Etiket arşivi: hayat

Me’yusiyetin Tiryakı Ümittir

Me’yusiyetin Tiryakı Ümittir

     İnsanlar, hilkatinde ekseriyetle eşit olarak yaratılarak dünyaya gelir. Bazıları ibret için farklı gelebilir. Allah (cc)’nün kainatta koyduğu bu kanunlara adetullah/tekvini kanunlar/şeriat-ı fıtriye gibi isimler verilmektedir.

     Biz adetullah olarak ele alalım. Adetullah herkese dünyada aynı işler. Mesela bıçak herkesin elini keser, yüksek bir yerden düşmek veya atlamak ölüm veya sakat kalma riskini beraberinde getirir. Bir işi yapmayı planlayan birisi adetullah kanunlarına uygun hareket ederse genellikle başarılı olur.

     Her insan aynı istidatlarda dünyaya gelmişken, fıtrat programına yerleştirilen istidatlarını gerekli eğitimlerin alınmasıyla ve o istidadların kabiliyete inkılab etmesiyle insan terakki eder. Mesela herkeste doktor, mühendis.. olma istidadı var. İnsan bu istidatlarını geliştirirse doktor, mühendis.. olabilir. Ama üzerine düşmez ve gerekli eğitimleri almazsa o istidatlar körelir ve kabiliyete inkılab etmez.

     İnsandaki latifeleri ve bunun içerisinde olan duyu organlarının da yanlış kullanılması genelde adetullah çerçevesinde peşinen karşılığını almaktadır.

     Ümit de bu latifelerden birisidir. İnsan bu ümit latifesini doğru kullanırsa daima bir terakki tablosu gösterirken ümidini, şevkini kaybedenler terakki yerine tedenni baş gösterir ve insanın terakkisi yavaş yavaş tedenni eğilimi gösterir. Yeis ve ümit her şeyde insanın karşısındabir yol ayrımıdır.

   “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir. İşte himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedid olan yeis rast gelir. Kuvve-i maneviyesini kırar. Siz o düşmana karşı لَا تَقْنَطُوا kılıncını istimal ediniz.”[1]

     “O yol ise, hayat yoludur ki; âlem-i ervahtan gelip kabirden geçer, âhirete gider.”[2]

     İnsan da hayat yolculuğunda ebedi alemlere giderken o alemin rengini, şeklini dünya sahnesindeki faaliyetleri teşkil ettirecektir. Bu sebeple insan ahrette karşısına ne çıkmasını istiyorsa burada onu hazırlamalıdır. Unutulmamalıdır ki, istikbal, mazinin aynasıdır.

     Hayat faaliyeti ve hareketi içinde insan adetullaha muvafık hareketini ifa ve icra ederken şevkini yani ümidini de kaybetmemesi lazım. Yoksa hayatta başarısızlıktan başka bir şey elde edemeyecektir. İnsanın en tehlikeli engeli ise yeistir. Yeise duçar olan insan manevi destekten mahrum kalmasıyla istidatlarını inkişaf ettiremeyecektir. Yeise karşı ümit ile mukabele edilmelidir.

     Rabbim yeisten emin, pürşevk ile ümitvar olanlardan eylesin. Amin

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 

[1] Münazarat ( 54 )

[2] Sözler ( 18 )

Kaynak: NurdanHaber

www.NurNet.org

İSLÂM’A GÖRE EVLİLİK NASIL OLMALI?

Evlilik görüşmesinde iki taraf, bir yer belirleyip birbirlerini görmelidirler. Ama unutmamak gerektir ki “paketlenmiş-hazır” bir şekilde birini bulup, evlenmek gibisinden bir şey yoktur. Kız ile erkek buluştuğunda yanlarında mutlaka “üçüncü” birisi olmalıdır. 

Makalemize, başlığın tahlili ile başlayabiliriz. Öncelikle neden bu konuyu seçtik? Konumuz bildiğimizi zannettiğimiz, fakat bilmediğimiz birçok şeyi içinde barındıran geniş bir konudur. Müslüman olan ve hatta kendini dindar / muhafazakâr gören, öyle hisseden kimselerin bile çok defa yanlış ve hatalara düştüğü mühim bir konuyu seçmek istedik. “Ben Müslüman’ım ve dinime göre nasıl eş seçimi yapmalıyım, bu süreci İslâmî olarak nasıl doğru bir şekilde yürütebilirim, “helâl daire”yi ihlâl etmeden yapmam gerekenler nelerdir?..” ve benzeri akla gelebilecek birçok soruya cevaplar aradık. Ve bu konuda insanların bir nebze de olsa şuurlanması için bu konuya temas edilmesi gerektiği kanaatine vardık.

Makalemizin ismini de geniş ve şümullü bir başlığı ihtiva eden “İslâm’a Göre Evlilik Nasıl Olmalı?” şeklinde koymayı uygun gördük. En fazla günümüz gençlerini ve anne-babaları ilgilendiren bu konuda, “İslâmî hükümler” muvacehesinde ele alarak konuyu izah etmeye çalışacağız inşallah.

Yazdığımız makaleden amacımız ise; “bu vatan gençleri”(1) ve umum Âlem-i İslâm’daki “gençlere büyük bir rehber”(2) olmaya masadak bir konu derlemesi yapmak ve tahlillerde bulunmak, yol gösterilmesine küçük de olsa yardımcı olmaya çalışmaktır.

 Bu makaleyi kaleme almamızdaki önemli birkaç sebebi de zikretmek istiyorum:

1. Müslüman olan gençlerin “keyfe kâfi” olan “helâl daire”deki(3) “evlilik müessesi”ne giden yolda yapacakları hakkında az bilgiye sahip olmalarıdır.

2. İnsanlarda “haram daire”ye girmeden evliliğe giden yolda neler yapılacağı hakkında kafa karışıklıklarının olması.

3. İslâmî bir misyon üstlenmesi gereken “ahir zaman gençleri”nin yaptığı yanlış davranışlara “emir bi’l-marûf ve nehiy ani’l-münker” vazifesi gereğince, gerekli bilgileri vermek gerektiği kanısına varmamız.

Mesela, sözlüsü veya nişanlısı ile arasındaki mesafenin ne olduğunu bilmeden hareket etmeleri, yanlış davranışlarda bulunmaları. Hâlbuki söz ve nişan bir akit değildir. İleriki bölümlerde inşallah bu konuyu ele alıp, izah edeceğiz.

4. İslâmî olduğu zannedilen, ama İslâm’da yeri olmayan davranışların gençler arasında sergilenmesi.

Bu ve buna benzer onlarca madde sıralayabiliriz. Ama biz bir kısmını verip geri kalanını akla havale ederek devam edelim.

Evlilik ve nikâhlanma hakkında Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

“…Mü’min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önceden kendilerine kitap verilenlerden iffetli olan kadınlar da mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâl kılındı…”(4)

Bu âyet-i kerîmede dikkat edilirse “iffet” üzerinde durulmuştur. Hem “mü’min” hem de “daha önceden kitap verilen” kadınlarla âyette “iffetli olanlar” kaydı ile evliliğe izin verilmiştir. “İffet” üzerinde durulması; İslâmiyet’in “iffet-nâmus” olgusuna verdiği önemi gösterir.

Daha sonra ise “mehirlerinizi vermeniz kaydıyla” denilir. Erkeğin kadına, (kadının istediği miktarda) altın, para ve benzeri türünden bir “mehir” vermesi istenilir.

Alıntı yaptığımız mezkûr âyette 2 şart daha sayılıp, “helâl kılındı” denilmiştir. Bunlardan birincisi “zina etmemek”, ikincisi ise “gizli dost tutmamak”tır. Buradan anlaşılacak birçok şey vardır. En basitinden evliliğin, “zina” ve “gizli dost tutma”ya engel olma yönü anlaşılır.

 “Kur’ân’ı tefsir edecek, yine Kur’ân ve hadîs-i sahîhtir.”(5) Onun için konuyla ilgili Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in şu sözleri nazar-ı dikkati celb etmelidir:

“Ey gençler! Sizden evlenmeye güç yetirenler evlensin.”(6)

Bir başka hadiste ise şöyle buyurulur:

 “Kimin evlenmeye gücü yetiyorsa evlensin. Çünkü evlilik, gözü haramdan alıkoyar ve iffet en iyi şekilde korur.”(7)

Şimdi başlıklar halinde konuları ele alıp, izah etmeye başlayalım.

1. Evlilik Görüşmesi Yapılırken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlilik görüşmesinde iki taraf, bir yer belirleyip birbirlerini görmelidirler. Ama unutmamak gerektir ki “paketlenmiş-hazır” bir şekilde birini bulup, evlenmek gibisinden bir şey yoktur. Kız ile erkek buluştuğunda yanlarında mutlaka “üçüncü” birisi olmalıdır. Üzerine basarak ve altını çizerek söylüyorum. Bunu unutmamak gerekir. Ya kız tarafından ya da erkek tarafından bir kişinin de yanlarında bulunmasıyla ilk görüşme yapılabilir.

Her iki taraf karşılıklı olarak şartlarını dile getirmeli ve beklentilerini söylemelidir. Görüşmede karşı tarafın gözlerine bakın. Bu utanılacak bir şey değildir; aksine bu bir “tavsiye-i Peygamberî” (asm)’dir.

Bir adam (Mekkeli bir Muhacir sahabi) Ensar’dan bir kadınla evlenmek istedi. Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz ona şöyle dedi:

“Onu gör. Çünkü Ensar’ın gözlerinde bir şey (küçüklük ya da çakırlık) vardır.”(8)

 Ayrıca bir başka hadîste şöyle buyurulmuştur:

“Biriniz bir kadına tâlip olur da onun hoşuna gidecek ve kendini ona çekecek taraflarına bakma imkânı bulursa baksın.”(9)

Bu konuda “…evlenme gâyesiyle bakmış olduktan sonra, ona bakmasında günah yoktur.”(10) buyurulur.

“Peki, bakmaktaki ölçü nedir ve bakılmasına izin verilen yerler neresidir?” diye aklınıza gelmiş olabilir. O sınır da belirlenmiştir. Kadın erkeğe daha dikkatli bakıp inceleyebilir. Erkek de kadının yüzü ve eline bakabilir. Ulema-i İslâm’a göre yüz güzelliği “ahlâk güzelliği”ni, el güzelliği de “beden güzelliği”ni gösterir. Bazı âlimlere göre ayaklarında açık olması ve oraya da bakılmasında sakınca yoktur. Bakma konusunda bu kadar izah yeterlidir sanırım.

İlk görüşme 10-15 dakika civarında olabilir. İlk görüşme heyecanının da olduğu düşünülürse, bu süre 20-30 dakikayı geçmeyecek şekilde ayarlanmalıdır. Daha sonra birkaç gün geçsin. O süre zarfında da değerlendirmeler yapılmalıdır.

Etkileşim oldu ise, iki tarafta müsbet (olumlu) değerlendirdi ise, o zaman iş “istihare namazı”na kalır. İstihare namazının kılınışına ilmihallerden bakarak “istihare”ye yatılmalıdır.(11)

İstihareden sonra işler yolunda giderse “söz” ve “nişan” aşamasına geçilebilir. Bunlar örf ve âdettendir. Dinen bir sakıncası yoktur.

Burada bir parantez açalım ki; söz ve nişan akit değildir. Sözlü ve nişanlı olan kimseler, birbirlerine o süre zarfında hâlen nâmahrem durumdadır. Çünkü nikâh akdi ortada yoktur. Nikâh olmadan o süre zarfında evliymiş gibi tavır ve davranışlar, İslâm’a aykırıdır. Bu durumda bulunmaktan şiddetle kaçınalım, o durumda bulunanlara da izin vermeyelim.

İslâmiyet, “tanışma-görüşme” sürecinde bir “gün sınırlandırması” koymamıştır. Ama günümüz şartlarında tavsiye edileni “90 gün” civarıdır. Birbirini tanıma süresi bu miktarı aşmamalıdır. Unutmamak gerektir ki; “Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir.”(12) İfrat, aşırı ileri ve çok fazla; tefrit ise aşırı geri ve çok az anlamlarına gelir. 3 aylık süre zarfında “mahremiyet” gözetilerek görüşmeler yapılmalıdır. Bir yandan karşınızdaki kişiyi tanırken, bir yandan da onun çevresini tanıyın. Çevresindeki kişilerin anlatımlarına bakın. Bilinmesi gerekir ki, “Herkesin, yağmur yağdığında dökülecek boyaları vardır.”

Evlilik görüşmelerinde en önemli hususlardan bir de asla tek kalınmaması gerektiğidir. Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz’in buyurduğu gibi;

“Sakın bir erkek, yanında mahremi olmadıkça, yabancı bir kadınla yalnız kalmasın.”(13)

Bir başka hadis-i şerifte ise, bir kadın ile bir erkeğin yalnız kalması durumunda üçüncülerinin “şeytan” olduğu ifade buyurulur.(14)

2. Evlenirken Doğru Eş Adayını Bulduğumuzu Nasıl Anlayabiliriz?

Öncelikle halk tabiriyle, “beklentiniz full olmayacak.” Yani her yönüyle mükemmellik istenilmeyecek. Çünkü, “İnsan hatadan hâlî olamaz.”(15) Ve insan “kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil”(16)dir. İnsanoğlunda kusur etmek, unutmak ve hata yapmak vardır. Onun için “mükemmel ve kusursuz” kavramlarını evlilikte karşı tarafta aramaya çalışmayın. Yoksa evlendikten sonra umduğunuzu bulamadığınız için üzülürsünüz.

Daha sonrasında evliliğinizin sizin için bir “imtihan” olduğunu unutmayın. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Hakîm’de;

 “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”(17)

buyuruyor. Buradaki “elbise” veya “örtü”yü bazı mealler şöyle izah etmiştir;

“Onlar sizin iyiliğiniz için bir elbise, vazgeçilmez birlikteliğinizin, sizi koruyan, sırlarınızı saklayan ortağı, rahat ve huzur kaynağıdırlar.”(18)

“Onlar, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise gibisiniz.”(19)

“Onlar sizin için (günahlardan koruyan) bir elbise, siz de onlar için bir elbise (gibi)siniz.” (20)

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere “elbise / örtü “; “günahlardan korumak”, “sırları saklamak”, “fenalığa karşı bir koruyucu” niteliğindedir. Anlamamız gereken şu ki, evlilik bu hâsiyetleri câmi olan bir müessesidir, öyle basit bir şey değildir.

“İmtihan sırrı” gereği, yukarıda saydıklarımızı unutmamalıyız. Ona göre davranmalı ve birbirine tam uygun -Kur’ân’ın tabiriyle- “elbise / örtü” olacağı kanaatine vardığınız kimse “doğru eş adayı”dır.

“Sen nasıl olursan, eşin de öyle biri olur.” Bunu unutma. Nitekim Kur’ân-ı Azîmüşşan’da şöyle geçer;

“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara layıktırlar. Temiz kadınlar temiz erkeklere; temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktırlar.”(21)

 Yani buradan anlamamız gerektir ki, bizim durumumuz ve davranışlarımıza göre Cenâb-ı Hak, bize en hayırlı nasibi takdir edecektir. “Kadere iman eden, gamlardan kurtulur.”(22) kaidesince biz kadere iman etmeliyiz. Ama bunun yanında Cenâb-ı Hakk’ın bize cüz’-i iradeyi verdiğini de unutmamalıyız. (Kader ve cüz’i irade hakkında bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Altıncı Söz / Kader Risalesi) Bize düşen, yapmamız gerekenleri yaptıktan sonra tevekkül etmektir.

Evlilikten önce yapılan edebiyatın %90’ı palavradır. Evlilik öncesi edebiyata kanmayın da yapmayın da. İmkânsız ve çok büyük hayaller kurmayın. Çünkü sonucu büyük hayal kırıklığıdır. Onun için, gerçekçi olun. Hayallere çok dalmayın. Ardından elem ve üzüntü verici olaylar olmasın istiyor iseniz, başlangıcınızı ve temelinizi sağlam atın. “Laf ile peynir gemisi yürümediği” gibi, “Aşk edebiyatı ile de evlilik yürümez!”

Evlilik, bilinmeyen bir meçhuldür; bu meçhulün izinde malum olmaz. Yani istediğiniz kadar evlilik hakkında kitap, yazı, makale ve benzeri okuyun; evlenmeden asla bunu hakkıyla anlayamazsınız.

Evlilik bir cihaddır; risklidir. Riski olduğu için zaten cihaddır. Onun için yaralanmaya ve sıkıntıya sabredebilmek gerekir. Evleneceğiniz eşte bu vasıfları arayın. “Bu, evlilik riskini göze alabilecek biri midir?” diye düşünün. Eğer alabilecek biri ise, demek ki “doğru eş adayı”dır.

Doğru eşi seçip seçmediğinizi anlayabilmek için, tecrübeli evli kimselerden danışmanlık isteyin. Mutlaka istişare edin. Müşavere etmeden, asla iş yapmayın. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’da istişare şöyle geçer;

 “Onların işleri de kendi aralarında istişare iledir.”(23)

Hazreti Resûl-i Kibriya Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz de

“İstişare eden mahrum kalmaz. İstişare eden pişman olmaz.”(24)

Mutlaka her iki taraf da istişareler yapmalı ve elde edilen bilgiler kulak ardı edilmemelidir.

Doğru eş seçimi yapmak isteyen kişiler, öncelikle kendilerinin doğru eş adayı olup olmadıklarına bakmalıdırlar. Eksikliklerini tamamlamalı, gediklerini kapatmalı, yanlışlarını düzeltmelidir.

Evlilik aşamasında bulunanlar hakkında bir başka tespiti belirtmek istiyorum; “Namuslu bir erkek ya da kız çok çabuk aldanır. Çünkü herkesi kendi gibi zanneder. Hile yapmasını bilmez.” Aldanmamak için iyice araştırma yapılmalıdır.

Evlilik çağına gelmiş kişi için eş bulma noktasında, anneden ziyade teyze veya abla daha idealdir.

Fizikî yapılar beğenilmeli ve güzellik beklentisi karşılanmalıdır. Kadın ve erkek birbirlerini %100 beğenmelidirler. Birbirini beğenmeyen çiftlerin evliliklerinde illaki sıkıntılar vuku bulacaktır. “Doğru eş” seçiminde buna dikkat etmek gerekir.

“Aradığım kişi bu!..” diyebilmeli her iki taraf da. Ve zevkler de uyuşmalıdır. Bu mühimdir.

3. İslâm’a Göre Nişan ve Nişanlının Sorumlulukları Nelerdir?

Öncelikle üstteki paragraflarda dediğimiz gibi nişan, nikâh gibi akit değildir; bağlayıcılığı yoktur. Ama Rasûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz zamanında da örnekleri bulunan bir uygulamadır. Yani evlenmeden önce bir söz verme şeklinde olmuştur.

Takılan yüzüğün dinen bir hükmü yoktur. Nişan yüzüğünün niteliği; yüzük takılan kızı bir başkasının istememesi içindir.

İslâm dininde nikâhtan önce hiçbir şey beraberlik izni vermez.

Mahremiyet durumu olarak; nişandan önce ve sonra arasında hiçbir fark yoktur. Dışarıdaki birbirini tanımayan iki karşı cinsteki kişi nasıl birbirlerine nâmahrem iseler; nişanlı çiftler de aynı şekilde birbirlerini nâmahremdirler.

Erkek veya kız tarafından biri nişandan vazgeçebilir. Bunda herhangi bir vebal yoktur. Hiçbir hak durumu da olmaz.

Nişan atılırsa; götürülen eşya, altın, para ve benzeri hediyeler geri istenilebilir. Bunda bir beis, yani aykırı / yanlış bir durum yoktur.

Nişanlılık, birbirini tanıma sürecidir; bundan öte bir şey değildir.

Nişan için aşırı yatırım yapmak israftır, gösteriştir.

Nişanlılar, evliliğin “yürek feda etme işi” olduğunu unutmamalıdırlar. Önemli olan birbirlerinin yüreklerine sığabilmektir.

Nişanın en doğru şekli; iki tarafın yakın akrabaları arasında sade bir yüzük takılma töreni şeklinde yapılmasıdır. Maksat, daha sonra taraflardan biri nişanı atarsa zor durumda kalmamalıdır.

Halk arasında yaygın olarak yapılan bir yanlış uygulama ise şudur:

Nişanlı çiftin rahat rahat gezebilmeleri için imam nikâhı (veya dinî nikâh) kıydırmalarıdır. Nikâh akittir ve eğer bu dönemde vazgeçseler boşanmaları gerekir. Çünkü nikâh kıymışlardı. (Bu arada İslâm dininde nikâh tektir; şahitler huzurunda kıyılır. Dinî / imam ve resmî nikâh diye bir ayrım yoktur.) Asla böyle uygulamalar yapmayınız. Nikâhın bir ciddiyetinin olduğunu unutmayınız.

Nişan süresinin maksimum 3 ayı geçmemesi en idealidir. 90 günlük bir süre nişan için yeterlidir. Çünkü tanışma süresinin bir miktar demlenmesi gerekir.

Aileler, birbirlerini araştırmalıdırlar.

Asla halvet durumuna maruz kalınmamalıdır. Yani bir alanda kız ile erkek tek başlarına kalmamalıdırlar.

Telefon ile mesafeli bir şekilde konuşulabilir. Mesafeli bir şekilde de mesajlaşma olabilir.

Taraflar tatmin olurlarsa, evlenmekte bir sıkıntı çıkmaz inşallah.

4. Mutluluğun Esaslarından: Nikâh

Evlilik, ebedî cennet yoludur. Bu yolun ilk giriş kapısı ise nikâhtır. Asrımızın Büyük İslâm Âlimi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “nikâh” hakkında şöyle demektedir:

“Saadetin esaslarından ‘nikâh’ ise: Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar. Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın. Kalplerin en latîfi, en şefiki; ‘kısm-ı sânî’ ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin arızalardan hâlî olmasıdır.”(25)

Mutluluğun esaslarından biri olan “nikâh” ele alınıyor. Ve ardından güzel tespitler yapılıyor. İnsanın en fazla ihtiyacını karşılayan, kalbine karşılık verecek bir kalbin var olmasıdır. Bu şekilde her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini, kuvvetli arzularını karşılıklı olarak değiş tokuş yapsınlar. Ve lezzetlerde, zevklerde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de birbirlerine yardımcı olsunlar. Daha sonra ise bir misal verilir. Bir işte hayrette kalmış, şaşırmış bir kişi veya bir şeye dalarak tefekkür eden, düşünen adam zihnen de olsa ister ki birisi gelsin. O gelen kişi kendisiyle o hayreti ve o tefekkürü paylaşsın. Daha sonra ise “kadın kalbi” ile ilgili mükemmel bir tarif yapılır ve der ki: Kalplerin en yumuşağı-mülayimi, en şefkatlisi “kısm-ı sânî / ikinci kısım” ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhsal uyuşma ve kaynaşmayı tamamlayan, kalbe ait tanışıklık, sûrete ait ve dış görünüşle ilgili olan arkadaşlığı samimileştiren; kadının iffetiyle, kötü ahlâktan temiz ve saf / katıksız bulunması ve çirkin arızalardan uzak durmasıdır.

5. Kim Hayal Ettiği Gibi Bir Evlilik Yapabilmiş?!.

Evlilik, uzun soluklu bir koşudur. Ebedî refika-i hayat (hayat arkadaşı) bulma işidir.

Evlilik, imtihandır. Sıkıntı da hastalık da problem de olacaktır.

Evlilik kısa süren değil, uzun süren; 24 saatlik büyük bir imtihan sürecidir.

6. Evlilik Vakti Ne Zaman Gelmiş Olur; Bunu Nasıl Anlarız?

Hayat arkadaşlığı öyle kolay değildir. Hayat şartları zordur. Evlilik oruç gibi değildir ki; iftar olduğunda bitsin. 24 saat süren bir hayattır. Hatta hayatın tâ kendisidir.

Evliliğin ne zaman geldiğini anne-babalar hissetmelidirler; gözlem yapmalıdırlar. Hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

“Üç şeyi geciktirmeyin. Vakti gelince namazı, hazır olunca cenazeyi ve denk birini bulunca evlendirmeyi.”(26)

Hadisten de anlaşılacağı üzere “geciktirilmemesi” gerekir evliliğin. Ve zamanı da “denk birini bulunca”dır. Tabi şartlar haiz, yani uygun bir halde ise.

Kadının da erkeğin de şehvânî ve nefsânî ihtiyaçları vardır. Evlilik onun için yemek, içmek, uyumak gibi bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın tatmin olmaması durumunda kişiler sıkıntıya girerler.

Evlilik vaktinin geldiğini anlamada ailelerin ve çevrelerinin iyice teşhis etmeleri gerekir.

7. Neden Evlilik Konusunda Acele Edilmeli?

Aileler öncelikle fizyolojik durumuna bakıyor ve “Askerlik yapmış mı?”, “Okulu bitmiş mi?”, “İyi bir mesleği var mı?” gibi soruları başa alıyor. Ve bunları evliliğin önüne bir engel olarak koyuyorlar. Hâlbuki Rahmet Peygamberi Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz;

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!”(27)

“Kim evlenirse imanın yarısını tamamlamış olur; kalan diğer yarısı hakkında ise Allah’tan korkun!”(28)

buyurmaktalardır.

Gençlerin evlenmelerine önayak olunmalıdır; engel olunmamalı, engeller kaldırılmalıdır.

“En faziletli şefaatlerden (teşvik edilen amellerden) biri, evlilik hususunda iki kişiye aracı ve yardımcı olmaktır.”(29)

hadis-i şerifi de bu noktaya bakmaktadır.

Cuma günleri camilerin yapım, onarım ve masrafları için para toplandığı gibi; evlenmek isteyen, ama maddî imkânı olmayan gençlerin evlendirilebilmeleri için de para toplanmalıdır. Bir gencin zinaya düşmemesi için yapılan faaliyet ve çaba, bu ahir zamanda diğer birçok teferruat-ı hayriyeden daha faziletlidir.

8. Bir Nidâ-i Peygamberî (asm): Evleniniz!

Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz;

“Evleniniz! Zira ben, diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz ile iftihar edeceğim. Kimin maddî imkânı varsa, hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa, nâfile oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehvet kırıcıdır.”(30)

buyurur. Başka hadis-i şeriflerde de benzer ifadeler vardır.(31)

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de “evlenme” konusunda şöyle der;

“Evlenmeli. Bekârlık bîkârların kârıdır. Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir. Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur. İzdivac, tasfiye tezhib eder.”(32)

Bu cümlenin kısaca şerh ve izahı şöyledir;

“Evlenmeli” diye söze başlanılır. Zaten birçok hadiste de bu şekilde tavsiye geçmektedir.

“Bekârlık bîkârların kârıdır.” cümlesinden kastedilen, “Bekârlık, geçimini temin edemeyen, yani kârı olmayanların kârıdır, işidir.”

“Bâkire, iki sülüs kadın, bir sülüs erkektir.” cümlesinden kastedilen; bekâr hanımın fıtratının üçte ikisi kadındır. Geri kalan üçte biri ise erkektir, yani erkek gibidir.

“Bekâr, iki sülüs erkek, bir sülüs çocuktur.” cümlesinden kastedilen; bekâr bir erkeğin fıtratının üçte ikisi erkektir. Kalan üçte biri ise çocuktur, yani çocuk gibidir.

“İzdivac, tasfiye tezhib eder.” cümlesinden kastedilen ise; evlilik her iki boşluğu dolduran ve tamamlayan tek yoldur. Kadın, anne olmak ve mesuliyet yüklenmekle tam bir hanım gibi fıtrat kazanır. Erkek ise evlilik sayesinde kişiliğini tam oturtur, çocuksu hallerden kurtulur.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Yirmi Dördüncü Lem’a olan Tesettür Risalesi eserinde “evlilik” ve “nikâh” konusuna temas eden birçok yer vardır. İnşallah ileriki zamanlarda bu konu müstakil olarak ele alınır. Evli kadın için Bediüzzaman Hazretleri, “müdür-i dâhilî” yani iç işleri bakanı / müdürü ve “muhafaza memuru” yani koruma memuru tabirlerini kullanır.(33)

Rahmete’n-lil Alemîn Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde;

 “Kadın dört sebepten biri için nikâhlanır; malı, nesebi, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı seç ki hayır ve bereket göresin!”(34)

buyurmuştur. Bu hadis-i şerife mutabık olarak Bediüzzaman Hazretleri de şöyle demiştir;

“Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır.”(35)

İleride anne olacak kişilerin hâl, tutum ve davranışlarına dikkat etmeleri önemlidir. Nitekim “İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir.”(36) Çünkü gelecek nesillerin mimarı, öğretmeni valideler, yani annelerdir.

9. Evliler ve Evlenecek Olanlara Birkaç Tavsiye

– Karşınızda bir insan olduğunu asla unutmayın.

– Eşinizin veya müstakbel eşinizi asla üzmeyin.

– Evliliğin aynı evi paylaşmaktan ziyade aynı yüreği paylaşmak olduğunu unutmayın.

– Hayatta şu üç seçimi dikkatli yapmalısınız. Bunlar; iş, eş ve dost seçimidir. Bu seçimlerde hata ederse bir kişi, hem dünyada hem de ahirette tehlikelere maruz kalır.

– Eşinizi cennet vesilesi olarak görün.

– Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz’in; “Kocası kendisinden razı olarak vefat eden kadın, cennete gider.”(37) hadîsinden hanım kardeşlerimizin birçok ders çıkarması gerekir.

– Erkekler de “Sahip olunan şeylerin en kıymetlisi; zikreden bir dil, şükreden bir kalp, kocasının imanına yardımcı olan sâliha bir eştir.”(38) hadis-i şerifi üzerinde düşünmeli, ders çıkarmalıdırlar.

“Saliha kadın”ın tarifini de Resûl-i Zîşan Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz şöyle yapmışlardır;

“Saliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını hem de namusunu muhafaza eder.”(39)

 Bu güzel tarif üzerine bize ne düşer ki?!.

10. Evlilik ve Cinsellik

Üzerinde durulması gereken konulardan birisi de “Evlilik ve Cinsellik” konusudur. “Dinî konuları öğrenmede, ayıp /utanma yoktur.” kaidesi, fıkıhta geçen bir kaidedir. Onun için bu bölümü dikkatlice okumakta fayda var.

Öncelikle çok ayrıntıya girmeyeceğiz. Konuyla ilgili ilmihallere, aile ile ilgili yazılan kitaplara ve mahremiyet bâblarına müracaat edebilirsiniz. Biz konuyu sadece yüzeysel ele alacağız.

Cinsellik denince akla sadece erkeklerin gelmesi yanlış bir durumdur. Çünkü kadında da cinsel arzu vardır. Bu konudaki yanlış algıları yıkmak gerekir.

Erkeğin de kadının da nefsî ve şehvânî istekleri vardır. Bu fıtrî bir durumdur.

Evlilik çift kanatlıdır. Bunun bir kanadında erkek, bir kanadında da kadın vardır. Onun için cinsel tatmin konusunda, her iki tarafın da ihtiyaçlarının giderilmesi gerekir.

Rabbimizin kitabında ve Resulü (asm)’nün de sünnetinde bu konular işlenmektedir. Ve ayıp değildir. Ayıp olsa idi en başta Allah’ın kitabında geçmez ve Allah Resûlü (asm) de ashabına anlatmazdı.

(Kur’ân-ı Kerîm camilere, mescidlere, dinî toplantılara ve dinî grupların toplandığı yerlere hasredilen bir kitap değildir. Ve asla da olmamalıdır. Kur’ân-ı Hakîm, hayatın her alanına inen bir kitab-ı mukaddestir. Hayat kitabıdır. Bizim her işimizi tanzim eder. Ticaretimizden, yatak odamıza ve oradan da devlet yönetimine kadar…)

Kur’ân-ı Mübîn’de; “Kadınlar sizin tarlanızdır.”(40) buyurulur. Buradan maksadın cinsî münasebet noktası olduğu herkesin malumudur. Tarlaya yapılacak ekinden maksat da açıktır. Kapalı bir şekilde ifade etmek gerekir ise; neslin devamının olacağı yerden, neslin devamı maksadıyla, şehvetinizi söndürmeye vesile olarak, ilişkiye girin denilmektedir. Ayrıntılı bilgi için ilgili âyetin tefsirine bakabilirsiniz.

Toplumda hayâ edilmesi gereken şeylerden hayâ etmeyip, öğrenmemiz gereken faydalı bilgilerden hayâ edip öğrenmemek, çekinmek; yaptığımız en büyük yanlışlardandır.

Yukarıda alıntı yaptığımız âyet-i kerîmeye, hadis-i şerifte şu kayıt düşülmüştür;

“Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun…”(41)

Diğer önemli konu ise; pek de üzeri açılmayan ama burada yazmak mecburiyetinde kaldığımız bir konudur. O konu da “ters ilişki”dir. Diğer ismi ile “anal ilişki”. Konuyla ilgili şunun bilinmesi gerekir ki; kadına arka organdan / anüsten cinsel ilişkiye girmek, ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Şayet kadın bu işe razı olursa, o da bu büyük günaha ortak olur. Eşler arası bile olsa anal ilişki, “livata” olarak adlandırılmış olup, İslâm dininde yasaklanmıştır. Konuyla ilgili hadislerde o fiili yapma halinde eşler için “lânete uğramıştır” ve “Allah, rahmet nazarıyla bakmaz.”(42) buyurulmuştur.

Yukarıda bahsi geçen hadislerde dübürden / anüsten cinsel ilişkiye girmenin haram olduğuna delil çıkmaktadır. Bu ilişkiye evli çiftler yaklaşmamalı, eğer yapmış iseler tövbe ve istiğfar etmelidirler. Evlenecek olan çiftler ise, bu konuda burada yazılanları akıllarından çıkarmamalıdırlar.

Şimdi de bir diğer konuya gelelim. Evli çiftler arasındaki “oral ilişki” mevzusuna. Ağız, cinsel ilişki için yaratılmamıştır. Başka işler için var edilmiştir. Oradan cinsel ilişkiye girmek, fıtrata aykırıdır. Hâlbuki İslâmiyet, “fıtrat dini”dir. Fıtratları bozulmamış olanlar bu tür bir ilişkiye asla girmezler.

İlişkiye hazırlık aşamasında çiftlere tavsiye; “karşısındakinin onurunu kırıcı durumda bulunmadan” bunu yapmalarıdır. Oral ilişkinin hükmü konusunda ihtilaf olsa da şu hadis-i şerif ile konuya netlik kazandırabiliriz:

 “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe etmediğini yap.”(43)

Bu bağlamda ismini zikretmeyeceğimiz, diğer ilişkiye hazırlık fiillerinin yapılması daha yerinde olur.

Cinsellik konusunda sonucu şu misalle bitirelim; perdenin amacı nasıl içeriyi göstermemek ise, mü’minin tavrı da mahremiyete riayet etmek olmalıdır.

14. Aşk ve Evlilik

Evlilik konusunda bir söylenecek birçok şey var. Şimdi ele alacağımız mevzu ise makalemizin son mevzusu olacaktır.

Unutmayın ki, evliliği ayakta tutan aşktan ziyade idare edebilme kabiliyetidir. Evi idare edebilme, eşlerin birbirini idare edebilmesi, çocukları idare edebilme, eşlerin hoşgörülü davranmaları, yeri geldiğinde alttan alabilme vesaire gibi tutum ve davranışlar evliliğin devamını sağlar.

Evler aşk ile değil, İslâmiyet ve nesli koruma ile yürür.

Tartışma olunca aşk gider, ama İslâmî şuur varsa evlilik ayakta kalır.

Evlilikler kuru kuruya aşk ile değil, iyi idare ve eşler arası saygı-sevgi ile devam eder.

Allah’ın kurduğu düzende ailede hem erkek hem de kadın sorumludur.

Aşk ile evliliğin yürümemesi demek evlilikte aşka gerek yoktur, demek değildir. Aşık olmadan asla evlenmeyin. Aşk çimentosu sizin evliliğinizde mutlaka bulunsun. Ama esas o olduğu zaman sıkıntılar çıkar. Çünkü kuru kuruya aşk bir şey ifade etmez.

“Ev hanımı” kelimesine Arapça’da “Rabbetü’l-Beyt” denir ve terbiye eden, düzenleyen, idare eden anlamlarına gelmektedir. Bu mananın da üzerinde derin bir şekilde düşünülmesi gerekmektedir.

Biraz uzun olan makalemiz elhamdullillah hitâma erdi. Niyâzımız, makaleden istifade edilmesi ve hiç olmazsa okuyan kişiye bir yol gösterebilmesidir. Amelimizde her dâim yalnızca “rıza-yı İlâhî”(44) vardır. Ve Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’in de buyurduğu gibi; “Hayırdan ne yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilmektedir.”(45) İnşallah umumî istifadeye medâr olur ve evlilik gibi derin ve mühim bir meselede, insanlara yardımcı olur.  Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimîn evlilere mutlu bir yaşam ve hayırlı evlatlar, gençlere ise evleneceği kişi ile mesut bir İslâmî yaşantı nasip eylesin. Âmîn.

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Dipnotlar:

(1) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.143.
(2) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-2, s.41.
(3) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.204.
(4) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Mâide Sûresi, 5. Âyet.
(5) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemât, s.20.
(6) bk. Buhârî, Nikâh, 3; Müslîm, Nikâh, 1.
(7) bk. Buhârî, Savm, 10.
(8) bk. Müslîm, Nikâh, 12.
(9) bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 19.
(10) bk. Müsned (Tertibü’l-Müsned), 16/154).
(11) bk. İslâm İlmihâli, Diyanet İşleri, İstihâre Namazı maddesi, s.223.
(12) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.31.
(13) bk. Buhârî, Nikâh, 111; Müslîm, Hacc, 424.
(14) bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tecrüme ve Şerhi, c.10, 17. Fasıl, Hadîs No: 3433.
(15) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s.220.
(16) bk. age., s.148.
(17) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(18) bk. Ali Tekin Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(19) bk. Ali Fikri Yavuz Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(20) bk. Hayrat Neşriyat Meâli, Bakara Sûresi, 187. Âyet.
(21) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Nur Sûresi, 26. Âyet.
(22) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.262.
(23) bk. Kur’ân-ı Kerîm,  Şûrâ Sûresi, 38. Âyet.
(24) bk. Taberânî.
(25) bk. Bediüzzaman Said Nursî, İşârât-ül İ’caz, s. 217.
(26) bk. Tirmizî, Salât, 13/171.
(27) bk. Buhârî, 3:72.
(28) bk. Heysemî, 4, 252.
(29) bk. İbn-i Mâce, Nikâh, 49.
(30) bk. İbn-i Mâce, 1/1846.
(31) bk. Abdurrezzak, el-Musannef, 6, 173; Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 7, 131.
(32) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Sünuhat Tulûat İşârât, s.116.
(33) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.240.
(34) bk. Buhârî, Nikâh, 15; Müslîm, Radâ, 53.
(35) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.238.
(36) bk. age., s.242.
(37) bk. Tirmizî, Radâ, 10; Bkz. İbn-i Mâce, Nikâh, 4.
(38) bk. Tirmizî, Tefsir, 9/9.
(39) bk. İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857.
(40) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Bakara Sûresi, 223. Âyet.
(41) bk. Müsned, 1, 268; Dârimî, Vudû, 113-114; İbn-i Mâce, Nikâh, 29.
(42) bk. Ebû Dâvûd, Nikâh, 45; Müsned, 1, 86; 2, 44; Tirmizî, Taharet, 102.
(43) bk. Buhârî, Büyü, 3; Tirmizî, Kıyâme, 60.
(44) bk. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.193.
(45) bk. Kur’ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, 127. Âyet.

 

www.NurNet.org

GENÇLİĞİN KIYMETİNİ BİLMEK!..

Öncelikle Meyve Risalesi’nin nerede yazıldığına, kaç yılında yazıldığına ve ehemmiyetine değinelim.

“Denizli Medrese-i Yusufiyesinin bir ders-i a’zamı Meyve Risalesi olduğu”(1) nu belirtiyor, Üstad Bediüzzaman. Yani bu eser Denizli’de hapishanede yazılıyor.

Ve Bediüzzaman Hz. “Meyve Risalesi” için “Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir.” demiştir. Bu eserin bir hâsiyeti de demek ki “müdafaaname” olmasıymış.

“Meyve Risalesi” için On Üçüncü Şuâ eserinde; “Meyve Risalesi çok ehemmiyetli ve kıymetlidir. Ümid ederim, bir zaman büyük fütuhat yapacak.”(3) şeklinde bir müjde verilmektedir.

Şuâlar eserinin sonundaki fihristte ise şu açıklamalar ile karşılaşmaktayız: “Bu risale (Meyve Risalesi), Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.”(4) Bu cümleye bakarak da bu eserin “iki cuma günü”nde yazıldığını anlıyoruz. Denizli Hapsinin tarihi ise 1943-1944 tarihleridir. Eserin yazılma tarihi de bu tarihlere denk geliyor.

“Meyve Risalesi” hakkında yaptığımız kısa bir girizgâhtan sonra “Beşinci Mesele”yi ele almaya başlayalım.

“Beşinci Mesele”

“Gençlik Rehberi’nde izah edildiği gibi…”

Meseleye başlanır başlanmaz başka bir risaleye atıf yapılmıştır. Atıf yapılan eser “Gençlik Rehberi”dir. Bu eser için Bediüzzaman Hz. “…on beş sene evvel gençlerin istemeleriyle Gençlik Rehberi’ni onlar için…”(5) yazdığını dile getirir.

Ele aldığımız eser olan “Meyve Risalesi” ile atıf yapılan eser olan “Gençlik Rehberi” için; her ikisi ile ilgili şu ifadeler geçmektedir Risale-i Nur’larda:

“Bu asırda İslâm ve Türk gençleri, kahramanâne davranıp iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı Risale-i Nur’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir.”(6)

“…gençlik hiç şüphe yok ki gidecek.”

Gençlik ile ilgili Risale-i Nur’da bir çok yer geçmektedir. Buraya konu ile münasebeti olan Mektubat’taki bir sorunun cevabını alabiliriz. Soruyu soran kişi (Mektubat eserinin yazılmasına, yazdığı mektuplar ile vesile olan Nur’un birinci talebesi İbrahim Hulusî Yahyagil Ağabey) duyduğu bir sözün hadîs olup olmadığını ve mânasını sormuştur. Ve bu soruya cevap aynen şöyledir:

“Hadîs olarak işitmişim. Murad da şudur ki: ‘En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olur.’ “(7)

“Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyyetinde gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.”

Burada benzetmeler yapılmıştır. Ve tam yerinde bir kıyasta bulunulmuştur. Yaz gençliğe, güz ihtiyarlığa, kış ise ölüme benzetilmiştir. Nasıl yazdan sonra güz ve kış geliyor ise; gençlikten sonra ihtiyarlık ve ölüm de elbette gelecektir. Burada cümleye kesinlik anlamı katan “kat’iyyetinde” kelimesi delil ve bürhan ile ispatlı bir şekilde anlamına gelmektedir.

“Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarf etse onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar.” 

Yani buradan da anlaşılacağı üzere gençlik “fâni” ve “geçici”dir. Yani devamlı kalmaz, gelip geçer. Kısa bir vakti vardır. O vakitte iffetle hayrata, yani Allah’ın razı olacağı şeylere doğruluk yolunda harcasa, kullansa; sonsuz bir gençlik kazanacak. Ve bunu kazanacağını da bütün semavî fermanlar, yani vahiyle gelmiş olan emirler, buyruklar, tebliğler, kitaplar, suhuflar ve ilahi kaynaklar müjde veriyorlar.

Bu meseleyle ilgili Risale-i Nur’da şu ibareler geçmektedir:

“Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mâl edebilir. Fâni ömrünü bir cihette ibka eder.”(8)

Buradan da anlaşılacağı üzere insanın beş vakit namaz kılmasına karşılık ömrünün dakikaları sevap oluyor, ibadet hükmüne geçiyor. Ve bütün ömür sermayesini de bâkileştirmiş, sonsuzlaştırmış oluyor.

“Eğer sefahete sarf etse nasıl ki bir dakika hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir.”

Ama eğer ömrünü sefahete yani zevk-eğlence vd yasak olan haram şeylerde sarf ederse; nasıl ki bir dakikada adam hiddetlenip bir adamı öldürüyor ve hapse giriyor. Aynen onun gibi de -Allah muhafaza- cehenneme cezasını çekmeye gidebilir. Diğer cümle de burayı biraz daha açıp, izah ediyor. Devam edelim.

“Öyle de gayr-ı meşrû dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mesuliyetinden ve kabir azabından ve zevalinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder.” 

Diğer cümleyi açıklamaya başlıyor. Orada nasıl bir adam bir dakika hiddete gelmesi yüzünden, milyonlar dakika hapis cezasını çekiyordu. Aynen onun gibi de Allah’ın rızasına uymayan durum ve davranışların mevcut olduğu dâiredeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, kişinin yaptığı iş ve hareketlerden dolayı âhirette hesap vermeye mecbur olmasından ve kabir azabından ve ömrünün sona ermesinden gelen eseflenmeler, kederlenmeler ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından yani dünyaya ait cezalardan başka, aynı lezzet içinde o lezzetten daha fazla ağrılar, acılar, kederler getirdiğini aklı başında olan her genç deneyim ve sınamalarının sonucu olarak tasdik edip, kabul eder.

Allah’ın razı olmayacağı fiillerin tamamına gayr-ı meşrû deniliyor. Ve bu tür sevgilere de gayr-ı meşrû muhabbet deniliyor. Gayrimeşrû muhabbet ile ilgili Bediüzzaman Hz. şöyle demektedir:

“Gayr-ı meşrû bir muhabbetin neticesi merhametsiz azab çekmektir.”(9)

Ve “Zeval-i elem, lezzet olduğu gibi zeval-i lezzet dahi elemdir.”(10)

Bu konuya misal olarak harama karşı sakınmak kişiye biraz zorluk verir ama sonrası lezzettir. Aynı şekilde günahlarda da bir lezzet var ve daha sonrasında o günahların elemi ortaya çıkıyor.

“Mesela, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok arızalar ile o cüz’î lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer.”

Bundan sonra da misal ile başa gelebilecek ârıza ve sıkıntıları belirtir, Müellif. Haram sevmekte öncelikle kıskançlık elemi vardır. Her iki tarafta da bu olur. Sonra ayrılık elemi olur. Ve en fazla kişiye elem veren durumlardan biri olan mukabele, yani karşılık görmemek elemi gibi çok noksanlıklar, eksiklikler ile o küçük lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer.

“Zehirli bir bal” tabiri çok güzel bir örnektir. Günahların tanımı bu örnek üzerinden yapıldığı gibi haram sevmekte aynı buna benzetilmiştir. Başta tat verir, ama daha sonradan karın ağrısı ortaya çıkar.

“Ve o gençliğin sû-i istimali ile gelen hastalıkla hastahanelere ve kalp ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin sû-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşrû keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.”

Burada da gençliğini suistimalde, yani kötüye kullanmada başa gelebilecekler sayılıyor. Öncelikle gençliğini kötüye kullananlarda ortaya çıkanların hastalıkları nedeniyle hastanelere gideceği belirtiliyor. Taşkınlıklara neden olanların da hapishanelere gittiği bilinen bir durumdur. Kalp ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden meydana gelen sıkıntılarla da ya meyhanelere, yani şarap ve içki içilen kötü yerlere gideceklerini ya da sefahethanelere, yani sonunu düşünmeden ahlâksız davranışların yapıldığı mâlum yerlere gittikleri de günümüzde görülmektedir mâlesef. Bunları saydıktan sonra son gidilecek yer de söylenir. Ölülerin gömüldüğü mezaristan. Bunlara inanmıyor iseniz bizzat gidin ve kendiniz tecrübe edin. Elbette çoğunlukla, gençlerin gençliğinin kötüye kullanılmasından ve taşkınlıklarından ve haram keyiflerinin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve hüzünler, gamlar, pişmanlıklar işiteceksin.

“Eğer istikamet dairesinde gitse gençlik gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat’î âyâtıyla bütün semavî kitaplar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.”

Eğer insan doğruluk yolunda ilerlerse gençlik gayet şirin ve Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu ve ihsanı ve tatlı ve kuvvetli bir Allah’ın razı olacağı iyilikleri yapma aracı olarak âhirette gayet parlak ve sonsuz bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kesin âyetleriyle Allah tarafından gönderilmiş vahiy olan bütün kitaplar, buyruklar, emirler ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.

Konuyla bağlantılı olarak Bediüzzaman Hz.nin Mesnevî-i Nuriye eserinde söyle bir tabiri geçmektedir:

“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”(11)

Şimdi de Kur’ân-ı Kerîm’de geçen gençlik ve mükâfatlarıyla ilgili âyetlerden birkaç örnek verelim.

“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.”(12)

Bu âyette verilecek mükâfatlardan bahsedilmiştir. Diğer bir âyet-i kerîmede ise;

“Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp, dolaşırlar.”(13) buyrulmuştur.

Ashab-ı Kehf’in kıssâ edildiği Kehf Sûresi’nde ise şöyle buyurulur:

“O gençler mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: ‘Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır.’ “(14)

Gençlikle ilgili diğer semavî kitaplarda da âyetler geçmektedir. Her ne kadar tahrif olunmuş olsalar da bazılarını misal olarak verelim:

“Ey delikanlı, gençliğinle sevin, bırak gençlik günlerinde yüreğin sevinç duysun!”(15)

“Genç erkeklere sağduyulu olmayı özendir.”(16)

“Genç insan yolunu nasıl temizler? Senin sözünü tutmakla.”(17)

“Kemiklerini dolduran gençlik ateşi, kendisiyle birlikte toprakta yatacak.”(18)

“Gençlik günahlarımı, isyanlarımı anımsa, sevgine göre anımsa beni, çünkü sen iyisin Ya Rabbi!”(19)

“Yiğidin elinde nasılsa oklar, öyledir gençlikte doğan çocuklar.”(20)

“Madem hakikat budur. Ve madem helal dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak o tatlı nimeti iffette, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir.”

Bu paragrafı üstteki paragraflarda gereği kadar izah ettik. Ama bu paragrafta geçen “şükür” ile ilgili birkaç noktaya değineceğiz.

Bediüzzaman Hz. şükür ile ilgili şöyle der:

“Şükrün envâı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi namazdır.”(21)

“Şükrün mikyası, kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir.”(22)

Bir başka yerde ise şükür şöyle tarif edilir:

“Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor; öyle de Kur’ân-ı Kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-ı âlemin en mühimmi şükürdür.”(23)

Şükür ile ilgili güzel bir lügât mânâsı da şudur:

 

 “(Şükür) Kalb ile dil ile sâir azâlarıyla (diğer uzuv ve organlarıyla) olur. Nimet verene muhabbet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür eden her nimeti Allah’ın razı olduğu yere sarf eder. Şükür; Allah’ın kullarından iyi amellerine mükâfat veya mücâzat (karşılık) vermesidir.”24)

Dipnotlar:

(1) Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.363.
(2) Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.190.
(3) age., s.325.
(4) age., s.647.
(5) Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.241.
(6) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.162.
(7) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.315.
(8) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.25.
(9) age., s.710.
(10) Bediüzzaman Said Nursî, s.58; Şuâlar, s.361.
(11) Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s.130.
(12) Kur’ân-ı Kerîm, Nebe’ Sûresi, 31. Âyet.
(13) Kur’ân-ı Kerîm, Vâkıa Sûresi, 17. Âyet.
(14) Kur’ân-ı Kerîm, Kehf Sûresi, 10. Âyet.
(15) İncil, Vaiz, 11.
(16) Tevrat, Titus, 2:6.
(17) Zebur, Mezmurlar, 119:9.
(18) İncil, Eyyüp:.20.
(19) Zebur, Mezmurlar, 25.
(20) Mezmurlar, 127.
(21) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.412.
(22) age., s.410.
(23) age., s.413.
(24) Lügât-ı Remzî, ilgili madde.

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

www.NurNet.org

Akıştaki İnsan-2

İçimdeki çığlık

Tarih boyunca insan üzerine sayısız yazı, makale, video yapıldığını tahmin etmek zor değildir. Bu etkinlikler neticesinde insanlar ya ileri ya geri gitmiş veya olduğu yerde saymıştır.

Tarih içerisinde tarihe damgasını vuran insanlar gelmiş ve bu insanlar eserleriyle topluma yön vermiştir. Bazı insanları istikamete bazısını da gayr-ı müstakim yollara sevk etmiştir.

Tarihin hem öznesi hem de nesnesi insandır. Bu sebeple insan her şeyden etkilenen bir varlıktır. Dünyaya gelişin gayesini aramak ve bulmak her insanın kafasındaki soru işaretidir.

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir. Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.” (Mesnevi-i Nuriye 249)

Bu arayışın farkına varanlar sorgulamaya başlar çevrelerini. Asırlar boyunca beşeriyet içerisinde ilahi ve beşeri olarak bu arayışa cevap vermek gayretinde olan kimseler çıkmıştır. İlahi yolu Enbiyalar, Resuller ve veliler, beşeri yolu da filozoflar tutmuştur.

Son döneme gelindiğinde genelde insanlık, özelde Türk-İslam medeniyeti buhran içerisine girmiştir. Yüzünü şarka dönüp geri adımlarla garba yürümek milli ve manevi değerlerden göz göre göre uzaklaşmak ve zaman itibariyle iflasın eşiğinde olup şimdi iflas etmiş olan garb kültürüne yaklaşmak kalp ve beden arasına sıkışmak ve bu sıkışmanın neticesinde manevi bir buhran tezahür etti.

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: Risale Haber 

Yazarım tüm yazıları için tıklayınız 

 

www.NurNet.Org

Nasıl Bir Gençlik Lazım ?

Nasıl Bir Gençlik Lâzım ?

Bizler, Kur’ân’da Cenâb-ı Hakk’ın “Sizler, insanlar içindeki en hayırlı ümmetsiniz!..”(1) hitabına mazhar bir gençliğiz..

Bizler, Hz. Peygamber’in (A.S.M.) “Ey Âhirzaman Gençliği!..”(2) hitabına mâsadak bir gençliğiz..

Bizler, Bediüzzaman’ın “Mazi geçmiş.. Hâl mâlum.. Bize Nesl-i Cedid lâzım!..”(3) diye betimlediği “Nesl-i Cedid” yani yeni nesiliz..

Bizler, Mehmed Âkif’in “Asım’ın Nesli diyordum ya.. Nesilmiş gerçek.. İşte çiğnetmedi namusunu.. çiğnetmeyecek..”(4) dediği “Asım’ın Nesli”yiz..

Bizler, Necip Fazıl’ın “Bir Gençlik..  Bir Gençlik ki.. ‘Kim var?..’ denildiğinde, sağına ve soluna bakmadan ‘Ben varım!..’ diyebilen bir gençlik!..”(5) diye tavsîf ettiği, “Büyük Doğu” gençliğiyiz..

Bizler, Sezai Karakoç’un “Klişeci değil özcü, lafızcı değil anlamcı”(6) olarak değindiği ve “Dönüşsüz tövbenin eri” olan “Diriliş Gençliği”yiz..

Bizler, “Doğu’nun Yedinci Oğlu”(7) , “İslâm Âlemini Yüceltecek Taha”(8) olarak vasfedilen bir gençliğiz..

Bizler, “Nur tohumlarının çiçek açacağı”(9) , “cennet-âsâ bir bahar”ın hasret ve intizarı içinde bulunan bir gençliğiz..

Bizler, “Şahlanan bir îman dâvâsının erleri”(10) olmaya namzed bir gençliğiz..

Bizler, “Mahkemelerinde ‘Hâkimiyet Allah’ındır’ sözünün asılacağını bekleyen”(11) bir gençliğiz..

Bizler, “Hizmeti devam ettiren, faal, hareketli, kibir ve gururdan müstağni(*)”(12) olan “Genç Said”ler yetiştirecek bir neslin hasretinde olan bir gençliğiz..

Bizler, “Ey Şehid oğlu Şehid!.. İsteme benden makber.. Sana ağuşunu açmış duruyor, Peygamber..”(13) hitabına mazhar ve mâsadak bir gençliğiz..

Bizler, “Hulusi’ye(14) omuz omuza verecek belki geçecek”(15) olarak Bediüzzaman tarafından tavsif ve taltif edilen “Sarıklı Genç” olmaya namzed bir gençliğiz..

Bizler, “Ey bu vatan gençleri!. Frenkleri taklide çalışmayınız!..”(16) hitabının mazharı ve muhatabı olan bir “Vatan Gençliği”yiz..

Bizler, “Vatan Sevgisi Îmandandır..”(17) nidâ-i Peygamberî’ye muhatab ve teşvikkâr sözlere ittiba eden bir “Vatan Sevdalısı” gençliğiz..

Bizler, 300 yıldan ziyade(*) mağarada kalan “mağara arkadaşları” yani “Ashab-ı Kehf”(18)in, Âhirzaman’daki temsilcileri olmaya muntazır bir gençliğiz..

Bizler, Kur’ân’da “Allah onlardan razı, onlarda Allah’tan razı”(19) hitabının hakkını vermek için çaba gösteren “razı olunmuş” bir gençliğiz..

DİPNOTLAR

(1) Kur’ân-ı Kerîm’den

(2) Kütüb-ü Sitte’den

(3) Benzer ifadeler için bkz. Tarihçe-i Hayat

(4) Mehmed Âkif, Safahat

(5) Necip Fazıl, Gençliğe Hitab

(6) Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi

(7) Sezai Karakoç, Masal Şiiri

(8) Sezai Karakoç, Taha’nın Defteri

(9) Bediüzzaman, Mektubat

(10) Zübeyir Gündüzalp, Bir Dâvâ Adamının Notları

(11) Necip Fazıl Kısakürek

(12) Zübeyir Gündüzalp, Bir Dâvâ Adamının Notları

(*) müstağni: uzak duran, çekinen..

(13) Mehmed Âkif, Safahat

(14) Bediüzzaman’ın Muazzez ve Mualla talebelerinden ve ihlas örneği, Hacı İbrahim Hulusi Yahyagil Ağabey..

(15) Bediüzzaman, Mektubat

(16) Bediüzzaman, Lem’alar

(17) Hadis-i Şerif

(*) ziyade: fazla..

(18) Kur’ân-ı Kerîm, Kehf Sûresi

(19) Kur’ân-ı Kerîm

                              Abdülkadir ÇELEBİOĞLU