Etiket arşivi: anne baba

Kapı gibi “Babalar” Aranıyor!

Teknolojinin baş döndürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Teknolojik gelişmeler o kadar hızlı ki takip etmekte zorlanmaktayız. Daha yenisine alışmadan yeni modeli çıkmaktadır. Gelişmelerden en çok nasibini alanda da cep telefonlarıdır. Yüzyılımızın en büyük icadı olarak görülen internet, cep telefonlarına gelip cebe girince sosyal ilişkilerde cepten yürütülmeye başlandı.

Dünya küçülüp internet, cep telefonu sayesinde parmak ucuna kadar inince aile bireyleri de bu nimetten(!) fazlasıyla faydalandı. İnternet hayatımıza bir taraftan kolaylıklar sağlarken bir taraftan da bize ait birçok değerleri alıp götürmektedir.

İletişim için kurulan cep telefonları ve internet, aile içinde iletişimsizliğe neden olmaktadır. Aynı evde ayrı dünyaların insanları gibi yaşayan aile bireyleri iletişimi internet üzerinden kurar hale gelmişlerdir.

Anne babalar iş güç derken sanal âlemde yaşayan çocuklarla birlikteliği azaltınca herkes farklı dünyanın insanı gibi hareket etmeye başladı. Çocuklar sanal âlemde yaşarken anne babalarda iş güç derdine düşünce, çocuklara karşı da sosyal anlamda anne babalık görevlerini yapamaz oldular.

Aile bireyleri arasında birliktelik azalınca aile bağlılıkları azaldı. Birliktelik ve bağlık azalınca da çocukları kontrol etmek zorlaştı. Gidişatın iyi olmadığını gören anne babalar, uzmanlarda yardım istedikleri zamanda; “Çocuklarla arkadaş olmaya çalışın!” tavsiyesi ile karşılaşmaktadırlar.

Oysa sanal âlemde yaşayan bu çocukların arkadaşa değil, anne baba otoritesine ihtiyaçları vardır. Çünkü bu çocukların zaten sanal âlemde yeterince bir arkadaş çevresi var. Araştırmalarda 9 yaşındaki bir çocuğun sanal âlemde en az 80-90 tane arkadaşı olduğu ortaya çıkmıştır. Birde bu çocuklara okul arkadaşları, mahalle arkadaşlarını da eklersek bu çocukların arkadaşa değil anne babaya ihtiyaç vardı. Başka bir ifadeyle bu çocukları denetleyebilecek bir anne baba otoritesine ihtiyaçları vardır.

Bu otoritede çocukları korkutacak şekilde değil de ağırlığını hissettirecek şekilde olmalıdır. Başka bir ifadeyle çocukların sıkıntıları aşarken arkalarında“Kapı gibi bir baba, gül gibi bir annesi” olduğu hissettirilmelidir. Arkasında bu gücü hisseden çocuklar kendilerini güvende hissedecektir. Zaten çocuklarında bir arkadaştan istedikleri bu değil midir?

Çocuklara arkadaş olmayı ancak ilgisiz ya da katı olan anne babalara tavsiye edilmektedir. Görevi sadece bankamatik olup anne babalık görevlerini unutan,“Yediğin önünde, yemediğin arkanda!” deyip görevlerinin sadece çocukların karnını doyurup, üst başını giydirip okul ihtiyaçlarını karşılayarak görevlerinin bittiğini düşünenlere tavsiye edilmektedir. Yine “Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük!” diyerek bırakın çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini, söz hakkı dahi vermeyen anne babalara çocuklarınızla arkadaş olunuz denilmektedir. Yoksa yerine göre arkadaş yerine göre anne baba olmayı becermiş anne babalar bu tavsiye edilmemektedir.

Çocukların duygu ve düşüncelerine değer verilmeyip sıkıntılı zamanlarda da yanlarında olunmadığı zaman çocuklar, arkadaş gibi bir baba-baba gibi arkadaş arayacaklardır.

Çocuklarla konuşurken onları aşağılamayan, duygu ve düşüncelerine saygı duyan, problemleri çözmede gereken desteği veren anne babaların çocuklarla arkadaş olmalarına gerek yok, zaten bu ortam arkadaşlığı sağlayacaktır.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Sinirli Anne Babaların Bir Derdi Olsun!

Yavuz Bahadıroğlu bir röportajında söyle anlatıyor: Bir gün Necip Fazıl’a dayanamadım sordum “Niye bu kadar öfkelisiniz?” Yine öfkelice “Öfkeli miyim? diye tepki gösterdi ben ısrar edince “Sen değil misin?” diye sordu. “Hayır” deyince bana şöyle cevap verdi: “Senin keyfin var, benim derdim var!” dedi. İşte zaman zaman kendimi öfkeli bulunca diyorum benimde derdim olmaya başladı. (Çocuk ve Aile Eğitimi-3, Nev Yayınları, S;49)

Evet derdimiz olsun; ancak bu dert, çocuğu fıtrat üzerine yetiştirip yetiştirememenin derdi olsun. Derdimiz olsun; Rabbimiz tarafından emanet verilen bu çocukları hayırlı evlat olarak yetiştirip yetiştirememenin derdi olsun. Derdimiz olsun; ahrette bu çocukların davacı değil şefaatçi yetiştirip yetiştirememenin derdi olsun. Derdimiz olsun; derdimiz Rabbimizin hoşnut olacağı ve olduğu evlatlar yetiştirip yetiştirememenin derdi olsun. Derdimiz olsun; derdimiz “Annelerin ayakları altındaki cenneti” (Nesâî, Cihad,6) kazanamama ve çocuklara kazandıramamanın derdi olsun. Derdimiz büyük; ancak derdimizi unuttuk kendimizi ve çocuklarımızı yaramazlık gibi farklı dertlerle dertlendiriyoruz.

Çocukların yaramazlıklarını dert edip onların ruhunu inciterek bağırıp çağırma ve tokatlar, anne baba için bir kayıptır. Çünkü kazanacak olanda kaybedecek olanda anne babalardır. Her bağırıp çağırma ve tokadın anne babanın sevecenliğin yitirdiği bir gerçektir. Anne babalar her sinirlenişte çocuklarını evlatlıktan uzak görecekleri gibi çocuklarda anne babalarını ebeveynlikten uzak göreceklerdir.

Her ne kadar sinirli iken duygu yoğunluğunu fazlada yaşasak dilimizi yumuşak sözlere alıştırmalıyız. Çünkü sinirlenince çocuklara bağırıp çağırmak, hakaret etmek, tokat atmak çocukla anne baba arasındaki bağı zayıflatacağından buna da en çokta sevinenin şeytan olacağını unutmamak gerekir.

Onun için içindir ki; çocukların yaramazlıklarını ve sıkıntılılarını dert edip bayramlık ağzımızı açmadan ya da elimizi kaldırmadan önce iyice düşünmek gerekir:

  • Ebeveynliğin bir cihat olduğunu, cihadında sabır gerektirdiğini, Rabbimizin de sabredenlerle beraber olacağını,
  • Ne ekersen onu biçersin misali, çocukların sıkıntılarına sabrederek onlarında anne babalarının yaşlılıklarında sıkıntılarına sabredeceğini,
  • Hastalandığında ilk hal ve hatırını soranın, tedavisi için koşturacak kişinin çocuklarının olacağını,
  • Her ne kadar uzaklarda da yaşasalar; kimsenin halini hatırını sormadığı zamanlarda hatırını soracak, bayram ve seyranlarda elini öpmek için gelecek ilk kişinin olacağını,
  • Ölüm haberini alınca en çok üzülecek olanın ve anne babaya son görevini yapmak için çırpınan kişinin olacağını,
  • Kabirde de dahi seni unutmayacak arkandan sadakalar verip ve her namaz sonrası seccadesinin başında hayır dualar yaparak seni yalnız bırakmayacak kişinin olacağını,
  • Öldükten sonra amel defterini kapattırmayacak kişinin de bu çocukların olacağını UNUTMAMAK GEREKİR.

Peki, ne yapmak gerekir?

  1. Öncelikle aile bireyleri sinirliliğin nedeni üzerinde durmaları gerekir. Teşhis doğru olursa tedavide doğru olacaktır.
  2. Sinirliliği artıracağı için çocukları, yaramazlıkları ve olumsuzluklarıyla değil; ilerde Kur’an okuyan, duan eden, hayır hasenat yapan bir kimse imiş gibi hayal edilmeli.
  3. Çocuk eğitimi sabır işidir. Onun için bağırarak ve döverek çocuk yetiştirilemeyeceğine göre çocukların olumsuz tavırlarına karşı sabırlı ve anlayışlı olmalı.
  4. Eve gelen konu komşunun çocuğuna gösterilen anlayış ve sabrın aynısı, anne babalar kendi çocuklarına da göstermeli.
  5. Anne babalar kendilerinin ve çocukların ahlakını bozacak kötü arkadaş ve olumsuz çevreden uzak tutmalı.
  6. Çocukların ahlakını bozacağı için özellikle sinirlilik hallerinde beddualardan kaçınmalı. Dua edilecekse de bu her zaman hayır dua olmalı.

            Bunların yanında:

            Çocuklara karşı sinirlenildiği zaman dili tesbihata alıştırmalı. “Özellikle “La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim”  demeye. Geçmediği takdirde Ayetel Kürsi’yi okumaya. Yalnız bunları okurken de sinirli şekilde değil de Rabbimizden yardım isteyerek ve yavaş yayaş okunmalıdır.

Sinirlilik hala geçmediği takdirde ise çocukların yanında çıkarak başka bir odaya geçilmeli, gerekirse odanın kapısı kapatarak rahatlama adına sessizce de olsa iki damla gözyaşı dökülmelidir.

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net

Mahrumiyetten Mahrum Çocuklarımız

Hani çook eskiden ailesinin durumu iyi olmayan çocukların gözlerinde bir “mazlumiyet” vardı.. Bu mazlumiyet onların kıyafetlerine, duruşlarına, bakışlarına, konuşmalarına ve dahi her şeylerine sinmişti..

Bu fakir ve fakat erdemli ailelerin çocukları, muhtemelen “özgüven” denilen o çok albenili şeyden mahrumdular.. Yani bencillikten, kendine her şeyden fazla değer atfetmekten, narsistlikten..

Bu çocuklar “yokluk” görmüş, başkalarının da “acılarının” olabileceğini yakinen öğrenmiş, mızmızlıktan ârî, kendilerini aşmış, fedakar çocuklardı..

“Yok” denildiğinde anlar, “Bitti” denildiğinde susar, “Sonra” denildiğinde sabreder, “Ama” denildiğinde hak verirlerdi..

Tarih boyunca nefsani düşünen insanların köşe bucak kendisinden kaçtığı “mahrumiyet”  “erdem” ile birleştiğinde tam bir rahmetti aslında..

Mahrumiyet, bugün bizim ve çocuklarımızın mahrum olduğu yegane şeydi..

“Benim çocuğum hiçbir şeyden mahrum olmamalıydı” elbette.. Çünkü bizler görmüştük, geçirmiştik, gün olmuş ezilmiş, gün olmuş yutkunmuş ve hayallerimize dokunamamıştık..

Onun için modern zamanlarda anne-babalık çok zordu.. Çünkü sürekli çalışmayı, çabalamayı ve vermeyi gerektiriyordu.. Anne-baba istekleri karşıladıkça, daha çok aldıkça, daha çok çırpındıkça “mutlu etmeyi” umuyor ve fakat tam tersine çabaları değersiz bulunan, gayreti takdir edilmeyen, bir parça hürmet görmeyen, yetmeyen, yetişemeyen yine kendisi oluyordu..

Borçlarımızın olduğu çocuklara söylenmemeliydi, bu ayı zor çıkaracak olmamız çocukların rutin eğlencelerini ve harcama alışkanlıklarını hiçbir şekilde etkilememeliydi, Allah korusun kazara evin çalışan bireylerinden biri işten çıkarılacak olsa, açık bir şekilde kapatılmalı ve çocuklara fark ettirilmemeliydi..

Yeter ki onlar mahrum olmasındı..

Yeter ki hayatlarında “yokluk, darlık, bitmek, beklemek, sabretmek, vazgeçmek, feragat etmek, destek olmak, fedakar olmak” gibi bir kavram ve eylem olmasındı..

Tamam, belki İslamî esaslar doğrultusunda hayatını inşa etmeyen modern insan için durum böyle olabilirdi..

Ama “Allah’ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür, miskinlerle birlikte haşret” diye dua eden, dünya ayaklarının altına serilmesine rağmen “sade bir kul” olarak yaşamayı tercih eden Peygamberin (s) ümmeti nasıl böyle olabilirdi?

Önüne birkaç çeşit yemek konulduğunda, “Bu halimizle nasıl bizden önce gidenlere kavuşabiliriz?” diye gözyaşı döken, “Darlıkla denendik sabrettik, fakat bollukla denendik sabredemedik” diye eseflenen ashabın yolunun yolcusu müslümanlar nasıl böyle olabilirlerdi?

Oysa bizler Şehid Abdullah Azzam’ın şu çağrısına muhatap olmuştuk:

“Müslüman kadınlar! Sakın rahat ve lüks düşkünü olmayınız. Çünkü rahat ve lüks cihadın düşmanıdır. Çünkü rahat ve lüks beşerin ruhunu telef eder. Temel ihtiyaçlarınızdan fazla şeylerden uzak durunuz. Zaruri şeylerle yetininiz. Çocuklarınızı ağır şartlara, yiğitliğe, kahramanlığa ve cihada alıştırınız. Bu esaslar üzere eğitiniz. Evleriniz aslan inlerini andırsın. 

Tağutlar tarafından boğazlansın diye, yeyip semiren tavukların kümesi olmasın. Çocukların kalbine cihad sevgisini, cihad tohumlarını ekiniz. Yiğitlerin meydanlarında at koşturmak, savaş alanlarında at koşturmak arzularını, aşkını yerleştiriniz.

Müslümanların problemlerini yaşayınız. Haftada en az bir gün mücahidlerin, muhacirlerin hayatlarına benzeyen bir gününüz olsun. O gün kuru bir ekmek ve buna bir kaç damlayı geçmeyen azıcık çayı katık yapın.”

Bu çağrıya kulak veren gençler, umut neslinin ebeveynleri olacaktı..

O gençler ki, Zühd’ü baş tacı ettiler..

Ellerinden geldiğince dünyaya ve dünyalıklara sırt çevirdiler..

Nefislerine muhalefet etmeyi iyi bilirdi onlar, kendilerini mahrum etmeyi, mecbur etmeyi, zorluğa göğüs germeyi..

Fakat bazen kurban olarak “İsmail” istenirdi, “Yusuf” feda edilirdi..

Kendine sözü geçenlerden, bu defa kalplerine söz geçirmeleri beklenirdi..

İmtihanları sevdiklerinden yana gelirdi..

Bir yanda; elinde imkan olmasına rağmen daima sadeliği tercih eden ve lüksten kaçınan bir Peygamber (s), O’nu adım adım takip eden ashabı, gelmiş-geçmiş alimlerimiz, evliyalarımız, şehidlerimiz, mücahidlerimiz..

Diğer yanda ise çocuklarımız..

Mahrumiyetten mahrum ettiklerimiz..

Zühd’ü, kanaati, sabrı, ezayı, cefayı, kendileri için gereksiz gördüklerimiz..

Daha onlar istemeden, ihtiyaç hissetmeden dünyanın tüm nimetlerini ayaklarının altına serdiklerimiz..

Hesap ortada.. Bu böyle nasıl olacak hiç bilmiyorum..

Annelerimiz bize; “Siz bizden daha iyi olacaksınız. Çünkü bizler hidayetle şereflendiğimizde çocukluk devrimizi çoktan geçmiştik. Ama siz tertemiz bir sayfa olarak başladınız” derlerdi..

Peki, o temiz sayfaların bugünkü sahipleri olan biz anne-babalar, aynı cümleleri kurabilecek miyiz çocuklarımızın gözlerinin içine bakıp?..

Umutlanabilecek miyiz?..

Ummu Reyhane 

muslumananneler.net

Çocuğunuzun Şiddete, İstismara Maruz Kaldığını Nasıl Anlarsınız?

Hangi yaşta olursa olsun bir çocuk evde üvey ya da gerçek ebeveynleri, bir akrabası, okulda öğretmeni, akranları ya da sokakta hiç tanımadığı kişilerce duygusal, fiziksel ya da cinsel tacize, istismara maruz kalabilir. Belki de en önemlisi; özellikle de okul öncesi dönemdeki çocukların zihinsel ve dil gelişimleri henüz yeterince olgunlaşmadığı için duygularını, kaygılarını, korkularını söze dökememeleridir ki bilinçaltına bastırılan korkular örneğin rüyalarla kendisini gösterir.

Daha da kötüsü; çocukların yaşadıkları bazı davranışları bir taciz olarak görmemeleri; görseler bile örneğin tacizci bir aile üyesiyse eğer çeşitli korkular nedeniyle ifade etmekten kaçınmalarıdır. Bazı çocuklar özellikle cinsel içerikli bazı eylemleri bir oyun olarak da görebilmekte, dolayısıyla da normalleştirmektedirler.

Bazı kız çocukları babaları tarafından cinsel olarak istismar edilmelerini bir sevgi gösterisi olarak algılayabilmekte; örneğin her babanın çocuğunu böyle sevdiğini düşünmektedirler. Babalarının annelerine cinsel içerikli çeşitli davranışlarda bulunduğuna tanıklık eden bazı erkek çocukları da benzer davranışları okulda kız arkadaşlarına uygulamaktadırlar çünkü ne yazıkki bunların zararsız bir sevgi ifadesi olduğunu öğrenmişlerdir. Kısacası, yaşanılan travmalar derecesine, süresine ya da biçimine göre çeşitli olumsuz sonuçlar doğurabilir.

Tüm bu sonuçları da aslında çocuğun yaşadıklarını kendince, kendi dilince ifade etmesi olarak düşünmek mümkündür. Tabi bu olumsuz sonuçlardan bazıları çocuğun yaşadığı gelişim döneminin getirdiği geçici birtakım sıkıntılar da olabilir.

Burada önemli bir ipucu; diyelim ki o güne kadar altını hiç ıslatmayan çocuğun bir anda sürekli olarak altını ıslatmaya başlaması ya da aslında son derece sakin mizaçlı olan çocuğun 1-2 haftadır öfke patlamaları yaşaması, hayvanlara ya da oyuncaklarına zarar vermesi gibi dikkat çekici davranışlardır. Bu noktada da ailenin bir profesyonel yardım alması sorunun daha da büyümemesi için önemli olacaktır.

Peki, bir şiddet eylemine, tacize, istismara maruz kalan bir çocukta ne tür davranışlar göze çarpar? Yaşanılan travma kendisini ne tür olumsuz sonuçlarla gösterir?

Çocukta kaygı, korku, suçluluk duygusu ve utanç göze çarpabilir…
Değersiz hissettirilen, aşağılanan, utandırılan, küfredilen, sürekli tehdit edilen, terk edilen, reddedilen ya da hırsızlık gibi antisosyal davranışlarda bulunmaya teşvik edilen bir çocuk kötü rüyalar görebilir…
Nedeni belirsiz fiziksel sağlık sorunları yaşayabilir; örneğin tahlillerin tamamı temiz çıkmış olsa da son birkaç gündür hep karnı ağrımaktadır…

Benzer yaş dönemindeki çocuklardan farklı olarak ani duygusal iniş çıkışlar, örneğin nedensiz öfke patlamaları gösterebilir…
İlgi, sevgi, şefkat görebilmek umuduyla sanki bir bebekmiş gibi davranabilir, örneğin böyle konuşmaya başlayabilir…

Yaşadığı travmayı oyunlarında aktarabilir; onu yeniden yaşayabilir. Örneğin oyunda kendisini çaresiz bir kurban olarak sunabilir ya da kahraman, kurtarıcı rolünü üstenebilir. Ya da örneğin evcilik oynarken kendisini annesiymiş gibi sunabilir. Bunu yapmadan önce de annesinin makyaj malzemelerini kullanabilir, mutlaka onu elbiselerini giymek isteyebilir…

Yaşadığı travmayı hatırlatan kişi, yer ya da şeylere karşı tepki gösterebilir. Herzaman gitmekten çok zevk aldığı parka tekrar gitmek bir yana; parkın adını duyduğunda bile stres tepkileri gösterebilir, öfkelenebilir, ağlayabilir…

Özellikle de belirli arkadaşlarından uzaklaşabilir, onlarla sürekli kavga edebilir ya da artık hiçkimseyle oyun oynamak istemeyebilir…
Dikkat ve konsantrasyon sorunları ya da öğrenme güçlüğü yaşayabilir…
Ya tamamen bağımsızlık, kendi başınalık ya da örneğin son 2 haftadır annesine aşırı bağımlılık gösterebilir…

Yaralanmalarla sonuçlanacak ciddi riskler alabilir, sanki artık bedenini hiç önemsemiyor gibidir. Örneğin kendini kesebilir çünkü bilinçaltısal olarak yaşadığı tacizi hak ettiğine inanmaktadır…
Cinselliğe, cinsel konulara, karşı cinse, cinsel organlarını keşfe aşırı önem verebilir, sürekli onlarla meşgul olabilir…

Okuldaki arkadaşlarını taciz edebilir; onlara, eşyalara ya da hayvanlara saldırabilir…
Kimseye güvenmeyebilir, arkadaşlarının ya da öğretmeninin davranışları hakkında aşırı şüpheci davranabilir…

Kendini hep yeniden kurbanlaştırabilir; örneğin okulda herkesin çekindiği çocuğa özellikle sataşıp onun kendisini dövmesini sağlayabilir, onu tahrik edebilir. Böylelikle de yaşadığı travmayla (annenin reddi ya da ihmali, babanın cinsel istismarı gibi) belirmiş olan değersizlik duygusu onaylanmış olur…

Bir işi başlayıp bitirmekte; örneğin ödevlerini yapmakta zorlanabilir, hep bir performans kaygısı ve başarısızlık korkusu yaşayabilir…

Yaşadığı travma yaşamı üzerindeki kontrol duygusunu kaybettireceği yani hayatının kendi kontrolünün dışında sürdüğünü hissettireceği için kontrol duygusunu yeniden kazanmasını sağlayacak arayışlara girebilir. Örneğin oyuncaklarının nasıl organize edileceği, hangisiyle nezaman ne kadar oynanacağı gibi konularda aşırı takıntılı davranmaya başlayabilir…

Yaşadığı travmayla baş etmek için kendince çözümler üretebilir; örneğin ensest mağduru bir kız çocuğu yatağa artık hep babası eve gelmeden önce girebilir…
Yaşadığı şiddetin kendisinden kaynaklandığına inanıyorsa eğer evde daha az konuşmaya başlayabilir…
Rüyalarında canavarlar ya da tanımlayamadığı nesneler görebilir…

Bir fırtınaya, gök gürültüsüne, çarpışma sesine, üniformalı bir güvenlik görevlisine, ateşe, yıkık bir bina görmeye, çığlıklara, sigara kokusuna, belirli bir parfüme ya da sallantıya karşı aşırı duyarlı olabilir…
Günün özellikle de belirli bir saatinde, akşamları ya da o dayısının evine gittiklerinde huzursuzluk yaşayabilir.

Tarık Solmuş

cocukaile.net

Oyun Bir İhtiyaçtır

“Haydi, git biraz oyna!”

Birçok anne-baba, günlük işlerini daha rahat halledebilmek için çocuklarını oyuna teşvik etseler de bir çocuk için oyunun anlamı, asla “Haydi, git biraz oyun oyna.” emrinin karşılığı değildir.

Oyun, konsantre olmayı gerektirir.

Oyun, çocukla oyun ruhunun bütünleşmesiyle oluşur.

Oyunda, çocuk kendine ait bir dünya oluşturur, hayal eder.

oyuncak-cocukElindeki arabası, o arabanın küçücük tekerlekleri, sizin göremediğiniz ama onun görüp konuştuğu yolcuları, arabasına özel yollar ve kenarında duruma göre yanıp sönen trafik lambaları, kırmızı ışıkta bekleyen yayaları vs. vardır. Tüm bunlar çocuğun dünyasında oyun sırasında harekete geçen sihirli kahramanlardır. Tıpkı Ali’nin salonun ortasında arabasıyla çıktığı yolculuktakiler gibi.

OYALANMAK MI, OYNAMAK MI?

Ebeveynler genellikle çocuklarıyla oyun oynarmış gibi yapar. Halbuki bir çocuğun en tahammül edemeyeceği şey, kendisiyle yapmacık şekilde oyun oynamaya çalışanlardır.

Çocuk, kendi hayal gücü ölçüsünde, oyun oynadığı bölgeyi tamamen kontrol altına alır. Çocuğun o anda elinde tuttuğu sadece küçük bir bebek olsa da onun görünmeyen annesi, markete gitmiş çocuklarına süt alıyordur. Yine hastalanmış bebeği babası doktora götürmek için bir kenarda bekliyordur. Hasılı, çocuğun oyun esnasında hayal gücü sınırsız şekilde çalışır.

İşte tüm bunları bilmeden, kavramadan çocukla oyun oynamaya kalkışmak; çocuğa sıkıntı vermekten, değersizlik hissettirmekten başka bir işe yaramaz. Her ne kadar anne-baba kendilerini kandırmak için, “Bak seninle bir saattir oyun oynuyorum.” dese de çocuk için bu oyun değil; oyalanmaktır ancak.

ÇOCUKLA OYUN OYNAMAK BECERİ İSTER

Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak oyunu, “çocuğun hayal dünyasına girip onun gizli kahramanlarıyla tanışmak, çocuğun bu dünyadaki kuralları öğrenerek onlara tâbi olmak” Şeklinde tanımlayabiliriz. Yoksa çocuğun yanında bulunup onun arabalarından birini masanın üzerinde “düüt düüt” diye sürmek, çocukla oyun oynamak anlamına gelmez.

Çocukla oyun oynamanın ilk ve temel şartı, çocuğun sizi oyun oynayabilecek “kabiliyette” bulması ve sizi kendi hayal dünyasına kabul etmesidir. Zira çocuklar bu özel dünyalarına herkesi hemen kabul etmezler; bu kendi anne-babası dahi olsa.

ÇOCUK OYNADIĞI OYUNUN HÂKİMİDİR

Her ne kadar siz çocuğun dünyasına girmeye hak kazansanız da onunla oynamanın püf noktasını ihlal ederseniz, çocuk anında o hayal dünyasındaki özel bölgeden dışarı atar sizi. Oyunun püf noktası, “Her çocuk kendi oyununun hükmedicisidir.” kuralıdır. Sizin anne ve babalığınız kendi evinizde geçerlidir. Çocuğun hayal dünyasında annelikle babalık hükümsüzdür.

Çocukla oynamayı kabul ettiyseniz kuralları siz koymamalısınız. Çocuğun kurallarına uymalısınız. Küçük oyuncak arabalarınızı masanın üzerinde yavaş yavaş sürerken birden çocuğun durduğunu gördüğünüzde, kırmızı ışığın yandığını unutmamalısınız mesela. Sakın ola ki “Kırmızı ışık nerede?” diye sormayın; çocuk böyle bir soru karşısında hayal kırıklığına uğrar çünkü.

OYUN AMAÇSIZDIR

Çocuk oyuna başladığında, ne bir amacı vardır ne de daha önce yazılmış bir senaryosu. Her şey bir anda gelişir. Bu durum çocuğun bir yandan hayal dünyasını olağanüstü hızla geliştirirken diğer yandan çocuğun sorun çözme kapasitesini artırır. Oyun sırasında hiç beklenmedik bir sorunla karşılaşan çocuk, anlık bir kararla o sorunu çözebilme kabiliyetini elde eder. Örneğin küçücük bir arabayla hız yapan çocuğu durduran trafik polisi, “Neden hız yapıyorsun?” diye sorduğunda; oğlunuzun vereceği her bir alternatif cevap, analitik düşünme gücünü artırır.

Pedagog Dr. Adem Güneş