Etiket arşivi: lezzet

Lezzetlerin Mahiyeti ve İnsan

Maahaza; o lezzetlerden hiç kimse tam mânâsıyla muradına nâil olamaz. Ya o lezzetlerin ömürleri kısa olur veyâ insanın ömrü kısa olduğundan murâdına yetişemez. Ancak, o lezzetler ve o nefîs şeyler ibret ve şükre sevk içindir.Çünki onlar Cenab-ı Hakk’ın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakikî nimetlere nümunelerdir. Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fenâ ve adem için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, mânâları, neticeleri alınır; âlem-i bekâda, ehl-i bekâ için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar. Yâhut ebedî âlemde Sâni’-i Ebedî istediği şekillere sokar. Çünki o masnuat, bekâ içindir. Onların o zahirî ölüm ve fenâları; vazifelerinden terhistir, i’dam değildir. Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Herşey Muhafaza Ediliyor!

Evet, onların ölümleri fenâ olsa bile, yalnız bir cihetten fenâya gider, çok cihetlerden bâki kalır. Meselâ, Kudret-i Ezeliyenin yarattığı şu gül çiçeğine bak! Evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zâhiren fenâya giderse de, Allah’ın izniyle kulaklarda, kâğıtlarda, kitablarda milyonlarca timsâlleri kaldığı gibi, akıllarda da akıllar adedince mânâları kalır.

Kezâlik o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür gider. Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hâfızalarında ve halefiyle hâmile olan tohumlarında suretleri, mânâları bâkidir. Demek o gülün tohumu olsun, kuvve-i hâfızalar olsun, o gül çiçeğinin suretini, zînetini, menzilini hıfz için sanki birer fotoğraf ve bekası için birer menzildir.Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Her şey neden muhafaza ediliyor?

Ey arkadaş! İnsan da başıboş, serseri, sahibsiz bir hayvan değildir. Ancak onun da bütün harekât ve ef’ali yazılıyor, tesbit ediliyor ve a’malinin neticeleri hıfzediliyor ki, muhasebe-i kübrada ona göre derece alsın. Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Âlem-i bekâ senin elinde ! !

Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fenâ ve adem için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, mânâları, neticeleri alınır; âlem-i bekâda, ehl-i bekâ için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar. Mesnevi-i Nuriye ( 44 )

Lezzet’in Arkeolojisi

Arkeoloji toprağın katmanlarında yatan medeniyetleri araştırır.

Anadolu’da üst üste sekiz belki dokuz medeniyet katmanı olduğu söyleniyor. Ne kadar derine inilirse o kadar farklı medeniyetlerle karşılaşılır. Manaların da böyle katmanları vardır, Bediüzzaman kelimeleri katmanlarına göre kullanıyor, herkes kazı yapma, düşünme ve zekâsı oranında manalara iniyor ve ulviyat ile meşgul oluyor.

HELAL DAİRESİ GENİŞ

    Bediüzzaman başımızın belası olan lezzet-insan ilişkilerini eserlerinde yer yer anlatır. Onun etrafında bir kâmil insan portresi oluşturur. Gayr-ı meşru lezzetler, insana çizilen meşru lezzet sınırlarını aştığı için, her zaman sınır bekçileri, sınırı aşan şahsı rahatsız eder. Allah sınırlara riayeti telkin ediyor, “sizin için hayır vardır” diyor. İnsanın manevi yapısı sınırlara göre huzurunu korur, bütün huzursuzlukların kaynağında sınırların aşılması vardır. Bediüzzaman, “helal dairesi geniştir keyfe kâfi gelir” diyor. Yani insanların keyfi de nazar-ı itibara alınmış, ama helalin geniş dairesinde. Bazen helal diye aşırı gitmek, haram olarak tavsif edilmemişse de insan eğer helaldeki aşırılığından dolayı rahatsız olmuşsa, o da haramdır. Birçok insan masumane helaldeki sınırı aştığı için, başına bir sürü musibet gelmiştir.

     Bediüzzaman gayr-ı meşru lezzetlere uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağını söyler. Böyle bir diken yok, ama yasak zevkler dikenlidir. “Arz sefinesi süratle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma, firakın elemi, telaki lezzetinden ağırdır.” (Mesnevi, 107)

   Uzatılan eller ve dünya oklarına bakma ironik olarak kullanılmış. İnsanın maneviyatı onun tesettürüdür, göz kapakları da onun örtüsü. Lezzetlere iki şekilde ulaşılır; bakarak ve elle dokunarak. Ne kadar derin bir yorum düzeni.

    Bediüzzaman lezzet ile saadet arasındaki ilişkiyi sorgular.

    Freud şairlerin kendinden önce insan ruhunun derinliklerini yakaladıklarını, bu yüzden onları kıskandığını söyler.

    Ya Bediüzzaman’ı  görseydi ne derdi? Shakespeare’e hayran olan on altı yaşında onun külliyatını bitiren bu adam Bediüzzaman’ın görse ne derdi? Bütün psikologlara, psikopatologlara, psikanalistlere gerçekten Bediüzzaman okumayı tavsiye ediyorum, bakın nasıl insan ruhunu, faaliyet alanları ile tahlil ediyor, önce şapka çıkarın sonra sırasıyla…

“Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise kısmete bağlıdır. Talebinde kalâka düşer. Sürat-i zevali itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.” Lezzet severliği hedonizm olarak tavsif etmişler, lezzet iptilası ruhsal bozukluk ve obeziteyi getirir.

DÜNYANIN EN ZOR İŞİ  LEZZETLERİ TERK

     Dünyanın en önemli derdi, zenginler yiye yiye ölüyor, fakirler açlıktan. Aklı başında olan lezzetleri takip etmez diyor, ne akıl ölçüsü değil mi?

   Demek lezzet iptilası delilik gibi bir şey. Kalbine almak lezzetleri nasıl etkileyici bir imaj. Kalbine almak. Kelime o kadar büyük ki altında kalır insanın hazlar dünyası.
Her hâl ü kârda lezzetleri terk etmeyi örgütler.

   Herkese geçerli bir reçete.

     “Dünyanın akıbeti ne olursa olsun, lezaizi terk etmek evladır.

   Çünkü akıbetin ya saadettir, saadet ise şu fani lezaizin terkiyle olur.”

   Lezzetlerin arkasından koşar insan. Bir saadet perisi gibi arkasından çeker götürür insanı. Yalancı bir ışıkla aydınlanmış sanır insan kendini bir lezzetin arkasından giderken, ama lezzeti gasp edince yalancı ışığın arkasını yanmış bir kömür birikintisi olarak görür.

   Dünyanın en zor işidir lezzetleri terk etmek. Onun yüzünden kaybettiklerimizi görseydik, onun yüzünden kazandıklarımızı görseydik. İşte büyük insanlar lezzetler ile nasıl kavgalı, adeta en büyük düşmanları görmüşler. “Vahşi şu lokmamı teberrüken ye, Üstadım o zaten bir lokma idi, üçte birini bile yememişsin.” Bize bütün manevi hazları veren bu adamın lezzetler karşısındaki tutumudur. Lezzetler karşısında eriyen kişiliğimiz, lezzetler karşısında dağlar gibi Bediüzzaman.

    “Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?

   Dünyasının akıbetini küfür saikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezaiz evladır. Çünkü o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususi ve mukayyet ademlerden adem-i mutlakın elim elemleri her dakika hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.” (Mesnevi, 117)

HAKİKAT BİR KÖŞEDE AĞLIYOR

    İdam edilecek adamın sehpası süslenirken, adam mutlu olur mu? Ne örnek ama, ülfet balını almış götürmüş, bu dünya bizim idam sehpamız, süslediğimiz evler ve odalar, vücudumuz sehpanın süsü değil mi? Hakikatlerle aramızdaki mesafe doğruculuk ile yalancılık sınırları. Herkes kendini ne kadar yalancı olduğunu bilir. Zaman zaman kendine “yalancısın yalancı” derse ne zarar eder?

    Hakikatlerle aramıza makam lezzetleri, mide lezzetleri girdi, zavallı hakikat bir köşede ağlıyor. Kim duyar, kim işitir? Yerler sağır, gökler sağır, işin yoksa durma bağır. Allah’a görünmenin hazzını dünya ihtişamının görüntüsü aldı. Çarpılmış çarpıtılmış mutluluk.

   “Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terk etmek evladır.

1 -Dünyanın ömrü kısa olup süratle zeval ve guruba gider. Zevalin elemi ile visalin lezzeti, zeval buluyor.” İki zevalden zevkli olan hangisi? “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nispetinde elemi de vardır.”

     Lezzetleri zehirli bal gibi görmek ne kadar zor iş!

       Emma yasak lezzetlere koştu, sonra da eczanedeki zehire. Onu zehire koşturan yasak lezzetleri idi.   Anna da öyle değil mi?

   Ya Halit Ziya’nın kahramanı, ya Jülyen hep bu lezzet ile aralarındaki mesafeyi ayarlayamamaktan değil mi?

   Ya Hz. Yusuf bir an meyil ile yedi yıl hapis. Her yasak meyle yedi yıl hapis.        Lukas “roman günahtan doğdu” derken doğru söyler.

    Flober, Stendhal, Tolstoy, Halit Ziya, asıl hayatın romanı Kur’an da gizli. Flober de kim? Stendhal nerede? Ama biz o büyük kitabı hapsettik, cicili bicili muhafazalarda, raflarda, cami dolaplarında o da bizi hapsetti çirkef dünyamıza.

SERÇE KUŞU VE İNSAN

    “Seni intizar etmekte ve senin de süratle ona doğru gitmekte olduğun  k  a  b i r   dünyanın zinetli lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince güzel addedilen şey orada çirkindir.

     Düşmanlar ve haşarat-ı muzırra arasında  bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki muvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı muvazenedir. Maahaza  Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel Allah’ın davetine icabet et.

    Fesuphanallah  Cenab-ı Hakkın insanlara fazl ü keremi o kadar büyüktür ki insana vedia olarak verdiği malı, büyük bir semeni ile insandan satın alır, ibka ve himaye eder. Eğer insan o malı temellük edip Allah’a satmazsa büyük bir belaya düşer. Çünkü o malı uhdesine almış oluyor. Hâlbuki kudreti taahhüde kâfi gelmiyor. Çünkü arkasına alırsa beli kırılır, eliyle tutarsa kaçar tutulmaz. En nihayet meccanen fena olur gider, yalnız günahları miras kalır.” (Mesnevi, 122)

     Muzır haşereler ve düşmanlar arasında alınan lezzet, işte hayat! Kabir sonrası dostlar meclisi, tam ters dönmüş hakikat elimizde. Ya nefsine satacak insan varlığını ya da Allah’a. Birinin karşılığı esef, diğerinin karşılığı lütuf.

Dikkat büyük bir mana geliyor: “Ve keza insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet bir serçe kuşunun lezzeti kadar değildir. Çünkü insanda hüzün, keder korku var onda yoktur.” (Mesnevi, 214)

    Yorumsuz bir cümle. Her serçeyi gördüğünde hatırlasana!

Ebedi bir lezzeti almayı anlatır:

    “Aklı başında olan insan ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak ihtiyarlık şafağı kulaklarının üstünde tulu etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar ölümün keşif kollarıdır. Maahaza ebedi ömrün önündedir. O ömr-i bakide göreceğin rahat ve  l e z  z  e t   ancak bu fani ömürde say ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-i bakiden haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan.” (Mesnevi, 127)

RUHLARIMIZI İNŞA EDEN KELİMELER

   Çalışmaya ne kadar özendiriyor, ebedi saadet buradaki uhrevi çalışmaya bağlı. İşte sahabe, işte Asr-ı Saadet ve Bediüzzaman! Köprünün altında suyun içinde yaralı yine ders yapar, at sırtında savaşır yine eser yazar. Ölümcül hasta yine eser yazar, Elhüccetü’z-Zehra. Bediüzzaman’dan tembellik dersi alınmaz.

Bizim lezzetlerimizi “gaflet gölgesinde, şek cephesinde” alınan lezzetlere benzetir. Mahiyeti ve sonucu düşünülmeden alınan lezzetler, Cehennemi bir azaba dönüşecektir. Lezzetin yerine ikame edilecek lezzetler neler? Rükû ve sücud ve âyâta tefekkür. (Mesnevi, 143) Bunlar yoksa yahut bunların ciddi örnekleri yoksa dünyevi lezzetlerin akrebinden kurtulmak imkânsız. Seyret, tanı âlemi, seyret nimetleri, ibadete koş. Nimetin cazibesi, ibadetin cazibesine dönüşüyor.

Bediüzzaman, nefsimizi, bizi lezzetlerin kaynağını sevmeye iten sebepleri irdeler. “Ve keza seni nefsini sevmeye sevk eden esbap:

1-      Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.
Vücudun merkezi ve menfaatin madeni nefistir.
İnsana en karib/yakın nefistir diyorsun. Pekâlâ, Fakat o fani lezzetlere mukabil lezaiz-i bakiyeyi veren Halik’ı daha ziyade ubudiyetle sevmek lazım değil midir?

  Nefis vücuda  merkez olduğundan muhabbete layık ise, o vücudu icad eden ve o vücudun Kayyumu olan Halik daha fazla muhabbete ubudiyete müstahak olmaz mı?

   Nefsin maden-i menfaat ve en yakın olduğu sebeb-i muhabbet olursa bütün hayırlar, rızıklar elinde bulunan ve  o nefsi yaratan Nafi, Baki ve daha karib olan daha ziyade muhabbete layık değil midir? Binaenaleyh bütün mevcudata inkısam eden muhabbetleri cem ve muhabbetin ile beraber  mahbub-ı hakiki olan Fatır-ı Hakim’e ihda etmek lazımdır.” (Mesnevi, 206)

 Bir kelimeyi tahlil ederken hiç tekrara düşmeyen ve her yönünü mülahaza eden bir yazar. Ruhlarımızı inşa eden kelimeler….

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer

GENÇ’ken Tadılacak 50 Lezzet!

  • Hacer-ül Esved’i öpmek…
  • Sahura taze pide alıp, gelene kadar yarısını yemek…
  • Allah Rasulü’nün yanıbaşında Cennet Bahçesi’nde sıkışa sıkışa namaz kılmak…
  • Aç olduğun halde başka bir kardeşine yemek yedirmek…
  • Kabe’yi ilk gördüğünde hangi duayı edeceğine dair güzel bir kafa karışıklığı yaşamak…
  • Ülkemizi ziyaret eden turistlerden birine güzelce İslam’ı anlatmak ve o kişinin Müslüman olmasına vesile olmak.. Bunun ardından da Peygamber Efendimiz’in şu sözlerini hatırlayıp şükretmek: “Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.
  • Gece herkes uyurken tatlı yatağından kalkıp ibadetin zevkine varmak, uyuyanlara da dua etmek, hatta “onların defterine bir şey yazılmıyor, acaba benim defterime şimdi ne yazılıyor” diye derde düşmek…
  • Haklı olduğun halde susarak melekleri kendi safına davet etmek, Allah’ı vekil kılmak…
  • Eyüp’te sabah namazı kılmak, ardından simitle kahvaltı yapmak…
  • Kabe’nin kapısının eşiğine varıp “kapına geldim Allah’ım” diye sarılmak, sonra örtüsüne yapışıp ağlamak, ağlamak, ağlamak…
  • Üsküdar’daki Hüdayi Vakfı’nda gariplerle birlikte karavanadan yemek yemek…
  • Bir hafta da olsa bir Afrika ülkesinde bulunmak, oradaki kardeşlerimizle göz göze, diz dize gelmek…
  • Kuş sesleri eşliğinde çimlerin üzerinde huşu ile namaz kılmak…
  • Bir Kur’an tefsirini baştan sona tefekkür ederek okumak…
  • 30 Ramazan’ı 30 ayrı camide kılmak…
  • Kur’an’ı Kerim’i hatmetmek (Ezberlediyseniz size başka lezzete gerek yok…)
  • Hizmetten yorgun düşmüş bir bedenle yatağa girip, teheccüde kalkma planı yaparken uyuyakalmak…
  • Sükût sohbeti yapmak…
  • Çanakkale Sargıyeri’nde gece cemaatle namaz kılmak…
  • Size kötülük yaptığı hâlde o kişiye iyilik yapmak ve şu ayeti kerimenin bahsettiği tarifsiz lezzeti yaşamak: “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet 34)
  • Arefe günü Arafat’ta ümmete ağlayarak dua etmek…
  • İftar vakti herkes orucunu açarken iftariyelik dağıtmak…
  • İmanın halavetini kalpte hissetmek ve “iman varsa her zaman imkan da vardır” diyebilmek…
  • Herkesin birbirinin kusurunu gördüğü şu hengâmede Musa Topbaş hazretlerinin şu sözlerinden hisse alıp onunla amel edebilmek: “Cenâb-ı Hakk’ın, bir kuluna en büyük nîmetlerinden biri, o kuluna aczini bildirmesidir. Bu mâneviyat yolunda kazandığım belki de en büyük nîmet, hatâlarımı görmem oldu. Rabbime karşı müflisliğimi idrâk ettim. Böylece kimsenin hatâsını görmeye ve onunla uğraşmaya tâkatim kalmadı. Hamdolsun, bütün bunların şükrü içindeyim…
  • Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) rüyada görmek…
  • Sadece Allah’a olan sevgi ve saygıdan dolayı gözleri haramdan sakınmak ve bundan dolayı imanın helvadan daha tatlı olan tadını kalpte hissetmek…
  • Gece vakti Uhud Şehitliğini ziyaret etmek…
  • Reşit olduğundan bugüne kadar kavga ettiğin, cedelleştiğin, tartıştığın, dargın ayrıldığın bütün insanların çetelesini çıkarmak; onların ardından dua etmek. Mümkünse onları arayıp, kusurun varsa af dilemek…
  • Ravza’daki iftar sofralarına çuvalla ekmek taşıyıp, üç hurma ile iftar etmek, iftarı beklerken Ravza’nın bahçesinde, serin esinti ile ferahlamak..
  • Özel sakal-ı şerif bulup özel ziyaret yapmak…
  • Bir hastanın kişisel temizliği ve bakımı ile meşgul olup, onu ferahlatmak, sağlığın şükrünü bir nebze de olsun bu şekilde ödemek…
  • Bir defa olsun “Keşke Allah Rasûlü döneminde yaşasaydım da O’na inanan gençlerden biri de ben olsaydım, O’na destek olsaydım, ölene kadar O’nun yanında ve O’nunla birlikte bulunsaydım” diye içinden geçirmek… Tıpkı Horasan komutanlarından birinin içinden geçirdiği şu sözler gibi: “Keşke, bu ordumla birlikte Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem zamanında yaşasaydım da, Uhud gibi savaşlarda bu ordumla O’nu korusaydım ve O’na yardımcı olsaydım.”
  • Allah ve Râsulü’nün anıldığı bir sohbette bulunmak ve orada “Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla birlikte olanlar kendi aralarında merhametlidirler” ayetinden esintiler hissetmek…
  • İslamî değerlerin küçük görüldüğü, Allah’ın ayetlerinin alaya alındığı bir ortamdan vakârla kalkmak onlara “Selamâ” deyip oradan ayrılmak…
  • Birbiriyle küsmüş iki kişiyi sadece Allah rızası için her yolu deneyerek barıştırmak…
  • Âmâ bir kimsenin kolundan tutup gideceği yöne doğru birlikte en az “40” adım yürümek ve ardından o kimseye “sen bize emanetsin, sen bize nimetsin” deyip ayrılmak…
  • Hodkamlığın ve bencilliğin altın çağını sürdüğü bu devirde diğerkamlığa ve hasbiliğe talip olup dertlilerin derdiyle dertlenmek, en az bir gönüle girmek…
  • Allah dostu olabileceğini düşündüğün bir meczupla teşriki mesaide bulunmak..
  • Mütevazı da olsa küçük bir kütüphane oluşturmak ve her daim enginlik ve derinlik peşinde olmaya çabalamak…
  • Birkaç arkadaşla birlikte “şu yetimin her türlü ihtiyacını karşılayacağız” diye niyet etmek ve Efendimiz’in mirasına sahip çıkacak olmanın mutluluğunu yaşamak…
  • Soldurmayacak olduracak bir şekilde aşık olmak…
  • Anne ve babaya ne yapıp edip “Evladım, ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun.” dedirtmek.
  • Kavramların, kelimelerin sonsuz yolculuğuna çıkmak ve özellikle Kur’anî kavramların tarif edilemez güzelliğinde hayatı anlamlandırmak…
  • Milli ve manevi duygularımızı içeren meşhur 5-6 şiiri ezberlemek…
  • Evvelâ imanı, takvası, sonra güzelliği, soyu ve malı seçkin olan biriyle evlenmek…
  • Bir yetimin çaktırmadan başını okşamak…
  • Harçlıklarımızdan ayırdığımız önemli sayılabilecek bir miktarı bir zarfa koymak, zarfın üstüne yardımı yapacağımız garibin adını “felanca beyefendi ya da hanımefendiye…” şeklinde yazdıktan sonra zarfı büyük bir saygı ve teşekkür hissi ile takdim etmek…
  • Arafat’ta tuvalet kuyruğunda bekleyip sıra gelince koşturarak gelen birisine sıramızı ikram etmek…
  • Sevdiğimiz kardeşlerimizin ara sıra ellerinden tutup, gözlerinin içine ta yüreğimizden gelen bir derinlik ve muhabbetle bakıp “kardeşim seni Allah için seviyorum…” demek…
  • Teheccüd vakti gürül gürül Kur’an okumak…

 

Kaynak: Genç Dergisi