Etiket arşivi: kutlu doğum

Atalay Demirci: Efendimiz’in Düsturuna İhtiyacımız Var

atalay-demirci-efendimizin-dusturuna-ihtiyacimiz-varGençlik Spor Dergisi’nin  “Kutlu Doğum Haftası” kapsamında düşüncelerini paylaştığı ünlülerden biri de komedyen Atalay Demirci. Peygamber Efendimiz (A.S.M.) ile ilgili düşünceleri sorulduğunda, Peygamberin ismini her duyduğumda içinde bir huzur hissettiğini dile getiren Demirci düşüncelerini şu sözlerle ifade etti:

“Hayatını okuduğumda en çok etkilendiğim şeylerden birisi senelerce O’na hizmet eden Enes Bin Malik oldu. “Bana bir kez bile ‘Bunu neden böyle yaptın neden böyle yapmadın’ demedi.’ diyor.

Bence bu düstur ve üslup hepimize örnek olmalı. Gençler Efendimizin hayatını bütün ayrıntısıyla en az bir defa okumalılar. Kendi hayatlarını biraz daha düzenli yaşama adına özellikle. Çünkü bizim Efendimiz’in (A.S.M.) düsturuna ve ölçülerine ihtiyacımız var. Önce bunu fark etmeli ve fark ettirmeliyiz.”

Risale Ajans

O, Nur (asm) Âlemlere Onurdur!

“Onur,” kısa olarak kişisel değer ve şeref olarak değerlendirilebilir. Bu şeref ve kıymetin insanlık tarihinde eşref-i mahlûkat olan Peygamberimize (asm) ve dolayısıyla insanlığa mahsustur. Çünkü İnsan yaratılış itibariyle “onur”lu bir varlıktır. Yaratılışların en saygını da insandır.

Bediüzzaman Mesnevi-i Nuriye’de:”Eğer o âlem-i kebîr, bir şecere (ağaç) tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur….” demiştir.

İşte âlemlere Rahmet olarak gönderilen peygamberimiz (asm)  “ Onur,” hakikati söylemektir.  Nefreti basmaktır, hürriyet umurunda çaba göstermektir, başkalarını kendine eşit görmektir, başkasının da hakkını müdafaa edebilmektir, büyüklere hürmet etmektir, insanlarla iyi münasebetleri devam etmek ve ettirmektir, kibirli olmamak ve mağrurane dolaşmaktır.” Buyurmuş,

Allah (cc) bir hadis-i kutside buyurur ki: “Ben gizli bir hazine idim; görmek, görünmek ve bilinmek istedim; âlemi yarattım”  Yarattığı on sekiz bin âlem içerisinde en kıymettarı şüphesiz insandır. Hadis-i kutside söz edilen gizli sırları keşfederek manalarını çözen varlık elbette şuur, akıl ve fikir sahibi olan insandır. İşte bu muhteşem kapalı âlemler, sırlar ve hazineler insanla değer kazanıyor.

Cenab-i Allah (cc) insana verdiği akıl ve şuur ile kapalı hazinelerini bildirmiştir. İnsan,  sirat-i müstakim üzere hareket ettiği müddetçe hem dünyası hem de ahreti mamur olur.

Maalesef, bugün dünya üzerinde çıkan kargaşa ve anlaşmazlıkların çoğu sırat-i müstakimden ayrılarak bencillik ve sömürgeciliği hedef seçen insanlar, güçlü zayıfı ezmeye çalışmaktadır.

Bediüzzaman,  bu münasebetle şöyle diyor: “ben tok olayım başkası açlıktan ölse banana”  burada faiz kurumlarının insanlığa verdiği zarar üzerinde durmaktadır. Yani, “sen çalış, ben yiyeyim” prensibi ağır bastığı için, halkı kine, hasede, çatışmaya sevk ediyor, dolayısıyla insanlar arasına da fitne, fesat, dengesizlik, bozgunculuk ve çatışma giriyor.

Aslında bugün dünyada her ne kadar bilimsel ve teknolojik anlamda bir ilerleme görünüyorsa da; Ne yazık ki, insanın onurunu muhafaza ve yüceltmeye yönelik ilerleme ve çaba pek görünmüyor. Eğer bir memlekette aç insan varsa, vatandaş arasında ayrımcılık, ötekileştirme, menfi milliyetçilik ve ırkçılık varsa, hor görme ve işkence varsa, binlerce insan öldürülüyorsa, annelerin yürekleri ağlıyorsa bu toplumun eksikliğidir, rahatsız olan onur, toplumun onurudur.

Bugün gençler, başı almış gidiyor! Açık saçık yarı çıplak kızlar; erkek gençler parklarda, sokaklarda ve caddelerde sabahlara kadar başıboş, rezalet içinde dolaşıyorlarsa, çöplük ve cami avlularına bebekler terk ediliyorsa  bu da  toplumun eksikliğidir…….

Kendi mahallesinde ve sokağında insanlar soyuluyorsa, çocuğunu okula tek başına gönderemiyorsa, bir memleketin hapishaneleri gençlerle doluysa bu da toplumun eksikliği ve onurudur.

Dünyada, menfaat için katledilen insanlar, dökülen kanlar insanlık onuruna yakışmayan bir rezalettir. Şiddet, işkence, adaletsizlik, zulüm devam ediyorsa, insanlar bu zulme seyirci kalıyorsa bu da insanlığın ve toplumun eksikliğidir.

İnsanlık kendi ürettiği beladan, neme lazımdan dolayı çok zarar görmüş, hatasının neticesinde bitkin ve baygın bir hale düşmüştür, çıkış yolları arıyorsa da ne yazık ki, ektiği tohumun filizleri başına dolanmış, kıvırdıkça boğazı sıkıyor, kendi tuzağından kurtulamıyor.

İnsanlık huzur istiyorsa! Barışa huzura en uygun reçete peygamberimizin(asm) örnek davranışları ve rehberliği ile temin edilebilir.

İki cihan serveri, peygamberimiz (asm) bin dört yüz sene önce “Veda” hutbesinde insanlık âlemine verdiği mesajda: İnsanların canlarının, mallarının ve ırzlarının iffet taşıyan değerlerinin ve insanlık onurlarının dokunulmaz olduğunu bizlere bildirilmiştir. İnsanın yaşama ve mülkiyet hakkı ile manevi kişiliği ayni ölçüde ve güvence altına almıştır. Din kardeşinin kişilik onuruna da dokunulmaz”  buyurmuşlardır.

İnsan, Cenab-i Allah’ın yarattığı mükemmel ve onurlu bir varlıktır. Bazen temel ölçütlerinden sapmalar gösterdiği zaman onursuz bir davranış sergiler. Yoksa kişi ırk, renk, maddi durum, soy-sop gibi ölçülere göre değerlendirilemez. Peygamberimizin (asm) yanında siyahı da beyazı da değerli ve onurludur.

Diyanet işleri Başkanı Mehmet Görmez’ın Diyarbakır’da Kutlu Doğum haftası münasebetiyle yaptığı konuşmasında: “ Diyarbakır’a İslam ordularının geldiği dönemde Sad bin Vakkas ile Selmani Farisi arasında küçük bir kırgınlık yaşandı. Herkes kendi atalarını saymaya başladı, Sıra Selmani Farisi’ye gelmiş, Selman: Benim İslam döneminde hiçbir atam olmadı, ben İslamoğlu Selman’ım” dedi. Bunu işiten Hz. Ömer, ben de İslamoğlu Ömer’im. Herkes bilsin ki ben Selman’ın kardeşiyim.

Evet, insan gaye bir varlıktır. Hiçbir insan kendi hayatını insanlık onurunu ayaklar altına alamaz, bir ideolojiye feda edemez. İnsan, devlet hukuk değildir. Devlet, hukuk insan içindir.” ifadelerini kullandı,

Bediüzzaman, “Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül- gülistan olur.” diyor. İşte onurun en güzel tarifi bu olsa gerek,

Halife Ebubekir-i sıdık (ra) duasında: “Ya Rabbi vücudumu cehennemde öyle büyüt ki, mü’minlere yer kalmasın.” demiş, işte bu duygu bu haslet, müminler arasında devam etikçe kardeşlik de, barış da, huzur da insanlıkta devam eder.

Ya Rabbi! İnsanlık onurunun yücelmesi ve korunmasını, salah ve selamete kavuşmasını senden niyaz ediyoruz.

Selam ve saygılarımla,

Rüstem Garzanlı / Diyarbekir

Kamu Yöneticisi

Avrupa Kutlu Doğum Haftası Başladı

“Hz. Peygamber ve İnsan Onuru”

Kutlu Doğum Haftası heyecanı başlıyor. 2013 Yılı Kutlu Doğum Haftası Avrupa açılışı Belçika’da gerçekleştirildi. Limburg Fuar Salonunda gerçekleşen açılış programına Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr.Mehmet Görmez de katıldı.
Her yıl Kutlu Doğum Haftasında bir tema belirleyen Diyanet İşleri Başkanlığı 2013 Yılı Kutlu Doğum Haftası ana teması “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru”nu ilk kez duyuran Diyanet İşleri Başkanı Görmez, bu yılın teması olarak “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” nu seçtiklerini kaydetti.
Bir insanın onurunu kırmanın bütün insanların onurunu kırmayla eşdeğer olduğunu vurgulayan Başkan Görmez “Neden insan onuru” sorusunun cevabı olarak insanı onursuzlaştırmanın, değerlerinden arındırmanın küresel politikalara dönüştüğünü kaydetti.
Başkan Görmez, şöyle konuştu;
“Din de, devlette, hukukta insan onurunu korumak ve yüceltmek için vardır…”
Son iki asırda insanlık bilimsel birikimde ve teknolojik gelişmelerde büyük ilerlemeler kaydetti. Ancak aynı ilerlemeyi insan onurunu korumada ve yüceltmede gösteremedi. Din de, devlette, hukukta insan onurunu korumak ve yüceltmek için vardır. Biz, insana insanı yeniden anlatmak istiyoruz. İnsan kendisinin yüce bir varlık olduğunu unuttu. İnsana kendisinin yüce bir varlık olduğunu, kendi değerini yeniden anlatmak için bu sene bu temayı belirledik.
Geride bıraktığımız yüzyıl şimdiden insanlık onurunun çiğnendiği, ayaklar altına alındığı zamanlar olarak tarihe geçti. Onur kırıcı, insanlık onurunu ayaklar altına alan küresel sorunlar hala devam ediyor. Ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık, şiddet, terör, gelir adaletsizliği, eğitim eşitsizliği, emeğe saygısızlık, istismar, nefret suçları gibi küresel sorunların temelinde insan onuruna saygısızlık, insan onurunu yok sayma yatıyor. Peygamberden hareketle onun verdiği yüce değerle insan onurunu yeniden anlatmak istiyoruz.
Diyanet

Mevlid Kandiline Özel: “Kutlu Doğum sahibinden üç örnek!..”

1442. doğum yılını kutladığımız Efendimiz (sas) Hazretleri’nin düşündüren üç önemli örneğini arz etmek istiyorum bugün. İsterseniz birlikte okuyalım günümüze mesaj yüklü üç önemli örneği.

1- Mal senin borç benim örneği!.  

Sıkıntı içinde kalan gerçek yoksullara yardımı ihmal edilemez görev bilirdi. Bu sebeple davet ettiği miskin derecesindeki gerçek muhtaçlara önceden hazırladığı yardımı sırayla dağıtmış, alanlar da sevinçle evlerine dönmüşlerdi. Tam bu sırada bir başka gerçek yoksul adam da uzaklardan koşarak gelip kendisine verilecek bir şey kalmadığını anlayınca mescidin avlusunda yığılakalmıştı. Efendimiz, bu gerçek yoksulun ümitsiz ve perişan halini görünce teselli etti:

– Üzülme sana da bir çare bulabiliriz, dedi!.. Bulduğu çareyi de hemen şöyle anlattı:

– Buradan doğruca çarşıya git, ihtiyaçlarını satan dükkânlara gir, ne lazımsa al, sonra dükkân sahibine de ki: “Mal benim, borç Resulullah’ındır!.”

Yoksul adam, şaşırarak böyle şey olmaz demek istemişse de Efendimiz, onu ihtiyaçlarını satan dükkânlara doğru yönlendirerek tembihini tekrarladı:

– İşte şuradan doğruca dükkânlara girecek, ihtiyaçlarını alacaksın, sonra da: “Mal benim borç Resulullah’ındır,  diyerek evine döneceksin, ödemesi bana ait olacaktır!”

Demek ki gerçek manada darda kalana yardım edemediği yerlerde borçlarını yüklenmeyi dahi göze alıyor, böyle örnek veriyordu ibret alacak imkân sahiplerine.

2- Hizmet eden mi, hizmet edilen mi olmak istersiniz?

Hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi seviyordu. Bu sebeple misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, ikramda bulunurdu. Bir gün çölden biri gelip “Kim bu insanların efendisi?” diye sordu.

O sırada misafirlerine süt ikram eden Efendimiz de:

-“İnsanların efendisi, insanlara hizmet edendir!” buyurdu.  Bu sözüyle hem kendisine işaret ediyor hem de insanların efendisinin insanlara hizmet etmesi gerektiğini ifade ediyordu.

Nitekim bir yolculuk dönüşünde herkes hurmalıkta istirahate çekilmiş dinlenirken bazıları yemek yapmaya hazırlanıyorlardı. Biri, ben yemekleri yapayım, biri, ben de su getireyim, derken biri de, ben de ateş yakayım, deyince, Efendimiz (sas) Hazretleri de istirahat ettiği ağacın gölgesinden doğrularak, “Öyle ise ben de yakacağınız ateşe odun toplayayım.” buyurdu.  “Biz hizmetlerin hepsini de yaparız, siz dinlenin” diyenlere de:

– Bilirim ki siz hizmetlerin hepsini de yaparsınız, ama siz hizmet ederken ben seyirci kalmaktan mutluluk duymam. Hizmet edilen değil, hizmet eden olmayı tercih ederim.” dedikten sonra  kalkıp odun toplayarak  hizmete seyirci kalanlardan değil, hizmete iştirak edenlerden olmayı tercih etme örneği verdi bizlere…

3- Faydalı buluş kimde görülürse görülsün sahip çıkılmalı mıdır?   

Sahabeden Temimdari, Şam’daki Hıristiyanlardan aldığı zeytinyağı yakan bir kandili getirip Resulullah’ın mescidinin tavanına asmıştı. O günlerde Müslümanlar böyle bir kandilin varlığını bilmiyor, evlerinde de kullanmıyorlardı…

Az sonra Efendimiz (sas) gelip dumansız, külsüz tavana asılı olarak ışık veren kandili görünce, “Kim getirdi bunu?” diye sordu. Oradakiler suçlu gösterir gibi Temimdari’yi göstererek “Hem de Şam’da Hıristiyanlardan alıp getirmiş.” dediler. Arkasından da bir azarlama beklemeye başladılar.  Ancak Peygamberimiz tebessümle baktığı Temimdari’ye, unutulmayacak duasını şöyle yaptı:

– Sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!.. Sözlerine şunu da ekledi:

– Unutmayın, faydalı buluşlar müminin kaybettiği öz malı gibidir. Kimde bulursa sahip çıkıp benimsemeli, Müslümanlara bu faydalı buluşu kazandırmalıdır!..

– Fatebiru ya ülil ebsar!.. Düşünün ey basiret sahipleri!

Kutlu Doğum sahibinden günümüz medeniyetine örnekler!..

İnsanlık bugün kuşlar gibi havada uçuyor, balıklar gibi denizlerde yüzüyor, rüzgârlar gibi de karada geziyor.

Ancak insanı mesut edecek ideal anlayışa hâlâ ulaşamamış, bahtiyar kılacak örneklere hâlâ varamamıştır. Hedefinde kutlu doğumunu kutladığımız Zat’ın örnek uygulamaları vardır. Ona kavuşursa kurtulacak, benimseyebilirse o muhteşem anlayışı huzura erecektir.

Misalleri, Kutlu Doğum sahibinin savaş esirlerine uyguladığı misafirlik muamelesinden verelim isterseniz. Bugün dünya o anlayışa ulaşabilmiş mi bir görelim.

Hicretin 2. senesinin 17 Ramazan’ında Mekke müşrikleriyle yapılan Bedir Savaşı’nda 14 şehit veren Müslümanlar, 70 kadar müşrik esir alıp ellerini bağlayarak Medine’ye dönmüşlerdi. Bu savaşta insanlığın dikkatini çeken büyük olay, Müslümanların esirlerine nasıl muamele edecekleri idi. Medine’ye gelince Peygamberimiz beklenmedik emrini şöyle verdi:

– Her biriniz evlerinize birer ikişer esiri misafir alın, yemeklerini yedirin, sularını içirin, “İstevsu bihim hayran!” onlara hep hayır tavsiye edin, kırıcı davranmayın!

Bu emrin nasıl uygulandığını ise müşrik esirlerden Ebu İzze, daha sonra şöyle anlatmıştır:

– Esir dağıtımında ben Ensar’dan bir ailenin hissesine düştüm. Akşamları ekmeklerini bana verirler, kendileri sadece hurmayla yetinirlerdi. Ben ise bundan çok utanır, ekmeklerini yemez, kendilerine iade ederdim. Onlar bizim ihtiyacımız yok, diyerek ekmeği tekrar bana gönderirler, kendileri hurmayla idare ederlerdi!..

Peygamberimiz evlere taksim ettiği bu esirlerin geleceklerine ait karar almak için Medine’de bir meşveret meclisi toplayarak halkın fikirlerini sordu:

– Ne yapmayı düşünüyorsunuz esirlerinize? Her birinden kurtuluş akçesi (fidye) alarak bırakmayı mı, yoksa şimdiye kadar hep yapıldığı gibi düşmana korku salmak için öldürmeyi mi?

Bu soru karşısında ilk fikrini açıklayan Hazreti Ebu Bekir oldu:

– Düşmanımız da olsa bu esirleri öldürmekten bize bir fayda gelmez. Belki içlerinden imanla şereflenenler olabilir. Bunlardan kurtuluş akçesi alarak serbest bırakmalıyız!

Hazreti Ömer de karşı fikrini şöyle açıkladı: – Bunlar Mekke’den kalkıp taa Bedir’e kadar gelerek bizleri yok etmek isteyen düşmanlarımızdırlar… Bunları serbest bırakacak olursak düşmanlarımızın bize saldırma cesaretlerini artırmış oluruz. Bizi öldürmek için gelenleri biz de öldürmeliyiz ki, bir daha Müslümanlara saldırma cesareti bulamasınlar!.

Efendimiz’in tavrı da daha ibretliydi. Konuyu şöyle bağladı:

– Ya Ebu Bekir! Senin esirleri affetme görüşün, tıpkı İbrahim Aleyhisselam’ın isyan eden kavmine şefkatli bakışı gibidir. Duasında: Rabb’im bana itaat eden bendendir, etmeyip isyan eden ise senin kulundur, sen af ve mağfiret sahibisin! diyerek aflarını istemişti…

-Ey Ömer! Senin esirleri cezalandırma görüşün de, Nuh Aleyhisselam’ın görüşü gibidir. O da isyan eden kavmine: Rabb’im yeryüzünde bir tek kafir bırakma!.. diyerek hepsinin de cezalanmasını istemişti. Ben de af tarafını tercih ediyor, fidyelerini veren esirlerin salıverilerek ailelerine kavuşmalarını teklif ediyorum, uygun bulursanız…

Bundan sonra, her biri kim bilir kaç tane Müslüman’ı şehit etmiş olan düşman esirler, kurtuluş fidyesi vererek kurtulmuşlar, bunu veremeyenlerin okur yazarları da Medine’deki Müslümanların çocuklarından onar çocuğa okuma yazma öğrettikten sonra serbest bırakılmışlar, hiç imkânı olmayanlar da karşılıksız salıverilmişler. Meşhur vahiy katibi Zeyd bin Sabit de, esirlerin okuma yazma öğrettikleri bu çocukların içinden çıkmıştır!

Müslümanların düşmandan aldıkları esirlerine evlerinde misafir gibi bakmaları, ekmeklerini kendileri yemeyip esirlere yedirmeleri, sonra da insanlık onuruna yakışan bir şekilde kurtuluş akçesiyle ya da akçesiz salıvererek her birini çoluk çocuğuna kavuşturmaları anlayışına bugünün insanlığı henüz ulaşamamıştır! Ama hedefinde O’nun örnekliği vardır, ulaşabilirse onu uygulayacak, onunla gerçek medeniyete kavuşacaktır, diye düşünmekteyiz. Bilmem siz esirlerine evlerinde misafir muamelesi yapma anlayışına bugün nasıl bakarsınız?..

Ahmed Şahin / Zaman