Etiket arşivi: gezegen

Güneş ile dünya arası denge!

Risale-i Nur merceğinden eşyaya bakılınca her şeyde bir dersi ibret görünür!

Fakat eşya ve hadiselerden ders almamız için, onlara “hükmü evvel ile değil” yani ön yargısız bakmamız lazım.

BAKIN AKILISIZ GÜNEŞ İLE DÜNYAMIZIN ARALARINDAKİ DENGEYE!

Güneş sistemi ve gezegenlerBiz materyalistlere hiç çekinmeden, bu müşkülümüzü halledin dememiz lazım: Astronomi uzmanları diyorlar ki, ışık saniyede 300,000 kilometre hızla gidiyor. Yine onların görüşüne göre, güneşin ışığı dünyamıza sekiz dakikada ulaşıyor. Yani 1 dakikada 60 saniye. Sekiz dakika, altmışar saniye = 480×300.000 = 144.000.000 k.m. eder. Demek oluyor ki, güneşle dünya arasında 144.000.000 kilometre mesafe varmış. Acaba bu mesafe 143.000.000. k.m. olsaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Güneş bizi yakıp kül ederdi. Peki 145.000.000 olsa idi, o zaman da, her şeyimiz donup buz olacaktı.

Çok merak ediyorum! Materyalistlere göre: Acaba dünyamı güneşe dedi, sakın daha öte gitme, yoksa her şey donar buz olur mu dedi. Beri de gelme ha! Yoksa her şeyi yakar kül edersin mi dedi. Yoksa o emir güneşten mi dünyaya geldi? Bu müşkülümüzü halletmeleri için materyalistlere biz sormayalım mı? Onlara göre bu mesafe acaba nasıl tayin edildi?!!! Yoksa köylüler iple tarlayı bölerken yaptıkları gibi mi yaptılar? Dünya güneşe, çek ipi oraya çak bir kazık. Daha öteye gitme, beri da gelme ha! Çünkü gelecekte dünyaya canlılar gelecekler, az daha beri gelsen onları yakar öldürürsün. Biri diğerine öylemi dediler?!!! Bu işlere: Tabii olaylardır dedikleri şeyde: Sağır, kör ve aptal tabiata hava demektir ki önceki misalden daha akıl kabul almaz bir olaydır maalesef. Başka türlü değil bu işler ancak Kudreti sonsuz bir Allah, kâinatın hulasası ve şuurlu meyvesi olan insana hizmetini en mükemmel vermesi için güneşi oraya çaktı.!!! Dünya’ya güneşin çevresinde dönerken, sana tayin ettiğim mesafeden ayrılma ha! Mı dedi? Kat’iyyen bunun başka alternatifi yok ama, ecnebi düşmanlar Müslümanları boş buldukları için maalesef çoğuna o baklayı yutturdular.

Diger bir soru? Dünyamız hem kendi ekseninde hem de güneşin çevresinde dönmesini faydalımı yoksa zararlımı buluyoruz. Kendi ekseninde dönmese idi ya her zaman gece, ya da her zaman gündüz olacaktı. İkisi de insan için felaket olacaktı değil mi? Lazım dememiz ki: Kudreti Sonsuz olan Allah bizim ihtiyaçlarımızı bizden iyi bilmiş ve Kerim Olan Rabbimiz noksansız ihtiyaçlarımızı te’min etmek için sebepleri ortaya sermiş.

Güneşin çevresinde dünyanın dönmesi de akıllı insanı hayran hayran dünyanın o hareketini seyrederken Allahu Ekber demekten kendine başka kurtuluş çaresi bulamaz. Dünyamız saatte 108000 kilometre hızla gidip 365 gün doldurduktan sonra tam saniyesinde ayni yere ulaşıyor. inanmazsanız bir sene evvel yazılmış takvime bakınız ve hiç şaşırmadan yol aldığını göreceksiniz. Oda yalınız bir sene değil milyon seneden beri ayni istikamette devam ediyor. Ve biliyorsunuz ki dünyamız elips şeklindedir, o hızla yol alırken bir yere gelince 23 derece bir tarafa eğiliyor ve 27 dakike o şekilde eğik gidiyor. Her dönüşünde ayni hareketi yapıyor. 108000 k.m. satte giderken niye sularımızı dökmiyor? Niye insanları havaya atmıyor? Yer çekimi varmış,o yer çekimi niye insanları yere yapıştırmayıp insanlar hareket edebiliyorlar sorusuna dinle ne gibi safsata cevap veriyorlar: insanın üstünde 3 ton yük varmış. Peki o yükle insan nasıl hareket ediyor, insanın duyguları öyle ayarlanmış ki onlar üzerinden o yükü def edebiliyormuşlar…

Şimdi hey gidi akılları gözlerine inmiş tabiatçılar hey haddinizden çok tecavüz ettiniz!!!

Bu ciddi meseleyi sizinle paylaşmamın tek sebebi, hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerini öğrenmek, hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olmaya yarar ümidiyle paylaşıyorum.

Abdülkadir Haktanır

abdulhak@albnur.com

www.albnur.com

Ne Sıcak, Ne Soğuk

KUZEY KUTBU’nda yaşayan Eskimolar, üst üste giydikleri kalın kürklü elbiseleriyle buzdolaplarımızın derin dondurucularından bile çok daha soğuk olan ülkelerinde, yağlı bir fok avlamanın derdine düşmüşlerdi.

Buzdan evlerinde yaşayan küçük Eskimo çocukları, gezginlerin kendilerine hediye ettikleri vanilyalı dondurmaları yalayabilmek için, onları bir süre ateşin üzerinde tutmaları gerektiğini çoktan öğrenmişlerdi.

Kutuplar soğuktu, hem de çok soğuk…

Aynı vakitlerde, Dünya’nın bambaşka bir yerinde, Büyük Sahra’da, bir kervancı, akreplerin bile deliklerinden çıkmaya cesaret edemediği öğle vakti, ufukta minicik bir vaha gördüğünü sandı.

Hayır! Bu sefer serap değildi, gerçekten çölün ortasında yaratılmış bir mucizeydi gördüğü.

Kervancı ve develeri, kafataslarının içini haşlanmış yumurta gibi kavuran sıcağın altında ilerlerken, zeminde kayan kum denizine çıplak ayakla basmak için, hatırı sayılır miktarda akıl tahtasını yitirmiş olmak gerekti.

Vaha gittikçe yakınlaşıyor ve serin bir pınarın şırıltısı, kervancı ile birlikte develerin de aklını başından alıyordu…

Çöl sıcaktı, hem de çok sıcak..

Bir yanda kutuplar, bir yanda çöller..

Bir yanda, dondurucu soğuk, öte yanda ise taşları yakan bir sıcak bulunur yeryüzünde…

Ama yine de, bizim küçük mavi gezegenimizin ortalama bir ısısı vardır.

Ve bu ısı, üzerinde kelebeklerden, fillere, kutup ayılarından, karıncalara.. kadar çeşit çeşit hayatın cilvelendiği bir gezegen için en uygun ortalama ısı derecesindedir.

Güneş gibi yıldızlarda milyarlarca dereceyi bulan ısı, karanlık uzay denizinde -273.15°C gibi akıl almaz bir seviyeye de iner. Bu olağanüstü farklılık içinde, canlıların yaşayabileceği aralık sadece %1 kadardır. İşte Dünyamızın ortalama ısısı bu %1’lik pay içindedir.

Dünyanın bu ısı aralığında tutulması için pek çok tedbir alınmıştır. Mesela Güneş’e olan mesafesi bunlardan biridir.

Eğer gezegenimize en yakın yıldız olan Güneş’e Venüs kadar yakın, ya da Jüpiter kadar uzak olsaydık, yeryüzü üzerinde böyle bir hayat şenliği olmayacaktı.

Güneş’ten Dünya’ya ulaşabilen ısı oranı %10 kadar azalacak olsa, yeryüzü kalın bir kar ve buz tabakası altında kalacaktı. Eğer biraz artacak olsa, bu sefer de, yanıp kavrulacaktık.

Ama ne donarız ne de yanarız. Her şey son derece hassas dengelerle yaratılmıştır çünkü.

Bizim sevgili gezegenimiz yaratılırken ekseni 23°27´lik eğimle yaratılmıştır. Bu eğim sebebiyle, kutuplar ile ekvator arasındaki ısı farkı, şimdikiyle kıyaslanmayacak seviyelere çıkmaz. Böylece, kutuplarda kutup ayıları yaşarken, ekvatorda, tropikal orman kuşları rengarenk uçuşur..

Dünya 24 saatte kendi etrafında bir tur atar. Böylece gece ile gündüzler nisbeten kısa sürer. Eğer bu dönüş hızı daha yavaş olsaydı, geceler çok daha uzun olurdu. Bu da, gece-gündüz arasındaki ısı farkını artırırdı. Uzun gecelerde ısı çok fazla düşer; uzun gündüzlerde de ortalık kavrulurdu. Kendi etrafındaki dönüş hızı Dünyaya göre çok yavaş olan Merkür gibi gezegenlerde, bu ısı farkı 1000°C kadar çıkmaktadır mesela…

Bütün bunlardan başka, Dünya’mızın üzerine koruyucu bir kalkan gibi sarılan atmosfer tabakası, yeryüzünün ısı dengesini koruyacak pek çok özelikle birlikte yaratılmıştır… Mesela bulutlar, Güneş’ten gelen fazla ısı ve ışığı uzaya yansıtarak bu dengeye hizmet eder.

Kutuplarda Eskimolar yağlı fok balıklarını avlar, büyük sahrada kervancılar vahalarda serinler…

Kalın buz tabakalarının üzerinde kaya kaya yol alır penguenler, tropikal denizlerde rengarenk balıklar, mercan kayalıklarının içinde, “bul beni” oynar…

Sevimli mavi gezegenimiz, ne Merkür’ün gündüzleri gibi çok sıcak yaratılmıştır ne de geceleri gibi çok soğuk…

Ve türlü türlü canlının yaşamasına imkân veren bu ısı aralığı, pek çok tedbir ile korunur…

Tarık Uslu / Zafer Dergisi

On İkinci Gezegene Doğru

“Güneş ile muhtelif on iki seyyârenin muvâzenelerine bak. Acaba bu muvâzene, güneş gibi,Adl ve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâli göstermiyor mu?” (Risale-i Nur)

Kur’an’dan aldığı feyizle nurlanan ve ortaya koyduğu fikirlerle çağımızı aydınlatan büyük alim Bediüzzaman Hazretleri, zamanın geçmesiyle daha iyi anlaşılıyor ve zaman onun fikirlerini doğrulayan büyük delillerin ortaya çıkmasına hizmet ediyor.

Bediüzzaman, öğrenime başladığı ilk zamanlardan itibaren dinin ve ilmin imtizaç ettiği bir eğitim sistemini benimsemiş ve savunmuştur. Telif ettiği altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatında imani bir hakikati ispatlarken matematik, kimya, fizik, astronomi veya biyoloji gibi disiplinlere ait bilgileri kullanması onun eğitim sisteminin elle tutulur örnekleridir. Bu yazının konusunu da Üstadın kullandığı verilerden biri oluşturmaktır. Batı dünyasının henüz 9. gezegen olan Plüton’u bulduğu 1930’lu yıllarda O, yazdığı risalelerin muhtelif yerlerinde gezegen sayısını 12 olarak bildirmiştir. Bunlardan ikisini 33. Söz’ün 21. Pencere’sinde yer alan; “Manzume-i Şemsiye denilen küremizle beraber on iki seyyare..” ve 30. Lem’a’nın 2. Nükte’sinde söylenen; “Güneş ile muhtelif on iki seyyârenin muvâzenelerine bak” ifadeleri ile başlayan yerler oluşturur.

Şüphesiz her şeyin yazılı olduğu Kur’an’da da On iki seyyare (gezegen) konusuna işari olarak değinilmiştir. Yusuf Suresi’nin 4. ayetinde mealen şöyle buyurulmaktadır: “Hani Yusuf babasına demişti ki: Babacığım, ben rüyamda on bir yıldızın, güneşin ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.” Yakup aleyhisselamın tabirine göre, Güneş babasına, ay annesine ve de 11 yıldız 11 kardeşine işaret etmektedir. Yusuf’da(a.s.) eklenince toplam sayı 12 etmektedir.

Batı’da Astronomi ile ilgilenen uzmanlar sadece gök cisimlerini, yapılarını ve hareketlerini keşfe çalışmakla yetinmemiş, Güneş Sisteminde yer alan gezegen sayısı üzerine de bir çok araştırma yapmışlardır. Bu araştırmalardan birisi Zecharia Sitehin’in 1977’de yayımladığı “The 12th Planet” (On İkinci Gezegen) adlı kitapta görülmektedir. Kitapta, ‘Güneş Sisteminde On İki Gezegenin olduğu’ iddiası İncil’den ve Sümer tabletlerindeki yazılı kaynaklardan deliller işlenerek ispat edilmeye çalışılmaktadır.

Altı bin yıllık Sümer tabletlerindeki yazılar ve şemalar çözüldükten sonra, Sümerlerin bir fazla gezegenin de içinde bulunduğu şu anki gezegen diyagramına çok benzeyen kabartmaları olduğu belirtilir. Hatta araştırmacı, Sümer kayıtlarında görülen bu gezegenin dönüş devrini 3600 yılda tamamladığını onların hesapladıklarını kaydediyor. Şunu da belirtmek gerekir ki, kitabın adını aldığı on iki gezegen sayısına güneş ve ay da dahildir.

Tüm bunları belirttikten sonra şimdi de astronomi dünyasına kısa bir göz atalım. 1846 yılında Neptün’ün Le Verrie tarafından keşfi, Neptün ötesi gezegenlerin arayışlarını hızlandırdı. Bunlardan en ilginci 1909-1915 yılları arasında Percival Lovell’in sonuç alamadığı araştırmalardır. Lowell’in gözlemlerinde Plüton’un iki belirsiz görüntüsü kayıtlı olmasına rağmen bunlar, 1930 yılında Plüton’un keşfine kadar fark edilmedi.

Güneş sistemindeki gezegen büyüklüğünde cisimler için yürütülen araştırmanın 1930 yılında Plüton’un keşfiyle sona erdiği sanılıyordu. Gel gelelim kimi astronomlar geçmişten gelen bazı birikimlerin boşa çıkmasına aldırmadan onuncu bir gezegeni bulma çabalarını inatla sürdürüyorlar.

Geçen yılın Ekim ayı başlarında ABD’li ve İngiliz araştırmacılar, birbirlerinden bağımsız olarak yürüttükleri çalışmaların sonunda Onuncu Gezegenin yeri ve büyüklüğü konusunda benzer görüşler ileri sürdüler. Bu görüşlere göre gezegen öyle yakınlarımızda falan değildi ve üstelik Plüton gibi bir enkaz parçasına da benzemiyordu. Aksine, Onuncu Gezegen Jüpiter’den bile kat kat büyük olabilecek bir gök cismi idi.

Yeni teknolojilerin gelişmesiyle uzmanların gezegen ve uzay araştırmaları artarak devam edecektir. Ama onların on birinciden sonra Kur’an ve Bediüzzaman ile karşılaşınca takınacakları tavrı doğrusu merak ediyoruz.

risaleinurenstitusu.org