sen içerken bana da getirir misin?” derim.

-Hiçbirisi

“Birisi size bağırdı, ne yaparsınız?”

-Ben de ona bağırırım.

-Bana kimse bağıramaz; hakaret edip söverim.

-Alay eder, dalga geçerim.

-Şiddete baş vururum

-Hiçbirisi

Çocuklar kendileri söylesinler, ne yapacaklarını. Cevaplar testte olmasın. Onları klasik okul bilgilerinden kurtarıp biraz “hayat bilgisi” öğretelim.

Tabii bu arada çocuklarımızın hatalarında kendi paylarımızı da göz ardı etmeyelim. Çocuklarımızı iyi yetiştiremiyoruz; kabul edelim. Güzel yetiştirenlere sözüm yok, istisnalar kaideyi bozmaz. Fakat genel anlamda bir sorun var. Saygılı olsunlar diye baskı yaptık; bağımlı ve korkak oldular. Özgüvenleri gelişsin diye müdahale etmedik; saygısız oldular. Korkak olmasınlar diye serbest bıraktık; kimseyi dinlemez oldular.

Gençlere dinimizi sevdiremedik. “Altı Paris, üstü Mekke” diye giyimlerini eleştirdiğimiz genç kızlara kızıyoruz; ama onları biz yetiştirdik. Biraz psikoloji, biraz ana babadan gördüklerimiz, biraz oradan buradan duyduklarımızla karışık bir eğitim programı uyguladık.

Kur’ân-ı Kerîm’in ve sevgili peygamberimizin eğitim metodunu göz ardı ettik. Kafadan rafadan annelik babalık yaptık. Kendimde söylediklerimin içindeyim; kimseyi suçlamıyorum, yanlış anlaşılmasın. Maalesef ki dindar ailelerin “dini sevmeyen evlatları” azımsanmayacak kadar çok. Çocuklara dinimizi sevdirerek öğretemedik.Ciddi eğitim hataları yaptık. Gönderdiğimiz kursların çoğu ters etki yaptı. Çocuklar sırf anne- babalarına kızgın olduklarından, onları üzmek için dini konularda bilinçli hatalar yapıyorlar. Kendileri de üzülmek pahasına anne ve babalarını en hassas oldukları dini konulardan vuruyorlar.

İletişim çağının gençlerinin evlilikleri de iyice tuhaf. Kavgalar daha tanışma aşamasında başlıyor; sözden, nişandan ayrılmalar çok fazla. Evlenmeyi başaranların bir kısmı daha ilk günlerden vazgeçiyor; bir kısmı da zoraki götürmeye çalışıyor.

Emek vermeden sevilmeyi bekliyorlar; fedakarlık etmeden evlilik kendi kendini götürsün istiyorlar. Aşk sözcüklerinden, hayvan adlarına, kısa zamanda geçiş yapıyorlar. Kendilerini denetlemeyi bilmiyorlar. Herkes sadece kendi istediği olsun istiyor. Böyle bir şey mümkün değil.

Bu eğitim sistemi böyle devam ederse gençlerin hâli daha da kötüye gidecek. Ancak “Kur’an Ahlakı” ışığında düzgün bir iletişim ile mutlu olunabilir. Rabbimizin eğitim metodunu, çağın eğitim araçları ile ailelere ve çocuklara en güzel şekilde sunmamız gerekli. Bunun için de ilahiyatçılara, eğitimcilere ve biz anne-babalara çok iş düşüyor. Kur’ân-i Kerîm’i sadece dilimizde bırakmayıp, hayatımızın her alanına katmamız gerekiyor.

Sema Maraşlı

www.cocukaile.net

Mutlu Aile Hayatı için Altın Öğütler

EVLİLİKTE ALTIN ÖĞÜTLER

-Eşinizi mutlaka seviniz zira sevgi hane mutluluğunun yakıtıdır.

-Ailece görüştüğünüz dostlarınızı çok sınırlı tutunuz, hele büyük şehirlerde yaşıyorsanız bir az, iki çok kaidesini unutmayınız.

-Misafirliklerde çok zaruret olmadıkça kimsenin yatak odasını kullanmayınız, misafirlerinize de kullandırmayınız orası haremdir.

-Eşler birbirlerine ait sırlarını saklamalıdırlar. Aman ha! aman! Birbirlerinize söylediğiniz sırları en yakınınız dahi olsa paylaşmayınız telafisi çok zor bir güvensizlik ortamı oluşur, böyle bir evde huzurdan söz edilemez.

-En yakınınız dahi olsa uzun süreli misafirlikten sakınınız.

-Anne, baba ve baba dostlarının ziyaretini daha sık yapmalısınız.

-Koyduğunuz doğru kurallara hanenizin yasası gibi her ferdin uymasını sağlayınız. (Yatma, kalkma saati, TV seyretme süresi, yemek zamanı, dost ve arkadaş seçimi gibi…)

-Sık sık kritik yapıp yanlışlarınızı bulup telafi etmeye çalışınız.

-Zarar gördüğünüz dostlarınızla ilişkinizi hemen kesiniz ve bunu açıkça beyan etmekten çekinmeyiniz.

-Prensiplerinizi dış etkenlerden etkilenmeden kendiniz koyunuz, başkalarının sizi yönlendirmesine musaade etmeyiniz. (bunu nasihat dinlemekle karıştırmayın)

-Allah cc haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal biliniz,dini vecibelerinizi mutlaka yerine getiriniz.

Böyle eve şeytan giremez zira şeytanın en çok emek sarfettiği şey karı kocayı birbirinden ayırmaktır.

-Evliliğin her döneminin ayrı yeri vardır ama ilk aylar altın yaldızlı kareler gibidir, bir daha dönüş olmadığı için kadir kıymet bilinmeli.

-Filancayla evlenseydim daha mutlu olurdum gibi düşünceleri kafanızdan tamamen silip atın, çünkü siz bir elmanın iki yarısı gibisiniz farklı elmaların parçaları nasıl uymaz ise başka biri ile evlense idiniz böyle uyumsuzluklar mutlaka olurdu, bunu zaman daha iyi gösterecek öyleyse sen şimdiden böyle hareket ederek mutluluğu bir an önce yakala ki her geçen gün mutluluğun artsın

-Hediyeleşiniz, hediyeleşmek bir çok olumsuzlukları ortadan kaldırır, kalplerinizi birbirinize ısındırır. Bunu bir birinize yaptığınız gibi dost ve akrabalarınızla da yapınız.

Kadının süsü susmaktır, hele hele yeni tanıştığınız insanların yanında konuşmanız çok az olmalı sakın ha! Kocanızın konuşma süresini geçmesin.

-Bekarlık arkadaşınızla sınırları koyunuz.

-Bir birinizin olumlu olumsuz yönlerini bulmaya çalışınız, bu süre içerisinde ortaya çıkmış olan olumsuzlukları ortadan kaldırınız.

-Aranızdaki ihtilafları önce kendi aranızda çözmeye çalışınız, olmazsa yatak odalarınızı ayırın yine olmazsa ailelerinizden güvenilir birini hakem tayin edin, ama işi buraya getirmeyin.

-Birbirinizi şikayet etmeyin, bir elmanın iki yarısısınız demiştik birinizdeki olumsuzluk diğer parçayada sirayet eder unutmayın size dışarıdan bakanlar tek görüyor.

-Yeni arkadaşlar edinirken eskilerini ihmal etmeyin “eski dost seğil eskimeyen dost vardır”

-Günlük hayatta karşılaştığınız olumsuzlukları birbirinize anlatmayın.

-“Güneş her gün yeniden doğar her gün taze bir başlangıçtır.” Her güne yeniden başlayın.

-Ailenizin sırları kapınızın kapalı tutulmasından daha önemlidir, kapınızın açık olması, açık unutulması halinde bir kaç parça malınız alınır fakat sırrınız açıkta gezmeye başlarsa öğrenenlerin esiri olursunuz.

-Karınızın her halükarda başka bir erkekle olan ilişkisini saf, temiz kalpli, namuslu gibi cicili laflarla normal karşılamayın, zira karşısındakinin de nefis ve duyguları olduğunu unutmayın. Böyle masum başlangıçlar aile temelini sarsar, boşanmaların asıl sebebi bu gibi ilişkilerdir ama su yüzüne çıkarmazlar “aşırı geçimsizlik” derler sakın aldanma.

Aynı şey kocanızın başka bir kadınla olan ilişkileri içinde geçerlidir.

Sözün özü kadın veya erkek yabancı olan karşı cinsleriyle sadece zaruret kadar konuşacak bunun dışında uzun süreli hele espirili konuşmalar büyük tehlike oluşturur, mutluluğunuzun idamesi için kesinlikle yapmamanız gereken davranışların başında böyle davranışlar gelmektedir

-Bekar iken ailenizle olan ilişkinizle evli iken ailenizle olan ilişkinizde mutlaka farklılılar olacaktır bunu hissedin siz artık ailenizin olduğu kadar eşinizede aitsiniz, terazinin dengesini çok iyi koruyun.

-Komşularınıza hürmetkar, ikramkar olunuz ama sınır çizmeyi unutmayın nihayetinde sadece komşunuzdur.

-Kimden değil dünden ne kadar önde olduğunuz önemli, kendinizi geliştirmeye bakınız, onun için çok kitap okuyunuz, okuduğunuz kitapları birbirinize anlatınız, öğrendiklerinizi uygulamaya geçiriniz. Zira ilim amel getirir, amel olmazsa ilim çeker gider, öğrendiklerini uygulamayan hiç bilmeyen gibidir, ruhun gelişmesi bilgi ile olur.

-Dost ve arkadaş seçiminde çok dikkatli olun, bu konuda çevrenizin size yapacağı uyarıları dikkate almalısınız. “dostunu söyle bana kim olduğunu söyleyeyim sana”

-Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, öyleyse bu günden tezi yok eşinizin başarısı için nasıl katkıda bulunabileceğinizi düşünün ve araştırın, zira onun başarısıyla elde edeceğiniz fırsat ve imkan vs.leri birlikte paylaşacaksınız.

-Kadın erkek eşitliğini savunurken aile reisi erkek olması gerekir unutmayınız. Bu konuda feministlerden ayrı düşünüyoruz, çünkü onların bizler için diktiği elbise bize uymaz, biliyoruz.

-Eşler birbirlerinin vagonu değil lokomotifi olmalı, bunun manası şu;

Eşinize yük olmayınız, ona sıkıntı veren bir varlık olmayınız, eşiniz canla başla sizler için çalışıyorken siz bunu tenkit değil taktir ediniz, aynı şekilde ev işlerinde hanımınızın sizin için yaptıklarını mutlaka görünüz ve zahmeti için teşekkür ediniz. Bu konuda peygamberimiz(SAV) Hz Fatıma’ya şöyle buyuruyor “sen kocnın hizmetçisi olki oda senin kölen olsun”

-İsraf etmeyiniz, ne malınızı ne zamanınızı. Eşlerden birinin müsrifliği diğerinide çok etkiler, ben didiniyorum o har vurup harman savuruyor deyip oda savurganlığa başlarsa haliniz nice olur.

-Sevinçler paylaşıldıkça artığı gibi üzüntülerde paylaşıldıkça azalır. Böyle zamanlarda birbirinizin, akraba ve dostlarınızın sevinç ve acılarında onların yanlarında olun.

Gerçek dost arkadaşını kendine tercih edendir.

-Komşularınıza, ailenize yük olmayınız, alan el değil veren el olunuz, kimseden bir şey istememeye gayret gösteriniz

-Eşinizi(kadın-erkek)sakın ihmal etmeyiniz, bunun ardından felaket gelir.

-Kadının yeri kocasının yanıdır. Eşler yalnız başına ailelerinin yanına uzun süreli kalmak maksadıyla gitmemelidirler” gözden uzak gönülden uzak olur”

-Espirili olmakla geveze olmayı biribirine karıştırmadığınız gibi, ciddi ve vakur olmayı asık suratlı olmakla karıştırmayın.

-Eşini hiçe saymak için ev içinde son derece permuşte giyinip dışarıya çıkarken en güzel elbiseleri giymekten daha uygun bir davranış olamaz herhalde.

-Birbirinizden beklentilerinizi açıkça ortaya koyunuz uygun olan ve verebileceklerinizi hiç esirgemeden bir emir teakisi içerisinde veriniz.

-Ziyaret saatlerinizi çok iyi ayarlayınız sakın ha en yakınınız dahi olsa habersiz gitmeyiniz, küçükte olsa bir hediye götürmeniz onların üzerindeki değerinizi artıracaktır.

-Dost ve arkadaşınızın ilaç gibi gerektiğinde yanında olun.

Anne ve babanızın ekmek su gibi size ihtiyaçları olduğunda yanlarında olun.

Eşinizin hava su gibi her zaman yanında olun.

-Birbirinizin kalbini basit şeyler için kırmayın,basit ve ufak şeyler için birbirinize kırılmayın darılmayın, hele hele küskün durmayın, her geçen gün mesafe artar yakınlaşmak güçleşir, böyle durumlarda karşılaşmadan önce ne yapmanız gerektiğini tespit edin

-Ölüm de var.

-Boşanmak Allah cc hiç sevmediği helallerdendir, aklınızdan bile geçirmeyin. Zira yaradanını üzen onun sevmediğini yapan iki cihandada mutsuz olur. Her boşanmada yer ve gök sarsılır.

Birbirinize “bu deve güdülecek bu diyardan gidilmeyecek” diye söz verin

-Karısı tarafından kapıda karşılanmak kapıdan uğrlanmak(güler yüzle), sabah kalktığında kahvaltısının hazır olması her erkeğin beklediği ve hoşuna giden bir davranıştır, kadının böyle davranması onun hanesine + olarak geçtiği gibi aksi davranışta – olarak geçer bu puanlar ileride bir gün karşısına çıkar.

-Aile en küçük topluluktur. Milleti, ülkeyi oluşturan topluluğun birer çekirdekleri hükmündedir, bunların sağlam olması dayanıklı, mukavemetli olması bu ülkenin bekasına aksi ise helakına sebeptir.

Öyleyse aileyi sağlam temeller üzerine oturtup en iyi şekilde işletmek aynı zamanda da bir vatandaşlık görevidir.

-Eşinize düşüncesizce söylediğiniz kırıcı sözlerle onu derinden yaralayabilirsiniz, bunu içine atıp yeri geldiğinde size karşı kullanabilir, o yüzden bir şey söylemeden önce bir kez yutkunun, uygularsanız faydasını göreceksiniz

-Çevrenize ve vücudunuzun temizliğine azami özen gösterin, temizlik evliliğin olmazsa olmaz kurallarındandır.

-Eşinizin ailesine gittiğinizde yeni yüklendiğiniz misyon gereği hal ve tavırlarınıza çok itina gösteriniz iyi veya kötü davranışınız aileleri de çok yakından ilgilendirmektedir.

-Eşiniz başka bir olaya kızıp tepkisini size gösterebilir böyle bir durumda tepkiye reaksiyon göstermemelisiniz bu konuyu daha sonra konuşabilirsiniz. Asıl olan başka bir olaya kızıp eşinize tepki göstermemektir.

-Güzel gören güzel düşünür “Hasta yatağında dahi olsanız bakımınızı ihmal eetmeyin, bu aynı zamanda kendinize ve eşinize verdiğiniz değerin ölçüsüdür. Çirkin kadın yoktur bakımsız kadın vardır.

-Birbirlerini seven eşler isterlerse ahirette de beraber olabilecekler.

-Duymak istemediğini söyleme, istenmeyeni söylersen istemediğini dinlersin.

-Önemli kararlar alırken mutlaka büyüklerinizle istişare edin

İKİ CİHANDADA MESUT VE BAHTİYAR OLMANIZ DİLEĞİYLE

Çetin KILIÇ – LÜLEBURGAZ

www.NurNet.org