Etiket arşivi: Mehmet Paksu

Risale-i Nur niçin okunmalı?

Risale-i Nur nasıl okunur, nasıl istifade edilir, insana ne verir, herkes anlar mı, nasıl anlaşılır, her meselesini herkesin anlaması mümkün mü, sadece akla mı hitap eder, diğer duygularımızın istifadesi nasıl olur?

Bütün bu soruların toplu cevabını eserin müellifi olan Bediüzzaman’ın kendi ifadelerinden okuyalım:

Önce Sözler’den:

“İhtar: Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektub, imânı olmayanı inşaallah imâna getirir, imânı zayıf olanın imânını kuvvetleştirir, imânı kavî ve taklidî olanın imânını tahkikî yapar, imânı tahkikî olanın imânını genişlendirir, imânı geniş olana bütün kemâlât-ı hakikiyenin medârı ve esası olan mârifetullâhta terakkiyât verir, daha nurânî, daha parlak manzaraları açar.

İşte bunun için, “Bir pencere bana kâfi geldi, yeter” diyemezsin. Çünkü, senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister, hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binâenaleyh, herbir pencerenin ayrı ayrı faydaları vardır.”

Sonra Şuâlar’dan:

“Yedinci Şua (Ayetü’l-Kübrâ) Mühim Bir İhtar ve Bir İfade-i Meram:

“Bu ehemmiyetli risalenin, herkes her bir meselesini anlamaz. Fakat hissesiz de kalmaz. Büyük bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat eline girdiği miktar yeter. O bahçe yalnız onun için değil; belki, elleri uzun olanların hisseleri de var.”

13. Söz’de ve Emirdağ Lahikası’nda yer alan bir Mektub’tan:

“Elbette, bize lâzım ve millete elzemdir ki: Şimdi resmen izin verilen din tedrisâtı için, hususi dershâneler açılmaya izin verilmesine binâen, Nur şâkirdleri, mümkün olduğu kadar, her yerde küçücük birer dershâne-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi, herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz. İmân hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem Mârifetullah, hem huzur, hem ibâdettir. Eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah Nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek; ve yirmi senedir ediyor.”

Dördüncü olarak:

Sözler’in sonunda bulunan “Konferans”tan:

“Üstâdımız Bediüzzaman, bir Nur Talebesine Risâle-i Nur’dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahşederken, izah etmiyor, diyor ki: “Risâle-i Nur, imânî meseleleri lüzûmu derecesinde izah etmiş. Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur. Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidâdı nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklınız herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdânınız hissesini alır. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtır.”

Ve en son Barla Lahikası’ndan:

“Saniyen: Hikmetü’l-İstiâze’nin, besmele-i şerifenin sırlarına dair senin ve Şerif Efendinin ifadeleriniz kısadır. Tenkit mi, takdir mi, anlaşılmıyor. Zaten mükerreren demiştim: Herkes her risalenin her meselesini anlamasına muhtaç değil. Ne kadar anlarsa kâfidir.”

Mehmet Paksu / Moral Haber

Varlıkların namazda temsili

Namaz, her tür varlığın değişik ve çeşitli ibadetlerine işaret eden kutsal bir haritadır

Ağacın namazı nasıldır? Ağacın bir namaz kılış şekli var mıdır? Ya koyunun, keçinin, devenin, dananın ve mandanın bir namaz şekilleri mevcut mudur? Daha ötesi elsiz ayaksız bir yılanın, evini sırtında taşıyan kaplumbağanın ve diğer sürüngenlerin namazından söz edilir mi? Hatta sıra dağların, sessiz sakin duran tepelerin de namazdan bir payı olabilir mi?

Kuşkusuz, bu varlıklar bizim gibi namaz kılacak değiller, fakat olsa olsa insanın namazından onların da bir payı ve hissesi vardır, denebilir. Nasıl bir payı olabilir sorusuna, şu cevapları bulmak mümkün. “Namaz, her tür varlığın değişik ve çeşitli ibadetlerine işaret eden kutsal bir haritadır” sözünden yola çıkarak şöyle bir açıklama getirilebilir.

Namazın ilk duruşu ve ilk şekli, kıyamdır, ayakta durmaktır. İnsan namazda ayakta duruşuyla bütün ağaçların duruşlarını, hiç kımıldamadan dikilişlerini temsil ediyor, bir yerde onların ibadetlerini kendi hayatında şekillendiriyor.

Çünkü hiçbir ağaç kendi adına hareket etmez, açmaz, açılmaz, dal, yaprak ve meyve vermez. Yaratıcısı adına iş görür. Başta koyun ve keçi olmak üzere evcil ve yabani bütün dört ayaklı hayvanlar da sürekli ağızları yerde, belleri bükülmüş vaziyette bir rükû halini yaşıyorlar. İnsan da rükûuyla bu canlıların bir tür ibadetlerini temsil ediyor.

Yılanlar, akrepler ve bütün sürüngenler, hatta bir bakıma deniz canlıları, duruşlarıyla insanın namazdaki secdesine işaret ediyor. İnsan da secdesiyle onların ortak ibadet duruşlarını sembolize ediyor. Dağların, tepelerin duruşları, yerlerinden kımıldamadan oturuşları namazdaki oturuşa işaret ediyor.

İnsan namazda oturuşuyla yeryüzünün birer hazine deposu olan dağların bu hallerini temsil ediyor. Böylece bütün varlıklar insanın namazında yer alıyor, insan da halife olması hasebiyle onların fıtrî ibadetlerini Rahîm olan Rabbine böylece arz etmiş oluyor.

Mehmet Paksu / Bugün Gazetesi

Evlilikte namaz şartı aranmalı mı?

Ben İslâm’ı yaşamaya çalışan, emir ve yasaklara dikkat eden, 27 yaşında bir kızım.

Evlilik için karşı taraftan namaz şartım var ama bunu da bulamadım. Çıkan kısmetler de “Kılmıyorum ama kılarım, falan” diyorlar. Bu duruma gönlüm el vermiyor, riske girmek istemiyorum ama evlilik için ne kadar daha bekleyebilirim? Zaman zaman aklım çok karışıyor. Namaz olmazsa olmazım, ama böyle biriyle bir araya gelemedim. Neler tavsiye edersiniz?

Denklik ve uyum evlilikte çok önemlidir. Bu konuda en önde gelen de inanç beraberliğidir. İnanç denkliği olmazsa, evlilik aksar, çok geçmeden bir çileye dönüşür.

Siz namaz kılan birisiyle evlenmek istiyorsunuz. Bu zamana kadar namazla arası iyi olmayan bir insanın, evlendikten sonra namazla barışık olması, Allah’tan ümit kesilmez, ama çok zayıf bir ihtimaldir.

Bunun için “riske girmemekte” haklısınız, hiç acele etmeyin. “Namaz olmazsa olmazım” dediğinize göre, namaz olmazsa başka bir şey aramamanız normal…

Çünkü inanan bir insanda imandan sonra bulunması ve aranması gereken ilk şart namazdır. İslam’ın kesin bir emri olan, Kur’ân’da 100′e yakın yerde geçen ve kulluğun esası olan bir ibadet bir insanda aksıyorsa, İslam’ın diğer emirlerinin ve yasaklarının aksaması, gerilemesi de söz konusudur.

Peygamberimiz evlilikte adayda bulunması gereken şartları belirlerken, güzellik/yakışıklılık, gelir durumu, bilinen/temiz bir aileden gelmesi, ahlak ve karakter sahibi olmasını sayar, en sonunda da dini hayatın yeterli olmasını gerekli görür.

Bir hadis-i şerifte de “Kızını fasık birisine veren kişi, kızıyla ilgisini kesmiş ve onu ateşe at­mıştır” buyurarak, evlilikte dini hayatın önemine dikkat çeker.

Sizin gibi namazı önceleyen ve namazı ön şart olarak gören insanların evlilik hayatlarının sürekli ve devamlı olabilmesi başka türlü düşünülemez ve yaşaması da zordur.

Allah her insana niyetine göre muamele eder, niyetine göre arzu ettiği adayları karşısına çıkar. Burada önemli olan vesveseye kapılmamanız, kendinizi bir boşluğa atmamanız, daha sonra telafi edemeyeceğiniz, geri dönüşü olmayan bir girişimde bulunmamanızdır.

Ahzab Suresi’nin 35. âyetinde Kur’ân’ın istediği insan tipi tanımlanırken, “Müslümün erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar” eşitlemesinin ardından, “Allah’ın emirlerine itaat eden erkekler ve kadınlar” birlikteliği yer alır ki, karı koca arasında gerçek denkliğin, eşitliğin ve her ikisinde de olması gereken birlikteliğin Allah’a yakınlık derecesinde aranması şartına işaret edilir.

Zaten gerçek mutluluk, ailede aranan huzur manevi paylaşımın öne çıkarılmasıyla temin edilir. Başka türlü düşünceler ve beklentiler hayata bir tat ve lezzet katacak değildir.

Mehmet Paksu / Bugün Gazetesi

Evlenilecek eşlerde aranan vasıflar nelerdir?

Erkeğin, evleneceği kızı seçmesi, kız velisinin de damat adayını seçmek için dikkatli davranması, kurulacak yuvanın selâmeti ve doğacak çocukların sıhhati ve terbiyesi açısından çok mühimdir. Gelin ve damat namzetlerinin tayininde dikkatli olunmasını tavsiye eden Sevgili Peygamberimiz, “İnsanlar iyilik ve kötülükte madenler gibidir“(1) buyurarak bizleri ihtiyata davet etmektedir. Hz. Ömer, kendisine çocuğun babası üzerindeki hakkını soran bir oğluna şu üç şeyi sayar: “Temiz ve iyi ahlâklı bir anne seç, güzel bir isim koy ve ona Kur’ân öğret.” (2)

Her şeyden önce, evlilikte esas maksat hayırlı bir neslin vücuda gelmesidir, insanın bazı muhtemel günahlara girmesine mani olması ve düzenli bir hayata kavuşması için de ayrıca ehemmiyeti vardır. Yoksa sırf nefsin arzusundan kaynaklanan ve sadece geçici bazı zevklerin tatmini düşüncesine dayanan bir teşebbüsün ilerisi için devamlı bir rahatsızlık unsuru olacağı şüphesizdir.

İmam-ı Gazali dinimizin bu husustaki prensiplerini sayarken ilk iki maddeye, “dindarlık ve güzel ahlâkı” koymuştur.(3)

Aile yuvasının ileride bozulmaması için eşler arasındaki denklik büyük ehemmiyet arz etmektedir. Dindar bir kız ile hevaî bir erkeğin denk olmayacağı muhakkaktır. Böyle bir evliliğin ileride bozulma ihtimali kuvvetlidir. Çünkü dünyaları ayrı iki insan arasında uyumun sağlanması çok defa mümkün olmamaktadır. Aynı şekilde, dindar bir erkeğin, dindar olmayan, davranış ve hareketlerini İlâhî emirlere göre tanzim etmeyen bir kadınla evlenmesi ve hayat arkadaşlığı kurması beraberinde pekçok problem getirdiği gibi, böyle bir yuvanın da devamı zor olur. İşte İslâmiyet, sonradan olabilecek hadiseleri önceden tedbir olarak engellemektedir. Böylece cemiyet nizamını sağlam esaslar üzerinde devam ettirmektedir.

Bu hususa dikkatimizi çeken Peygamberimiz (a.s.m.) mü’minlere şu tavsiyede bulunur:

Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesut olursun.” (4)

Kadının diğer vasıfları yanında, bilhassa dinî cihetine ağırlık verilmesi bir Peygamber tavsiyesidir. Dolayısıyla, Müslümanın da göz önüne alması gereken en hayatî noktadır.

Peygamberimiz, Hz. Ömer’in “İhtiyacımızı gidermek için ne gibi mal elde edelim?” diye sorması üzerine şu tavsiyede bulunurlar: “Malın en faziletlisi zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve âhireti ile ilgili [İslâmî] hizmetlerde ona yardım eden imanlı bir hanım.” (5)

Kocasına İslâmî hizmetlerde destek olan hanımı, Peygamberimiz, dünya servetinin en mühimlerinden birisi saymıştır.

Bu noktadan sık sık ikazlarda bulunan Peygamberimiz şu sözlerinde daha da dikkatli davranılmasını istemektedir: “Kadınları [sırf] güzellikleri için nikahlamayınız, Çünkü onların güzellikleri onları tehlikeye atabilir. [Sadece] malları için de nikahlamayınız. Çünkü mallan onları azdırabilir. Dindar olanını nikahlayın. Şüphesiz, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye, dindar olmayan bir kadından efdaldir.

Evlenecek kadında dindar olma şartı arandığı gibi, kız velîsinin de erkekte öncelikle dinî tarafını araması bir vazifedir. Kızlarını verecekleri adamda sadece güzellik, zenginlik ve makam gibi üstünlükler arayıp, dinî cihetine itibar etmeyen kimseler bozgunculuğa ve fitneye meydan vermiş olurlar.

Kızının talipleri olan bir adam Hasan-ı Basrî’ye gelerek “Kızımı nasıl bir kimseye vereyim?“diye fikrini sorar. Hasan-ı Basrî de, “Allah’tan korkan bir adama ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse ona iyilikte bulunur, şayet ondan nefret duyacak olsa zulmetmez” buyururlar.(6)

Şer’an, koca karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı” diyen Bediüzzaman Hazretleri de devamında, “Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur. Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp ‘Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim’ diye takvaya girer” demektedir.(7)

Her iki taraf dindarlık cihetini nazara aldıktan sonra,tabiî olarak, diğer yönlere de ehemmiyetine göre yer verir. Kadında aranan başka bir vasıf da iyi huylu ve temiz ahlâklı olmasıdır. Zaten dinî hayatına dikkat eden kadınların ekserisi, İslâm ahlâkını yaşamaya çalışacaktır.

Kadının erkek hakkında fikir ve tercihi de unutulmamalı, ihmal edilmemelidir. Çünkü ömür boyu sürecek ve sonsuz hayatta da devam edecek bir beraberlik olacaktır.

Dikkate alınması gereken diğer bir husus da kadının mehrinin az olmasıdır. Yani fazla masrafa yol açmayan bir çevreden alınmasıdır. Bugün hâlâ bazı bölgelerimizde bir cahiliye âdeti olan başlık parası nikâh yolunun kapanmasına sebep olmaktadır.

İslâm âlimleri, hayırlı ve faziletli bir namzetin fakirliğinin karı-koca arasındaki denklige mâni ve nikâha zarar veren bir durum olmadığını açıklamaktadırlar.” O halde, eşler arasında karşılıklı rıza olduktan sonra zenginlik ve fakirlik noktasındaki bir dengesizlik evliliğe ciddî bir engel teşkil etmez.

Bunun yanında, dindarlığı ve ahlâkı istenen vasıfta olduktan sonra, kadının zengin bir aileden olması, malî cihetten yeterli bulunması da ayrı bir tercih sebebi olabilir. Hadiste de bu şık ayrı bir hususiyet olarak zikredilmiştir.

1. Müsned, 2: 539.
2. Terbiyetü’l-Evlâd, 1: 38.
3. ihya, 2: 38.
4. İbni Mâce, Nikâh: 6.
5. Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’ân.- 48, IbnİMâce, Nikâh: 5.
6. İhya, 2: 43.
7. Lem’alar, s. 186.

Kaynak : Mehmet Paksu, Kadın, Aile, Hayat, Nesil Yayınları

Aileden saklı nikâh yapabilir miyiz?

Ben ve arkadaşım flört ediyoruz ama bilindiği gibi İslâmiyet’te flört yoktur.

Bundan dolayı nikâh kıymaya karar verdik. Ancak öğrenimimiz devam ettiği için ailelerimiz buna kesinlikle karşı çıkacaktır. Ailelerimizden saklı nikâh kıymak ikimiz için de ürkütücü geliyor. Ancak yine de İslâm’a uygun bir birlikteliğimiz olacak ve içimiz rahat edecek diye düşünüyoruz. Bu durum caiz midir? Şayet caizse, ailelerimize “Daha önce nikâhlandık” diyemeyeceğiz. Çünkü bu “saklı durumu” öğrendiklerinde onlar bir hayli üzülecektir. İkinci bir dini nikâh olsa, ancak ailelerimiz ilk defa nikâhlanıyormuşuz gibi bilse, bu durum uygun mudur?

Nikâh bir defa yapılır ve biter. İkinci, üçüncü nikâh gibi bir şey yapılmaz. Yapılsa da bir anlam taşımaz.

Nikâh kıyıldıktan sonra aranızda bir engel kalmaz, karı koca olarak yaşayabilirsiniz.

Nikâh gizli, kapaklı da olmaz. Şahitler hazır olmalı, hadislerde açıkça yer aldığına ve birçok İslam hukukçusunun da içtihadına göre ailenizin, yanı kızın babasının bilgisi/rızası alınmalı, belli bir mehir tespit edilmeli, çevreniz duymalı, bilmeli, resmi işlemler tamamlanmalı.

Yarın bir anlaşmazlık olduğunda pişmanlıklar yaşamamak için “Serbest hareket edelim” diyerek duygusal bir karar verirseniz telafisi mümkün olmayan hallere düşersiniz.

Resmi işlemleri yapmadan sadece dini nikâh kıyılarak yaşanan beraberliklerde, özellikle kız tarafı ayrılmak istediğinde, erkek boşamaya yanaşmayınca kızın bir başkasıyla evlenmesi imkânsız hale geliyor.

Bu açıdan evlilik sadece kızla erkeğin birbirlerinin kabul etmesi ve aralarında bir nikâh akdinin yapılması anlamına gelmiyor.

***

Diğer yandan anne babadan habersiz, rızaları alınmadan, tek başına karar verip yola çıkmanız bir kere evlat-ebeveyn hukuku açısından kabul edilecek bir olay değildir.

Yerin, göğün kulağı var” derler, anne babanız nikâhlandığınızı bir şekilde öğrenecek olsalar, olayı nasıl karşılayacaklarını zaten tahmin ediyorsunuz.

Bu durumda onlara nasıl cevap vereceksiniz, nasıl bir gerekçe gösterecek, nasıl bir bahane ileri süreceksiniz?

Ayrıca aileleriniz razı değilse işin içinden nasıl çıkacaksınız, ne gibi bir çözüm üreteceksiniz?

Böyle yapacağınıza, ne kadar başarılı olursunuz, nasıl bir sonuca varırsınız, konu biraz meçhul ama bir yolunu bularak durumunuzu ailenize açın, onlara söyleyemeseniz bile ikinci derecede yakınlarınıza konuyu açarak bir çözüm bulmaya çalışın.

Şu anda biraz zor anlarsınız ama kendinizi anne babanızın yerine koysanız, meseleye onların gözüyle baksanız neler düşünürdünüz? Empatiden söz ediyorum. Herhalde şimdiki gibi rahat hareket edemeyecektiniz?

Yıllardan beri bu yolu deneyen birçok genç oldu, eğitimlerini bitirdikten sonra beraberliklerini sürdüremediler, okulları bitince, herkes kendi yoluna gitti.

Burada en çok kız ve kız tarafı mağdur oldu. Genç bir kızı bu halde bırakmaya razı olabilir misiniz?

Mehmet Paksu / Bugün Gazetesi