Etiket arşivi: darbe

Ata sporumuz: DARBE

Kendisi ile hukukumuz neredeyse doğumumla başlar. O benimle daha bir yaşımdayken tanışmış ama o tanışmayı ben hatırlamıyorum.

10 yaşıma geldiğimde ise ilk defa kendisini tanıdım.

Bir sabah, rahmetli Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleriyle açmıştım gözümü.

10 yaşındaydım. 10 yaşındaki her çocuk gibi sokağa çıkmak istedim. “Olmaz!” dediler. Yasakmış! Askerler yakalarsa götürürmüş…

Bundan hoşlanmasam da kedimi bir önceki günden daha güvende hissettiğimi hatırlıyorum. Büyüklerden de, artık zamanının gelmiş olduğunu sıkça duyardım. Ne hale geldiyse memleket!

Şu anda 46 yaşındayım ve kendisinin envaiçeşidiyle tanışma şansım(!) oldu bu süre içinde.

Klasiği, moderni, post moderni hatta internetten yapılanını bile gördüm.

Görünen o ki kuruluşu da darbeye dayanan devletimizin hamurunda var bu iş. Ama artık o hamur değişti. Yok öyle üç kuruşa beş köfte!

Hukukta her suçun bir cezası vardır. Örneğin hırsızlık yaparsanız 2 ila 5 yıl arasında bir ceza yersiniz. Hırsızlık, size ait olmayan bir şeyi sahibinin isteği dışında kendinize almanızdır. Bu işi silah zoruyla yaparsanız adı yağma (gasp) olur ve 6 yıldan başlar. Eğer o silahı sadece tehdit etmek için kullanmayıp zarar da verdiyseniz minimum 10 yıl yatarsınız.

Buna paralel olarak, devlet kademelerini hak etmediğiniz şekilde düzenlenmiş sınavlarla ele geçirmeye kalkışmayı bir çeşit hırsızlık olarak düşünebiliriz. Ya da seçimle gelinen makamları seçilmeden elde etmeye yeltenmeyi…

Eğer aynı şeyi silah tehdidi ile yapmaya kalkışırsanız da bu işin adı darbe olur.

Darbelerde genellikle canlar gider. Eğer darbe başarılı olursa kendisine darbe yapılan, başarılı olmazsa da darbeyi yapan bunu canıyla öder. Adettendir…

Fakat 15 Temmuz’da masum sivillerden yüzlerce can gitti. İşte bu adetten değildi. Belki de darbenin devlete değil millete yapıldığına işaretti. Bunun adı cinayetti, katliamdı…

Yolda hareket halindeki araçları ve yayaları tankla ezip geçecek kadar gözü dönmüş katillerin, nasıl bir ruh haliyle kendilerini devleti yönetebilecek yeterlilikte görebildiklerini anlamak mümkün değil. Bu yapılan savaşta bile suçtur.

Her darbede canlar gitmez ama… Bazen darbelerde hayatlardır giden. Çoğu kimse darbe olduğunu bile anlamazken, binlerce hayatı karartır darbeciler. Sadece ailedeki hanımefendinin başı kapalı diye…

Medeniyeti kabile seviyesinin üzerine çıkmış toplumlarda devletler seçilmiş şûralar eliyle yönetilir. Kur’an’ın emrettiği yönetim şekli de budur. Bugün biz bu yönetimi demokrasi ismiyle tanıyoruz.

Bu sistemde devleti yönetme hakkı seçimle halk tarafından tevdi edilir. Bu hakkı başka yollardan ele geçirmek tüm milletin hakkına tecavüzdür.

Seçimle bu hakka sahip olmayı denemek yerine zor kullanmaya kalkışılması da millet tarafından bu hakkın kendilerine verilmeyeceğinden emin olunduğunun göstergesidir.

Yani halk onlar tarafından yönetilmek istememektedir.

Halkın istemediğini Hakk da istemeyince, bu işe yeltenenler işte böyle zelil duruma düşerler.

Anlaşıldığı üzere darbe ile tüm milletin hakkına tecavüz edilmektedir. Bu boyutta bir kul hakkı ile Rabbinin huzuruna çıkacak olanların hesap vermeleri elbette çok zor olacaktır.

Son söz olarak, iradesi elinden alınmaya kalkışılan bir milletin, canı pahasına topyekûn iradesine sahip çıkışı tüm takdir ve övgü kelimelerinin yetersiz kaldığı bir sahne çıkardı ortaya.

Rabbim milletimizi bir daha böyle bir destan yazmak zorunda bırakmasın. Amin.

Muhiddin Yenigün

Talebelerin Ölümü

KOMPLO TEORİLERİ NEREDEN GELİYOR?

Evet, Enbiya suresi 35. ayetkullu nefsin zaikatülmevt” yani her nefis ölümü tadacaktır diyor. Bu dünyaya gelen her canlı buradan ayrılacaktır. Kimin nerede, nasıl ve ne zaman öleceğini ancak Allah bilir. Her kişinin ölüm nedeni de farklı farklıdır. Kimi savaşta ölür kimi barışta, kimi hastalıktan ölür kimi kazadan. Ama insanın insanı sebepsiz yere öldürmesi İslamda büyük bir günahtır.

Maide suresi 32.ayet de şöyle söylüyor:

“Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.”

Son günlerde ülkemizde yaşanan olaylarda 238 şehit ve 2191 yaralı gazimiz mevcut idi, inşallah şehit sayıları artmaz. Buna sebep olanlar topluma büyük bir şok yaşattılar. Kendilerini dini bir cemaat gibi gösteren ve yıllardan beri devlet içine yuvalanan bu grup, başlarda yurtiçinde ve dışında eğitime önem verip okullar, Üniversiteler açan, Türkçe olimpiyatlar düzenleyen bir hareket iken sonunda silahlı bir terör örgütüne dönüştü ve FETÖ ismiyle adlandırıldı.

Şimdi anlaşıldı ki ülke içinde birçok zulüm işledi, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla kendinden olmayan askerlere karşı kumpas kurdu, onların ordudan atılmalarına veya haksız yere hapis yatmalarına neden oldular.

Ve 15 Temmuz 2016 da bu ülkede darbeye kalkışarak birçok masum insanı şehit ederek cinayet işlediler. Mahkemeler bu cinayetleri ve zulümleri işleyenleri, onlara emir verenleri, azmettirenleri ve arkasında olan dış güçleri ve devletleri elbette ortaya çıkaracaktır. Kamuoyuna yansıyan itiraflar, bunun ucunun F.Gülen’e kadar gittiğini gösteriyor. O da yıllardan beri ABD nin Pensilvanya eyaletinde oturmakta ve CIA elemanlarıyla Gülen hareketinin adamları devamlı irtibat halinde bulunmaktadır.

Bütün bu olaylar yaşanırken basında bazı haberler çıkmakta, Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden “abiler” olarak bilinen grubun son yıllarda peş peşe ölümlerini bu hareketle ilişkilendirmek isteyen siyasi bazı kişiler, bunu ima eden beyanatlar vermektedir. Bunlarda doğruluk payı olabilir mi yoksa bir komplo teorisi midir?

Bu soruya cevap vermeden önce son yıllarda vefat eden ağabeylerin ölüm nedenleri ve tarihlerine panoramik bir bakış atalım:

1-Bayram Yüksel(1931-1997): 19 Kasım 1997 de, 66 yaşında Bulgaristan’da Sofya yakınlarında geçirdiği bir trafik kazasında vefat etti. Beraberinde Ali Uçar ve Mehmet Çiçek de vefat etti. Barla mezarlığına defnedildi.

2-Mustafa Sungur(1929-2012): 83 yaşında vefat etti, İstanbul’da Fatih Üniversitesi hastanesinde vefat etti.  66 gün boyunca hastanede yattı beyin damarlarındaki daralmadan dolayı felç geçirmişti. 2 sene önce sağ tarafından, bu son kaldırıldığında da sol taraftan felç gelçirmişti. Son 15 gün boyunca felce ilaveten de akciğer yetmezliği olmuştu. Makineye bağlandı, 4 gün boyunca narkoz verildi, dört günün sonunda narkoz kesild,4 gün sonra da uyanması beklendi. Fakat uyanmadı.

3-Abdülkadir Badıllı:(1936-2014): 78 yaşında Ankara Gazi Üniversitesi hastanesinde vefat etti. 2011 yılında fıtık ameliyatı geçirmişti. 2013 yılında Ş.Urfa Harran Üniversitesinde kalın barsak tıkanması nedeniyle ameliyat edilmiş ve barsaklarının  büyük bir kısmı alınmıştı. Ayrıca eskiden beri böbrek yetmezliği vardı. Bilahere Ankara’ya sevk edilen hasta orada bir daha ameliyat edilmiş ve dışarı alınan barsaklar içeriye konmuştu.

2014 yılında ciğerlerinde su toplaması ve nefes darlığı nedeniyle son defa yatırıldığı Gazi Üniversitesi hastanesinde yapılan tedavilere rağmen 26 Aralık’ta vefat etti.

4-Ahmet Aytemur:(1924-2016): İstanbul Ataşehir Memorial Hospital’de bir süredir tedavi altındaydı. Solunum cihazına bağlı olan ve yaşına bağlı olarak organ fonksiyonlarında yetersizlik söz konusu idi.1 Şubat’da 92 yaşında vefat etti.

5-Said Özdemir(1927-2016):89 yaşında Ankara’da 27 Şubat’da vefat etti, 10 gün önce de eşi vefat etmişti. Hafta başında zatürre ve böbrek yetmezliği nedeniyle Ankara Numune hastanesine kaldırılan ve yoğun bakıma alınan Said Özdemir diyalize alınmıştı. Maalesef uygulanan tedaviye cevap vermeyince sabaha karşı hayatını kaybetmişti.

6-Abdullah Yeğin(1924-2016): 92 yaşında, 7 Temmuz da İstanbul Güngören hastanesinde kalp yetmezliğinden vefat etti. Uzun süredir tedavi altında idi. Zaman zaman hastaneye yatıp çıkıyordu.

Son yıllarda vefat eden “M.Sungur, A.Badıllı,A.Aytemur,S.Özdemir ve A.Yeğin abiler kamuoyunda Gülen hareketine karşı olmaları ve mevcut iktidarı desteklemeleriyle bilindiler. Risale-i Nurların sadeleştirme adı altında bozulmalarına hep karşı çıktılar, bunu yapan F.Glülen’i uyardılar ancak onlar yine bildiklerini işlediler. Bu nedenle Gülen hareketiyle araları hiçbir zaman iyi olmadı.

Şimdi kamuoyunda FETÖ’nün yaptığı başarısız darbe hareketinden sonra ağabeylerin ölümlerinde onların parmağı olabileceği gibi ifadeler bazı siyasi kişiler tarafından dile getirilmektedir.Bunlara nasıl bir cevap verilebilir?

1-Gülen hareketi kendini bu ülkede bir darbe yapmak için uzun yıllar hazırlamış ve uygun bir zaman beklemektedir.

2-Abilerin bütün karşı çıkışlarına rağmen onları ve Bediüzzaman’a bağlı Risale-i Nur talebelerini hiçe sayarak sadeleştirme hareketine devam etmişler ve bu tür kitapları bastırmışlar ve satmışlardır.

3- Vefat eden ağabeylerin yaşlarına bakıldığında 80 li 90 lı yaşlara kadar gelmişler ve her birinin de ayrı ayrı hastalıkları vardır. Farklı illerde ve hastanelerde vefat etmişlerdir.

4-Türkiye İstatistik kurumunun verilerine göre Türkiye genelinde, 50 yaşında olan bir kişinin kalan yaşam süresi ortalama 30,6 yıldır. Erkekler için bu süre 28,3 yıl iken, kadınlarda 32,9 yıldır. Başka bir deyişle erkekler en fazla 78.3 yaşına kadar yaşayabileceklerdir.

5-2016 yılını darbe yapma yılı olarak karar vermiş bir hareket kendisine hiçbir şekilde mani olamayan kişileri öldürmeyi niçin göze alsın? Çok büyük dünyevi hedefleri olan bu hareket şüpheleri üzerine niye çeksin?

6- Hukukta kanıtsız şeyler birer iddiadır, değeri yoktur. Kimin bir kanıtı varsa söylesin, herkes duysun öğrensin. Ülkenin çok önemli sorunları varken su-i zan üzerine kurulan bir komplo teorisi ile zihinleri meşgul etmek lüzumsuz bir şey değil midir?

7-Allah bu milleti bir daha böyle darbelerden korusun, bu ülkenin birliğine ve dirliğine göz diken ve kan dökmekten zevk alan FETÖ, PKK, PYD ve DAEŞ gibi bütün terör örgütlerinin şerrinden korusun, onları Kahhar ismiyle kahretsin, amin.

8- Bizlere de feraset versin, dostu düşmanı zamanında tanıma yeteneği versin, amin.

Dr.Selçuk Eskiçubuk

FETÖ İhaneti ve İnayet-i İlahi

Ben yine de özellikle, güvenimizin aksine girişimleriyle bizleri ters köşeye yatıran son FETÖ İHANETİ ve Darbe Teşebbüsündeki “İnayet-i İlahi”lerin (hiç umulmadık yerden, İlahi yardım ulaşmalarının) birkaçını hatırlatacağım. 2012 yılının 7 Şubat günü, Hakan Fidan’a ve Cumhurbaşkanına kurulan komplodan, bir şehid yakının ziyaret gecikmesiyle (!) kurtulma olayını hatırlayınız. Paramızdan 3 sıfır atılmasından bile korkulduğu bir zamanda, 6 sıfır atıldığı halde ekonominin hiç etkilenmemesini, tüm dünya ülkeleri ekonomik krizde boğulurken, ülkemizin dimdik çıkmasını hatırlayınız. Tüm şer güçlerin ürünü GEZİ olaylarından ve TIR olaylarıyla FETÖ ihanetinin ters tepişlerini hatırlayınız. 17 ve 25 Aralık darbe girişiminden, FETÖ’cülerin hezimetini, Erdoğan’ın çok daha güçlü çıkışını hatırlayınız.
Şimdi de taptaze olan 15 Temmuz askeri darbe girişimden, hangi umulmadık mucizelerle kurtulduğuna bakalım:

I.) Darbe girişiminin fark edildiği anlaşılınca, panikleyerek iptal etmek yerine, 6 saat erken başlatılması, onların akıllarını çelen bir inayet-i İlahiyedir.

II.) Cumhurbaşkanımızın Marmaris’te kaldığı otele ölüm timi gönderildiği,kasıtlı istihbarat kopukluklarına rağmen, sivil uyarılarla ölüm timinden 15 dakika fark ile kurtulması. (Cumhurbaşkanı’nınyeri bir haftadır bilinmiyordu, hain yaveri yerini söyledi ama yine operasyonun erken başlamasından dolayı cumhurbaşkanı oteli terk ettikten sonra hainler geldi.)

III.) C. Başkanına Ankara’da ölüm tuzağı kurulduğu halde, bir sevki İlahi ile İstanbul’a yönlendirilmesi.(Eğer Ankara’ya inseydi helikopterler havalimanında veya sarayda vurmak için hazır bekletiliyordu.)

IV.) İst. Semalarında C.Bşk. uçağı savaş jetleriyle takip edilmesine rağmen ve Hv.Alanının ışıklarıkarartıldığı halde, sağlıklı bir iniş yapılması.

V.) C. Başkanı’nın halkı darbeye karşı CNN Türk’ten telefonla direnmeye çağırması. Bu çağrı, hem darbecileri hayal kırıklığına uğratıp geri adım attırdı. Hem de Halkı ölesiye kükretti.

VI.) Halkın, bu çağrıyı duyar duymaz, bir zıpkın gibi sokaklara çıkarak, tanklara ölümüne sahip çıkması. Hatta bazı tankların egzostlarının elbiselerle tıkanarak, tankların boşaltılması.

VII.) Darbeyi başarılı kılacak görevler üstlenen Cuntacı GeneralSemih Terzi’nin, Astsubay Ömer Halisdemir tarafından alnından vurulması.

VIII.)İstanbul Arnavutköy’de tank birliğindeki binbaşı, olayı fark edip emniyeti arayarak, belediyenin iş makinalarıyla kışlanın kapısını kapatması ve bu nedenle darbeci tankların ihanete çıkmasının önlenmesi.

IX.) Malatya’da 8 adet kargo uçağı mühimmatı Türkiye’ye dağıtmak için yüklendiği halde, belediyenin uçuş pistine itfaiye ve belediye araçlarını park ettirerek uçakların kalkamaması.

X.) Türksat, Telekom da ve bilumum yerlerde sivil ve polis direnişleri olduğu için iletişimi kesememeleri.

XI.) Gn.Kurmay Bşk. Org. Hulusi AKAR’ın, 12 saatlik ısrar, tehdit ve işkencelere rağmen, FG ile görüşme teklifini reddetmesi ve darbe bildirisini imzalamaması…..Ve, benim bilgim dışında olan bir çok olay ve olayların seyrinin değiştirilmesinde, mutlaka inayet-i İlahi olduğu çok net görülüyor. Çünkü Allah cc, dilediği zaman dilediği kalplere, dilediği şekilde hükmediyor. Bu duygularla, ilk paragraftaki vecizeyi tekrar okuyalım…

Bir de, şu ayetteki övülenlere bakınız: “İnanıp hicret eden, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri (kendin ülkesinden zorunlu göç edenleri) barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçekten inanmış olanlardır.Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.(Enfal, 74. A.)

Peki, aşırı muhalefetlere ve birçok sıkıntılara rağmen, Suriyelilere kucak açan KİM?… Yazı konusu olan BESMELEYE son derece değer vermek ve Suriyeli muhacirlere kararlıkla kucak açmak, İnayet-i İlahiye için yeterli sebep, değil midir? Başörtüsü hürriyeti, İHL’leri kurtarması, Risale-i Nurları devlet eliyle bastırması ve halka müthiş hizmetleri de cabası…

A.Raif Öztürk
risale ajans

Kader Planı

“Herkesin bir planı varsa, elbette Cenabı Allah’ında var”

Bak tarihe, koymadı hiçbir zaman mümin’in başını dar

 

“Dinsizlik devam eder ama asla zulüm devam etmez”

Mümin olmayanın dünyada buna aklı fikri yetmez

 

Cenabı Zülcelâl etmez hiç acele hep tehir eder

Saman alevi cereyanlar işte bak ben haklıyım der

 

Tarih boyunca milyonlarca planlar yazılıp çizildi

Yüce Allah yazboz tahtası gibi anında her şeyi sildi

 

İşte bak konuşunca kader, sebepler konuşamaz artık

Cereyanların kuvvetine bağlananlara ah! Ne yazık

 

İnsanlık tarihi şahit buna, yaşanan olaylarla dolu

Ülkede yaşanan olaylar, bu işin ne başı nede sonu

 

Bekir Özcan

İçerden Bir Çığlık

Fethullah Gülene Açık Mektup!

“Bizler size bir zamanlar her şeyden çok inanarak sevmiş ve on yıllarca bir çok hizmette bulunup, binlerce insana “asrın imamı” diye sizi anlatmış bir grup insan olarak, bu ülke insanlarına son yaşattığınız vahim olaydan sonra bu mektubu yazmayı ülkemize ve milletimize karşı vefanın bir gereği olarak görüyoruz.

“Siz kırk yılı aşkın bir zamandır, çocukluktan ahir ömürlerine kadar pek çok insanın hayatlarının en birinci belirleyicisi, yön vericisi oldunuz. Olumlu yönüyle bakılırsa yüzbinler bu vesileyle din ile tanıştı, sevdi ve seve seve ömrünü, malını, canını inandığı bu dava uğruna feda etti. Bizim gibi on binlerce genç liseden, üniversite yıllarına, oradan aktif meslek hayatlarına kadar sizin vaazlarınızda anlattığınız sahabelerle, Musablar’la, Ammarlar’la, Bilaller’le kendini özdeşleştirdi.

“Hizmetin ilk yıllarında samimane yapılan işlerden olan; yeni talebeler ararken de, gazete satarken de, burs ve himmet toplarken de hep bu sahabe ruhuyla hareket etmeye çalıştılar. Allah, art niyetlerinizi bilmeden dine hizmet ettiğini düşünen bu insanların hayırlarını kabul etsin.

“Bu kırk yıl içinde cemaatte itirazlar ve eleştiriler de yok değildi. Cemaate girerken dini alt yapısı olan bazı arkadaşlar, cemaatin bazı söylem ve eylemlerini sorgulasalar da, ev abiliği, semt, bölge, il, eyalet, ülke derken artan konum ve kademeler, en muhalif düşünce sahiplerini bile küçük birer hocaefendi yaptı. Aykırı düşünceleri olanlar eğer semt, bölge geçişlerinde elenmedilerse, tenkitlerine ancak geldikleri konuma zarar vermeyecek şekilde devam ettiler. Kimi zaman sözlü ve yazılı size iletilen tenkitlere karşı siz mutlaka İslam tarihinden örnekler vererek cevap verdiniz. Çoğu zaman da iyi polis rolünde dinleyerek mahremine vakıf olduğunuz o insanları arkadan verdiğiniz talimatlarla bitirdiniz. Bunun en bariz örneği 35 yıl boyunca yüzüne gülerek mütevellilerde konuşma yaptırdığınız Latif Erdoğan hakkında bütün imam ve bölgelere talimat vererek: “Dikkat edin! O kişi hoca efendinin yerine geçmek istiyor” dedirttiniz. Ahmet Keleş’in harcanma sebebi ise sizi taklit etmesi ve etrafına esnaftan cemaat toplamasıydı. Tabii bunların ayak oyunları olduğunu çok sonra öğrendik. Hatta 2 sene öncesinde dönemin başbakanı ile görüşmeye gittiler diye Harun Tokak, Ali Bayram ve Recep Uzunallı’yı bile 40 yıllık hizmetlerine bakmadan hain ilan edip şu an medyaya yansıyan yerlerine sürgün ettiniz. Sizin bu yıldırmanız üzerine ayrılamadıkları için aranan 73 hain listesinde yer aldılar. Üst seviyedeki baskıları kötü polis rolünde olan Mustafa Özcan üzerinden genelde maaş keserek ve dışlayarak yürüttünüz. Aşağıdaki kalkışmaları ise üst seviyedeki insanlara verdiğiniz cezalarla korkutarak bastırdınız. Nihayet robot gibi, düşünmeden hareket eden imamlar ve cemaat ordusu yetiştirdiniz. Her ne problem olursa olsun eğer size ulaşmışsa mutlaka ilgilenilir, fakat o insan çoğu zaman sadece teselli ile yetinirdi. Bütün bu görünen çerçevede İslam tarihi, tatmin etmek için en büyük malzeme olarak kullanılırdı. Her mağduriyet Allah yolunda bir madalya, her başarı cemaatte olmanın bir zaferiydi.

“Ancak ev abiliğinde başarılı görülüp semt abiliğine geçiş yapanlar kod adı “Hususi ve Şurti” olan “Asker ve Polis” hizmetleri yani askeri okullara ve polis okullarına adam yetiştirme olarak adlandırılan derin hizmetle tanışırdı. “Esas hizmetimiz budur. Askeri okullara bir adam sokmak, bir yurt, bir okul yapmak gibidir. Bütün okullar ve yurtlar kapansa önemi yok, yeter ki hususi hizmetler devam etsin“ tarzı söylemlerle motive edildik. Artık her yönüyle kamuoyuna mal olmuş bu devlete sızma süreçlerinde en büyük motivasyon sizin şu öğretinizdi: “Eğer her evden bir çocuk askeri okullara veya polise girmezse o aile reisi indallah hesap veremez”. Artık bizim için okulun, ailenin, geleceğin hiçbir önemi yoktu. Mademki ülkenin geleceği bu hizmetlere bağlıydı gerisi önemsizdi. Sınav sorularının çalınması ve öğrencilere verilmesi daha 1989 yılında başlamıştı. Bu hırsızlıkların da bir tek açıklaması vardı, savaş ortamında bu yapılanlar mübahtı. Abiler bütün bu hırsızlıklar olurken size sorduklarını ve izin vermediğinizi söyleyerek sizi temize de çıkarıyorlardı. Daha sonraki bütün zamanlarda ve usulsüz olaylarda siz hep haberi olmayan iyi polis rolüne devam ettiniz. Fakat cemaatin üstünü bilenler sizin izniniz olmadan cemaatte hiçbir şeyin yapılamayacağını da bilirlerdi. O dönem en başarılı çocukları askeriye, başarısı daha düşük olanları da polis okullarına soktuk. Gördük ki Polis Akademisi’ne giren çocuklar da 17-25 Aralık operasyonlarının beyin takımını oluşturdular.

“Yine 1990-91’li yıllarda değişen hükümetlerle yapılan pazarlıklara bağlı olarak mesela Oltan Sungurlu döneminde bölge imamları, semt imamları, yargıya girdiler. Hatta alevi dedelerinden referans bulmak suretiyle yargıya sızmak en çok Seyfi Oktay döneminde oldu. O dönemde yargıya giren ve bölge imamı seviyesine gelmiş insanlar son 5 yılın özel savcıları oldular ve bir kısmı da Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkemelere atandılar. Hemen hepsi liyakatli olan bu ehil insanlar emirleri abilerden aldıkları için asla dini anlamda emin insan olamadılar. Oysa mümin emin insan demektir. Normal hayatlarında çok ahlaklı olan bu insanlar gelen emirleri kayıtsız şartsız uygulayarak birer militana dönüştüler. Son 5 yıldır onlara yaptığınız telkinlerle Tayyip Bey’i şeytan ve Türk halkını de uyutulmuş olarak gösterdiniz. Bu gün 3.000 civarı olarak açıklanan o isimler içerisinde özel davalara bakanların çoğu cemaatte en az semt imamlığı yapmış isimlerden oluşuyor. Görünen o ki 17-25 denemesinin öncesinde yüksek yargıya hâkim olmak istediniz ve oldunuz. 2010’da referandum desteğinizin perde arkası da sanırız bu plandı.

“Bugün görevden alınmış olan ve kayıplara karışan Fikret Seçen, Mehmet Yüzgeç, Celal Kara bölge imamı, eski Ankara başsavcısı İbrahim Kuriş (şu anda kanser tedavisi görüyor) ise en kıdemli bölge imamı idi. Yargı imamı olan Nazmi Dere (eğer değişmediyse) bütün bu kadroların listesini bizzat bilen kişiydi. Aynı dönemin kaymakamları veya maliyecileri de birbirlerini gayet iyi tanırlar. Buna rağmen halen inkara devam edip, bu insanların hepsini yüzüstü bırakıyorsunuz.

“Bugünlere gelinceye kadar askeriyede itirafçı olacak onlarca insanı baskılarla engellediniz. Evlilikleri bile kontrol altında olan bu insanlar her bir yandan kuşatıldılar. Yine 1990’dan sonra 2-3 kişilik gruplara ayrılan subaylar murakıp denilen takipçi imamlar yanında sohbet etmek ve tabii biraz da moral olması için zengin mütevellilerin genç çocuklarına bağlanarak sohbet ettirilmeye başladılar.

“Yine 1990 yılından sonra yurtdışı açılımı ve hizmetlerin büyümesi, cemaatin finans ve itibarının artması bu derin faaliyetleri daha da hızlandırdı. 2010 yılına geldiğimizde artık her güç odağının yanına uğramadan iş yapamayacağı hale gelen cemaat, devleti ele geçirdi ve operasyonlar başladı. Daha 2004 yılından itibaren Koç Grubu Ali Koç’u, Sabancı Grubu Ali Sabancı’yı sizinle irtibat için aracı tayin ettiler. O dönem İstanbul imamı olan Ahmet Kara, bu kişilerden Ali Abi diye bahsetmeye başlamıştı. Cemaatin kirli operasyonlar sorumlusu olan Ahmet Kara aynı zamanda Mustafa Özcan’ın da kara kutusu olduğu için Mustafa Yeşil gibi ilk onları yurtdışına kaçırdınız.

“1980’den beri kimi zaman kamuoyu oluşturmak istediğiniz bir konuda taksilere binip, taksicilerle, dolmuşçularla kulis yapıp fısıltı gazetesiyle kamuoyu oluşturduk, kimi zaman da siyasilere adamlar gönderdiniz.

“Bütün bu süreçler devam ederken çıkan bütün arızalar yine sizin izahlarınız ile bertaraf edildi. On yıllar boyunca sistemi sorgulayan isimler ve fikirler hain ilan edilerek dışlandı. Son on seneye gelinceye kadar yaşanan problemler de sizin birkaç yüzlü tavırlarınız ile bastırıldı. Ya da en kötü ihtimalle “Hoca efendi çok üzülüyor ama ne yapsın etrafındakiler…” tarzı söylemlerle hatalar başkalarına mal edilerek geçiştirildi.

“Altunizade beşinci katta yaptığınız il ve ülke imamları toplantılarına Amerika’ya (sebebi şimdi ortaya çıkan) hicretinize (!) kadar katıldık. O toplantılarda aslında sizin ne kadar gaddar olabileceğinizi ve en küçük bir arızayı nasıl en sert tedbirlerle çözdüğünüzü gördük. Ön planda her zamanki gibi İslami yorumlar yaparken o toplantılarda Cuma akşamı hazırlanan ve bazen 200 maddeyi bulan ruzname iki gün boyunca size soruluyor ve her konuyla ilgili direk talimatlar veriyordunuz. İşin garibi Kazakistan’dan, Moldova’ya, oradan Türkiye’deki emniyete ve askeriyeye kadar bütün bürokratları isimleriyle tanıyor ve yorum yapıyordunuz. Bütün dünyanın bilgileri imamlar ve o ülkedeki yapılanmalar sayesinde size sel gibi akıyordu.

“Bu cemaatte 3-5 yıl kalmış hemen herkes Kara, Deniz, Hava gibi kuvvetlerin 1990’a kadar Büyükçelebi, Şengül, Özcan vs. gibi büyük abilere ve onların bir altında tabii takma isimleriyle Murat Ceylan, Sadık Tapkan, Veli … vs. gibi gerçek isimlerini sadece kendilerinin bildiği insanlara bağlı olduğunu biliyor. Askeri işlerle uğraşan bu insanların isim ve soy isimleri sürekli değiştiği gibi kişiler de sürekli değişirdi. Siz Amerika’ya hicret (!) ettikten sonra da o yapının başat isimlerinin bir kısmı Amerika’da eyalet imamı oldular. Tabii şu anda Murat Ceylan gibi isimler belki beşinci eyalet değişikliğini yapmıştır ve yeni ismini de ancak oradakiler bilir.

“2004 yılında ABD’de bir sohbette “Benim, CIA, MOSSAD gibi teşkilatlardan endişem yok, hatta çamaşırlarının rengini bile biliyoruz. Benim endişem kardeşlerimiz arasındaki kavgalar” diyordunuz. Tabii biz bu uluslararası örgütlerin çamaşırlarını bile nereden bildiğinizi soramıyorduk.

“Hâsılı, karşımızda İslam düşmanları vardı. Askeriyeden polise, oradan yargıya ne yaparsak gelecek güzel günler için yapıyorduk.

“Askeri okullardaki öğrencilere ilk zamanlar içkiye atılan tablet ile çözüm üretilirken, deşifre olunca 1-2 kadeh fetvası, sonra daha pek çok fetva yavaş yavaş verildi. Abdest parça parça alınıp, namaz gerekirse tuvalette veya televizyon izlerken (çocuklara defalarca yaptırdık bu rezilliği) kılınabiliyordu. Hatta zor fetvalarda çocuklara kendi vicdanlarıyla hareket etmelerini söyleyip önünü açık bırakıyorduk. Sonuçta bir savaştaydık ve her şey mubahtı.

“Yargıdan eğitime kadar herkes takiyye yaparken Hasan Can, Yavuz Sultan Selim örneği verilirdi. Güya Hasan Can casus olarak kilisede papazlık yapmış ve: “Sultanım beni buradan al. İçki içip, istavroz çıkarmaktan namazlarımdan zevk alamıyorum” demiş. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim: “Orada kal, yerine başka adam yok” demiş. Daha birçok örnekle her şeye harp hukukuna sokularak fetva veriliyordu. Detay problemlere girmeden son iki senedir sohbetlerde yaptığınız gibi Allah, Peygamber, Sahabe hep sizinleydi ve tek gayeniz “Ruhu revanı Muhammedinin dünyanın her yerinde Şehbal açmasıydı“. Bu cümle Yahya Kemal’in ezan şiirinden alınmış ve bir hadise işaret eden cümleydi. Okullarda CIA elemanlarının çalışması ve dini herhangi bir çalışma yapmamak gayet normaldi. Yoksa o ülkede hizmeti deşifre etmiş ve gelecek nesillerin hakkına girmiş olurduk. Kitaplara sığmayacak bu konuların neredeyse tamamı deşifre olduğu için daha fazla üzerinde durmayacağız.

“2007’den beri yurtdışı, yurtiçi bütün mensuplarına Tayyip Erdoğan düşmanlığı aşılamaya başladın. Gerekçesi de Tayyip Erdoğan’ın seni kıskanması ve cemaati bitirmek istemesiyle izah ettin.

“Tüm yaşananlara rağmen halen her zamanki gibi sohbetlerde farklı arka planda farklı konuşuyorsun. Daha birkaç gün önce başarısız darbe girişiminden sonra yabancı basın mensuplarına anlattığın IŞİD ve Suriye senaryolarını 2010’a kadar gizlice telkin ettin. Çünkü daha yargı tam olmamıştı. Ne zaman ki Danıştay, Sayıştay, Yargıtay, AYM cemaatin eline geçti, aynı senaryoları bütün kadrolarla yurt içi ve yurt dışında anlattırmaya başladın. Bütün istihbarat ve devlet içi elemanların senaryolar yazmaya başladılar. Önce üst başlıklar belirlendi, sonra emniyetçiler, yargıçlar ve diğer bütün bürokratlar eliyle deliller toplandı. Bütün bunlar 17-25 darbesi içindi. Fakat öyle bir güç zehirlenmesi vardı ki bölge imamından semt imamına kadar 2012’den itibaren her yerde: “2014 Aralık ayında Tayyip kaçacak” şeklinde yaymaya başladın. Artık CIA, MOSSAD ve senin Cemaatin organize çalışıyordu. Bunları gören insanların söyledikleri her şey bastırılıyor ve hain damgası yiyerek dışlanıyorlardı. Askeriyedeki cemaat dışı kadrolar Sarıkız, Balyoz, Ay Işığı gibi davalarla bitirilerek şimdi darbe yaptırmaya kalktığın askerlerin önü açıldı. Pek çoğu daha 40 yaşına geldiklerinde general oldular. 30 senedir senin talimatların ve dini tevillerinle esir alınmış beyinleriyle bütün şer senaryolarını hayata geçirdiler. Sen her zamanki gibi binde birini bile tanımazdın (!) Oysa senin tanımadığın ve 30 yıldır senin dizinin dibinde ders gören Adil Öksüz gibi imamlar aracılığıyla sana sormadan adım atmazlardı.

“Görünen o ki son 3-4 yıldır dış güçlerin kucağında her istediklerini yaptın. Tabandaki bazı kişiler halen senin dini söylemlerine inanmaya devam ediyorlar. Sana yakın kesimdeki hainler ise ya bu sistemden nasiplenmeye devam ettiklerinden ya da senin gibi başka çıkış yolları kalmadığından vatanlarına, milletlerine en önemlisi de dinlerine ihanet etmeye devam ediyorlar.

“Tanımam dediğin ve onlar da itiraflarında seni tanımadıklarını söyleyerek harp hukukuna göre takiyye yaptıklarını düşündükleri şu ortamda hangi bir yalanı yazalım bilemiyoruz. O generaller bütün rütbelerini senin elinden almadılar mı? Sen her defasında onlara özel kalemler, saatler hediye etmedin mi? Onlar da sana yüzüklerini ve kılıçlarını hediye etmediler mi? Orta sınıf bir imamda bile bir sürü hediye kılıç varken sen nasıl hiçbirini tanımadığını söyleyebiliyorsun. Bütün o oramirallere sembolik olarak rütbeleri sen taktın. Yakalanan ve henüz deşifre olmamış yüzbaşı ve üzeri bütün rütbeliler senin yanına bir-iki defa gelenler tarafından bile görülmüş kişiler. Kaldı ki üst düzey görev yaptığı halde harcadığın şu an medyaya konuşan zatların da tanıdığı onlarca isimler var. Buna rağmen halen yalan, halen inkara devam ediyorsun.

“Sen milletine, ülkesine ihanet ederken bile ülke hasreti edebiyatını gözyaşı ile yapabilecek kadar, numarada zirveye çıkmış birisin. Biz bir dönem sana gönlünü kaptırmış insanlar olarak seni ve tabandaki masum arkadaşlarımızı uyarıyoruz. Tarih boyunca Cem Sultan gibi milletinden kaçarak, düşmanın kucağına düşenler iflah olmadılar. Bu darbeye katılan askerleri, cemaatte yüzlerce kişi tanırken, halen inkar etmeye devam edecek misiniz? Hayatının bu son yıllarında her şey ortaya çıktıktan sonra bile de yalana devam edecek misin? Bu nasıl bir yalanlama ve nasıl bir yüzsüzlüktür? Madem bu işi binlerce kişiyi ateşe atarak yaptırıyorsun, o zaman onlarla birlikte olup ceremesini de birlikte çekmen gerekmiyor mu? Yoksa dünyadaki vatanına ihanet eden tüm prensler, şehzadeler, paşalar, fikir önderleri gibi sen de kendi ülkesi hakkında projeleri olan başka bir ülkenin yedeğinde kalacak mısın? Vatanına, milletine, diğer müslümanlara ve son olarak kendi yetiştirdiğin bu insanlara ihanet etmek hangi kitaba sığar? Amerika’da tutsaksan ve gelemiyorsan, bunca insanın canına kıydırdıktan sonra, tövbe edip Allah için hayatına son vermek de düşünmen gereken bir seçenektir.

“Son olarak cemaate Allah yolunda hizmet etmek için gönül vermiş, masum ve kandırılmış kardeşlerimize seslenmek istiyoruz. Bir kısmınız son 3-4 yıl içinde durumu anlayarak cemaatten koptu, fakat bir kısmınız da karşı propagandalara inanarak, bunca yıldır yüksek idealler peşinde koştuğunuzu düşündükten sonra cemaat üzerinden kimlik bulmanın da etkisiyle cemaatten ayrılamadınız. Fakat Lütfen bu darbeyi cemaatin yetiştirdiği askerlerin yaptığı bu kadar netken, halen bu işin bir İslam davası olduğunu sanmaya devam etmeyin. İslam tarihi çok kalleş gördü ama bu derece bir kalleşlik hiç bir zaman yapılmamıştı. Sadece siz değil, hepimiz, tüm ülke olarak kandırıldık. Fakat nefesimiz daha bitmedi. Bundan sonraki hayatımızı yaptığımız hataları düzeltmek için kullanma imkanımız halen var. Sizin de kabul edeceğiniz gibi insanların ne dediği az önemlidir, esas önemli olan Allah’ın ne dediğidir. Allah doğruluk, adalet, merhamet üzeredir ve bizden de öyle olmamızı ister. Allah tövbeleri kabul edendir, yeter ki tövbe etmeyi bilelim.

Kamuoyuna arz ederiz.

Cemaat abilerinden bir grup

Ahmet Taşgetiren yazısından alıntıdır…

http://haber.star.com.tr/