Etiket arşivi: aile

Aile İçi Risale

Yeniden düşünmenin ihtiyaçlarımızı fark etmede ayrı bir yeri var. Öncesine nazaran muhakememiz, yeni ihtiyaçlarla beraber yeni çözümleri düşünmemize vesile olur.

Yeni çözümler ve metotlar ararken, bugüne kadarki uygulamalar, yeterlilikler ve eksiklikleri de görme fırsatı doğar.

Öğrenme ve idrak etmede yeterince fırsatlar oluşturamadığımız, zaman ayıramadığımız ve üstümüzdeki hakkını hakkıyla veremediğimiz, bilhassa mensuplarının daha fazla borçlu olduğu eser ise Risale-i Nur’dur.

İkinci yüzyılına giren Risale-i Nur, geçen yüzyılın en karmaşık ve çetin fırtınaları içinde çağın türbülansına yakalanmış insanlığı, helaket ve felaket etkisinden çıkarmaya çalışan ve izni ilahi ile bunda muvaffak olmuş bir eserdir.

Risale-i Nur, çağın değişmeyen gündemi olarak derinliğini arttırırken, derinleşemeyen zihinlerin kolaycı ve sathi nazarlarına iltifat etmemekte ve kendini adeta onlara okutmamaktadır. Ama okunan ve hem de çok okunan bir risalenin varlığını ise hepimiz yaşıyoruz.

Sıra Risale-i Nur’un daha fazla okunmasında, yeni okumalarda ve birinci okumalarda. Teknoloji nimetinden daha fazla yararlanıp, yeni yaklaşım ve metotlardan etkili uygulamalar bulup, hürriyet rüzgarının düşünmeye cesaret verdiği bir zamanda kendimizi yeniden keşfetmek  adına risaleyi farklı ve takviyeli okumak zorundayız.

Kendi orijininden ve orijinalinden hareketle risalenin inkişaf ettirici varlığına erişmek, hissetmek, yaşamak ve irfanla yoğrulmak, öğrencisi için en büyük mutluluktur. Risale, kendisine muhtaç öğrenciye, sadık zihne, salim kalbe, makul fikre, dengeli duyguya her zaman referans değerindedir.

Şahsi okumalarımız için özgün denemelere ihtiyacımız var. Yeni bilgileri risalenin gözüyle tahlil ve değerlendirmeye hazır olmalıyız.

Bu okumalarda,  evlerimiz  birer dershane gibi aktifleşebilir. Gençliğin ve öğrencilik döneminin nur dershaneleri nasıl birer irfan mektebi ise, bu mekteplerden mezun olan ya da hayatının bir döneminde kalamamış olanlar için köklü seçenekler üretmek ve okuma kültürünü yaygınlaştırmak için  en sağlam kalelerinden biri olarak evlerimizi birer dershane gibi değerlendirmeliyiz.

“Her hane bir dershane” sloganımız hala taze başlangıçlara davetiye çıkarıyor. Hepimiz birer okul, birer dershane açamayabiliriz. Ama evimizde ev okulunu kurabiliriz.

Evde eğitim konusunu  öncelikli bir gündem yapabiliriz. Evimizi,  masumiyet ve mutluluk salıncağı haline getirebiliriz. Sohbetlerin çayla demlenen en iyi yerinde risale okumaları yapabiliriz. Kahvaltı sofrasında risale gündemini müzakere edebiliriz. Seyrettiğimiz bir filmin veya programın iyi bir noktasına risaleyi nakşedebilir;   programı, risaleyle ilişkilendirebilir veya risale dürbünüyle kritik yapabiliriz.

Ailedeki her bir yeteneği kendi kategorisinde ve ilgi alanına göre birkaç kavramın takipçisi yapabiliriz. Okulla birlikte, gördüğü derslere paralel olarak risale şuuru veren kıyaslamalar yapabiliriz. Bilgisayar ortamında risale gezintileri yapabiliriz. Risale etkinliklerine ve model şahsiyetlere özendirebiliriz.

İşte birinci okulumuz aile, birinci öğretmenimiz anne ve birinci öğrenci çocuklar olmak üzere okulumuzu açtık bile. Hem de binlercesi, altyapıları ile birlikte hazır.

Risaleyi okuma seferberliği başlatarak müzakere serbestisi içinde yoğun  gündem mütalaaları ve yaklaşım farkıyla sohbet zeminleri çoğaltabiliriz. Katıldığımız mutat dersleri canlandırma ve okumalarımıza yeniden anlam ve disiplin kazandırma kalitesi ile evleri şenlendirme ve risale eksenli rahatlatma süreçleri bizi bekliyor.

Şimdi aile içi risale dönemi. Aile içi risale için müfredat hazırlıkları olduğunu müjdeleyebilirim. Evlerin sarsılmaz şefkat kahramanları hanımların  eğitici eğitimi alarak, risale konusunda birer eğitici olma yolunda adımlar atılmak üzere olduğunu  müjdeleyebilirim.

Birinci öğretmen ve başöğretmen olan hanımlar, ablalar ve anneler ile büyük anneler eşliğinde hala, teyze, kuzen yakınlaşması ile yeniden risale aileleri inşa etmenin ve bunları sosyal programlarla gruplar halinde ve kendine özgün, değişen tarzlarda ifa etmenin planlamasına yöneleceğimiz sistemlerin ve örneklerin ilerde bizi karşılayacağını  müjdeleyebilirim.

Aile içi risale ile risale aileleri oluşacak. Her sehpada bir kitap, her koltukta bir  çalışma notu, her koridorda bir öğrenme notu. Gelen misafirleri böyle karşılamaya ne dersiniz?

Her gün üç kelime ile yoğrulmaya, üç kavramla buluşmaya aile içi risale zeminleri oldukça uygun.

Aile okulumuzun ilk dersini birinci sözden alarak ve okulumuza “Bismillah” diyerek başlamaya engel olan ne var ki?

Buyurun başlayalım. Ve şu an itibariyle binlerce risale okulunu yeni bir dikkat ve heyecanla sembolik olarak; çocukların bile eğleneceği, kurdele ile bir odayı sınıf yaptıklarını, teneffüs için mutfağa koştuklarını, oynamak için salonu kullandıklarını, eşyalarını almak için kendi odalarına uğrayıp 5 dakika arayla oynayacakları evcilik oyununu, risale okulunda ailecek öğrendiklerini bir düşünün. Ne muhteşem ve harikulade bir tablo.

Tatlısı, ödülü, müziği, not defteri, renkli kalemleri, bilgisayardan video indirmeleri, film ve drama ile evin daha da risale eksenli etkinliklerle ayrıca şenlendirme maharetinde olanlar ise daha da keyifli ve şuurlu bir mutlulukla evi taçlandırdıklarını görecekler.

Buyurun bu kolay ve biraz eğlenceli okulumuza, üstelik kurucusu ve banisi olduğumuz risale okuluna. Birlikte risale içi aile eğitimleri ve aile içi risale gergeflerini dokumaya çalışalım.

Bu konuda ilmi zeminde  mevcut tecrübe ve hafızaları bir araya getirip metot çalışmalarına ağırlık veren Risale Akademi’ye  binlerce teşekkür. Hepinizden ve hepimizden katkı, teklif ve yaklaşım desteği bekliyor.

Eğitim, evde okul, dershane çalıştaylarının yanı sıra eğitim portalından tutun da uzaktan eğitime kadar evimize misafir gelecek ve sırren tenevveret içinde indirebileceğimiz müjdeli risale programlarına kadar sizin desteğinizi, görüşlerinizi ve müzakereci olmanızı bekliyor.

Kainat üniversitesinde risale okumalarını bilişimle, materyalle, metotla, birer öğrenci/eğitici olarak  planlayacağımız günler çok uzak değil artık. Ev ve hasta ziyaretleri başta olmak üzere hediyeleşmede, karnesi düzgün çocuklarımızı ve yeğenlerimizi ödüllendirmede risale boyutlu ve risaleden esintili orijinal ve eğitici  hediyeler verelim.

Risale hediye edelim. Bir kitap bitirdiğinde ödül verelim. Zevkine ve hediyeleşme ruhuna uygun çocukların,gençlerin  hoşlandığı motivasyonlar yapalım. Bireyi/çocuğu inşa edeceğimiz, doğru zeminde eğiteceğimiz, iklimini nuranileştireceğimiz ilk basamak bu anlamda evimiz ve ailemizdir.

Evlerimiz ziyaretsiz, okumalarımız evsiz, çocuklarımız bizsiz ve anneler eğitimsiz kaldıkça, risaleyi ihale usulü emanet edeceğimiz sınırlı sayıda fedakarlıkla çalışan ve kendilerince geliştirdikleri sınırlı metot ve imkanlarla risaleye hizmet  edenlerin hacmi, topluma dönük  top yekun hizmetler için yeterli olmaz. Böyle ağır adımlarla risalenin hakkını veremeyiz.

Yaygınlaşması, yatayda etkileşme ve cazibe, dikeyde  tefekkür ve irade zeminini tahkim etmenin binlerce meşru-makul-müspet vasıtaları tezekkür edilerek kainat üniversitesinde risale dersleri ve müzakereleri ile dershaneler çoğaltılmalı, risale okulları her mahallenin başında açılmalı ve eğitim teknolojileri desteğinde eğitici eğitimleri ile öncelikle eğiticiler yetişmeli.

Risale eğiticileri uzmanlıklarına göre eğitilmeli,konular çeşitlenmeli,farklılaşmalı ve bütün renklerin bir tabloda bütünün parçaları olan desene dönüşmeli ve anlamlı okumalara göz hafızası olmalı.

Risale akademi, bu vadide size eşlik etmeye ve katkılarınıza hazırdır.

İsmail Berk / risale haber

Evimde müthiş bir yangın var: İçinde çocuklarım yanıyor…

Bediüzzaman, hayatının gayesini, moda tabirle vizyonunu: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmağa koşuyorum.” Ve “hey efendiler ben imanın cereyanındayım, karşımda imansızlık cereyanı var” şeklinde özetlemektedir. Üstad, yazdığı eserlerle, küfrün bel kemiğini kırdığını ifade eder. Hakikaten bugün küfür teorik olarak iman hakikatleri karşısında mağluptur ve mecalsizdir.

Hâl böyle iken, imtihan sırrının gereği olarak, sorular değişmiş, muhatap olunan farklı zorluklar ve durumlar ortaya çıkmıştır. İman ve inanca dair birçok meselesini inançlı insanlar, aileden başlayarak sosyal hayatın en geniş dairelerine kadar, “inandıklarına uygun yaşayamama” sorunu ile karşı karşıyadır.

Aslında bu mesele, küçük yaşlardan itibaren aile içinde baş gösteren ve zamanla merkezden muhite yayılan bir problemdir. Evet, bu sorunun temel unsurlarından biri, hemen herkesin evinde irili ufaklı sayıca bir ya da birden çok olan “Televizyon” ve onun kanalları aracılığı ile surda açılan gediklerdir…

Evet, televizyonla müslümanın tahassüngâhı (sığınağı) olan aile hayatında gedikler açılmıştır.

Evet televizyonla, “bir nevi cennetimiz olan ailemize” haramiler, zebaniler dalmıştır…

Evet televizyonla, telaffuzundan bile rahatsız olduğumuz bir çok şey, gözlerimiz önüne serilerek zamanla ülfete akabinde ünsiyete dönüşmüştür…

Televizyon sayesindedir ki, inandığımız gibi yaşayamadığımız için yaşadığımız gibi inanmaya başlamışızdır.

Bizler, çok masum olarak evlerimize giren televizyonlar sayesinde, önce, “dilediğimiz kanalları tercih ederiz, istemediklerimizi seyretmeyiz” gibi masum görünen, bir düşünceye kapıldık.

Hatta “el kadar” çocuğumuzu” sakinleşsin ya da ev işleri yapan anneye problem çıkarmasın diye saatlerce televizyonun karşısında oturttuk.

Ve çocuk televizyona bağımlı olarak büyüdü gelişti, genç kız ya da delikanlı oldu…

Okuldan geldiğinde apar topar yemeğini yiyip oturdu karşısına ve ta bebeklik çağından itibaren bilinçaltına gönderilen mesajlarla kafasında “rol modeller oluşturmaya” başladı. Falanca televizyon programlarındaki kahramanlar gibi konuşmaya, filanca gibi giyinmeye kısaca “başkaları gibi” yaşamaya başladı. Derken biz her defasında, “bazen çok sert tepkilerle, bazen anlatarak, bazen ikaz ederek ama her defasında yorgun ve bitkin” ama gerçek suçlu ya da sorumlunun “kendimiz olduğunu” da çok defa unutarak yenik düştük.

Saygı beklerken gördüğümüz hırçınlıklar, “aslında ben onlar için ne kadar da fedakârlık yapmıştım” diye sızım sızım sızlattı içimizi…

Yine fedakârca çıktığımız alış verişlerde “giyecek” konusunda yaşadığımız tartışma ve çatışmalarla, bir kez daha yenildiğimizi hissettik. Kızımız bizim istediğimiz gibi değil, televizyonda gördüğü, mp3’ten şarkılarını dinlediği “rol modeli” gibi giyinmek istiyordu.

Kısaca, cennetimiz olan ailemiz, servetimiz olan çocuklarımızla birlikte saadetimiz, huzurumuz, sevincimiz… bir bir elimizden uçup gidiyordu…

Sahi nerede yanlış yapmıştık, samanlıkta kaybettiğimizi ne zamana kadar dışarıda arayacaktık?

Üstad, “Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstahak olur” diye buyurmaktadır.

Suçu kendimizde aramaya başlayınca, çözümde beraberinde gelmeye başladı. Evet, biz her ne kadar kapılarımızı çelikten, pencerelerimizi demir korkuluklardan yapmış olsak bile, televizyonla hem kafamızı hem kalbimizi açmıştık dışarıya. Sorgusuz ve hesapsız bir şekilde.

Evet dostlar, gün, “Zararın neresinden dönsek kârdır” hesabı bu gidişe bir dur deme zamanıdır.

Sığınağımız olan evlerimizi yeniden bir cennet bahçesine çevirmek için,

-Dur demeliyiz televizyona…

Ta ki aile meclislerimizi yeniden kurabilelim.

Ta ki birbirimizi anlama ve dinleme imkanı bulabilelim.

Ta ki hedeflerimizi ortaklaşa tespit edip sağlıklı kararlar alabilelim…

-Dur demeliyiz televizyona,

Ta ki okuma saatlerimiz olsun hep birlikte,

Ta ki namazlarımızı kılalım cemaatle…

Ta ki Eğlence saatlerimiz olsun topluca,

-Dur demeliyiz televizyona;

Ta ki tesbihatlarımızı yapalım huzurla,

Ta ki Dersimizi okuyalım sırayla,

-Dur demeliyiz televizyona;

Ta ki Kur’anımızı öğrenelim doğruca

Hadisler ezberleyelim güzelce

İlahiler, gazeller, okuyup huzurla dolalım zevkle coşalım…

“Yitik sevdamızı, kaybolan saadetimizi geri getirmek adına!”

Dur diyelim televizyona…

Halim Ulaş

RisaleHaber

Ailede Değerler Sisteminin Önemi

İyi evlilik, çatışma olmayan evlilik değil, çatışmaların doğru halledildiği evliliktir.”   Zig Zaglar

Bir ülkede güven ve sükûnet ortamının tesis edilmesi için kural ve kanunların konulması ve uygulanması ne kadar önemliyse bir ailede de eşler arasında ortak değerlerin oluşturulması o kadar önemlidir. Nasıl ki kanunları olmayan veya kanunlara uyulmayan bir ülkede anarşi ve kaos ortamı oluşursa, ailede ortak değerler sistemini oluşturamamış bir evlilikte de kavga ve gürültü eksik olmayacaktır. Ailede “ortak değerler her şeyden önce temel bir güven ve hoş görü üzerine kurulmalıdır.” Sağlıklı ailelerde bu ortak değerlerin içerisinde; muhabbet, merhamet, özür dilemeyi bilme, pişmanlık duyma ve bunu karşı tarafa bildirme, bağışlama gibi davranışlar temel ilke olarak benimsenmelidir.

Sanıldığının aksine eşlerin kişiliklerinin, evliliğin mutlu ya da mutsuz olmasında ki temel faktör olmadığı, esas temel faktörün eşlerin kendi aralarında ki değerler sistemini oluşturup ona bağlı yaşamalarının olduğu söylenilebilir. Çünkü “İnsanları mutlu eden değerler sistemlerinin ortak olmasıdır.

Kendini evliliğe hazırlayan tüm bireylerin kendilerine ve eş adaylarına sormaları gereken bazı temel sorular olmalıdır. Bu sorulara verecekleri cevaplar “Aile şirketinin” sağlıklı yürüyüp yürümeyeceği konusunda kendilerine kılavuzluk edecektir. Bu sorulardan bazıları:

“Aile olmanızın temel amacı nedir?”

“Nasıl bir aile olmak istiyorsunuz?”

“Eşinizin ve siz bir aile olarak topluma neler verebilirsiniz?”

“Evlilik müessesesi hakkında yeterli bilgiye sahip misiniz?”

“Ailenizin geleceği hakkında ortak bir planınız var mı?”

“Evlilikteki ve hayattaki öncelikleriniz nelerdir?”

Bu soruları çoğaltmak ve çeşitlendirmek mümkün, fakat maalesef bizim toplumumuzda evliliklerin genelinde sorulmayan ve sorgulanmayan bu ve benzer durumların ileride eşler arasında sıkıntıların temelini oluşturuyor. Hele bir evlenelim Allah Kerim mantığı ile kurulan evlilikler genelde yürümüyor. “Kervan yolda düzelir” mantığı daha nişanlılık arifesinde sorun yumağı olarak karşımıza çıkıyor.

Ailede temel değerler sisteminin oluşturulmasının amacı elbette ki eşlerin birbirlerini cezalandırması, kısıtlaması ve birbirlerine üstünlük yarışına girmeleri değildir. Bu sistemi oluşturmakta ki maksat; birlikte mutlu olmak, gelişmek, ilerlemek ve olgunlaşmaktır. Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli unsurlardan biri de; hiç bir kural ve kaide belirlemeden yuva kuran ailelerin yanı sıra koyduğu kural ve kaidelere obsesyon (takıntı) derecesinde bağlı olan ailelerinde yanılgı içinde olduklarıdır.

Ortak Değerler Nasıl Oluşturulmalı?

Eşler arasında oluşturulması gereken ortak değerler, eşlerin kendi kişilik yapılarına ve dünya görüşlerine göre değişiklikler içerebilmelidir. Bununla birlikte en önemli nokta ailede temel kurallar konulurken, bu kuralları bütün ailenin fertlerinin birlikte görüşerek alması gerektiğidir.

Bu kurallara bazı örnekler vermek gerekirse:

•    Kadının çalışıp çalışmayacağı önceden konuşulmalıdır. Bir ailede hem erkek hem de kadın çalışacaksa, eve geldiklerinde aralarında iş bölümünü nasıl yapacaklarının konuşulması daha sonra olası tartışmaları önleyecektir.

•    Günümüz modern evliliklerinde eşler arasında ki en önemli tartışma sebeplerinden biri, eşlerin aldıkları maaşların nasıl harcanacağı, mali idareden eşlerden hangisinin öncelikli sorumlu olacağı ve ya birinin bu konuda önceliğinin olup olmayacağının tespitidir. Önceden konuşulup bir karara varılmayan ailelerde daha sonra bir bardak suda fırtınalar kopmasının en önemli sebebidir bu konu. Hatta birçok aile bu nedenden ötürü boşanmaya kadar gitmiştir.

•    Birçok ailede ihtilaflı konuların çoğu gece geç saatlerde açılır. Tartışmalar bir türlü bitmez. Aile fertlerinin huzuru bozulur. Bu konuda eşler kendi aralarında bir kural koyup “Akşam 22:00 den sonra tartışmayacağız” diyebilirler. Bu kural tartışmalara bir sınır koyar ve havanın yumuşamasına neden olabilir.

•    Tartışmaların büyümesinde ve alevlenmesindeki en büyük etkenlerden biri de; eşlerin tartışırken tartıştıkları konu haricinde geçmişte yaşadıkları veya birbirlerine yaşattıkları konuları açıp olayın büyümesini sağlamalarıdır. Yine eşler önceden anlaşıp “Neyi tartışıyorlarsa sadece o konu hakkında konuşacakları kararını alabilirler.” Bu sayede konuşulan konu dallanıp budaklanmadığı için o konuya bir çözüm bulunması kolaylaşacaktır.

•    Bir başka bir kural dinleme konusunda konulabilir. Mesela taraflar birbirlerini belli bir süre sözünü kesmeden dinleyebilirler. Dinlemek her iki tarafı da daha iyi bir ruh haline sokar ve sorunlara daha iyi çözümler getirir.

……………….

Burada bazı örneklerini sunduğumuz kuralları her aile kendi yapısına göre şekillendirebilir. Ayrıca şekillendirmelidir de. Çünkü “ortak değerler ve bu değerlerden üretilen ortak kurallar, aile şirketini güçlendirir. O şirkete yatırım yapan eşlerde bu sayede yaptıkları yatırımdan meşru olarak nemalanmış olurlar.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Çocuğumla anlaşamıyorum!..

Çocuğumla anlaşamıyorum, diyor anne-baba… Çocukla anlaşma yapılamaz. Çünkü o henüz olgunlaşmamış, iradesi yok denecek kadar azdır. Hayatı beslenmek ve eğlenmekten ibarettir. Anne-babanın karşısında muhatap yok, Allah’ın emaneti bir çocuk var. Çocuklarından şikâyet edenler, acaba o çocuğa milyonlarca lira verilse onu verirler mi? O kadar da kıymetli…

Anne-baba çocuğuyla anlaşmak istiyorsa evvela şu gerçeği kabul edecek. Ebeveyn, çocuğunun hizmetkârıdır. Yani “ben bu çocuğa şöyle baktım, o da bana şöyle davranmalı” diyemeyiz. Böyle bir şey yok. Allah, canavarları, yavrularına hizmetkâr etmiştir. Hiçbir kurt yavrusunu yememiştir. Hiçbir yılan yavrusunu zehirlememiştir. Aslanlar yavrularına köledir. Cinsi ne olursa olsun, ebeveyn yavrusunun kölesidir. Mesela anne kuş, yuvasını yapar, yumurtayı oraya bırakır. Yavru kuş yumurtan çıkınca o kadar cılızdır ki bazen yuvada ayağa kalkamaz. Anne kuş dünyayı dolaşır, yediği gıdaları kursağında getirir, yavrusunun ağzına döker. Belki kendisi açtır amma uçarak gezerek, yorularak bazı tehlikelerle karşı karşıya kalarak bulduğu gıdaları, getirir yavrusuna verir. İşte ebeveyn budur. Yani adetullah budur…

Belki kendi üzerine giyecek elbisesi yoktur. Amma evladına kıyafet alacak. Belki kendisi cahildir amma yavrusuna tahsil yaptırmaya uğraşacak. Bir arkadaş çocuğunun kolundan tutmuş, “Ben süründüm, sen sürünmeyeceksin!” diyor. Çocuğu tartaklıyor. Çocuk ağladıkça babası bağırıyor: “Ben süründüm, sen sürünmeyeceksin!” O arkadaş ırgattı. Çok zor şartlarda para kazanıyordu. Çocuğunun kendisinden üstün olmasını istiyor, başka da bir isteği yok. Çocuk bu sırrı anlamıyor, anne-baba anlatmaya uğraşıyor. Çocuğun kölesi, gelecekteki, belki yirmi sene sonraki felaketten çocuğunu korumaya uğraşıyor.

Beykoz kundura fabrikasının ayakkabısını giyerdim, ucuzluktan aldığım elbiseyle gezerdim, sade bir evde otururdum. Belki daha iyisini yapacak imkânlarım vardı fakat çoluk çocuğuma olduğumdan daha zengin görüntüsü hissettirmedim.

Elbette ki anne-babanın çocukları üzerinde otoritesi olmalı. Otoriteyi sağlamak için önce anne-baba susabildikleri kadar susmalı, sabretmeli. İkincisi de hakkaniyetli iş yapmalıdır. Evde bir hukuk olmalı. Çocuk, “Ben ne yaptım ki bu cezayı aldım?” sorusunun cevabını kendi içinde bulmalıdır. Bu çocuğa ağır gelmez. Alimler, “Çocuklarda haya, korkudan daha iyidir; zira haya akıllılığı, korku pısırıklığı gösterir.” demişlerdir.

Bugünkü eğitim çocuğa pek bir şey katmıyor. Bu sebepten anne-babaya çok iş düşüyor. Zaten okullarda eğitim yok, öğretim var. Öğretmen çocuğa namaz kılmayı anlatıyor, camiye götüremiyor. İman olmazsa, insanın hayatını zevkleri ve menfaatleri yönetir. Kazanır, harcar, çalar oynar ve hayatı biter. İman olmayınca insan haram dairede yaşamayı beğenir. Çok iyi bir hayat yaşıyorum, der, çok iyi bir hayat yaşadığını zanneder. Sonra ummadığı bir anda ölüm gelir. Amel defteri açılır, hiç sevap yok. Zaten haram dairede yaşayan, dünyasını da cehennem eder. İslami şuurun olmadığı yerde çocuk kavak ağacı gibi büyür. Çocuk nefs-i emmare ile dünyaya gelir, hakla batılı ayıramaz. Ebeveyni de aynı şekilde yaşıyorsa, ismi Müslüman, hayatı başka türlü bir insan yetişiyor demektir…

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Evlilikte ‘biz’ olabilen eşler, mutluluğu yakalıyor

Evlilikler canlı bir organizma gibidir. Beslenmek, bakılmak ister. Eşinize baskı yapmadan, evde hükümranlık kurmaya çalışmadan ortak yollar bulunabilir. Evlilik ona değer vermek, saygı göstermek, ‘ben’ yolundan çıkıp ‘biz’ olmayı başarmak demektir. Aile ilişkilerinde gönül aynasını kırmayın.

Evliliğinizde mutlu olmak mı istiyorsunuz?Acaba eşime nasıl davranırsam onu mutlu ederim?” sorusunun cevabını mı arıyorsunuz? İşte size yardımcı olacak cevaplar:

Eşinize değer verin. Hayatınızdaki ilk sırayı eşinize verin ve bunu, ona hissettirin. Böyle yaparsanız eşiniz kendini değerli görür. Değerli olduğunu anlayan eş, eşinin hatalarına değer vermez. Değersiz olduğunu düşünen eşse, eşinin hatalarına değer verir. Bu da aile içindeki huzursuzluğa netice verir.

“Ben” yolundan çıkıp “biz” yoluna girin. Evlilik mutluluğunu baltalayan, mutluluk gemisini yalpalayan şey bencilliktir. Kendi doğrularını karşı tarafa kabul ettirmek için evliliği savaş alanına döndürmektir. Evlilik ‘ben’ yolundan çıkıp ‘biz’ yoluna girmektir. Ancak o zaman güzeldir. ‘Ben yine yolumdan giderim‘ denilirse o evlilikte mutluluk yakalanmaz.

Kendinizi komutan yerine koymayın. Eşinizi, komutlarınızı “emredersiniz komutanım” diye yerine getirecek bir er gibi görmeyin. Siz üs, eşiniz as değil, yol arkadaşısınız.

Eşinizin duygularına kilit vurmayın. Eşinizin duygularını ve hatta kızgınlıklarını rahatça ifade etmesine izin verin. “Acaba bunu söylersem eşim ne der? Kavga çıkar mı? İyisi mi ben içime atayım.” dedirtmeyin. Unutmayın, düdüklü tencerenin havası alınmazsa patlar. Fay hattı yavaş yavaş kırılmazsa yer kabuğu depremle çatlar.

Eşinizin hatalarına göz yumun. Kurulmuş robot gibi sizin her istek ve arzunuza boyun eğmesini istemeyin. Robotlar da bozulabilir, bilgisayarlar da virüs kapabilir.

Sözünüzü dinletmeye çalışmayın. Bu evde ben ne dersem o olmalı. Çünkü ben yanlış yapmam.” düşüncesiyle, “şunu şöyle yap, bunu böyle yap, sözümü dinle” demeyin. Onun kararlarına saygı gösterin.

İnsaf çıtanızı yükseltin. Kendi isteklerinizin olmasını eşinize dayatmayın. “Ben bunu böyle seviyorum, sen de seveceksin. Bunun böyle olmasını istiyorum, sen de kabul edeceksin. Buraya gideceğim, sen de geleceksin vb.” demeyin. Sadece kendi mutluluğunuzu düşünüp karşı tarafa hayat hakkı tanımayarak “ne yapayım, o da benim yanımda olsun; olmuyorsa cezasını çeker” düşüncesiyle vicdanınızı susturmayın. Her insafsız davranışın bir karşılığı olduğunu, İlahi adalette de yer bulacağını aklınızdan çıkarmayın.

Eşinizi suçlamayın.Yine ne yaptın? Bir şeyi de doğru yaptığını görmedim. Senin yüzünden başım dertten kurtulmuyor.” demek yerine “Bir sıkıntın mı var? Problemini çözelim. Senin problemin benim problemim sayılır.” deyin.

Bilhassa aileniz için eşinizin gönül aynasını kırmayın. O da benim anneme-babama veya ablama-ağabeyime iyi davranmıyor.” demeyin. Çünkü böyle davranış, eşinizin hem size hem de akrabalarınıza karşı kin tutmasına sebep olur. Aralarına kin tohumu serpmek yerine sevgi köprüleri kurun. Bunun için de eşinizi herkesten çok sevdiğinizi ona hissettirin.

Mazi kitabını kapatın. Geçmişe ait kötülükleri bohça gibi açıp durmayın. Onları derleyip toplayıp çöp kutusuna atın. Nasıl olsa o sıkıntıların elemi gitmiş, lezzeti kalmıştır.

Çöpten çıkardığınız kirli şeyler nasıl evinizin havasını kirletirse geçmişe ait kötü hatıralar da mutluluğunuzun havasını bozar.

Gülay Atasoy / Zaman Gazetesi