Etiket arşivi: kul hakkı

Kul Hakları Nelerdir? Önemsenmediği İçin Girilen Genel Kul Hakları Hangileridir?

Unutmayalım ki Allah kendi hakkını bağışlayabilir, ama kul hakkını: Kul bağışlamadan bağışlamaz. Ve bu kul hakkı insanı o müthiş cehennemde yanmasına sebep olabilir. Bu sebepten sizinle bu ciddi hakikatlerin yüz adedini paylaşıyorum.

1- Gıybet etmek,insanları çekiştirmek.

2- Yapılan bir iyiliği başa kakmak, yardım edilen kişiyi rahatsız etmek.

3- İnsanların itibarını sarsıcı, şerefini kırıcı vaziyette bunmak.

4- İnsanlara iftira etmek, başkasını rahatsız duruma düşürmek.

5- İnsanlara kötü lagap takmak, onları götü ilan etmek.

6- Çocuklarını haram yolla kazandığıyla beslemek.

7- Başkasının din ve vicdan hürriyetini engellemek.

8- Aşırıya gitmek. İnsanları huzursuz etmek.

9- Müslüman kardeşi ile üç günden fazla dargınlık tutmak.

10-Yaş ve makam sahiplerine saygısızlık etmek.

11-Küçüklere sert ve haşin davranmak.

12- İnsanları aşağılayıp hor görmek.

13- Sert ve rahatsız edici ses tonu ile konuşmak.

14- Yalan söyleyip insanları aldatmak.

15- Düşünce ve diğer vücut rahatsızlığı olanlara hakaret etmek

16- Her hangi kimsenin kusur ve hataları ile dalga geçmek.

17- Zulme uğrayan Müslüman kardeşine yardım etmemek.

18- Emanete hıyanet edip sahibine vermemek.

19- Hasta bir yakınını ziyaret etmemek.

20- İnsanların namus ve şerefine leke sürmek.

21- Başkasının şahsi hayatını araştırıp, gizli hallerini açığa vurma.

22- Arkadaşının sırrını açıklamak.

23- Borcunu zamanında vermeyip, borç veren kişiyi sıkıntıya sokmak.

24- Herhangi kimseye istemediği sözü söylemek rahatsız etmek.

25- Birisine karşı hoşlanmadığı tavırla rahatsız etmek.

26- Otobüs ve gişelerde başkasının sırasına geçmek.

27- Halkın mallarını gerektiği gibi kullanmamak.

28- Kaçak su ve elektrik kullanmak.

29- Suyu ve elektriği ihtiyacın dışında kullanmak.

30- Yola çöp atmak, toz atmak, tükürmek.

31- Sigara içerek başkalarını rahatsız etmek.

32- İşçinin hakkını vermemek.

33- İşçilere yükümlü olmadıkları işleri yüklemek.

34- İşçiye kibirli davranmak, kusurlarına karşı acele ceza vermek.

35- İşçinin sigortasını geçe bırakmak, mesai haricinde çalıştırmak.

36- İşçinin geliş gidiş saatini önemsememek.

37- İş ve vazifeyi bir emanet olarak kabul etmemek, hıyanet etmek.

38- Şahsı duygularından, öfkesini kontrol etmemek.

39- Toplu taşıma araçlarında insanları rahatsız etmek.

40- Araçtayken kasten yaya yürüyene çamur sıçratmak.

41- korna sesi ile çevreyi rahatsız etmek.

42- Trafikte hatalı sollama yapmak, şartlara ters davranmak.

43- Sen arabanla dururken, arabasıyla olan başkasını sıkıştırmak.

44- Trafikte bir kimsenin öncelik hakkı iken önüne geçmek.

45- Başkalarını rahatsız edecek şekilde müzik dinlemek.

46- Gürültü ve yüksek sesle komşuya rahatsızlık vermek.

47- Söz verdiği halde sözünde durmamak.

48- İzinsiz başkasının (Kitap, CD, DVD) lerini kopyalayıp satmak.

49- İnternetten muzik, film, kitap program vb. indirmek.

50- Nazar gücü varsa insanlara dikkatli şekilde bakmak.

51- Öğrenciyi veya ders verdiği kimseleri rahatsız etmek.

52- Öğrencisinin hakkını yemek, hak ettiği notu vermemek.

53- Akraba ve emri altında olanlara doğru din bilgisi vermemek.

54- İnsanların ibadetlerine mani olmak.

55- Kişilerin veya şirketlerin özel hallerini araştırmak.

56- Teknolojiden faydalanıp bilgisayarlarını veya telefonlarını takibe almak.

57- Bid’at çıkarıp veya mevcut bid’atları savunup dindarı bozmaya çalışmak.

58- Açıktan oruç yemek veya başka hallerle kötü örnek olmak.

59- Kürtaj yaptırmak, doğacak çocuğun hayati hakkını elinden almak.

60- Bir kimsenin canına kast etmek.

61- Borcunu zamanında ödemeyip kişiyi sıkıntıya sokmak.

62- Fakirlere ve yetimlere iyi davranmamak.

63- Yemek kokusu ile komşuya eziyet etmek.

64- Müslüman’ın yüzüne haksız yere sert bakıp rahatsız etmek.

65- Haksız olarak bir kimsenin moralini bozmak,kalbini kırmak.

66- Her hangi kimsenin namus ve şerefine leke sürücü laf atmak.

67- İnsanların soy sop, millet ve âile geçmişlerine dil uzatmak.

68- Gıpta ve hasede sebep olabilecek sebep oluşturmak.

69- Bir kimsenin izin ve rızası olmadan, ona ait bir şeyi kullanmak,yemek vs.

70- Haram söz söylemek,haram yemek, haram bakışa yeltenmek vs.

71- Hak edilmeyen şüpheli durumlardan kaçınmamak.

72- Yasak olduğu halde dışarıdan yardım alıp sınav ve mülakatları kazanmak.

73- Bir kimsenin izni dışında İnternetine bağlanmak.

74- karşısındakini rahatsız edecek parfüm/koku sıkmak.

75- Yapılan bir iyilik karşısında teşekkür etmemek.

76- Çevreyi kirletmek sağa sola rastgele çöp atmak.

77- Fabrika bacalarından çıkan zehirli gaz ve dumanlarla insanları rahatsız etmek.

78- Mescide/camiye kirli elbise ve çoraplarla girmek.

79- Apartman dairesinde ve site içlerinde uyulması gerekene uymamak.

80- Soysal iletişim ağları ile insanlara saldırıp hakaret etmek.

81- İntagram,Twiter ve facebook gibi sitelerden yemek ve gezi görüntüleri paylaşmak, ona ulaşamayacak kimselerin haklarına girmek.

82- Müsliman kimsenin helaline kem gözle bakmak.

83- Soğan sarımsak gibi yiyecekler yiyip insanları rahatsız etmek.

84- Halka açık yerlerde, piknik ve mesire yerlerinde insanları rahatsız etmek.

85- Yalan ve çarpıtma haberler yapmak, insanları aldatmak.

86- Gazete ve televizyon görüntüleri ile, yani medya üzerinden, insanların maneviyatına haklarına saldırmak.

87- Başkalarının zamanlarını boş yerde, faydasız şeylerde harcamak.

88- Kendisi için istemediği kötülüğü başkası için istemek.

89- Rüşvet almak veya vermek, Devletin veya insanların haklarına girmek.

90- Kusurlu malı satmak, kullanım tarihi geçtiğini bilerek satmak.

91- İnsanın yemediği ve yiyemeyeceği maddeleri ürünlere bilerek katmak.

92- Ticarette dolandırıcılık ve karaborsacılık yapmak.

93- Ölçüde veya fiyatlarda oynayarak, hilekarlıkla müşteriyi kandırmak.

94- Açıklanmasına imkan varken, başkasını mağdur etmek için susmak.

95- Balkonda halı gibi şeyleri silkeleyip alt kattakileri rahatsız etmek.

96- Otobüs market vb. yerlerde hal, tavır ve sözlerle halkı rahatsız etmek.

97- Çocuklar arasında bir şey paylaştırırken ayrım yapmak.

98- Miras paylaşımında haksızlık yapmak, adaletsiz dağıtım yapmak.

99- Terör ve anarşi çıkararak insanların huzurunu kaçırıp canını ve malını tehlikeye sokmak.

100- Çocuklarının terbiyesini gerektiği gibi vermeme

Derleyen: Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.Org

Cemaat fobisi oluşmasına sebep olundu!

İki gündür yazdıklarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bunlar bütün hüsnü niyetimize rağmen bizde oluşan kanaatlerdir.

DAVA ADINA KUL HAKKINA GİRİLDİ

Resmi devairde yetki alan her hizmet erinin cemaatten olmayanlara karşı dışlayıcı davranması ve nasıl olursa olsun, yetkisindeki görevi kendi mensuplarına vermesi, intihaller, imtihanlarda akla hayale gelmedik yolsuzlukların yapılması gibi konularda o kadar çok şeyler söylendi, o kadar örnekler anlatıldı ki, aklı başında kimse artık bu söylentilerden şüphe duymaz hale geldi. Oysa Efendimiz buyurur ki, ‘Kim bizim işimize daha layık birisi varken, sırf yakınlığına bakarak layık olmayanı alırsa kıyamet günü onun hasmı bizzat ben olacağım’. Kuvvetle muhtemeldir ki, hizmet eri olma başlı başına bir liyakat sebebi olarak görüldü.

Kul hakkı sadece insanın elindeki malını çalmak değildir ve kul hakkı gayretullaha dokunur, sanıyorum dokundu.

Bütün olup bitenlerin karşısında cemaatin; ‘bunlar yalan, ispatlasınlar bakalım, polis yolsuzluklara müdahale etmişse bunun bizimle ne ilgisi var, hiç birini tanımıyoruz’ gibi beyanları insanların zekâlarıyla alay etme derecesine vardırılan bir başka takıyye örneği oldu.

AFFEDİLMEZ POLİTİK HATALAR YAPILDI

Yolsuzlukların üzerine gitmede samimi olunsaydı bu konuda otoriteye destek olunurdu ve yapılanlar hakka hizmet olmuş olurdu. Ama bunda iyi niyetli olduklarına kimseyi inandıramadılar.

İran konusunda durup dururken garip iddialar ortaya atıldı. Mut’adan, humustan ve birilerinin İrancı olmasından yerli yersiz söz edilir oldu. Kendileri bile buna inanmaya başladılar. Sonunda bu reflekslerin İsrail politikalarına mümaşat dışında hiçbir mukni gerekçesinin olmadığı kanaati yerleşti. Cemaatin inandırıcılığı yara aldı.

Ortada durarak Allah için düşünen birisi, özellikle Erdoğan’a ve Davutoğlu’na, yapılan düşmanlığın, buyurun, devletin hepsi sizin olsun dememeleri, ya da özellikle İsrail’e karşı dik durmaları dışında bir gerekçesini bulabilir mi? Başbakan’ın sarf ettiği ağır sözler sebep görülüyorsa, bunların ihanete uğradığı ve sırtından hançerlendiği kanaatine varmasından sonra olduğunu hatırlamak gerekir. ‘Allah açık açık kötü sözler söylenmesinden hoşlanmaz, ama zulme uğrayanlar bundan müstesnadır’.

Ve şaka zannettiğimiz halde gelindi, seçimlerde sahip olduklarını bildiğimiz değerlere düşman olanlarla birlik olundu ve ikna toplantılarında, bakın biz desteklemeye başladıktan sonra nasıl Sarıgül’ün yüzüne nur geldi, demeye varacak ironiler yaşandı. Buna siyasi bir manevra olarak bir cevaz bulabilirsiniz, ama bunun böyle takdisi, maneviyatı ve her şeyde hikmet aramayı merkeze almış bir topluluğun muti ve sıradan fertlerinde bir akide sapması oluşturacağını da hesaba katmak gerekir. Allah, ‘Zalimlere en küçük bir meyil göstermeyin, yoksa sizi ateş çarpar da sonra bir dost ve yardımcı da bulamazsınız’ buyurur.

CEMAATTEN OLMAYANLARA KORKU SALINDI

İslam ahlakıyla da hiç bağdaştırılamayacak dinlemeler, kasetler alüfte şantajları herkeste bir korku oluşturdu.

Mesela, herkesin aleyhine konuştuğu halde kimsenin bir şey demediği, ama cemaatin, onun medyasının, liderinin, diyaloğun aleyhine konuşmaya başlayınca cübbesiyle maruf bir efendinin başına gelenler, ilgili herkeste; cemaate karşı olanlar uydurma sebeplerle de olsa cezalandırılır, hatta şerefi ve haysiyeti bile çiğnenebilir, mahremine girilebilir endişesi uyandırdı. Özellikle cemaatten olmayan inanan kesimde bir cemaat fobisi oluştu. Çokları bunu dillendirmekten bile çekinir oldular. Sonra bu efendi meseleyi anlayınca ‘Hoca Efendi’yi çok severim’ edebiyatı yapınca ancak çıkabildi.

SONUÇ HAYIRLI DA OLABİLİR

İsabet etmiyor olsak bile neticede işte bunlar konuşulmaya başlandı. Muhtemeldir ki, bütün taraflar kendilerine yeniden çeki düzen verme fırsatı bulurlar.

Madem ki, hükümete karşı en büyük adavet sebebi yolsuzluklar ve haksızlıklar olarak gösteriliyor, öyle olmasa bile bu konularda siyasilerin de artık çok daha dikkatli olmaları gereği anlaşıldı. Kur’an-ı Kerim’le alay edecek, kendisine lütfedilen bakanlık elinden alınınca çekip gidecek kadar davaya ters ve bencil insanlara başka mülahazalarla milletvekilliği ve bakanlık bahşetmenin yanlış olduğu ortaya çıktı.

Hulasa yanlışlardan ders almak ve olandaki hayrı da görmek işin güzel tarafı oldu.

Prof. Dr. Faruk Beşer

Şam’ın büyük velisi Bilal bin Saad’dan önemli örnekler!

Hicri 130’da Şam’da vefat eden Tabiin’in ileri gelen ilim ve tasavvuf büyüğü Bilâl bin Saad’dan bazı önemli örnekleri takdim etmek istiyorum bugün sizlere.

Çünkü Bilal’in babası Saad sahabedendi. Efendimiz (sas) Hazretleri baba Saad’ın başını okşamış, dua etmişti. Bu yüzden oğul Bilal’in davranışları değer kazanmış, ‘Şam’ın Hasan Basri’si‘ unvanına dahi layık görülmüştü.

Bu sebeple önce, büyük velinin dost tarifine bir göz atalım isterseniz. Bakalım onun dost anlayışı bizim de dikkatimizi çekecek farklılıkta mı bir görelim. Şöyle tarif ediyordu gerçek dostu:

– Her karşılaştığında avucuna bir altın koyan gerçek dost değildir. Gerçek dost, her karşılaştığında senin dindarlığını bir kat daha yükselten dosttur!.

Evet, gerçek dostu böyle tarif ediyor ve gerekçesini açıklarken de şöyle diyordu:

– Dünyada avucuna konan altın, ahirette geçer akçe değildir. Ama dostunun sana kazandırdığı dindarlık ahirette geçer akçedir. Orada seni kurtaracak olan dindarlığındır. Öyle ise diyordu, dindarlığınızı kuvvetlendiren dostlar edinin, faydaları ahirete kadar uzanan dostları geriye bırakmayıp öne alın, onlarla dindarlığınızı kuvvetlendirmeyi sürdürün!.

Ne dersiniz büyük velinin bu gerçek dost tarifine? Bizim de dindarlığımızı kuvvetlendiren dostları öne almamız gerekir mi? Bu konudaki hassasiyetimiz zayıf değil mi?

Küçük günahlara nasıl bakılmalı?

Günahları büyük-küçük diye ikiye ayıran bir zat, küçük günahları mühimsemeyip basite almış, küçükler önemli değil, demek istemişti.

Şam’ın Hasan Basri’si basit görülen küçük günahlara bakışını şöyle ifade etti:

– Sen günahın küçüklüğüne bakma, günah kendisine karşı işlenen Zât’ın büyüklüğünü düşün! O zaman küçük gördüğün günahlar da gözünde büyür, işlemeye cesaret edemez hale gelirsin..

Demek, bazı günahların küçüklüğüne değil, günah kendisine karşı işlenen Zât’ın büyüklüğüne bakılmalı, ona göre o günahı düşünmeli.. Gizli kalan günahların ilan edilmemesi konusunda da ikazları vardı. Şöyle diyordu:

– Sakın günahları ilân etmeyin. Zira ifşâ edilmeyen günahlar, her zaman tövbe edilerek affedilmeye aday günahlardır. Ama onu ilân ederseniz, artık dönüş yolunu kapamış olursunuz. Allah bildikten sonra kuldan niye saklayayım, diyerek günah şahidinizi çoğaltmayın sakın! Çünkü siz tövbe edersiniz Allah tövbenizi bilir affeder, kullar tövbenizi bilmez, size günahkâr diye bakmaya devam ederler.

En büyük hak, kul hakkı!..

Çevresine hep, ‘En büyük hak kul hakkı‘ diyor, bu konuda maruz kaldığı bir kul hakkı örneğini de şöyle veriyordu:

İstanbul’un fethi için yola çıkan ilk cihat ordusunun içinde oğlu da vardı. Dönüşte ise oğlunun şehit olduğu haberi geldi. Taziye için her taraftan akın edip gelenler oldu. Kendisinde ise teessür işareti görülmüyor, ‘Şükürler olsun, ahirete biz de bir şefaatçi göndermiş olduk.‘ diye söyleniyordu. Taziye için gelenlerin içinde bir kişinin ayrı bir isteği vardı. Şöyle diyordu:

– Oğlunuzun bana borcu vardı, onu istemek için gelmiştim.

Hiç tanımadığı bu adama sordu:

– Şahidin var mı oğlumun sana borcu olduğu konusunda?

– Hayır, dedi meçhul adam.

– Senedin var mı? Ona da hayır, diye karşılık verdi.

– Peki yemin eder misin? deyince, evet ederim, diye cevap verdi.

Bunun üzerine meçhul adama istediği parayı hemen verirken konuyu şöyle bağladı:

Eğer doğru söylemişsen istediğin parayı verip oğlumu kul hakkından kurtardım, şükürler olsun. Şayet yalan söylemişsen, şunu iyi bil ki, senin Allah huzuruna kul hakkıyla gitmene gönlüm razı olmaz. Aldığın bu parayı şimdiden tümüyle helâl ediyorum. Çünkü ahirete kul hakkıyla gitmek başka haklara benzemez! Kul hakkını Rabb’im şehitlerden bile kaldırmaz. Tek çaresi hak sahibiyle helalleşmektir. Yoksa mirasçısına ödeme yapmaktır. O da yoksa bir yoksula hibe etmektir!.

Ne dersiniz, bu tarif ve tespitlerden bizlere de uyarılar var mı?

Ahmed Şahin / Zaman Gazetesi

Kul hakkına saygı kurallardan geçiyor

Çiğnediğimiz sakızı yere atmakla kul hakkına girer miyiz? Önceki hafta ‘Kırmızı ışıkta geçmek caiz değil.’ açıklaması buna benzer birçok soruyu da akla getirdi. İslam Hukuku profesörü Yunus Vehbi Yavuz, “İnsan, aile içinde ve sosyal çevredeki davranışlarının dinle alakasının farkında değil.” diyor. Yavuz’a göre, elma kabuğunu yerde, elbiselerin gelişigüzel ortada bırakmak hanımların hakkına girmek demek.

Sosyal hayat içinde, evlerimizde, sokakta, iş hayatında, alışveriş merkezlerinde farkında olmadan yaptığımız hatalar var. “Gülersem abdestim bozulur mu?” diye hassasiyet gösteren insanımız kırmızı ışıkta geçmenin günah olup olmadığına pek dikkat etmiyor veya hastanede-postanede-bankada sıra beklemeyip tanıdık sayesinde öne geçmenin kul hakkı olacağını, çöp atmanın, yüksek sesle televizyon izlemenin dindarlıkla bağdaşıp bağdaşmadığını.

İslam hukukukçusu Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, sosyal hayat kurallarının dindarlıkla ilişkisi üzerine bilhassa durulması gerektiğini düşünüyor. Bu konuları ilahiyatçıların ve Diyanet mensuplarının sürekli gündemde tutması ve vurgulaması gerektiğini söylüyor. Yavuz; “Müslüman kardeşlerimiz mekruhlara dikkat etmeye özen gösteriyorlar. Ama günlük hayatta, aile içinde ve sosyal çevrede önemli işler vardır ki bunların dinimizle doğrudan alakası olduğunun farkında bile değiller.” diyor.

Yavuz’a göre ihlal edilen detaylar hadislerle izah edilecek, dinî bilgilere dayandırılacak önemli meseleler. Çünkü sosyal hayattaki kurallar ve ilişkilerin dayanak noktası Allah hakkı, kul hakkı. Yavuz hocaya göre, her iki haktan dolayı Allah katında sorumlu olacağını düşünmek ve ona göre oturup kalkmak, gezip dolaşmak, insanlarla münasebet kurmak gerekiyor. İnsan, bütün bu davranışları İslam’ın genel prensiplerine ve ahlak ilkelerine uyduğu takdirde ancak daha çok takva sahibi olur. Yavuz, “Bütün vatandaşların bu gibi meselelerde hassas olmasını temenni ediyorum.” diyerek sosyal hayat içinde en çok yaptığımız hataları şöyle sıralıyor:

Anne veya eşinizin hakkına girdiğinizin farkında mısınız?

“Dikkatimi çekiyor, aile fertleri bütün işlerini evin hanımına yüklüyor. Örneğin elbisesini yerine asmaması, pijamasını katlamaması, yatağını düzenlememesi, çorabını çıkartıp evin yüzüne atması gibi basit gibi görünen, aslında dinimizde hakla hukukla doğrudan doğruya alakalı olan meseleler var. Bunlara riayet edilmedikçe Müslüman’ın dindarlığı kanaatimce tamamlanmış olmaz. Ev hanımının bütün aile fertlerinde hakkı kalır. Hanım hizmetçi değildir. Anne bir organizatördür, çocukları yetiştiren, aile hayatını ikame eden temel düsturdur. Herkesin yardımcı olması gerekir. Belki sesini çıkaramayabilir, eşine çocuklarına saygısından dolayı. Mesela elmayı soyup yedikten sonra tabağını yerde bırakması meyve kabuklarını alıp çöpe koymaması, o kadının o erkek üzerinde hakkının kalmasına sebeptir. Bu hakka riayet edilmeyen yerde de bir zulümden söz edilebilir. Aile içi hak-hukuk meseleleri bilhassa önemlidir. Bunlara riayet etmek de dindarlığın gereğidir.”

Ey insanlık, hakkını helal et!

“Mesela bir kimse sakız çiğniyor, işi bittikten sonra çöpe atacak yerde yere atıyorsa bilmeli ki burada da Allah ve toplum hakkı var. Allah’ın yerini kirletiyor. Toplumun hakkı var; toplum zarar görecek. Birinin ayağına yapışacak, diğerinin kaymasına sebep olacak. Sokak o toplumun parasıyla temizlenecek. Bir kâğıt parçasını, bir poşeti sokağa gelişigüzel atmanın Allah katında sorumluluk gerektirdiğini bilmeliyiz. Bundan mutlaka hak söz konusudur. Hem de öyle büyük bir hak ki, birine haksızlık yapsak ondan özür dileyip hakkını helal ettirmek mümkün, ama çevreye verilen zarardan, yere atılan bir çöpten dolayı bütün insanlarla helalleşmenin imkânı yok. Herkesi bulup helallik almak mümkün değil. Müslüman, takva sahibi kimse, yolda yürürken hareketlerine dikkat etmeli, çöpünü atacak kutu bulamazsa yere atmak yerine cebine koymalı. Allah’ın çevresini ve toplumun alanını kirletmekten çok daha iyidir.”

Her işi, Allah’a beğendirmek için yapmalı

“Ticarî hayatın doğrudan takvayla alakası var. Hadislerde, bir kimse sattığı bir malı övmeyecek, alışveriş yaparken güven versin diye yemin etmeyecek, satıcının veya alıcının üzerinde bir baskı oluşturmayacak, Müslüman bir tüccar müşterisini aldatmayacak, sakat mal satmayacak veya sakatlığını söyleyecek, satış yaparken kendisini müşteri yerine koyacak…

Ticaret yapanlar müşteriyi Müslüman olsun gayrimüslim olsun Allah’ın kulu olarak görmeli. ‘Allah’ın bana gönderdiği müşteri, ona en iyi muameleyi yapayım.‘ diye düşünmesi lazım. Bir sanatkâr ise işin en güzel şekilde, müşterisine değil de Allah’a beğendirmek için yapmalı. Hak ettiğinden fazla ücret almamalı. Bu özen Allah’a karşı kulluk görevinin ifasıdır.”

Sinir’in sebebi “isâr” eksikliği

“Dinimizin çok güzel bir uygulaması var: İsâr… Mü’minin, başkasını kendi rahatına tercih etmesi demektir. İsar sahibi olmak… Otobüse önce ben bineyim değil de başkasını önce bindirmek. Bir dakika sonra binsen bir zararı yok. Vatandaşın gönlü hoş olsun, diye düşünmek lazım. Umumi yerlerde oturacak bir yer var kendisi de oturmak istiyor, başkasını tercih etmek, sıra kendisinde olmasına rağmen başkasını buyur etmek bu ahlakın en üst derecesidir. Bu dereceye varan toplumda hoşnutsuzluk, sevgisizlik olmaz. İki tarafın kalbinde büyük bir sevgi doğar. Aksini düşünelim; başkasının hakkı olan yeri kapmak için acele eden insan nefrete sebep olur. Taraflar olumsuz bir tavır içine girer. Toplumda böyle bir anlayışın yaygın olması strese sebep olur. Mega kentlerde insanların daha çok sinir hastası olmasının temelinde bu gibi ahlakî ilkelere riayet etmemek var.”

“Bencillik, istediğim gibi yaşarım, ben rahat edeyim başkası ne olursa olsun ve vurdumduymazlık… Halbuki İslam’ın tercihi başkasını kendisine tercih etmektir. Apartman hayatı bambaşka bir hayat. Bu konuda insanların ayrıca eğitilmesi gerekiyor. Birlikte yaşama kültürü eksik. İnsanlar bir davranışta bulunurken komşusunu rahatsız edebileceğini düşünmeli. Apartmanlarda cüz’î miktarda aidatlar vardır. Israrla vermeyenler var. Apartmandaki herkesin hakkına girdiğini, hepsinin nefretini çektiğinin farkında değil. Çok büyük bir sorumluluğu üzerine almış oluyor. Bu bakımdan apartmanın koyduğu kurallara harfiyyen riayet etmek dinimizin emri. Ona riayet etmeyenler takva unsurlarını ihlal etmiş oluyorlar.”

Trafik, kurallarına uymamak Allah’a isyan etmek anlamına gelir

“Sosyal hayat içinde öyle meseleler var ki insanlar önemsemezler, gelişigüzel davranırlar. Mesela arabasıyla yola çıkan bir Müslüman’ın trafik ışıklarında durması, kırmızı ışıkta geçmemesi gerekir. Trafik kurallarına riayet etmelidir. Trafik kurallarına riayet etmemenin Allah’a karşı gelmek, bir isyan ve hata olduğu rahatlıkla söylenebilir. Hatta sebep olduğu kazanın ise günah olduğu söylenebilir. Kırmızı ışıkta durmamak bazen bir cana mal oluyor. Malın telef olmasına vesile oluyor. Malın telef olması da büyük bir israftır. Aslında dindar bir Müslüman trafik kurallarına harfiyen riayet eden kimsedir. Bunlar basit kurallar gibi görünüyor ama Kur’an’da bir ayet var: ‘Kendinizi tehlikeye atmayın.‘”

Sırada bekleyenleri atlatmak dinimizce mahzurlu

“Sıklıkla rastlanan bir olay da; devlet dairesinde herhangi bir kurum önünde sıraya girmek… Sırası gelmeden torpille herhangi bir şekilde sıra bekleyenleri atlatmak dinimiz bakımından mahzurludur. Üzerinizde sırasını aldığımız herkesin hakkı kalmış oluyor. O insanlar hakkını helal etmezse bundan dolayı Allah katında sorumlu olacağız. Kıyamet günü boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağını düşününce bu konuda ne kadar titiz olunması gerektiği anlaşılabilir.”

Dindar yaya nasıl yürür?

“Araç kullananlar kadar yayaların da kurallara riayet etmesi gerekir. Yaya kendini bir aracın önüne gelişigüzel atarsa, kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçerse ve bu da ölümüne veya kazaya vesile olursa Allah’ın emanetine hıyanet etmiş oluruz. Beden, bize emanettir. Hayat bize emanettir. Dolayısıyla yaya yürüyüşlerinde de dikkat etmeli. Dinî açıdan yeniden bakarak kendimize çekidüzen vermemiz gerekiyor.”

Mü’min, piknik yerinden belli olur!

“Piknik için bir mekâna gidiyorsunuz, yemyeşil güzel manzaralı bir yer. Eğer sizden evvel birileri gitmişse oraya, fevkalade kirletilmiş olduğunu görüyorsunuz. Bir Müslüman’ın, bir yerde konakladığı zaman başka birinin de konaklamasına imkân vermeyecek şekilde kirli bırakması haksızlıktır. Topluma karşı işlenmiş bir haksızlıktır. Bu da bir kul hakkıdır. Kendi çöpünü başkasına temizlettirmek… İyi bir Müslüman, oturduğu yerden belli olur. Çevre konusunda, diğer toplum fertlerine karşı davranışlarında, kendini başkasının yerine koyma ahlakıyla ahlaklanmak gerekir. Batılılar buna ’empati’ diyor. Peygamber Efendimiz (sas) de diyor ki: ‘Kendisi için istediğini başkası için istemezse bir kimse mü’min olamaz.’

Gülizar Baki / Zaman Gazetesi

Helâket ve felâket asrı

Son dönemlerde özellikle aile hayatının ciddî sıkıntıya girdiği ve sosyal düzende çatlama sebebi olacak bir süreç gözleniyor. Sosyal düzenin en büyük sigortası olan güvenin sürekli iyice azaldığını ve hatta aile hayatına kadar giren bir problem olduğunu gözlemek gelecek için gerçekten endişe verici bir durum. Boşanma taleplerinin gittikçe artması, ayrı anne babanın yetiştirmeye çalıştığı çocuklar ve toplumu yaralayan pek çok aile kaynaklı problemler çözülmediği takdirde küresel ısınma, ekolojik dengenin bozulması gibi hallerden çok daha ciddî sıkıntılara yol açacak gibi.

Aile hayatında yaşanan problemlerden en önemlisi eşler arasındaki güvenin kaybolması olsa gerek. Bu halin dini hassasiyetleri olan insanların arasında ve bu özellikteki ailelerde de yaşanıyor olması gerçekten ahir zaman içinde yaşıyor olduğumuz noktasında ciddî endişeler doğuruyor. Şu an özellikle hanımların, beylerine güveni önemli ölçüde sarsılmış durumda. Bu hal aynı şekilde beylerden hanımlara da yöneliyor.

Sağlıklı bir toplumun temel şartı olan karşılıklı güven eğer aile içinde kaybolmuşsa cemiyetin geri kalan kısmının ne halde olduğunu tasavvur etmek bile dehşet duygusunu galeyana getirmeye yetiyor. Güvenin kaybolması toplumda anarşinin temel kaynağı olarak kabul edilmeli ve İslâm dininin güvenle özdeş olarak algılandığı Asr-ı Saadet berraklığına dönüş için çok ciddî adım atılmalıdır.

Hayatta yapılan akitlerin en kutsalı evlilik akdi olmalıdır. Bu yüzden olsa gerek evlilik akdi dinle bağlantılı ve kutsal bir boyutu olan hal olarak algılanmaktadır. Hemen hemen bütün kültürlerde bu evlilik ve kudsiyet bağı yerleşmiş gibidir. Evlenen çiftler kutsal ve her açıdan mutluluk duâsı olan bu durumda “evet” kelimesi çok geniş anlamlar içermekte ve hanım beyine malının ve namusunun bekçisi olacağına dair söz vermekte ve bey de hanımına ailesinin himayesini üstleneceğine ve nazarını başkalarına çevirmeyeceğine ve huzurlu bir hayat yaşatmak duâsı anlamında elinden gelen her şeyi yapacağına dair söz vermektedir.

Karşılıklı tarafların bu samîmî sözleri Kâinat Sultanı’nın en hoşuna giden hallerden biri olmalıdır. Bu âlemde ve sonsuzluklar âleminde bu samimî birliktelik hali çok lâtif ve gerçek insanlık samimîyetini ortaya koyan bir pembe mendil safiyetinde Rabbi’ne yönelen duâların toplum hayatına ne kadar samîmîyet kattığı insanlık tarihinde açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Son zamanlarda beni en çok şaşırtan hal dinî bir hayat hassasiyeti olan insanların ailelerinde aldatma ve boşanma noktasına getirecek güven kaybı hallerinin yaşanıyor olması. Karşısına kul hakkı ile gelinmemesi noktasında şiddetli tehditleri olan Sultan-ı Ezeli’nin huzurunda söz verdikten sonra, masum duyguları ile ve gelinlik berraklığı ile bütün hayatını ve en safi duygularını ortaya koyarak akit yapan şefkat kahramanlarına ihanetin tüyler ürpertmemesi çok şaşırtıcı bir hal. Oysa dehşetli ve bütün celâli ile tehdit eden Kâinat Sultanı’nın memleketinde zina ve aldatmanın imam nikâhı yaftası ile meşrulaştırılması gayreti gayretullahı galeyana getirecek ve cehennemi gayzından titretecek bir hal olmalıdır. Garip bir tecelli, verdiği akdin ve bunun Rabbi’nin huzurunda olduğundan haberdar değilmiş gibi peynir ekmek yeme rahatlığında evliliğin başlangıcındaki kutsi akde ihanet eden bir Müslüman kimlik gittikçe artan bir hâle gelmektedir. Bu hal dehşet verici ve tüyler ürpertici bir hal olmakla birlikte asrın fertleri bu dehşetin ve karşılığındaki cehennemî azabın farkında olmadan nefis ve arzuları uğruna insanlık ve kulluk imtihanını kaybetmektedir.

Hanımlar ve beyler! Titremeli ve kendimize gelmeliyiz. Dinimizin en temel gereği olan doğruluk ve istikameti ve ferdî bağlantılarda yerleşmesi elzem olan güveni en masum yapı olan ailede bile kaybetmişsek Rabb’imizin huzurunda yüzümüzün yerden kalkamayacağı mahcubiyeti şu andan yaşamalıyız.

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere insanlığa rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) şu anki ailelerin çizdiği tabloya bakarken yüzünün nasıl bir hal aldığını hayal edelim. Bu halimizle, eşlerimizi bile aldatırken doğruluk dersini aldığımız o zatın huzurunda yüzümüzün ne hal alacağını ve ümmeti için mahşerin dehşeti içinde dahi feryat eden o zatı üzmenin hangi insanî boyutla izah edilebileceğini bir düşünelim. Müslümanlığın sadece ibadetleri şekli boyutla yapmakla ve namaz, kılıp oruç tutmakla olamayacağını, Rabb’imiz ezeli kitabında tekrarla ifade etmektedir. Bu eğriliklerimiz ve yamukluklarımızla hayatımız boyunca yaptığımız ibadetlerin yatıp kalkmak ve aç kalmaktan ibaret olması riski her geçen gün artmaktadır.

En kısa zamanda yolumuzu doğrultmaz ve buna aile içinde başlamazsak dallin güruhunda olmak da dahil çok ciddî vartalar bizleri beklemektedir. Bu silkiniş bütün bu tabloları ile hasaret ve felâket asrı olma ihtimali çok yüksek olan zamanımızın en önemli atılımı ve en elzem ihtiyacı olarak kabul edilmelidir.

22.01.2007

Dr. Hakan Yalman