Etiket arşivi: fen

Allahın Varlığını İspat Eden Deliller

Allahin.Varligini.ispat.Eden.Delillere.bakinizBaşımızı kaldırıp fen gözlüğü ile feza alemine bakalım! Dünyamızdan 1.300.000 defa daha büyük güneşi bir şeye dayandırmadan, bir şeye bağlamadan hava boşluğunda durduran, ve  güneşe bağlı olan gezegenlerle birlikte her kül burcuna doğru hareket ettiren, O Yüce Kuvvet sahibi olan Allah’tan başka kimin işi olabilir.

Milyarlarca galaksiye milyarlarca yıldızı yükleyen, döndüren, götüren getiren, Yüce Allah’tan başka, bunu kim yapabilir?

Bahsettiğim bütün bu intizamlı vaziyetler, aklını yaradılış istikametinde kullanmak isteyenlere, uyanık olanlara büyük dersler verir. Evet! Bunlar manevi duyguları dumura uğrayanlara ne verebilir ki?!! Bahsettiğim bunlar kalp gözü gürenedir gürene. Köre ne? Çünkü kâinatta mevcut bütün yaratıkların bir yaradılış hikmeti de, insanlara ders vermek için. san’ata bakınca sanatkârı gören içindir, düşünmek içindir, Bütün bu varlıkların sahibini bulmak içindir. Yerinde durmayıp ilerlemek içindir. Allaha itaat lüzumunu hissetmek içindir.

İnsanın asıl vazifesi Allaha sığınıp Ona yalvarmaktan ibarettir.Ya Rab Kudretinle tanzim ettiğin vücudumuzun minimal faaliyetlerini, Ancak Sen takip ediyorsun demeli. Önümüze serdiğin eşsiz sanat eserlerine bakıp gördüğümüz zaman  ibret almak için, Sen bize göz verdin. Mesela: Çiçeği, ağacı, ineği, sineği, ayı, güneşi, ve bunlar gibi daha bir çok mahlukları mucize vari birer sanat olarak  önümüze serdin. Ayeti kerimenle:Allahın yaptığı herhangi eserde, ” Ferciil besare hel tera min futur” (Çevir gözünü bak göre bilecen mi bir çatlak herhangi bir kusur?) (Mülk ayet 3)  bu ayetle Allah bize bakmamızı ve ibret almamızı emreder. Çünkü: sarı samandan yeşil ottan beyaz sütü yapan inek, Profesör yapamaz. Tavuğun yaptığı yumurtayı insan yapamaz, O tavuk kimya mı tahsil etti ki, o güzelim kabuğuyla “pişirirsen aş olur pişirmezsen kuş olur” yumurtanın içi teçhiz edilen harika elementlerle o güzelim yumurtaya kabuğunu   ambalaj yapmasını Allah tavuğa öğretmiş. Yarım kilo bal için 38.000 k.m yol aldıran arıya: Bir taraftan zehir taşıttırıp, diğer taraftan Bal gibi balı yaptıran Allahtan başka kim olabilir.

Ya Rab! “Bize hakkı hak olarak göster ki ona bağlanalım. Batılı batıl olarak göster ki ondan nefret edip kaçma ihtiyacını hissedelim.” Ta insana layık işleri yapmaya çaba gösterelim. İmanımızı göçleştirmek için sebepleri arayıp bulmayı, şartlarına uymayı, kolaylaştır ki, helak olmayalım.

Elinde Kur’an-ı Kerim gibi eşsiz bir kitapla, alemlere rahmet olarak gönderdiğin  Peygamberimiz a.s.m. ın buyurduklarına hiç şüphe etmeden boyun eğip uyalım. Uymaya ihtiyaç duyalım.

Bu nankör insan! Ancak bir sebep olan annesini babasını çok sever. Mahalle muhtarını tanır. Belediye başkanını tanır. Patronunun ismi sorulduğu zaman hiç düşünmeden cevap verir. Başbakanın ismini sorsan, bakanların isimleriyle söyler de. Kendini yoktan var eden Allahın varlığına inanmazsa, Onun sıfatlarını bilmezse, böyle kudreti sonsuz olan bir Yaratıcının varlığına inanıp kabul etmezse? Allahın mucize olarak yarattığı mahlukatını tabiata veya tesadüfe havale ederse. O insan birkaç fakülte bitirse de, insanı insan eden ilimlerden hiç bir şey öğrenmemiş demektir. Yani o ilimlerden nasibini alamamıştır, hakikati görememiştir. Kendini mutlu edecek gerçek sebebi bulamamıştır. Ufak tefek ibadetleri yapmamak için nefis ve şeytanın desiselerine uyup  inkara sapan o kişi Allahın indinde  ancak bir zavallıdır.

Evet kardeşim! Bu gibiler çok acınacak haldedirler Çünkü önünde dimdik dikilen ölüm o insanı rahat bırakamaz. Devamlı korkutur. İçinden ya Müslümanların dediği gibi ölümden sonra tekrar dirilme olursa? Hayatın hesabını vermek gibi bir hadise karşımda durursa? Günahkarları yakmak için cehennem kurulursa halim ne olur. demez mi sanıyorsunuz.

İnkarcıların bu sorulardan kurtulma imkanı yoktur. Akıl ile inkar etmeye çalıştıkları şeyler, vicdanları onları daima azap içinde bırakır.

Asrımızda maddecilik  ve tabiatçılık fikri, eğitim sistemimiz olan okullarımızı etkisi altına almış, insanlara Allah’ı ve Ahireti unutturmak için ve insanları cehennem yolcusu yapmak için çalışmış, bir iki nesli imansız bırakıp, böylece yakıp kavurmuştur. Fakat Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır ki: Mevcut iktidar, bu olumsuz eğitim sistemini kaldırıp, hakikati ortaya serme çabasındadır Elhamdülil-lah. Bu hakikatin en iyisi Bediüzzaman Hazretlerinin eserleri olan Risale-i nurlarda mevcut. Bunun için:

Allah’a ne kadar şükretsek azdır ki,her kışın bir baharı, her gecenin bir nehari (gündüzü) olduğu gibi Allah Nurunu tamamlamak maksadı ile, insanları inkardan kurtarmak için bize, Bediüzzaman gibi bir zatı gönderdi. Hapishanede sürgünlerde, yanında Kur’anı Kerimden başka kaynak kitabı olmadığı halde, Risale-i Nur eserleri gibi 14 cilt kitap yazmış. O eserler sayesinde yalınız tahsilsizler değil, entelektüel tabakada, çok Profesörler de imanlarını kurtardılar. Bu eserleri okuyanlar, dünya ile beraber ahiret için de çalışıp iki hayatın mutluluğunu yakaladılar. Bu sebepten Saygıdeğer  Başbakanımız Tayyip Erdoğan da bir konuşmasında: “Bediüzzaman Said Nursi olmasa idi Türkiye’miz maneviyatta geri kalırdı.” Dedi. Şimdi bu kitaplar yalnız Türkiye’de değil, dünyanın 60 diline tercüme edilip o milletlerde okuyorlar. Çünkü fen hakim olduğu devirde, nakiller değil ispat konuşur. Bu eserler de 2×2=4 eder derece o ispat vazifesini yapıyorlar.  İmanı  ispat ettikleri için yalınız Müslümanlar değil çeşitli dinlere mensup kişiler de okuyup Müslüman oluyorlar.Elhamdülil-lah.

Evet! Ölümle idam  edilme korkusundan kurtulup, iman hakikatine kavuşmak için her insanı onun aklı ve vicdanı zorlayacaktır. Bu hakikati arama hadisesi, her insan için geçerli olduğu gibi, bilhassa her biri bir şehit torunu olan vatandaşım için daha önemlidir. Çünkü ecdadımız asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yaptığı için, onların torunları olan bu millet bu hususta daha uyanık davranmalı. bu sebepten benim vatandaşım dinine sahip çıkıp yolunu bulması lazım. Aksi taktirde onlar diğer insanlardan daha şiddetli azapla karşı karşıya kalkacaklarını  unutmasınlar.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Allah’ın Varlığını İspat Eden Delillere Bakınız!

1960’lı yıllarda kısa bir süre klasik medrese ilmini tahsil ettim. O zamanlarda talebe-i ulûm’a medreselerde sarf, nahiv, şeriat ve hadis dersleri veriliyordu. Felsefe ve mantık dersleri verilmiyordu. Çünkü fen ve felsefe İnsanı imandan uzaklaştıran, hatta küfre götüren zararlı ilim olarak biliniyordu.

Oysa İslam dini,  fen ve felsefeye ters düşmüyor, bilakis teşvik ediyor.  Her fen ve felsefe kendine has bir dil ile Allah’tan bahsediyor. Mesela, botanik ilmi, bize ağacın veya bitkinin gelişimi, rengini, meyve verme süresini,  topraktan su ve gıdayı nasıl aldığını, yapraklara kadar nasıl götürüldüğünü anlatıyor.Ağaç ve bitki yaprağı üzerinde ilmin tespit ettiği inceliğe bakıldığı zaman, hemen İlahi kudret öne çıkıyor.

Şöyle ki: Her Yaprağın uçunda “v” şeklinde bir oluk bulunmaktadır. Solunum veya yağmur ile oluşan su damlacıkları, oluktan dışarıya akıtılıyor. Yaprağın oluğu olmasaydı, üzerinde oluşan su damlacıkları, güneşin etkisiyle ısınarak yaprağı kuruturdu. İşte her bir ağaç; her bir bitki harika mucizeleriyle Cenab-i Allah’ın sanatı olduğu botanik ilmi gösteriyor.

Bir tarafında zehir; diğer tarafında bal gibi bir gıdayı veren, bal arısı; insanlara ipek dokuyan ipek böceği, İlahi bir kudretle kan ve fışkı arasında bembeyaz berrak süt veren inek; bunlar tamamen müsebbibin birer sebepleridirler. Yoksa balı arıdan, kumaşı ipekböceğinden veya sütü inekten ve yediği kuru ottan istemek ahmaklıktır.

Allah’ın kudret ve mucizesine bakınız! Bir litre süt oluşumu için, ineğin süt bezinden dört yüz litre kanın dolaşması gerekiyor. Bu hesapla yirmi kğ. Süt veren bir ineğin memesinden sekiz ton kan dolaşması gerekiyor. Bacasız dumansız bu fabrikanın İlahi bir mucize olduğu zooloji ilmi ispat ediyor.

Keza, dünyadan ortalama 150 milyon km. uzaklıkta bulunan ve top güllesinden yetmiş kere daha hızlı giden güneş,  188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alan dünya, bu muazzam hareketiyle güneşin etrafında hiç durmadan ve yörüngesi dışına çıkmadan dönüyor. İnsanlarla beraber bilumum canlı cansız her şey dünya sefinesinde, haberleri olmadan seyahat ediyorlar.

Bir yandan dünya kendi ekseni etrafında dönerken, diğer taraftan da gece gündüz ve mevsimleri beraberinde getiriyor. Güneş ve diğer ecramlar da bütün hızıyla dönerek gidiyorlar. Hiç birbirine müdahale etmiyor, birbirlerine çarpmıyor, ilahi bir komutla hareket ediyorlar.

Bediüzzaman, “… İşte bu arzı, böyle kendine sacit ve abid ve ibadına mescit, mahlûklarına beşik ve kendine müsebbih ve mükebbir eden Zat-i Zülcelal…” diye ifade ediyor.  (2)  bu kudret-i ilahiye yi insanlara tanıttıran elbette astronomi ilmidir.

İnsanın ruhu etrafında bir ceset kaim edilmiş, içinde akıl, kalp ruh ve hayal gibi cihazlar yerleştirilmiş. Hayatın idamesi için cesedin üzerinde göz, el ve ayak verilmiş, her biri ayrı bir görevle insanın emrine verilmiştir.

Mesela normal bir insanın kalbi, bir senede pompaladığı kanın toplam miktarı, yüz bin tonluk bir şilebin yükü toplamı kadar olduğu söyleniyor. Vücudun mahzeni ve iaşe deposu olan mide, süzgeç görevi gören böbrek, solunumu sağlayan akciğer, diğer tarafta karaciğer, al ve akyuvarlar vs. Bunların işleyişine bakıldığı zaman, bu harika sanatın idrakinden insan aciz kalıyor.

Böylesi harika organ ve hücrelerin ilahi bir kudret eliyle işlendiği ve lisan-i halleriyle Allah’ın birer mucizesi olduğunu ilan ediyorlar. Tıp ilmi de, idrak sahiplerine  şahitlik ediyor.

“… her günde, her senede, her asırda yeniden yeniye icat ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şahadet ederler.”1,  Allah vardır! diyorlar. Dolayısıyla fen ve felsefe insanlara Allah’ı tanıttırıyor. Onun için İslam dini fen ve felsefe ile ters düşmüyor.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri on dokuzuncu sözde, “BİRİNCİ REŞHASI: Rabbimizi bize târif eden üç büyük, küllî muarrif var. Birisi: Şu kitab-ı kâinattır ki, bir nebze şehadetini onüç lem’a ile arabî Nur Risalesinden Onüçüncü dersten işittik. Birisi: Şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı olan Hâtem-ül Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Birisi de Kur’an-ı Azîmüşşan’dır.” Diyor.

Kur’an-ı Kerim’in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın varlığını da ispat ediyor. Bütün deliller, kendilerine mahsus lisan-i halleriyle “Allah vardır” diyor.

Fahr-i kâinatın (asm) peygamberliğini ispat eden bütün mucizeler ve deliller de, Allah’ın birer delilleridir. Zaten bütün peygamberlerin yaratılış gayeleri de Allah’ın varlık ve birliğini ilan etmektir. “Allah vardır ve birdir” diyorlar.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

26.8.2013

Alıntı: 1- Mektubat, yirminci Mek. Birinci Makam.2-Mesnevi-i Nuriye

Nursuz Akıl, Görmeyen Göz… neye yarar?

Kalbi, vicdanı ve his dünyası iman ve Kuran ile nurlanmamış bir insan karanlıklar içindedir. Vicdan, iman ile aydınlığa kavuşacaktır ki, aklın mahsulü olan fenler de nurlansınlar ve her bir fen, insana ayrı bir marifet penceresi açsın.

İnsan, hikmetlerle dolup taşan şu kâinat kitabını yazan bir Alîm ve Hakîmi tanımadığı takdirde kazandığı ilimler onun cehlini artırmaktan öte bir işe yaramaz.

Üstad Bediüzzaman hazretleri, Lemaat adlı eserinde, kalbin ziyası olmaksızın akıl ve fikrin nurlanamayacağını tatlı bir üslûpla izah eder ve sözünü: “Basiretsiz basar da para etmez” diye noktalar. O harika parçadan birkaç satırı aynen nakledeyim:

“Ziya-yı kalpsiz olmaz nur-u fikr-i münevver.
O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır.
Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim.
İçinde bir sevad var ki bir leyl-i münevver…”
(Sözler – Lemaat)

Vicdan için “ziya”, akıl için “nur” kelimelerinin kullanılmasında ayrı bir incelik var. Cenâb-ı hak, Yûnus sûresinde şöyle buyurur:

“Güneşi ziyalı (ışıklı), ayı da nurlu (parlak) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) menziller tayin eden Odur.” (Yunus Sûresi; 5)

Güneşten ziya almasa, ayda nur ne gezer. O, güneş sayesinde karanlık gecelere nur olur ve insanlar da ondan istifade ederler.

Ay, feyzini güneşten aldığı gibi, şu kâinata ait fenler de, Kuran ile nurlanır ve insanlığa faydalı hâle gelirler. Aksi hâlde, fen ve teknik, insanlığın huzurunu kaçırmaktan, zulme ve sefahate hizmet etmekten öte bir işe yaramaz.

Bunlar ise beşerin dünyasını karartır ve insanlığı o dehşetli azap diyarı olan cehenneme sevk ederler.

Cehennemin de nursuz hararet olduğu düşünülürse bu mânâ daha da önem kazanır.

Ali Özkan / Zafer Dergisi