Etiket arşivi: Andulkadir Haktanır

Güneş ile dünya arası denge!

Risale-i Nur merceğinden eşyaya bakılınca her şeyde bir dersi ibret görünür!

Fakat eşya ve hadiselerden ders almamız için, onlara “hükmü evvel ile değil” yani ön yargısız bakmamız lazım.

BAKIN AKILISIZ GÜNEŞ İLE DÜNYAMIZIN ARALARINDAKİ DENGEYE!

Güneş sistemi ve gezegenlerBiz materyalistlere hiç çekinmeden, bu müşkülümüzü halledin dememiz lazım: Astronomi uzmanları diyorlar ki, ışık saniyede 300,000 kilometre hızla gidiyor. Yine onların görüşüne göre, güneşin ışığı dünyamıza sekiz dakikada ulaşıyor. Yani 1 dakikada 60 saniye. Sekiz dakika, altmışar saniye = 480×300.000 = 144.000.000 k.m. eder. Demek oluyor ki, güneşle dünya arasında 144.000.000 kilometre mesafe varmış. Acaba bu mesafe 143.000.000. k.m. olsaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Güneş bizi yakıp kül ederdi. Peki 145.000.000 olsa idi, o zaman da, her şeyimiz donup buz olacaktı.

Çok merak ediyorum! Materyalistlere göre: Acaba dünyamı güneşe dedi, sakın daha öte gitme, yoksa her şey donar buz olur mu dedi. Beri de gelme ha! Yoksa her şeyi yakar kül edersin mi dedi. Yoksa o emir güneşten mi dünyaya geldi? Bu müşkülümüzü halletmeleri için materyalistlere biz sormayalım mı? Onlara göre bu mesafe acaba nasıl tayin edildi?!!! Yoksa köylüler iple tarlayı bölerken yaptıkları gibi mi yaptılar? Dünya güneşe, çek ipi oraya çak bir kazık. Daha öteye gitme, beri da gelme ha! Çünkü gelecekte dünyaya canlılar gelecekler, az daha beri gelsen onları yakar öldürürsün. Biri diğerine öylemi dediler?!!! Bu işlere: Tabii olaylardır dedikleri şeyde: Sağır, kör ve aptal tabiata hava demektir ki önceki misalden daha akıl kabul almaz bir olaydır maalesef. Başka türlü değil bu işler ancak Kudreti sonsuz bir Allah, kâinatın hulasası ve şuurlu meyvesi olan insana hizmetini en mükemmel vermesi için güneşi oraya çaktı.!!! Dünya’ya güneşin çevresinde dönerken, sana tayin ettiğim mesafeden ayrılma ha! Mı dedi? Kat’iyyen bunun başka alternatifi yok ama, ecnebi düşmanlar Müslümanları boş buldukları için maalesef çoğuna o baklayı yutturdular.

Diger bir soru? Dünyamız hem kendi ekseninde hem de güneşin çevresinde dönmesini faydalımı yoksa zararlımı buluyoruz. Kendi ekseninde dönmese idi ya her zaman gece, ya da her zaman gündüz olacaktı. İkisi de insan için felaket olacaktı değil mi? Lazım dememiz ki: Kudreti Sonsuz olan Allah bizim ihtiyaçlarımızı bizden iyi bilmiş ve Kerim Olan Rabbimiz noksansız ihtiyaçlarımızı te’min etmek için sebepleri ortaya sermiş.

Güneşin çevresinde dünyanın dönmesi de akıllı insanı hayran hayran dünyanın o hareketini seyrederken Allahu Ekber demekten kendine başka kurtuluş çaresi bulamaz. Dünyamız saatte 108000 kilometre hızla gidip 365 gün doldurduktan sonra tam saniyesinde ayni yere ulaşıyor. inanmazsanız bir sene evvel yazılmış takvime bakınız ve hiç şaşırmadan yol aldığını göreceksiniz. Oda yalınız bir sene değil milyon seneden beri ayni istikamette devam ediyor. Ve biliyorsunuz ki dünyamız elips şeklindedir, o hızla yol alırken bir yere gelince 23 derece bir tarafa eğiliyor ve 27 dakike o şekilde eğik gidiyor. Her dönüşünde ayni hareketi yapıyor. 108000 k.m. satte giderken niye sularımızı dökmiyor? Niye insanları havaya atmıyor? Yer çekimi varmış,o yer çekimi niye insanları yere yapıştırmayıp insanlar hareket edebiliyorlar sorusuna dinle ne gibi safsata cevap veriyorlar: insanın üstünde 3 ton yük varmış. Peki o yükle insan nasıl hareket ediyor, insanın duyguları öyle ayarlanmış ki onlar üzerinden o yükü def edebiliyormuşlar…

Şimdi hey gidi akılları gözlerine inmiş tabiatçılar hey haddinizden çok tecavüz ettiniz!!!

Bu ciddi meseleyi sizinle paylaşmamın tek sebebi, hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerini öğrenmek, hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olmaya yarar ümidiyle paylaşıyorum.

Abdülkadir Haktanır

abdulhak@albnur.com

www.albnur.com

Gaye Adamı Olmak ve Nur Davası – Balkan Hizmetleri Mektubu

Okuyuculardan herhangi kimseye belki faydası dokunur diye Balkanlardaki 2012 nin son aylarındaki hizmetlerden bahsedeceğim. Bunun devamında bazı hakikatleri ortaya sereceğim. Çünkü Cennet ucuz olmadığı için onu kazanmak için fedakârlıkla mükellef olduğumuzu bilmek bizim için zaruri bir hal hükmündedir .

Evet bu davada istihdam var.

1995 senesinde Rahmetli Sungur Ağabeyin emri ile dükkanımı kapatıp Nusret ve İsmail kardeşleri de bana vererek iki aylığına Makedonya’nın Gostivar şehrine hizmete gittik.

Gostivar’ın ve tüm Balkanlarda yaşayan Müslümanların çoğu Arnavut olduğu için oradan döndükten sonra Risale-i Nurları Arnavutçaya tercümeye başladım. Küçüklerden İman ve Küfür Muvazeneleri, 400 sahifelik RAMAZAN HOCA TARAFINDAN DERLENMİŞ BİR TARİHÇE-İ HAYAT ve Risale-i Nurlardan bir VECİZELER kitabı dahil 16 sini tercüme ettik. Ben orada 33 sene yaşadığım için ve onların hastalıklarını bildiğim için, bazısını ağabeylerin kitaplarından derleyip bazısını de 53 seneden beri Risale-i Nurlardan istifade ettiğim manaları dile getirerek 7 kitap dahi yazmışımdır. Çünkü midesi hasta olana ağır yemek verilmediği gibi, kafa midesi hasta olan bu insanların çoğuna da doğrudan doğruya tefsir veremiyoruz. Risale-i Nurların dışında yazdığım kitapların adları şöyle: MATERYALİST FELSEFECİLERE CEVAP, VECİZELER KİTABI, İNSAN NEDİR?, Avrupa Profesörlerinden 34’nün 10-12 sahifede fikirlerini yazdıkları: NE İÇİN ALLAHA İNANIYORUZ ve İşaratül i’cazdan da 16 Prof ün İSLAMİYETİ VE PEYGAMBERİMİZİ a.s.m. NE İÇİN SEVİYORLAR fikirleri, MEHMET AKİF ERSOYUN HAYATI, GENÇLERE İNCİLER ve bir tane de ŞİİR kitabım var. Bunları de o millet için faydalı bulduğum için yazdım.

Risale-i Nurlardan çok azını Sözler yayınevi sattı diğerlerini ben parasız pulsuz dağıttım. Ne kadar Allah’ıma şükretsem azdır. 1995 ten beri bazen hanımla birlikte gider oralarda iki aylığına bir ev kiralayıp kalırdık, Çoğu zaman yalnız. Yani 1995 ten beri her sene 1-1,5 aylığına Balkanlardaki 4 devleti gezerim. Gitmeden önce kargoyla kitaplarımı gönderirim. Yaşım ilerleyip 76’ya bastığım için Üniversite talebeleri kız ve erkekler ile toplantı yapar onlara uzun bir ders yaptıktan sonra onlara kitap veririm. Erkekleri dershaneye davet eder, kızlara ders yapmalarını tavsiye ederim. Allah’ıma ne kadar şükretsem azdır. Bu sayede bugüne kadar Balkanlarda 75.000 adet kitabımız dağıtıldı.

Evet sırf Nur hizmeti için gittiğim Balkanların Arnavutluk, Kosova, Makedonya ve Sırbistan devletlerinde bu sefer 1 ay kalarak 6 Aralık Perşembe günü geldim.

Gidişimin ilk durağı Arnavutluk’un başkenti Tirana idi. Tirana Arnavutluk’un başkenti olduğundan ve orada Üniversiteler de bulunduğu için Üniversite talebelerinin imanlarını kurtarmak maksadıyla, Ağabeyler orada yeni bir dershane kiraladılar. O dershanede çok ihlaslı Adanalı, Hafız Necip adında bir kardeş kalıyor. O kardeş Kosova’da Türk Edebiyatı masteri ile beraber tahsil ettiği için Arnavut lisanını da iyi biliyor. Tirana’da Türkiye den ticaret için giden çok Türkler de bulunduğundan orada umumi derslerden haftada bir gün Türkçe bir gün Arnavutça ders oluyor.

Ben daha önceden Arnavutluk’un İşkodra kentine daha fazla gittiğim için, orada genç tahsillilerden otuza yakın kardeşler mevcut. Orada onlar kendileri bir dershane ayarladıkları için, Tirana’dan Necip kardeş arkadaşları ile her hafta İşkodra’ya derse gidiyor. Bu sefer ben İşkodra’da üç gün kaldım. Bir gün Arnavutluk’un Elbesan şehrine de derse gittik.

Evet, Arnavutluk’ta 12 günümü tamamladıktan sonra, Arnavutluk devleti ile Kosova arasında ki yol otoban olduğu için Tirana’dan Kosova’nın Prizren şehrine rahatlıkla vardım. Oranın milletinin sadece % 7 si Türk olduğu halde halkta menfi milliyetçilik olmadığı için hemen bütün halk Türkçe konuşmasını biliyor. Bu durum Risale-i Nurları daha rahat yaymaya bir fırsat. Onunla beraber oranın cami imamlarından Adnan isimli ihlaslı bir Hoca Efendi bazen Arnavutça da ders yapıyor. Hatta Cuma günü onun camisine gitmiştim, kendisi kürsüde iken beni görür görmez hemen Kürsüye davet edip Vaazı bana bıraktı.

Bunu da anlatayım ben Prizeren’de iken araba ile 3,5 saat uzak olan Arnavutluk’un İşkodra kentinden 14 genç minibüsle Prizren’e derse geldiler. Ben orada iki gün kaldıktan sonra Kosova’nın başkenti Priştine’ye gittim. Orada vakıflık yapan Konyalı ilahiyat mezunu Ahmet kardeş o esnada okuma programına Türkiye gelmiş, ben 5 gün ona vekalet ettim. Oradan sonra Makedonya’nın Gostivar şehrine geldim. Orada Hatay’lı Çok faal ve çok ihlaslı bir kardeş var. Orada hemen her gün ders var. Esnaf dersi, Arnavutça ders, esnafların dükkânlarına beraber gidip ders yaptık.

Bir gün Türkçe bilen Vrapçişte köyüne taziyeye ve ders yapmaya gittik. Ondan sonra Makedonya’nın başkenti Üsküp’e gittim. Burada Üniversiteye girmek için puan kazanamayan çok öğrenciler Üsküp’e gidip puansız bir miktar para ile Üniversiteye kaydoluyorlar. Orada benim hizmet saham geniş. Bazen camilerde vaaz ederim bazen toplantılara giderim. Her gittiğimde oradaki Üniversite okuyan hanım kızlara ders yapmaya giderim, kendilerine arkadaşlarına vermek üzere de bol bol kitap veririm.

Son olarak Kosovaya dahil olamayıp 3 kasabası bulunan, yani 300.000 nüfus Sırbistanda kalıp benim doğum yerim olan Bilaç kasabasına yakın Preşova kasabasına gittim. Oradan bir imam daha önce beni Cuma vaazına davet etmişti. Ben kendisine gidemeyeceğimi bildirdim. Yalınız Cuma günü, Pazar günü hanımlara konuşacağımı cemaata söylemesini dedim. Nitekim öyle oldu 70 küsur genç hanıma bir saat ders yaptıktan sonra kendilerine bol bol kitap verdim. Böylece seyahatımızı tamamladık.

ŞİMDİ NE OLUR BU YAZIYI DA OKUMAYI İHMAL ETMEYİN

Evet, Türkiye’de dine karşı yapılan inkılaplardan sonra, Hocalar Türkiye’ye gelmeyi müsaade etmiyorlardı. Yani Müslümanlar için kanunların en müthişi Müslüman Türkün kafasına kâfirin taşıdığı şapkayı takma gibi olumsuz kanunlardır. Evet şapka hakkında Şeyhül İslam, Zembilli Ali Efendi demiş ki ” Şapkayı şakayla da başına koyan Kâfir olur. Çünkü Peygamberimiz a.s.m “Men teşebbehe bi kavmin fehüve mihüm” demiş Yani: (Bir kimse başka bir kavimden birine benzese o onlardandır) buyurmuş. Zaten İskilipli Atıf Hocanın idam edilmeye sebep olan kitabı yazması bundan başka değildir. Ağabeyler diyor ki, Üstad demiş: “Bütün çektiklerim Şapkayı zorla başına koyan kâfir olmaz dediğimden ötürüdür.”

Evet, bu sebepten ötürü 1952 den sonra Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç edenlere Hocalar müsaade etmiyorlardı. Fakat zavallı halk Yugoslavya’nın eski lideri Tito’nun Sosyalist idaresi ile Hocaları susturmasıyla ve okullardaki gençleri Natüralist ve Materyalist felsefe ile imansız bıraktığı için, yaşlıları da taklidi iman kurtaramayacağı için, Yugoslavya’da bulunan Türklerin, Türkiye ye göç etmeleri için, müracaatları sonucu, oranın lideri Mareşal Tito ile Merhum Adnan Menderesin anlaşmaları neticesinde 1952-1960 arasında iki buçuk milyon Müslüman Türkiye’ye göç etti. Değil yalınız Türkler, belki orada bulunan Arnavut, Boşnak ve Pomaklar da nüfus dairesinde ki memurlara rüşvet vererek kendilerini Türk yapıp Türkiye’ye göç etmiştiler. Türkiye’ye gelenlerde her ne kadar Türkiye’nin durumunu biliyorlardı. Ama onların İslam dinine sahip olmaları ve Türkiye’den ümitlerini kesmediklerinden ötürü Türkiye’ye göç etmiştiler.

Fakat bu fakir; evlad-ı fâtihandan olduğum halde, Türkiye de mevcut olumsuz kanunlardan ötürü o zaman gelmedim. Vaktaki burada bulunan akrabalar tarafından bize Risale-i Nur eserleri geldi karar değişti. Ağır şartlarları göze alarak, Risale-i Nur talebelerini görmeğe ve Risale-i Nurlardan biraz daha fazla eser alıp okuyup Nur davasını daha iyi tanımak için, iki defa Türkiye’ye geldikten sonra, ancak 1970 te çok az parayla, benden başka çalışanım olmadığı halde, ufak tefek eşya ile beraber sekiz nüfusu bir minibüse atarak Türkiye ye geldim. Yerleşme umuduyla, gidip iki ay Bursa da kaldım. Nasip olmadıği için orada iş bulamadığımdan ötürü İstanbul’a döndüm. İstanbul’un Küçükçekmece’nin Tepe üstü semtinde suyu yok, yolu yok, elektriği yok olan bir yerde bir gecekondu yapıp yerleştim.

O zaman Türkiye de yeteri kadar diplomalı Hoca olmadığı için, Ölen imam veya müezzin yerine başkasını tayin etmek için, müsabaka imtihanı açarlardı. Müsabakaya girenlerden kim daha iyi bilirse onu vazifeye alıyorlardı. O zaman Bakırköy Müftüsü Ali Aktürk Hoca Efendi Kardeşlerden olduğu için, beni herhangi yerde imam veya müezzin tayin etmek için, diyanet camiasında bana vazife vermeyi teklif etti. Ben ona: “Hocam gördüğün gibi, İhtiyacım çok ama o vazifeyi kabul edemem çünkü vazife yaparken muhtaç olup para ile Kur’an okuyabilmeye aldanmam ihtimali olduğu için, o vazifeyi yapamam.” Devam ederek ona: “Hocam merak etme! Allah’ın yardımı ile hiç çekinmeden ağır işleri de yapaya katlanırım.”

Ondan sonra Allah’ın yardımı ile elin işinde yalınız altı hafta çalışıp, sonra dükkân açıp kaldığım yerde nüfus az olduğu için tek meslek idare etmediği için, emekli oluncaya kadar ihtiyaca göre 5-6 çeşit mesleği kendi dükkanımda çalışarak harçlığımı çıkarıyordum ve 5 kat ev yaptım. Bir katını işte 20 senedir hanım kardeşler dershane olarak kullanırlar. Haftada 1 bazen iki gün erkek dersimiz var, dershaneyi boş bulduğumuz zaman, orada ders yaparız, eğer dersimiz kızların programlarına isabet ederse dersi kendi daireme alarak Allah’ıma çok şükür dersi aksatmadan devam ettik ve ediyoruz. Benden başka çalışanım yoktu dedim. Çünkü ben öyle bir kültür almıştım ki hanımı çalıştırmak şöyle dursun, doğduğum memlekette 1.300 m arsam vardı, tüm arsayı 2,5 metre duvarla sarmıştım. Postacı olsun polis olsun sokak kapısını çalar izin aldığından sonra avluya girebilirdi.

(Allah’ıma çok şükür o dini gayreti Allah’ım bana ihsan ettiğinden ötürü Türkiye’mizde Allaha karşı benim kadar şükürle borçlu kul olduğuna inanmıyorum. Çünkü ailemde 31 nüfus var bu güne kadar, Nur dairesinin dışında tek bir tane yok Elhamdülillah.)

Alttaki kalabalık resim Kosova da Prizren’deki dersteki kardeşler. Daha azlık olanlar Makedonya Üsküp’teki üniversite talebeleri dersi. Dört kişi olduğumuz fotoğraf ta, solumda Üsküp’teki dershanede duran Erdoğan, ortada ben ve sağımda ki beyaz takkeli Risale-i Nurları Boşnakçaya tercüme eden bu Erdoğan Kardeş, tevafukan Üskübe gelmişti. onun yanında dahi dişçilik tahsilini bitirmek üzere Gostinvarlı Ferhat kardeş.

Risale-i Nurların kemter talebesi Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com