Etiket arşivi: Mehmet Abidin Kartal

Milletin hainler karşısında dik duruşu…

15 Temmuz 2016 Cuma gününün akşamı saat 22.00’den 16 Temmuz Cumartesi günü sabah saatlerine kadar, ülkemiz hiç alışmadığı, yaşamadığı kabus dolu uzun bir geceyi yaşadı. TSK’nın içinde küresel ihanet güçlerinin taşeronu, gözü dönmüş vatan haini Fetö’nün satılmış askerleri bu milletin iradesine ipotek koymaya çalıştı.

Hatırlayalım, Saat 22.00 Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, muhtelif şehirlerinde emir komuta zinciri dışında bir askeri hareketlilik başladı Hareketli saatlerin yaşandığı Ankara’da, Genelkurmay Başkanlığı’nda çatışma sesleri yükseldi. İstanbul’da köprülerin kapatılmasının ardından Ankara’da F-16 uçakları havalandı ve ses duvarını aşarak alçak uçuş yaptı. 

Saat 23.00  sıralarında, herkes ne olduğunu anlamaya çalışırken Başbakan Binali Yıldırım FTÖ’nün darbe girişiminde bulunduğunu açıkladı. Saat 23.25 sıralarında TRT de silah zoru ile okutulan bildiride, TSK tarafından yapıldığı belirtilen açıklamada ordunun yönetime el koyduğu ifade edildi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmi internet sitesi tsk.tr’de korsan darbe bildirisi yayımlandı.

Saat 00.30 Başkomutanımız, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan görüntülü cep telefonu ile televizyonlara bağlanarak, darbe girişiminin başaralı olmasının mümkün olmadığını ifade ederek halkı sokağa inmeye çağırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vatandaşları sokağa davet etmesi üzerine milyonlarca insan bütün Türkiye’de meydanları ve sokakları doldurdu. 

Oğlum Bilal hadi baba çıkıyoruz diyordu. Eşim, ana yüreği, olmaz oğlum, tehlikeli daha bir sürü şefkat ifadelerine rağmen, oğlumla beraber, İstanbul’da sokaklardaydık, meydanlardaydık, Saraçhanede Haşim İşcan geçidinden geçerken İstanbul Belediyesi  önündeki silah seslerini duyuyorduk, belediye önüne çıkmamıza izin verilmedi. Eyüp’teki İstanbul Ak Parti binasının önü son uğradığımız mekan oldu. Millet dim dik ayakta,  binlerce kişi dua zinciri oluşturmuş, Kur’an, Cevşen, Celcelutiye, Sekine’lerle dualar okunuyor. Milletin iradesine el koymaya çalışan darbecilere karşı manevi kalkan oluşturulmuştu. Bu kalkan bu vatan hainlerinin göğsüne saplandığını ilerleyen saatlerde görüyorduk.

Bu gece, dualar, camilerde salalar, halkın iradesine sahip çıkması, tanklara, silaha siper olması canını vermesi, hainlere dur demesi darbeyi püskürttü, asker elbisesi giymiş hainlerin karşısında dik duran bu millet, bir gece savaştı, şehit oldu, gazi oldu geleceğini ve vatanını kurtardı. İslamiyet’in bayraktarlığını yapmış bu asil milletin torunları, bu gece bir tarih yazdı, torunlarına en güzel hediyeyi verdi. 

Bu aziz millet Başkomutanına haksızlıklar karşısında ne diyordu. ‘Dik dur eğilme, bu millet seninle’ bu uzun gecede 80’lik dedem şöyle diyordu.’Şimdi sıra bizde evlat, Erdoğan dik durdu eğilmedi. Bizde dik duracağız, bu satılmış, vatan hainlerinin karşısında eğilmeyeceğiz’ Bu millet dik durdu, eğilmedi, vücudunu tanklara siper etti, tankın paletlerinin altına yattı,  tankları sopalarıyla ele geçirdi. Gazete sayfalarını süsleyen tanklar üzerindeki o muhteşem fotoğraflar, dik durmanın, eğilmemenin göstergesiydi. Darbeyi darbe yapanların başına geçirmenin resmiydi. 

Milletin aldığı silahla milleti öldüren bu asker elbisesi giymiş hainlerin darbe girişiminin kısa sürede akamete uğramasının birinci sebebi Başkomutanının çağrısına harfiyen uyup meydanlara koşan milletin darbe girişimine cesurca ve her şeyi göze alarak karşı durmasıdır. Millet Menderes’te, Özal’da yaptığı hatayı bu kez yapmadı. Başkomutanının etrafından tek yürek, tek bilek oldu. Darbeye karşı sonuç, dik duran milletin başarısıdır ve çok değerlidir. Milletimiz dinine, ezanına, bayrağına, vatanına, millî iradeye ölümüne sahip çıkmıştır. Bu başarı hikâyesinin kahramanı milletimizin her bir ferdidir. 

Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013’te yargı içindeki bir çetenin Emniyet’teki bir grupla birlikte, hükümete ve şahsına yönelik darbe hazırlığı içinde olduğunu iddia ederek, bu çeteyi ‘Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet’ olarak tanımlıyordu.

15 Temmuz 2016 tavanın ihanetini bu milletin hepsi gördü. Bütün millet, bütün medya, bütün partiler, bütün sivil örgütler, Erdoğan’ın söylediği gerçekleri gözleri ile görmüşlerdir ve tepkilerini göstermişlerdir.Bu ülkemizde birlik ve kardeşliğin tesisi açısından, demokrasinin değerinin anlaşılması açısından çok önemlidir.

Türkiye, dalgalarla boğuşan ve sadece dalgalarla boğuşmakla kalmayıp düşman gemiler tarafından da taciz edilen bir gemi… Ve geminin içinde, “Benim dediğim olmazsa batsın bu gemi!” diye isyan eden ve sağdan soldan delikler açan hain gruplar tayfası… Duyguları akıllarının önüne geçmiş, robotlaşmışlar, gemiyi batırmaya çalışıyorlar, farkında değiller; o gemi batarsa kendileri de batacak…Bu hain gruplardan birisi, Küresel taşeron, maşa  FETÖ çetesi 15 Temmuz 2016’da gemiyi batırmak için düğmeye bastı.

Bunlar  kırk yılı aşkın bir zamandır bu ülkenin maddi ve özellikle manevi değerlerini istismar ettiler, kırk yıl içinde ülkemizi yöneten bütün hükümetleri kullandılar. Yakalananlar itiraf etmeye başladılar, bu milletin değerlerini kendilerine maske yaparak neler yaptıklarını, devlet kadrolarını nasıl ele geçirdiklerini,  soruları nasıl çaldıklarını, milletin saf temiz dini duygularını, Kur’anı, Sünneti, Risale-i Nurları ustaca,  sinsice kullanan,  bu yolla büyük bir güç ve varlığa kavuşan ihanet çetesi FETÖ,  bu ülkenin varlıklarına bütünüyle sahip olmak için 15 Temmuz 2016’da çok alçak bir darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Devletin idarecilerine şirin gözükerek arkadan hançerlemişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İhanetin nereden geleceğini kestiremezsiniz. Sizi sırtınızdan kimin hançerleyeceğini göremezsiniz. Siz dost zannedersiniz, ama dost bildiğinizin iradesini, idrakini, inancını, vatanını ve milletini karanlık odaklara pazarladığını bilemeyebilir, fark edemeyebilirsiniz.” Derken bu konuda yanıldığının öz eleştirisini yapıyordu. Şişen irin patlamıştır. Pisliği her tarafa yayılmıştır. Dahilde silah kullanılmıştır. Bizim inancımız dahilde silah kullanılmaz diyordu…

Günümüzde mazlumların, mağdurların, ezilenlerin son sığınağı, son kalesi Türkiye’dir. Bu hainler son kaleyi yıkmak istediler. Kırk yıl takiye yapan, bu bukalemun yapılı, robotlaşmış insanların tavanının 15 Temmuz 2016 gecesi, haşhaşı çizgide, bir ölüm makinesine, zombiye dönüştüklerini gördük. Her gün ortaya çıkan haberlerle bunlara şahit oluyoruz. Bunların Amerika’da okula girerek çocukları tarayan, öldüren katillerden farkı yok. Bunlar için hedeflerine varmak  için her yol mubah… Ne vicdanı var, ne ahlakı var, ne herhangi bir kutsalı var.

Tarih, 15 Temmuz gecesinde bu aziz milletin ortaya koyduğu mücadeleyi ve verilen şehitleri Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ruhu ile birlikte yan yana yazacaktır. Eğer bu darbe durdurulmasaydı Türkiye emperyalizme teslim edilecek, bir Irak, bir Suriye olacaktık. 15 Temmuz 2016 gecesinde millî irade ayağa kalktı. Küresel taşeron FETÖ çetesinin darbe girişimini millet dik durarak, eğilmeyerek önledi.

Özetle, 15 Temmuz 2016’da Türkiye tarihin en zorlu dönemecinden geçmiştir. Bu ülkenin idarecileri, bu millet hainler tarafından sırtlarından hançerlenerek yok edilmek istenmiştir. Kırk yıl içinde Türkiye’de kurulan bütün hükümetleri başbakanları, cumhurbaşkanlarını kullanan hainler arkasından hançerledikleri Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ı kullanamamışlardır. Kullanamadıkları için darbe yapmaya kalkmışlardır. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ‘Milletim sokağa, meydanlara inmeli. Milli iradenin dışında hiçbir gücü kabul etmiyoruz.’ Sözlerinin ardından bu millet yeniden bir kahramanlık destanı yazmıştır.

Küresel şer örgütleri ve Türkiye’deki hizmetkarları Fetö’cülerin 15 Temmuz 2016’da işgal girişiminde, Dinini, Vatanın, Bayrağın, Ezanın ve devletin bekası uğruna sokaklara çıkan milletin imanı, iradesi darbecilerin tanklarını, uçaklarını durdurmaya yetti.

Bu bir darbe değil dünya tarihinde az rastlanır bir ihanet örneğiydi, 15 Temmuz. Milletin dişinden tırnağından artırdığı rızkıyla alınmış uçaklarının, helikopterlerinin, tanklarının namluları milletin bağrına doğrultulmuş ve nefret kusmuştu. Kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlı ayrımı yapmadan ölüm kusmuştu hainler, Anadolu’nun imanlı öz evlatlarına. 

Darbeci hainler tuzaklarını kurmuş, kendilerince her şeyi planlamıştılar. Ellerini ovuşturarak saldıracakları anı beklemekteydiler. Öfkeleri ve nefretleri öylesine büyüktü ki, tarihte benzeri görülmemiş şekilde savaş uçaklarıyla kendi öz milletini, meclisi, Cumhurbaşkanlığı külliyesini bombalamaktan bile geri durmadılar. Fakat unuttukları iki şey vardı. Birincisi, tuzak kuranların ve tuzakları bozanların en hayırlısı Allah’tır ve galip olan yalnızca O’dur. İkincisi ise yüreği Anadolu’nun mübarek mayasıyla mayalanmış imanlı kahramanların vatan sevgisiydi. ‘Vatan sevgisi imandandır’ Hadisi Şerifini bu millet 15 Temmuzda müşahhas olarak yaşıyordu. Bu öylesine büyük ve eşsiz bir vatan sevgisiydi ki bedenlerini tankların, kurşunların önüne çelik bir duvar gibi siper ettiler ve bu hayasızca akını canları pahasına durdurdular. En büyük makam olan şehitlik makamına yükseldiler.

Camilerde okunan salalar milletin iman dolu göğsünü daha da kabartmış ve bir avuç iradesini kiraya vermiş haine, dinini, milletini, hükümetini, cumhurbaşkanını, geleceğini teslim etmemiştir.

Malazgirt Savaşında Sultan Alparslan, Beyaz kefen elbisesini giyerek askerlerine şöyle hitap ediyordu:

“Askerlerim! Şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşah’ı tahta çıkarın ve ona bağlı kalın. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.“

15 Temmuz 2016 akşamı kefenini giymiş bir başkomutan ve kefenini giymiş bir millet, bunun karşısında kim durabilir. Duramadılar. 251 şehit verdik. Şehitlerimiz değişik şehirlerde kılınan namazlarla ebedi aleme yolcu edildiler. Bu şehitlerimizden, Muhammed Ambar, darbe girişiminde Boğaz Köprüsünde kurşunların hedefi oldu. Evli ve iki çocuk babası olan Muhammed Ambar’ın 17 Temmuz 2016 Pazar günü ikindi namazını müteakip, Şirinevler Ulu caminde cenaze namazını kılma şerefine nail olanlardan biride bendim. Çok kalabalık bir cemaatle kılınan namaz sonrasında kardeşimizi ebedi aleme yolcu ettik. Kardeşimizin evini Suriyeli kardeşlerimize bedava kiraya verdiğini, Ramazan bayramında evinde oturan Suriyeli kardeşlerimize çocuklarına bayramlık elbiseler aldığını cenaze namazı öncesi öğreniyordum. Şehadet şerbetini içmek her insana nasip olmaz, layık olmak gerekir.

16 Temmuz 2016’da, eline sopayı alıp sokağa inen nur yüzlü teyzem, kendini tankın altına atan yüreği büyük güzel adam, bir yandan fetih suresi okuyup bir yandan tankın üzerine çıkan güzel insanlar, bu uğurda göğsünü siper ederek şehid olan bu memleketin imanlı evlatları, kamyonla erkekleri taşıyarak darbeye dur diyen bacım, meydanları dolduran kardeşlerimiz, Allah hepinizden razı olsun …

15 Temmuz Türkiye’nin düştüğü yerden ayağa kalkışının dik duruşunun tarihidir. 15 Temmuz başarıya ulaşmış ve Türkiye küresel güç sahiplerinin oyuncağı haline gelmiş olsaydı, Ayasofya’yı camiye çevirme kararı alınabilir miydi?  

16 Temmuz 2016 dan  itibaren Türkiye yeni bir güne uyanmıştır. Allah’ın lütfuyla,  bir darbe girişimi bastırılmış milletin imanı ve iradesi kazanmıştır. Bu millet bir gecede yaptıklarıyla, devletini kurtarmıştır. Bunun dünyada ikinci bir örneği yok. Dünya Türkiye’yi hayranlıkla izliyor. Kendimizle, milletimizle ne kadar gurur duysak az… İnşallah bundan sonra her şey daha güzel olacak. Şunu da söylemeden geçemiyorum. Tavanın yaptığı ihaneti hepimiz gördük, yaşadık. Daha bundan büyük ihanet olamaz. Küresel ihanet güçlerinin taşeronu oldular. Vatan hainliği rütbesini aldılar. Artık hiç kimse gerekçe gösteremez. Ama şöyleydi, böyleydi diyemez. Her şey deşifre olmuştur, her şey gözler önündedir. Tabanda ve ortada hizmet ediyorum diyenleri de, itiraza, imanlarını tazelemeye, tövbeye, özüre, pişman olmaya davet ediyorum… Samimi olarak devletin ve milletin yanında olmaya davet ediyorum. Bu davetin gereğini yapmayanlar vatan hainliği etiketini kabul etmiş olurlar. Kuzu postuna bürünerek, darbe karşıtı açıklamalar yaparak kendinizi kurtaramazsınız. “Kardeş kardeşe kırdırılmasın” diye mesajlar vererek bu işi düzeltemezsiniz. Tavanın Küresel ihanet güçlerin taşeronu olduğunu kabul edeceksiniz.  Tövbe kapısı açıktır… Cenab-ı Allah Vahşi’yi  tövbe ettiği için affetmiştir. Vahşi, Hz. Vahşi (ra) olmuştur.  

‘Her şeyi affedin, ama vatanınıza ihanet edenleri asla affetmeyin.’ Hz. Ali (ra)

Hain darbe  teşebbüsünün üzerinden dört yıl geçti. 15 Temmuz 2016 gecesi hain Fetö’cülerin, haşhaşı çizgide, bir ölüm makinesine, zombiye dönüştüklerini gördük. Hainler hukuk önünde hesap veriyorlar. Başta ordumuzda olmak üzere devletin değişik birimlerinde kendini gizleyen kripto Fetö’cüler tespit edilerek yakalanmaya devam ediliyor… 

Hain FETÖ, 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra da boş durmadı, bürokraside her tür kılığa giren kriptolarını kullanarak, FETÖ’yle uzaktan yakından ilişkisi olmayan hatta FETÖ’yle kıyasıya mücadele eden insanları iftiralarla işlerinden uzaklaşmalarına, cezaevlerine  girmelerine sebep olarak hainliğine devam etti. At izi, it izine karıştırıldı. Mağduriyetler yaşanmaya başlandı. Hainler ülkemizde emellerine ulaşmak için kaos ortamının devam etmesini istiyorlar. Devletle millet arasında sosyal barışı baltalamak için mağduriyetlerin devam etmesini istiyorlar. Mağduriyetlerin devam etmesi hainlerin  ekmelerine yağ sürüyor. İnşallah bu konuda da geç de olsa hakkın yerini bulduğuna şahit oluyoruz. Temennimiz bütün mağduriyetlerin giderilmesidir…

Mehmet Abidin Kartal

Ders almak…

Ders almaya aile ortamında başlarız. İlk öğretmenimiz annemiz. İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. İnsanın annesinden aldığı dersler fıtratına yerleşen çekirdeklerdir. Anneden alınan dersleri, okullarda, kurslarda alınan dersler takip eder. Fıtrata yerleştirilen çekirdekler filiz vermeye başlar. Okumayı, yazmayı öğreniriz, düşünen bir varlık olduğumuzun farkına varırız. Okuyarak, ders alarak, tefekkür ederek bilgiye ulaşırız. İnsan  her hangi bir konuda ders alarak, öğrenerek kendini geliştirir, o konunun uzmanı olur.

Doktor olmak isteyen Tıp fakültesini, mühendis olmak isteyen Mühendislik fakültelerini, avukat olmak isteyen Hukuk fakültesini okumak, dersler almak zorundadır… İnsan kainatı, tabiattı okuyarak da dersler alır. Bu insanı hakikatlere götüren tefekkür dersleridir. Kainat bir kitap, meydana gelen her bir olay bir sayfadır. Bahar sayfası, gece, gündüz sayfası, güneş, ay, yıldız sayfası, yağmur, deniz, rüzgar sayfaları… 

Bu sayfaları okuma, düşünme kabiliyeti yalnız insana verilmiştir. Her kitabın bir yazarı vardır. Kainat kitabının sayfaları ‘bana bak, beni oku’ diyerek, insana tefekkür dersleri vererek yazarını tanıtır. Tefekkür insanı kainat kitabının yazarına,  imana götürür. “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza eder.”

Kainat kitabının Yazarı bizlere ‘oku’ diyor. Gönderdiği son mesajını, bu mesajdaki kıssaları, kainat kitabını okuyarak ibret ve ders almamızı istiyor. Öğretmensiz dersleri anlayamayız. Bu dersleri anlayarak  fıtrata uygun hayatımızı huzur içinde yaşamamız için, Kainatın Efendisi (sav) insanlığa öğretmen olarak gönderilmiştir. Okullarda ders aldıktan sonra imtihana tabi tutuluruz. İmtihanı kazanan sınıfı geçer.

Dünya hayatı, yaşadıklarımız imtihan sorularıdır. Kainatın öğretmeninden ders alanlar imtihanı geçer. “İstişare eden kaybetmez” diyor öğretmenimiz. İşlerimizde, sıkıntılarımızda karar verirken istişare edeceğiz. Öğretmenden ders almayanı dünya hayatı aldatır, imtihanı kaybettirir. İnsan son nefesine kadar öğrenmeye, ders almaya  muhtaç yaratılmıştır. Sosyal hayatta yaptığımız hatalardan da ders alırız. Tövbe ederiz, bir daha hata yapmamaya çalışırız.  Bu bizi başarıya, huzura götürür.

Tarih boyunca dünyada insanların başına çeşitli felaketler, musibetler  gelmiştir. Depremler, hortumlar, seller, yıldırımlar, bulaşıcı hastalıklar ve savaşlar gibi musibetler yaşanmıştır. Yaşanan koronavirüs salgınından, felaketlerden, musibetlerden de alınacak  ibret ve dersler vardır. Bu ibret ve dersler  insanlığa, herkesin aynı gemide yaşadığını ve birbirlerini ezerek, sömürerek, öldürerek güçlü ve üstün olmanın değil; birbirleriyle yardımlaşma, dayanışma, merhamet  içinde olmanın gerekli ve elzem olduğunu hatırlatıyor.

İnsan dışındaki  canlıların ilme, öğrenmeye, ders almaya  ihtiyaçları yoktur. Bal arısı bal yapmak için Kimya fakültesine, ipek böceği ipek yapmak için Tekstil fakültesine gitmez. Çünkü onlar bu dünyaya hayatları boyunca yapacaklarını öğrenmiş olarak gelirler. Sevk-i İlahiye tabidirler.  Koyunun kuzusu doğar doğmaz annesini memelerini emmeye ve yürümeye başlar… Toprağa atılan elma çekirdeğinin fihristesine ne olacağı, görevinin ne olduğu Yaratıcısı, Sahibi tarafından yazılmıştır.  Filizlenir elma ağacı olur ve meyvelerini verir.

İnsanın kendi dışındaki canlıların hayatlarından da alacağı dersler vardır. Bu dersler insanın hayatını şekillendirir. İnsan aklı olduğu için düşünür, olaylardan, musibetlerden, canlıların hayatlarından, hareketlerinden, her şeyden  ders ve ibretler alır, hayatına yön verir. Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocasıdır. Yunus Emre yıllar yılı şeyhine, hizmet etmiş, ders almış,  dergaha  odun taşımıştır. Yıllar yılı ondan feyz alır. Olgunlaşır ve pişer. Yunus’un Şeyhine taşıdığı odunların içinde hiç eğrisi bulunmaması karşısında hocasının ormanda eğri odun yok mu?  Sorusuna,

Yunus gülümser, tatlı tatlı, içten içe bir gülüşle “Ormanda eğri odun var olmasına var amma, senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.” Der.  Yunus hocasından aldığı derslerle dosdoğru bir adam olmuştur. Eğitimden, ders almaktan birinci maksat doğru insan olmak, insanın kendini bilmesidir. Yûnus Emre ne güzel buyurmuştur:

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır?

Tapduk Emre’nin talebesi Molla Kasım’a  anlattığı  kaplumbağa hikayesinden de alacağımız dersler vardır.

Tapduk Emre’nin “Ya neden uzun ömür sürer kaplumbağalar bilir misin Kasım? Teslim olmuşlarda ondan. Sade yolunu yürür. Acelesi yok,  ihtirası yok. İhtiras olmayanda vakit bollanır. Hırs daraltır. Hem vakti daraltır hem yüreği. Ne der erenler?  Hırs sebebi hasarettir.  Ne demek bu?  Hırs insanı çürütür. Çürür mü insan? Çürür elbet. Değil mi ki her şeyin hırsı var. Para hırsı, iktidar hırsı, kadın hırsı, makam hırsı, post hırsı, dost hırsı. İnsan denen bu varlık nefis sahibidir. Nefis insanın hırslarının toplamıdır. Hele bir teslim ol. Sen ne karar kılsan da karar üstünde bir karar var. Teslim ol huzur bul. ”

Arıdan, karıncadan da alacağımız dersler vardır… Karınca hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Niçin? Çünkü, senede birkaç tane buğday kafi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Bal arısı kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlahi ile ihsan eder, yedirir. İnsan şükür için yaratılmıştır. Çünkü ihtiyaç sahibidir. Atmosferi bir konferans meydanı yapana, Zemin yüzünü bir dershane, bir ilim ve irfan okulu hükmüne getirene, Sonsuz nimetleri yaratana, şükürle karşılık vermeyene insan denir mi?

Şükür her insanın alması ve yaşaması  gereken derstir. İhtiyaç sahibi olduğunu fark eden insan ihtiyaçlarını giderene şükreder. Memnun olmak, razı olmak, kanaat etmek, iktisatlı yaşamak  şükür dersinden öğrendiklerimizdir. Mutluluk, huzur aslında şükürdür. Şikayet etmek, israf etmek, hırs göstermek, nimete ve dolayısı ile nimeti verene hürmetsizliktir, haram-helâl demeyip rast geleni yemektir.

Şükürden bihaber doymayan nefis kapitalizm, insanları hırslı, doyumsuz ve bencil yapıyor. Kapitalizmin doymak bilmeyen hırsları insanlığı ağlattı, insanlığı kanattı, dünyayı kan gölüne çevirdiler. Önlerindeki sofrayı bitirmeden, binlerce kilometre ötedeki sofralara gözlerini diktiler. İnsanların sofralarındaki ekmeği çaldılar.

“Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en hırslısı ola­rak bulursun…” Bakara suresi, 96. Ayet

Hırslı insan  doymak bilmez. Şikayet eder, şükretmez.  Hırsla  ister ki bütün dünya onun olsun. Halbuki ne yapacak dünyayı? Yiyeceği birkaç lokma… Hırs, israf mutsuzluğun diğer adıdır.

Cenab-ı Hak “Hakîm”dir. Hikmetle iş yapar. Hırs sebeb-i hasarettir.  Çünkü Cenab-ı Hak, bu dünyada hikmeti gereği bir takım kanunlar ve sebepler koymuştur. Bu sebeplere ve kanunlara müracaat etmeden bir şey elde etmek mümkün değildir.  Bu bakımdan bu isme uygun hareket eden başarılı olur. Etmeyen zarar eder, umduğu şeyi elde edemez, etse de huzurlu olamaz.  Çiftçinin ürün alması için önce tarlayı sürmesi, tohumu atması, gübrelemesi gerekir.  Ürün bir haftada, bir ayda yetişmez. Üzerinden bir kış ve bir bahar geçmesi, güneşin pişirmesi lazımdır. Hikmet insanı sabırlı, hırs ise aceleci yapar. Hırs ile acelecilik, mahrumiyet sebebidir.

Kaplumbağa, bal arısı, karınca…. Daha nice mahlukattan, hikmetli işlerden, musibetlerden  alacağımız dersler var.

Hırs hikmete aykırıdır.  Hırs insanı çürütür. Hırsın sonu felakettir, sefalettir. Balık denizde yaşar, denizi içmez. Gemi, denizde gider, suyu içine alırsa batar. Para, mal, iktidar, şöhret  bizler için deniz gibi olmalı. Para, mal, iktidar, şöhret sevgisi, hırsı içimize girerse,  bizi esir alırsa batarız.  Vesselam…

“İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadiyi daha ister. Muhterisin (hırslı kimsenin) gözünü, karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” Hadis-i Şerif

Nice balıklar vardır ki, su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. -Mevlana-

Hırslı olanlar, paraya ta­panlar, deniz suyu içenlere benzer. İçtikçe susuzlukları artar ve felaketleri yaklaşır. –Mevlana-

Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir. (22. Mektup)

Mehmet Abidin Kartal

Not. Bu makale Stratejik Rekabet Dergisi, Haziran 2020, Sayı: 20 Cilt: 3 (Üç Ayda Bir Yayınlanır) Yayınlanmıştır.

Asker

Mehmet Abidin Kartal

Ordu içerisindeki erden başlayarak  generale kadar olan herkese asker denir.

Asker de emir komuta geçerlidir.

Asker emir tahtında hareket eder.

Askerlik denilince öncelikle “emre mutlak itaat” akla gelir.

Asker komutanının emirlerine kayıtsız, şartsız itaat etmek zorundadır.

Askerlik ocağı büyük ve muntazam fabrikaya benzer.

Çarkların biri intizam ve itaatte başkaldırırsa, bütün fabrika darmadağın olur.

Askerin ihtiyacı devlet tarafından karşılanır.

Asker kendisine verilen görevi, talimi tam ve zamanında yapmak zorundadır.

Askerin sahip olduğu eşyalar devletindir.

Bir askerin, “Benim tüfeğim”, “Benim palaskam” demesi, kendi malzemelerini diğer askerlerin malzemelerden ayırmak içindir.

O eşyalar onun malı değildir, kendisine emanettir.

Asker tüfeğini yanlış yerde kullanırsa, onu kırsa veya kaybetse emanete hıyanet ettiği için ceza alır.

Tezkere alınca da üzerine zimmetli olan eşyalarını teslim etmek mecburiyetindedir.

Asker kışla hayatının geçici olduğunu bilir,  ona gönül bağlamaz, terhis edilip dostlarına ve akrabalarına kavuşacağı günleri hasretle bekler.

Terhis olan, teskere alan  asker ordudan  ayrıldığına üzülmez.

Çünkü esas vatanına, dostlarına kavuşmuştur.

Asker ocağı, Peygamber ocağıdır.

Bunun için biz askerimize Mehmetçik demişiz.

Mehmetçiğimiz imanından, dininden aldığı güçle;

Ezanı, bayrağı, vatanı, milleti, devleti için düşmanlara karşı,

“Ölürsem şehit, kalırsam gazi” inancı ve imanıyla mücadele eder.

Mehmetçiğe müjdeler var.

 “İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri de Allah yolunda nöbet bekleyerek düşmanı gözleyen göz.” (Hadis-i Şerif)

Mehmetçik ölümden korkmaz,  şehit olarak en  yüksek rütbesini alır.

Ölüm Mehmetçik için,  mümin için dünya hayatından terhistir, dünyadan ayrıldığına üzülmez.

Çünkü asıl vatanına, Sahibine, Kainatın efendisine, dostlarına kavuşmuştur.

Kul kimdir?

Bütün  ihtiyaçları Allah tarafından karşılanan rütbeli, rütbesiz, zengin, fakir, mümin, kafir her insan kuldur.

Devlet askerine bot verir ama ayak veremez,

Bere, kep verir ama baş veremez,

Gözlük verir ama göz veremez,

Elbise verir ama beden  veremez…

Verdiği şeyler bellidir ve sınırlıdır.

Buna rağmen asker komutanına kayıtsız şartsız itaat eder.

Kul Allah’ın askeridir.

Asker, askerlik kurallarına itaat etmeye mecburdur. Etmezse cezaya çarptırılır.

Kul da Allah’ın emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmaya mecburdur.

İtaat etmezse kul da cezaya çarptırılır.

Kulun sahip olduğu hiç bir şey kendi malı değildir.

Alemlerin Komutanı tarafından emanet olarak verilmiştir.

O zaman Allah’ın askerinin görevi,

“Vücudunu Mûcidine feda et. Mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. ”

Bir asker, namaz kılan diğer askere sordu:

– Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz? Niçin kendini zahmete sokup her gün 5 defa namaz kılıyorsun.

Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:

– Şu insan niçin yanından geçerken toplanıyor, selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. ”yat” dese yatıyor, ‘kalk’ dese kalkıyorsun? O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan bir insan değil mi?’

Diğer asker cevap verdi:

-‘Evet! O da benim gibi biri insan ama rütbesi var, omuzun da yıldızı var’.

Namaz kılan askerin cevabı müthişti:

-Ey arkadaş! Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren, sayısız rızıkları bizler veren  Allah’a niçin itaat etmeyeyim? Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim?  Niçin şükür etmeyeyim?

Alemlerin Komutanına iman edip, itaat etmemiz gerekmez mi?

Bu vesileyle,

Asker olan  oğluma  hayırlı görevler ve teskereler dilerken, askerliğini  yapmış olan oğluma da  hakkında her şeyin hayırlısının olmasını niyaz ederim.

Vermek…

Mehmet Abidin Kartal

Vermek;  üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek,  bırakmak, bağışlamak, yaymak, ödemek, üretmek… gibi manalara gelir.

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır” (Hadis-i Şerif) .

Vermek hayırlı olmanın birinci yolu.

İnsan faydalı olmak isterse vererek yapılacak çok şeyler var.

Cömertlik, fedakarlık, vefa, merhamet, infak, dostluk…

Belaların, musibetlerin kalkmasını malınızın temizlenmesini, sosyal adalet mi istiyorsunuz?

Sadaka verin, zekat verin.

Sadaka hataları siler, suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka vermek insanın kötü duygularını, bencilliği, cimriliği söndürür. Efendimiz, (sav) “Bir tek hurmanın yarısı da olsa sadaka vermek suretiyle kendinizi koruyun” tavsiyesinde bulunur.  Sadaka kişiyi hayırlı, vicdanlı, merhametli insan yapar.

Zekat fakirin hakkı, Allah’ın emri, ver zekatı malın temizlensin, kalbin yumuşasın, sosyal adalet sağlansın.

Çocuklarınızın, arkadaşlarınızın faydalı insan mı olmasını istiyorsunuz?

Onlara nasihat verin, nasihati sözle vermek kolaydır. Tesiri az olur. Yaşayışla, lisan-ı hal ile, davranışlarla örnek olmalı ki, nasihat değer bulsun, kabul görsün.

Eşinizle, annenizle, babanızla, çocuğunuzla, arkadaşlarınızla muhabbetinizin, dostluğunuzun artmasını mı istiyorsunuz?

Hediye verin. Hediye vermek herkesi, her kesimi sevindirir.

Kainatın Efendisi, Efendimiz (sav)“Hediyeleşiniz¸ zira hediyeleşmek kalpteki kin ve nefreti yok eder.” buyurmaktadır.

Hediyeyi sadece maddi olarak düşünmemek gerekir. Güler yüz de bir hediyedir. Gülümseme vereni fakirleştirmez. Alanı zenginleştirir. Mutluluğun, neşenin ilk adımıdır.

Hedeflere ulaşmak mı istiyorsunuz?

Doğru kararlar verin.  Doktor olmak isteyen öğrenci önce karar verir, sonra yapılması gerekenleri yapar. Karar vermek olayın gerçekleşmesinin yarısıdır.  Doğru kararlarla insan ömür boyu mutlu yaşayabilir.

Dostluğa giden yol selam vermekten geçer.

Selam veren karşısındakine Allah’tan mutluluk, esenlik ve iyilik istediğini ifade eder. Selamı alan kişi, aynı dileklerde bulunduğunu söyler. İletişimin ilk adımı selamdır.

En güzel selam Efendimize (sav) verdiğimiz selamdır. Allah’ımızı zikir ve tefekkürle, Peygamberimizi de salat-ü selamla selam vererek anarız.

Vermek insan hayatının bütününü kaplıyor desek yalan söylemiş olmayız. Sorumluluk vermek, zaman vermek, imtihan vermek, borç vermek,  burs vermek, söz vermek, sır vermek, haber vermek, müjde vermek, hakkını vermek, hesap vermek, fırsat vermek, ders vermek, kitap vermek,   akıl vermek, moral vermek, yol vermek,  nefes vermek, yemek vermek, can vermek, kilo vermek,  gönül vermek, sevgi vermek…

Vermek insanın hayatına mana kazandırır. Esas vereni hatırlatır.

Sahip olduğumuz her şey bize verilendir. Sahibi biz değiliz. Emanetçiyiz. Emaneti Veren için muhtaçlara veren kurtulur. Verene verilir.

Dünyada bir alanlar, bir de verenler vardır. Verenler daha rahat ve huzurludurlar. Herhangi bir verme eylemi içinde bulunarak bunu yaşayabilirsiniz. Hele bu mübarek Ramazan günlerinde, korona günlerinde vererek huzuru yakalayanlara ne mutlu. Huzurlu yaşamak istiyorsanız muhtaçlara verin, korkmayın verdiğinizin eksilmediğini göreceksiniz. Korona insanlara ben değil biz demeyi,  vermeyi öğretti. Zenginle fakirin eşit olduğu dersini verdi. Zenginde olsak yaşamak için fakire muhtacız. 

Daha düne kadar, dünyayı sömürenler, mazlumun, masumun sofrasındaki ekmeği çalanlar yönetiyordu. Dünyaya huzur veremediler, acı, gözyaşı verdiler. Korona sonrası bu değişeceğe benziyor. Verenlerin, paylaşanların yönettiği dünya da huzur, mutluluk vardı. Tarih buna şahittir.   Dünyayı verenlerin yöneteceği zaman gelmedi mi?

Biz insanlara başta hayat olmak üzere bütün kainat, dünya içindeki nimetler Alemlerin Rabbi, Rabbimiz tarafından verilmiştir. İstediğimiz her şey bize verilmektedir. Verilenlere karşı görevimiz zikir, fikir ve şükürdür. Şükrün anahtarlarından biri de bize verilenleri muhtaçlara vermektir.

Allah’ımız Vehhab’dır. İnsanlara, mahlukata cömertçe verendir. Dünya sayfasını sofra-ı nimet olarak yaratandır. Mahlukatının her ihtiyacını umulmadık yerlerden bedelsiz ihsan eden, her isteyene karşılıksız, bol, bereketle ve cömertçe ikram eden, verendir. Sofradaki nimetleri sayamazsınız diyen Mün’im-i Hakikî olan Rabbimiz, aça rızık, hastaya şifa, dertliye deva, musibete düşene afiyet verendir… Sonunda kendine kul olana ebedi mutluluğu verendir.

Dünyayı iyilikler değiştirecektir. Sultanımız, sevdiğimiz şeylerden O’nun yolunda vermedikçe, harcamadıkça iyiliğe erişemeyeceğimizi söylüyor. İyiliğin zirvesi takva sahibi olmaktır. Takva sahiplerinin özellikleri insanlığa gönderilen son mesajda, “O takva sahipleri bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcarlar, verirler,  öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah, iyilik edenleri sever.” ( Al-i İmran suresi, 134) buyrulmaktadır.

Peygamber Efendimiz (sav) verme konusunda insanların en üstünüydü.

Bir gün adamın biri Peygamber Efendimize (sav) gelip ondan yardım istedi. Peygamber Efendimiz (sav) o an mübarek elinde ne varsa verdikten sonra: “Şu an bu kadar verebiliyorum! Fakat sen git, benim adıma ihtiyacın olan şeyleri satın al, Allah bana verdiği zaman ben senin oralara yaptığın borcu öderim!” buyurdu. Vermenin zirvesi.

Verme yarışını Hz. Ebubekir(ra) kazanıyor.

Ömer İbnü’l-Hattab (ra) anlatıyor:

“Bir gün Rasûlullah (sav) bize, elimizde olanlardan vermemizi, yardım etmemizi emretti. Bu da yanımda mal bulunduğu bir güne rastladı. Kendi kendime dedim ki:

“Bari bugün Ebu Bekir’i geçeyim.” Ve elimde verilebilecek ne varsa yarısını verdim. Rasûl-i Ekrem (sav) sordu:

– Evine ne bıraktın?

– Elimdekinin yarısını, dedim. Ebu Bekir’e:

– Sen evine ne bıraktın? diye sorunca Ebu Bekir:

– Allah’ı ve Rasûlünü bıraktım, diye cevap verdi.

Ben de kendi kendime: “Bundan sonra hiç bir işte seninle yarışmam ya Ebu Bekir” dedim. Sonra Rasûlullah (sav)  bize dönüp:

“Aranızdaki fark, söylediklerinizin arasındaki fark kadardır” buyurdular.

Bize hediye, sadaka, zekat, yemek, akıl, moral, sevgi… verene teşekkür ediyoruz. Bize  kainatı, dünyayı içindekileri emrimize verene teşekkür etmeyecek miyiz?

İnsan kendisine hayatı ve bütün kainatı emrine veren Allah’ı tanımalı, O’nun bütün kâinatın hâkimi olduğunu bilmeli, varlığına ve birliğine şehadette bulunmalı, isimlerinin bütün kâinattaki cilvelerini tefekkür etmeli, şükür etmeli,  kulluğunu yerine getirmelidir.

Hepimiz ebedi yaşamak istiyoruz. İstediğimiz her şey verildiğine göre, ebedi yaşama arzumuzun karşılığı da verilmiş midir?

Evet verilmiştir.

Çünkü, “Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Vesselam…

Asıl virüs ekranlarda

Mehmet Abidin Kartal

İnsanı insan yapan özelliklerden biride duygularıdır. Bunları şefkat, sevgi, adalet, sabır, merhamet, yardımlaşma gibi sayabiliriz. Duygularımız hayır ve şerre, hidayet ve dalâlete, hak ve batıla, güzel ve çirkine, edep ve sapkınlığa  aynı mesafededir. İnsanın duygularının tatmini ve terbiye edilmesi onu mutlu ve huzurlu yapar. Duyguları terbiye edilmeyen, şer yönünde kullanan  insan bencildir, nefsinin istekleri ön plandadır, kötülükler ve çirkinlikler hayatının bir parçasıdır.  Duygularını hayır yönünde kullananlar merhametlidir, adaletlidir, edeplidir.  

İnsanın duyguları nasıl terbiye edilecek?

Bir makinayı ustasının hazırladığı kataloğundaki kurallara göre çalıştırırsanız verimli ve uzun ömürlü olur. Kullanım kılavuzunu okumadan rastgele çalıştırırsanız  kısa sürede bozulur. Allah’ın yarattığı en mükemmel makine insandır. Bu duyguları olan bir makinadır. Bu duyguların hayır yönünde kullanılması Allah’ın yapmamızı istediği helal dairesidir. Şer yönünde kullanılması en mükemmel makineyi Yapanın yapmamızı istemediği, yasakladığı haram dairesidir. Zaten makina helal dairesinde çalışırsa verimli, huzurlu ve mutlu oluyor. Haram dairesinde çalışırsa mutsuz, bunalımlı, tatminsiz, verimsiz, sağlıksız olduğuna, insan olarak şahit oluyoruz.  Alkolik bir kişinin sağlıklı olmasını bekleyemezsiniz. Ama oruç tutan insanın sağlıklı olduğunu tıp doktorları ittifakla söylüyor. Orucun tetiklemesiyle hücrelerin kendini sindirerek (autohagy) yenilediğini  2016’da Nobel Tıp Ödülü kazanan Japon bilim adamı Yoshinori Ohsumi, bilimsel olarak ispat etti. Örnekleri çoğaltabiliriz…

İnsan duygularını kullanmakta serbest bırakılmıştır. Yol ikiye ayrılıyor. İsteyen şer yönüne, isteyende hayır yönüne gidiyor. Hayır yolunda gidenler, güzel  işler yapanlardır. Şer yolunda gidenler çirkin işler yapanlardır. Hayır yolu insanı  ebedi mutluluğa, şer yolu da ebedi azaba götürüyor. Allah’ımız bize gönderdiği son mesajında bunu bildiriyor. “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. ” (Mülk suresi 2. Ayet)

Duygular, insanın maddî ve manevî yükseliş ve alçalışının da sebebidir.  İnsan şer ve tahrip yönünden  dağdan daha ağır, virüsten daha zararlı hale gelmektedir. Sapkınlık insanın şer yönünün, alçalışının, fıtrata aykırılığın zirvesidir. Sapkınlar, Allah’ın kanunlarına aykırı yaşayan, ahlaksızlık içinde bulunanlardır.  Her devirde ahlaksızlıklar yaşanmıştır.   

Lut kavmi kendilerinden önce yapılmayan, sapkınlığı, ahlaksızlığı yaparak sapkınlığın, ahlaksızlığın yolunu açmışlardır.

İnsanlığa  Allah tarafından gönderilen son mesaj Kur’an-ı Kerim’de Lut (a.s) kavminin helakine sebep teşkil eden en belirgin günahın cinsi sapıklık olan homoseksüellik olduğu çeşitli ayeti kerimelerde anlatılır.

Kur’an-ı Kerim’de Allah, erkek ve kadını tek bir parçanın birbirini tamamlayan iki öğesi olarak yaratmış, neslin devamı  için de erkek ve kadının nikah yoluyla evlenmesini  emretmiştir. Fakat Lut kavmi Allah’ın koyduğu bu kanuna karşı çıkmış ve haddi aşmıştır. Sadece eşcinsel ilişkiye girmeleri bir yana kendileri için doğal yolun tamamen kapalı olduğunu söyleyerek kadınlardan uzak durmuşlar, ahlaksızlığın ve hayasızlığın son haddine ulaşmışlardır.

Lut kavmi, cinsel ihtiyacı gidermek için, Allah’ın çizdiği sınırların dışına çıkarak; toplumu ifsada götüren haram bir fiile meyletmiştir.  Lut  (a.s) da, kavmine şöyle demişti: “Doğrusu siz, daha önce hiç bir kavmin yapmadığı bir hayasızlığı yapıyorsunuz. Erkeklere yaklaşıyor, yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz? ” (Ankebut suresi, 28-29)

“Kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz; evet siz cahil bir kavimsiniz,” (Neml suresi, 55)

“…Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz.” (Şuara suresi, 166)

Oysa Allah: “…Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz.” (Bakara suresi, 187) diyerek kadın ve erkeği birbirlerinin örtüleri olarak tavsif etmiştir. Helal bir cinsel birleşmenin ancak nikah yolu ile bu iki cins tarafından yapılacağını emretmesine rağmen; Lut kavmi harama meyletmiştir. Dolayısıyla helal birleşmeyi terk ederek; toplumu batağa sürükleyecek erkek erkeğe yapılan haram birleşmeyi tercih etmişlerdir.

Lut (a.s)  kavmini sürekli olarak uyarır. Yaptıkları fiillerin Allah’ın kanununa,  fıtrata aykırı fiiller olduğunu hatırlatır.  Bütün bu uyarılara rağmen Lut kavmi sapıklıkta ısrar eder.

Lut kavmi kıyamete kadar gelecek insanlara ibret içeren ilahi azaptan kurtulamazlar. “Güneşin doğuşu anında korkunç bir uğultu onları yakalayıverdi.  Hemen onların altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.”(Hicr suresi; 73-74)

Son gecelerinde daha da azgınlaşan sapıklar, Hz. Cebrâil’in bağırmasından kaynaklanan korkunç bir uğultu ile yataklarından fırlayıp dışarı kaçıştılar. Korku ile birbirlerine bakışırlarken, şiddetli bir fırtına koptu ve üstlerine taşlar yağmaya başladı.

Aşırı derecedeki sıcak taşlardan korunmak için tekrar evlerine kaçtılar ama bu defa da çok şiddetli bir deprem başladı. Ayrıca yerden sıcak sular fışkırmaya ve gökten de sıcak çamur yağmaya başladı. İnternette taşlaşmış hallerini görebilirsiniz.

“Emrimiz gelince, oranın (Lut kavminin) altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. O taşlar Rabbinin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır) (hangi taşın hangi sapığın başına ineceği, beynine ineceği yazılı idi. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz. ” (Hûd suresi, 82, 83.)

Günümüz dünyasında  bu çirkin fiillerin boyutu Lut kavminin yaptığı toplumsal pisliğin çok ilerisindedir. Erkek erkeğe, kadın kadına evlenmenin normal görüldüğü, homoseksüel olimpiyatların tertiplendiği  global pisliklerin bir araya getirildiği bir dünyada yaşıyoruz. Sapıkları konu alan filimler, diziler  dünyayı kıyamete yaklaştıran  Lut kavminin torunları beyinsizler tarafından yapılmaya devam ediyor.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın islamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu Hiv virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.” Diyordu.

Mücadeleyi  İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, sapkınların avukatlığına soyunarak Diyanet İşleri Başkanı Erbaş hakkında, sapkın LGBT’lilere yönelik nefret söyleminde bulunduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulunarak yapıyordu. Yorum sizin…

İnsanın bugününden yeryüzüne adım attığı ilk gününe doğru geri dönüp baktığımızda utanılacak, sapkınlık, yanlış, kendine ve bütün canlılara zarar veren, hayatı yaşanmaz hale getiren çok kötü şeyleri yaptığını görürüz. Bugün bunların çoğunun ve tesirlisinin şeytanın askerleri tarafından dijital dünyada yapıldığını görüyoruz. Lut kavminin torunları iş başında.

Şehvetperest eşcinsellerin hamiliğine soyunan dijital TV ekranı Netflix, mukaddes dinimiz İslam’a en ağır ithamlarla saldırmaktan geri durmuyor. Netflix’in birçok dizi ve filmlerinde açık şekilde İslam düşmanlığı yapıyor. Netflix eşcinsel sapkınlığın propagandasını yapıyor.

Yayınladığı çoğu film ve dizilerde, gençlere uyuşturucu ve LGBT sapkınlığını aşılama misyonunu üstlenen ABD merkezli dijital yayın platformu Netflix’in, toplumsal değerleri aşındırmak üzere kurguladığı son yapımı, eşcinsellik sapkınlığını, liselerde şiddeti, küfürü, çeteleşmeyi, cinselliği özendiren ‘Aşk 101’ dizisini vatandaşlardan gelen tepkilere rağmen Ramazan’ın ilk günü yayınlamaya  başladı. Tüm dünya koronavirüs hastalığın pençesinde kıvranırken; Netflix denen ahlak, edep yoksunu ucube kanal geçmişte ‘lut kavminin’ yok olmasına  sebep olan bir fiili film konusu yaparak,  bu aşağılık ve sapkınlık durumunu toplum nezdinde meşrulaştırma, normalleştirme ve yaygınlaştırma niyetiyle  yayınlamaya devam ediyor.  Evet devletimizi, hükümetimizi görmek istiyoruz. Devletimizin koronavirüsle mücadelesini, millete yardımını alkışlıyoruz. Ama sapkınlığın tuzağı  Netflix virüsü koronavirüsten daha tehlikeli. Neslimiz mahvoluyor.  Nesli korumak devletin görevi.  Bu dizi yayından kalksın.

Çünkü bu dizide edep ve hayada örnek gösterilen bir halifenin, dünyaya ahlak ve vicdan dersi veren bir milletin ismi olan Osman karakteri kullanılmakta. Osman bir ahlak biçimi olduğu halde, ahlaksız bir yapılanma olan LGBT düşüncesi ile ilişkilendirilmektedir. Özellikle  Osman isminin kullanılması tesadüf değildir.  Bizim en önemli değerlerimizi iğrenç emellerine alet ederek kin kusmaktalar.

Asıl virüs ekranlarda. Bütün dünyayı  Koronavirüs, Rabbi Celalin kamçısıyla yöneterek insanları öldürmeye devam ediyor. Bu ölüm yalnız insanın dünya hayatını mahvedebilir. Bu virüsün tedavisi var. İnşallah aşısı bulunacak.  Ama ekranlardaki virüsler, sapkınlığın tuzağı olan Netflix virüsü ebedi hayatımızı mahvediyor. İlacı, aşısı yok.  Neslimizi mahvediyor.

Çözüm ne?

Şeytanın askerleri görevlerini yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler.  Bunlar insanların dünya ve ebedi hayatlarını mahveden virüsler.  Yaptıkları dizi ve filmlerin ana hedefi  aile müessesesini  bitirmeye yöneliktir. Ailenin temelini yok etmek için bu dizi ve filmler  kullanılıyor. Aile ne ise bir devlette odur. Aile reisinin görevleri olduğu gibi devletlerin ve hükümetlerin de görevleri vardır. Devletler ve hükümetler; insanların can, mal, akıl ve din güvenliğini sağlamakla mükelleftir ve bugünü yarına aktarabilmek için de nesil güvenliğine ihtiyaç vardır. Hükümetler ve devletler bunu yapmak zorundadırlar.

Ne yapacağız? Sahayı Şeytanın askerlerine mi teslim edeceğiz. Allah’ın askerleri nerede?  Düşmanın kötülük, sapkınlık silahına;  iyilik, güzellik, edep silahıyla cevap vermemiz gerekiyor. İyilik kötülükleri yok eder. Onların bugün Netflix, Youtube, Facebook ve Twitter üzerinden yapmış oldukları kötülüklere, çirkinliklere,  sapıklıklara karşı bizim de iyilikleri, güzellikleri, edebi konu alan yazılımlarımız, filmlerimiz, dizilerimiz olmalıdır. Ekranlardaki virüsleri ancak böyle temizleyebiliriz. Hayatımız ekranlar karşını da geçiyor. Televizyon ekranı, bilgisayar ekranı, cep telefonu ekranı. Bu ekranlardaki filmlerinde, dizilerde,  haberlerde, bilgisayar oyunlarında, çizgi filmlerde, müzik videolarında ve reklamlarda propaganda ve bilinçaltı teknikleriyle yoğun bir şekilde kötülük virüsler karşımıza çıkıyor. Bu virüsler farkında olmadan, insanı uyuşturarak, kendine bağımlı yaparak,  düşünme melekelerini yok ediyor.

Ekranlardaki  kötülük virüslerini  yok edecek iyilik virüsleri programları yazmamız gerekiyor.  Bunun içinde  imanımızı, inancımızı haykıran filmler, diziler, yazılımlar yapmaktan, Netflix gibi platformlar kurmaktan başka çaremiz yoktur. Geleceğimizin teminatı gençliğimizin güvenliğini ve sağlığını sağlamanın yolu budur. Yapılması gerekenlerin sözde kalmaması için,  devletimiz, hükümetimiz  bu konuyu çok ciddiye alarak, plan ve projesi olanlara destek olmalıdır. Bu bir devlet politikası olmalıdır. Değerli bir dostumun bu konuda çok ciddi plan ve projeleri var,  ama imkansızlık ve ilgili yerlere ulaşılamadığından dosyasında bekliyor.