Etiket arşivi: hayat

Derd-i Maişet

 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

Ehemmiyetli bir kaide-i Kur’aniye

“Bazan Kur’an, Cenab-ı Hakk’ın fiillerini tafsil ediyor. Sonra bir fezleke ile icmal eder. Tafsiliyle kanaat verir, icmal ile hıfzettirirbağlar.” S:418

DERD-İ MAİŞET

Dersimiz olan bu geçim derdi meselesinin Risale-i Nur’da tekraren bahsedilmesinden anlaşılıyor ki, bu asırda bu mesele üzerinde durulmalıdır. Bu sebeble Risale-i Nur’dan alınan az bir kısmı mevzu edilecek. Beşinci Sözde geçen bir temsilde şöyle deniliyor:

“İşte ey tenbel nefsim! O dalgalı meydan-ı harb, bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cem’iyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-ı İslâmiyesidir. O iki nefer ise, biri feraiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttaki müslümandırDiğeri: Rezzak-ı Hakikî’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıpferaizi terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdirVe o talim ve talimat ise, (başta namaz) ibadettir.Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise; birisi, hayatı verip beslemektir. Diğeri, hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktırOna tevekkül edip emniyet etmektir.” S:23

İbadete bakan bu tarif, insanın anlayış ve hissiyatında bulunması gereken ibadetin asliyeti ve mahiyetidir.

“Evet vasıta-ı rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz ve za’f ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileriyavrular ile canavarlarıağaçlar ile hayvanları müvazene etmek kâfidir. Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Talimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerim’in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzât gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.2 Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru’ ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.” S:23

“Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor.” S:170

“Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşagil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdırAcaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levazımatını tedarikte iktidar cihetiyle, bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil; belki hakikî bir insan gibi, hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir. Bununla beraber meşagil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzuli bir surette karıştığın ve karıştırdığın malayani meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz malûmat ile vakit geçiriyorsun.” S:271

Hakikaten ekser müslümanlar füzuli konuşmalarının zekât mikdarını dini öğrenmeye sarfetseler, ihya olurlar.

“Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan; sonra biri gelse, dese ki: “Gel on dakika kadar şurayı kaz, yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona: “Yok, gelmem. Çünki on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen; ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen şu bağında, nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terketsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki maden-i manevî bulursun:

Birinci maden: Bütün bağındaki yetiştirdiğin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebatın, her ağacın tesbihatındangüzel bir niyet ilebir hisse alıyorsun.

İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese –hayvan olsuninsan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsunhırsız olsun– sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şart ile ki: Sen, Rezzak-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve onun malını, onun mahlukatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan… 

İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasaret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i manevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflas eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım” der. “Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?” diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ, kabrime daha ziyade ışık göndereceğim âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.” S:272

“İşte eğer insan, enaniyetine istinad edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek derd-i maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur gider. Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letaif, ondan şikayet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir. Ve davacı olacaklardır.Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerim’in izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarfetse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder. Sonra, a’lâ-yı illiyyîne kadar gidebilir.

Hem de bu insana verilen bütün cihazat ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ederler. Evet insana verilen bütün cihazat-ı acibe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil; belki, pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler. Çünki insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki: İnsan, cihazat ve âlât itibariyle çok zengindir. Yüz derece hayvandan daha ziyadedir.

Hayat-ı dünyeviye lezzetinde ve hayvanî yaşayışında yüz derece aşağı düşer. Çünki her gördüğü lezzetinde, bir elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevali, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvan öyle değil. Elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder. Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne de gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder.” S:323

“Risale-i Nur’un bir talebesi, Risale-i Nur’a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur’a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünki bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki: Risale-i Nur’a çalıştıkça, yaşamakta kolaylık ve kalbde ferahlık ve maişette sühulet görüyoruz.” K:135

“Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.” K:140

Evet, dinî yaşayışta hissiyat-ı diniye ve hassasiyet-i kalbiye esasdır. Yani dindarlık, manevî mesuliyet duygusu ve ahkâm-ı şer’iyeye gösterilen teslimiyet gibi esaslara dayanır. Kalbe ve vicdana yerleşmeyen ilim, kemalat kazandırmaz diye islam büyükleri beyan etmişlerdir.

Evet, “Derd-i maişet sersemliğiyleekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.” K:154

Bu sebeb iledir ki, Hz. Üstad bu zamanda a’zamî iktisadı esas alır ve Nurculara da çokça tenbih eder. Şualar eserinde şöyle diyor:

“Rivayette var ki: “Âhirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyan’ın eli delinecek.”

Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, “Filan adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir.

İşte, Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tama’ı uyandırarak insanların o zaîf damarlarını tutup kendine müsahhar eder diye bu hadîs ihtar ediyor. İsraf eden ona esir olur, onun dâmına düşer diye haber verir.” Ş:583

“Evet her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, “Zarurettir, ne yapalım?” der. Demek ki, Risale-i Nur şakirdleri bu açlık ve zaruret musibetine karşı, yine Nur’la mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftirO da hizmete ciddî devam ile olur.” K:201

“Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur’un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.” E:43

Rüştü Tafralı

__________________________________________

İbadetin esası şöyle tarif edilebilir: Müctehidler tarafından Kur’andan alınıp şeriatın temel kitablarında yazılı bulunan İlahî emir ve yasakların tamamına samimi inanıp, amel etme gayretinde bulunmaktır. Amelî hayattaki eksiklerine de kalben üzülmektir.

İbadetin bir tarifi de şöyledir: Beşinci Sözde beyan edildiği gibi, nasıl ki bir asker bütün ihtiyaclarını devletin verdiğini hiç şübhesiz bildiği için geçimini hiç endişe etmez; hakiki mütevekkil bir müslüman da rızkını Allah’ın verdiğini bilip endişe etmemeli.

(Bu cümle, az yukarda geçen “güzel bir niyet” şartının tarifi olabilir.) 

Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:

“Bir müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsülatından bir kuş veya insan veya hayvan yiyecek olsa, bu onun için bir sadaka olur.”

Buhari, Hars 1, Edeb 27; Müslim, Müsakat 12, (1553); Tirmizi, Ahkâm 40 (1382))

Yukarıda geçen “güzel bir niyet” ifadesinin diğer bir tarifi de bu altı çizili kısım olabilir.

Evet, insanın cihazat ve hissiyatları, asıl gayelerine çalıştırıldığı zaman hakiki kıymetleri tahakkuk edip anlaşılır. Ve ebedi ve canlı filmleri alınarak ahirete gönderilir. Aksi halde bu cihazlar, kıymetsiz ve abes olup bu menfi filmler, sahiblerini şikâyet ederler. Bu hakikat müteaddid ayetlerle haber verilir. Mesela:

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

“Bugün (yani mahşerde) biz onların ağızlarını mühürleriz de, neler kazandıklarını (yaptıklarını) bize elleri söylerayakları da şahitlik eder.” (36:65)

Yani canlı ve ebedi kamera filmleri konuşur.

 

www.NurNet.org

Ehline teslim

Bir iş yapılırken ve yapılacakken en iyi ve en güzel şekilde yapabilecek kişileri arar ve işimizi ehli ile yapmayı tercih ederiz. İnsanlığın kadim tarihi kadar eski ve kadim bir hükümdür işin ehline teslim edilmesi. Bu hükme göre hareket eden ve etmeyenlerin hayat imzaları atlas sayfalarda.

İşin ehline teslim edilmesinde inanç ve düşünce farkları nazara alınmaz ve alınmamalı. Bir işte bizden farklı düşünen kimselerin o işimizde ehil olması çok tabi bir şeydir. Bizim gibi düşünen ama tam anlamında işin ehli olmayan birisine işi sadece bizim gibi düşündüğü için vermek sonradan pişman olabilecek işlere sebep olabilir.

Sadece bizim gibi düşünmesi veya düşünmemesi bir işte tek tercih sebebi olmamalı. Bizim gibi düşünsün düşünmesin maddi veya manevi konularda işin ehline müracaat etmek ve imkanlar dahilinde ehline ulaşmak için elden gelen çabanın en iyisini yapmalıdır insan.

İnhisar düşüncesine sahip insanlar fikriyat ve zikriyatı aynı insanlarla dayanışma içindedir. Bu dayanışmaysa hakiki manada bir dayanışma değildir. Çünkü hakiki dayanışma insanı aldatmaz. İnsanın aldanması inhisar düşüncesinin meyvesidir.

Tatvil-i kelam etmemek için, her işi ehline ve ehli olana o işi teslim etmeliyiz.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Hayat Yolu

Hayat Yolu

Hayat tekemmüldür, tecrübedir, imtihandır.  

İnsan ise, görerek, yaşayarak, duyarak veya tecrübe ederek beşeriyetin verdiği kusurları ve noksanları asgariye indirerek tekamül sürecinde olan varlıktır.

Tecrübeyse çok şeylerden arda kalan tortudur. Neticesi insanın dağarcığına mıhlarla yazılıp kazılır ve başka insanların da hayatına ışık tutar. Bu ışık o kadar kuvvetlidir ki, belki tecrübe sahibinden fazla o tecrübeden ders alanın işine yarar, tabi ki ders ve ibret almasını bilene.   

Tecrübe edinmek de, tecrübeden ders alabilmek de hayli zor bir meseledir. Çünkü tecrübeyi yaşamak acı bir şeydir. Hele bazı şeyler var ki, insanı taş gibi oyar tesbih gibi ipe dizer.  

Herkesin imtihanı kendisine okyanus gibidir. Ama başkasına bir bardak sudur. Bu sebeple kimsenin imtihanını hiç kimsenin istihfaf edip hafife almaya hakkı yoktur. Çünkü herkesin imtihanı kendisine okyanustur.  

“İmanda bir Cennet çekirdeği ve dalalette ve sefahette bir Cehennem çekirdeği bulunduğunu, ben kendim çok tecrübelerle ve hâdiselerle aynelyakîn görmüşüm ve Risale-i Nur’da bu hakikat tekrar ile yazılmış.”[1]

İmani bir nazar insana yaşadığı musibette veya imtihanda rahmet-i ilahiyenin izini, yüzünü, eserini gösterdiği için mütevekkilane bakar. İmandan uzak bir nazarsa ruhta elim bir iz ve yara bırakır. 

O halde insana düşen “çalışmanızı ziyadeleştirin ki, tecrübe-i meydan-ı imtihanda muvaffak olasınız” [2] sözüne kulak vermektir.  

Hayat yolunda herkese sınav ve imtihanında muvaffakiyetler temenni ederim. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Hanımlar Rehberi (16) 
[2] Kastamonu Lahikası (203) 

Kaynak: RisaleHaber

Hiç adam yok mu piyasada?

Hiç adam yok mu piyasada?

Toplum hayatından bahsedebilmek için insandan bahsetmek gereklidir. Toplumsal hayatın temel öğesi insandır. İnsan ve insanlık tarihinde her hadise insanı maddi ve manevi olarak etkilemektedir. İnsanın istidat ve kabiliyetlerine bakıldığında farklı fıtratlar ve anlayışlar karşımıza çıkmaktadır.

Manevi hizmetlerde, siyasette, gündelik hayatın içinde çok defa karşılaşırız “o adam sıkıntılı, o da adam mı” vb lafı güzaflarla. Her insanın farklı mizaç ve efkarı olması sebebiyle kendisi gibi düşünmeyen kimse/stk’ler hakkında çok çabuk karalama ve tahkir yoluna gidilmektedir.

“Sen, mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit; “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat, yalnız hak benim mesleğimdir, demeye hakkın yoktur…

Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet, nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır…”[1]

Kendi bilgisinin mutlak doğruluğuna inanan insan, “benim bilgim, düşüncem ve harekatım tek yoldur” gibi anlayış hem insanın özel hayatında hem de toplum hayatında güvensizlik, öfke, kin, kırgınlık ve bunların ortak neticesi olarak yalnızlık kaçınılmaz sonuçtur.

Kimsenin kimseyi (kendisi gibi düşünmeyeler hariç) beğenmediği ve toplumda/piyasada hiç adamın olmadığı ileri sürülen bir zaman dilimini yudumluyoruz. Kendimiz gibi düşünen insanların yalanlarını avuç avuç içerken, bizim gibi düşünmeyen kimselerin doğrularına müstağni kalıp yok gibi tutum sergilemekteyiz. Halbuki doğru her yerde doğrudur. Altın çamura düşmekle değer kaybetmez, malum. Böyle bir ortamda bir kısım insanlar diğer kısmı, diğer kısımlar başka kısmı tezyif, tekfir, tecrid ederek toplumda/piyasada hiç adam/insan yok gibi bir mana veriyor. Bu zamana kadar bunu çok gördüm. Aynı stk içinde farklı hizmet dallarında içinde aktif hizmet edenler “Haa o mu evet, ama o çok sakat birisi, bırak onu” vb gibi çok defa duydum, duymaktayım ve duyacağım da.

Neden mi? İşte 4 temel sebebi şunlar;

1- Adavete muhabbet.

2- Ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek.

3- Çeşit çeşit sâri hastalıklar gibi intişar eden istibdad.

4- Menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.”[2]

İnsanlar, hakikatten, lübden, manadan, enfüsten uzaklaştıkça zahirle alakadar olur ve enfüsü terk etmesi sebebiyle muhabbet yerine adavet sahibi olur. Kendisince bahaneler, sebepler türeterek adavete muhabbet destanı yazar bir hale gelir.

Mezkur sebepler müvacehesinde hassaten ehl-i imanla hangi hususlarda ittifak edeceğini bilmez bir hale gelir ve sadece kendisi gibi düşünenlere muhabbet besler.

Kendi efkar ve efalinin mutlak ve kesin doğru olduğunu düşünmesi sebebiyle ben merkezli hareket tarzını ortaya çıkartarak başkalarına istibdat uygular. İstibadın en beteri, şirredi de manevi istibdattır. Manevi müstebidler ise, “istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar.”[3]

“Bu sırra binaen pek çok adam meyl-ül ağalık ve meyl-ül âmiriyet ve meyl-üt tefevvuk ile mütehakkim geçinmek istediğinden, ilmin şanında olan teşvik ve irşad ve nasihat ve lütfu terkedip kendi istibdad ve tefevvukuna vesile-i cebr ve ta’nif eder. İlme hizmete bedel, ilmi istihdam eder.[4]

Piyasada adamın olmamasının sebeplerinden birisi de her şeyi kendi menfaatine göre değerlendirmesidir insanın. Aslında çok adam var piyasada/toplumda ama kendi değer ölçülerine uymayanı insanın tezyif etmesi, başka taraflarında aynı şekilde tezyifi sebebiyle o onun aleyhine bu onun aleyhine çalışması sebebiyle hiç kimse yok gibi bir algı yönetimi yapılıyor ve manevi sahalarda hizmet iddia edenler kendi ayaklarına sıkıyorlar. Bade harabil basra bu dediğimi anlayacaklardır.

İhlas ve Uhuvvet Risalelerini adeta yalamış yutmuş insanların farklı gruplarda hizmet eden ağabey ve kardeşleriyle hatta kendi grubunda farklı düşünenlerle bile aynı yerde diz kırıp oturamaması çay içememesi bu vb. sebeplerdendir.

Çare-i necat:

-Adavete muhabbetten vazgeçilmeli.

-Ehl-i iman ile muhabbet vesilelerini öğrenmeli ve ortak paydayı genişletmenin yolları öğrenilmeli, araştırılmalı.

-Ben bilirim tarzında ki düşünce ve hareketlerden sakınılmalı, kaçınılmalı.

-Şahsi kemalat ve menfaat yerine toplumsal menfaatler göz önüne alınarak hareket edilmeli. Bu sayede hem müstakim insanlar çoğalır hem de toplumdaki manevi seviye yükselir.

“Eyvah, eyvah! El’aman, el’aman! Ya Erhamerrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur.” diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.

Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim! Bana yardım ediniz. Mes’elemiz çok naziktir.”[5]

Bahtiyar o kimsedir ki, hakkı hak bilir ve intisap eder, batılı batıl bilip içtinab eder. Hak ve hakikatı hasmının elinde de görse taktir eder hakikati ketmetmez, taktir eder.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

1)Hizmet Rehberi (90)
2)Hutbe-i Şamiye (20)
3)Hutbe-i Şamiye (88)
4)Muhakemat (53)
5)Şualar (498)

 

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Ümitsizlik Kanserine Bir Tiryak

Ümitsizlik Kanserine Bir Tiryak

“O yeistir ki, kuvve-i maneviyemizi kırmış. . . Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemalâta mani..[1]

Hakikaten insanı maddi ve manevi olarak hareket ettiren şey ümittir. Bir şeyleri yapabileceği, becerebileceğine olan ümidi.. Ümit arabanın yakıtı gibidir. Kararlılıkla insan karar verip hareket etmesi kontağın çevrilip arabanın çalışması gibidir. Artık karar verildikten sonra süreç başlamıştır. İnsan kararları, azmi, idealleri uğurunda hareket ederek ümitlerinin tahrikatıyla emellerine ulaşabilir.

Ümidini kaybeden kimseler deposu boş, gaza bastığında hareket etmeyen hatta aküsü bile bitmiş olan bir araba gibidir. Şeytan insanları kendi safına Allah’ın safından çekebilmek için önce günahları işletir ve alışkanlık haline geldiğinde artık terk edilemez olarak insan  benimsemesiyle şeytan öldürücü hamlesini yaparak insanın en kuvvetli ve önemli olan ümidini tarumar ederek kendi safına alır. Yani insan hayatta herhangi bir şeye karşı ümidini yitirmişse o insan artık şeytana hazır yem haline gelmiştir.

Lakaydlık, sefaheti, sefahet ise günahı, Günah ise yeisi, yeis ise inkısar-ı hayali, inkısar-ı hayal ise insanı maddi ve manevi dumura uğratır. Dumura uğrayan insanlar ise tedenniye ve sıkıntıya mübtela olurlar.

Ümidini kaybetmeyen, yeis kanserine yakalanmamış olan insanlar, hayat enerjisini ve hayatının içerisini doldurduğu manaları daha güzel kullanarak hayattan daha fazla lezzet alarak hayatın keyfini sürebilir.

Ümit sahibi insanlar, âmak-ı fikriyatlarında o işin en ince ayrıntılarını da düşünerek ve hedeflenen neticeye ulaşmanın getirilerini peşinen göz önüne alarak ümit ve kendine güven içinde hareket ederler.

Mazi, hal, istikbal üçgeninde ilk iki kavşak geçilmiş ve her an’ımızda istikbalden gelip hal’e uğrayarak maziye dökülüyor. Maziye dökülen her şey hakiki istikbalimiz olan ahrette karşımıza tekrar çıkacaktır. Sadece tekrar hal’e uğramak üzere intizar ediyor. Rabbim anlarımızdan bizi pişman etmesin, amin.

Ümit, istikbale sürur ile bakabilmek demektir. Ümidini yitiren insanların istikbale dair planları da mevzubahis olamaz. Çünkü istikbal demek ümit demektir. Ümitvar olarak istikbale bakmak mümin olmanın şiarıdır.[2]

Alçak nefis tarafından her şeyi karanlıklı gösteren küfür zulmetiyle..[3] insan hadiseleri yorumlarsa yani olan şeylere Allah’ın nazarıyla bakmazsa ve hikmet perdesini okuyamazsa o insan Allah’ın rahmet ve merhametini sorgulayarak küfre kadar gidebilir. Şu anda toplumumuzda maalesef ki, günlük hadiseler neticesinde ümidi ve fikri igdiş edilmiş insanlar karamsarlık göstererek Allah’ın rahmetini sorgular hale gelmektedir. Bu gerçekten elim bir vaziyettir.

Ümidini hayattar eden kimse istikbale de güven içerisinde şecaatle yürüyebilir.

Rabbim havf ve reca müvazenesini kurabilenlerden eylesin, amin.

Selam ve dua ile

Muhammed Numan özel

[1] Hutbe-i Şamiye 44

[2] Zümer suresi 53. Ayet meali

[3] İşarat-ül İ’caz 162

Kaynak:NurdanHaber

www.NurNet.org