Etiket arşivi: miraç

Miraç Yüksek Bir Hakikattir

25 Mayıs 2014 günü, Pazar gününü Pazartesiye bağlayan gece Miraç Kandilidir. Miraç, İslam dininde Hz. Muhammed (a.s.m.)’in göğe çıkması sonucu mukaddes bir yolculuğun ve manevi bir yükseliş anlamındadır. Hicret’ten bir yıl önce, Recep ayının 26- 27. gecesinde olmuş, kadir gecesinden sonra en kutsal gecedir. Habibi, Hz. Muhammed’i (asm) huzura Kabul etmiş, Melekleri, cenneti ahireti Cenab-i Allah’ın cemalini gözleriyle müşahede etmiş, beş vakit namaz bu gecede farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de İsra suresinin ilk ayetinde bu manevi yolculuk şöyle anlatılmaktadır.

“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Bediüzzaman hazretleri, Peygamber (asm)’in miraca çıkmasının sebep ve hikmetini bir misal ile şöyle anlatıyor: “Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.” 31. söz.

Bu misalde olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye misaldir.

Efendimi, bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte olduğu için Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinciye misaldir.

İnsanlığın medar-ı iftiharı, Fahr-i kâinat (a.s.m.)’in elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi Miraç’ın bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan Risâlet yönüdür.

Efendimiz (a.s.m.) bütün varlıkları temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkmış, bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (ettehiyattü, elmüberekattü, esselavatü, etteyibattü) dört kelimeyle, adeta dört zarf arz etmiştir. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi,

Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey ona sonsuz şekilde uzaktır. Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir. Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, ona yanaşmak mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber (a.s.m.), Cenab-ı Hakkın Lütfüyle bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraç’a yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Yerküremiz, yani dünya yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı âlâya getiremez mi? bir insan bedenini şimşek gibi Arşına çıkaramaz mı?

Kudret sahibi Allah (cc) bütün âlemlerdeki varlıkları ve ibadetlerinin ahiretteki neticesini göstermek için Efendimiz (a.s.m.)’ı o yüce makama, mübarek bedeni ile arşa kadar davet etmesi hikmetin muktezasıdır.

Dünya’da ceset ruha arkadaşlık ettiği gibi, Kudret sahibi Allah (cc) cennette dahi bedeni ruha arkadaş edecektir. Mademki, cennette ruh bedenle birlikte olacaksa, Sidretü’l-Münteha’da da Efendimiz (a.s.m.)’in ruhu, kalbi cesediyle birlikte olması hikmetin ta kendisidir. Deme ki, bedeni ile çıkmıştır. Efendimiz Miraca sadece ruhen çıkmış olsaydı, mucize olmazdı. Zaten her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir. Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün; diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz (a.sm.), Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

Mü’min bir insan, namazda bir çeşit Miraçla kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi kalp gözü açık olan bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları, melekler bir anda yerden Arşa çıkmaları, Arştan yeryüzüne inmeleri gibi,

Netice-i kelam, bütün enbiya ve evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, hatemü’l- Enbiya olan Resul-i Ekrem (a.s.m.) bir anda Miraca çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi şanına layıktır ve doğrudur.

Yâ İlâhi ve Yâ Râbbi! İçinde bulunduğumuz bu üç ayların hürmetine, bütün İslam âlemi ve memleketimizi münafıkların şerrinden ve doğal afetlerden muhafaza et. Bahusus Soma ilçemizde, maden ocağında hayatını kaybeden şehitlerimize Rahmetinle muamele et, yakınlarına sabr-ı cemil ver, üzüntülerimizi sürura, güçlüklerimizi de kolaylığa çevir. Âmin!

Bu vesileyle tüm İslam âleminin mübarek Miraç Kandilini tebrik ediyorum.

22.05.2014

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

www.NurNet.org

Kandil Yürüyüşü

medineHİKMETİ HİÇ unutulmasın, müminler ondan her daim yeni dersler alsın, yolunu kaybettiğinde yol göstericisi olsun diye her yıl yeniden andığımız bir miracın gölgesi üzerimdeyken en sevgilinin ayak seslerini düşlüyorum.. Mekke’nin havasının, insanının, bir araya gelmiş tüm şartlarının sıktıkça sıktığı bir nebinin ayak seslerini yani.

En güzel bir yol arkadaşını, aynı zamanda en büyük destekçisini kaybetmek, hayır umduğu zorlu bir yolculuktan büyük hayal kırıklığı ve hakaretlerle dönmek, döndüğü yerde alaya alınmak, her daim canına kast edilmek diğer yandan. Ne maldan, ne dosttan, ne destekleyiciden yana güçlü olmak şöyle dursun, elindekileri de yitirmek, yitirdikçe yitirmek..

İşte bu yorgun ayaklar, bu hüzünlü kalbi taşıyan bedenin sahibinin narin ayaklarıydı ki gök kapılarına dayanmıştı. Nasıl olmuştu da en yalnız, en karanlık, en zor günlerden cennet sevinçleri yağmıştı?

Bunu düşünmek istiyorum çünkü çok hüzünlüyüm. Hüzünlüyüz. Hüzün yılı değil, hüzün asrı yaşıyoruz ümmetçe. Ve zorluğun ardından gelecek olan kolaylığı, ‘rabbin sana darılmadı, seni unutmadı’ hitabını, Cebrail’in yoldaşlığını en çok beklediğimiz zamanlardayız. ‘Bir binanın tuğlaları’ gibi olan müminlerin tüm duvarlarına başka yerden saldırıyor birileri. Birini öremeden diğeri yıkılıyor. Kudüs’e ağlarken, Suriye kanıyor. Onun yarasını saramamışken Patani inliyor. Irak gün yüzü göremiyor. Afganistan unutuluyor, Afrika ölüyor..

Gök kapılarına dikiyoruz gözümüzü, Allah’ın ordularına.. Bu kadar hüzünden sonra, bunca gece yürüyüşünden sonra bir yükseliş istiyoruz. Bir cennet selamı almak. Ama sanırım bir yerlerde hata yapıyoruz. Ayaklarımızı yere mıhlayıp yükselmemizi engelleyen bir şeyler.. Galiba sadece ‘hüzün’ değildi miracı getiren. O yüzden bu kadar hüzünden bir miraç çıkmıyor belki. Bunun üzerinde düşünmek istiyorum çünkü hüzünlenmekten başka şeyler de yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Benim için en kritik nokta efendimizin miraca kulluğuyla ulaşmış olmasıdır. Namazı müminlerin miracı yapan bu sırdır. Kendisinden başka nebi gelmeyecek olan son nebi, o makama peygamberliği vasıtasıyla çıksa kapı kapanacaktır. Fakat o, bu güzelliğe kulluğu vasıtasıyla ulaşmış ve tüm ümmetine kapıları açık bırakmıştır. Kul olabilmek, en önemli adım olsa gerek. Hakkıyla kul olabilmek.

İslamın en asli ve kesin hükümlerini yerine getirmeyen ama dünyayı kurtarmaya, dava adamı olmaya, o davayı da islam adına kullanmaya çalışan ne çok insan var değil mi. Ya da yerine getirilmesi borç olan ibadetlerini eksiksiz yerine getirdiği halde islam ahlakından nasiplenememiş olan. Oysa kulluk bir hal, bir ahlaktır ve miracı bir peygamber mucizesinden ibaret olarak algılamanın ötesinde dersler çıkarmak için biraz ahlaki bir okuma yapılmalıdır. Mesela belki de bu ‘teselli hediyesi’nin temelini atan efendimizin tevekkülü ve sabrıdır. Ama asla vazgeçmeden. Sonra mütevaziliğidir. Ama zulme ve küfre boyun eğmeden. Fedakarlığıdır elbet. Kalıp mücadele etmek. Ve sidre-i müntehaya kadar ulaşıp, rabbine kavuşup, Mekke çöllerine, düşmanların içine geri dönebilmek.. Kendini değil davayı, sonucu değil yolu, yoldaki yoldaşlarını düşünmektir belki.

Ümmetçe içine gark olduğumuz bunca hüzünden çıkmanın çaresi şüphesiz Allahın yardımı iledir. Rabbimizin rahmetini üzerimize celb etmenin yolu ise buna layık olabilme gayretimizdir. Ve bunun için yapmamız gereken kulluğa yakışmayan hallerimizi bir bir düzeltmektir. İslama rağmen Müslüman kılığından sıyrılmak gerek. İnsani yanı öldürülmüş bir islamdan bahsedilemeyeceğini yeniden hatırlamamız gerek. Belki de hayalimizde ürettiğimiz o büyük davaların peşinde koşarken ezdiğimiz çiçeklerden ötürü baharın gelmediğini fark edebilmek..

Büyük cihad için sefer yapmalı anlaşılan. İçsel bir yolculuğa çıkmak ve vicdanımızın merdivenlerinden gece yürüyüşleri yapmak. Ruhumuza yükselmek ve asıl düşmanı tespit edebilmek.. Ve bu yolculuklardan her defasında ‘gözümüzün nuru namaz’la dönebilmek..

Kulluk şuuruna ermiş fertlerden oluşan bir ümmet hüzne değil zafere yakındır elbet.

Hayırlı yolculuklar ve hayırlı kandiller.

Nuriye Çakmak

Karakalem.net

Mirac Yüksek Bir Hakikattir!

5 Haziran 2013 günü, çarşambayı perşembeye bağlayan gece Miraç Kandilidir. Miraç, İslam dininde Hz. Muhammed (a.s.m.)’in göğe çıkması sonucu mukaddes bir yolculuğun ve manevi bir yükseliş anlamındadır. Hicret’ten bir yıl önce, Recep ayının 26- 27.nci gecesine takabül eden anlarında, Habibi, sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed’ı (asm) huzura Kabul etmiştir.melekleri, cenneti ahireti Cenab-i Allah’ın cemalini gözleriyle müşahade etmiştir. Beş vakit namaz bu gecede farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de İsra suresinin ilk ayetinde bu manevi yolculuğun ilk aşaması şöyle anlatılmaktadır. 

“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Asrın mücedidi Hz.Bediüzzaman,  Peygamber’in (asm) miraca çıkması, sebep ve hikmetlerini otuz birinci sözde ne güzel anlatmıştır.Bir misal ile der ki: Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.

Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Peygamberimiz  (a.s.m) bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte olduğu için Cenab-ı  Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamberimizin  (a.s.m.) elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râç’in bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber  (a.s.m.) bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (ettehiyattü, elmüberekattü, esselavatü, etteyibattü) dört kelimeyle arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi,

Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey ona sonsuz şekilde uzaktır.Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz.

Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, ona yanaşmak mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber  (a.s.m.), Cenab-ı Hakkın lütfüyle bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Yerküremiz, yani Dünya yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı? Elbette çıkarabilir.

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz (a.s.v.)’mı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi, mübarek bedenini arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Dünyada cesed ruha arkadaşlık ettiği gibi,Kudret sahibi Allah (cc) cennette dahi bedeni ruha arkadaş edecektir. Madem ki, cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’l-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz (a.s.m.) zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir. Peygamberimiz Miraca sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün; diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz  (a.sm.), Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

Mü’min bir insan, namazda bir çeşit Miraçla kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi kalp gözü açık olan bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları, melekler bir anda yerden Arşa çıkmaları, Arştan yeryüzüne inmeleri gibi,

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin bir anda Miraca çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür, şüphesiz ve doğrudur.

İslam aleminin mübarek Miraç Kandilini tebrik ederim. Saygılarımla

 4.6.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.Org

Mü’minin Mi’racı Namaz

Namaz mü’minin mi’racıdır buyurmuş Mi’rac-ı Ekber’i yaşayan en büyük kul. Bu manaya paralel olarak namaz, fazilet ve kemalat semasına yükselme rampasıdır, diyebiliriz.

Öyleyse namaza şiddetle muhtaç olan biziz. Sonsuz kudret ve zenginlik sahibi olan Allah ne bizim ibadetimize, ne bize, ne de hiçbir şeye muhtaç değildir, biz namazı terk ettik diye zarar etmez; Allah hakkında bu zan batıldır, muhaldir, imkân dışıdır.

Evet, o öyle bir Allah ki, ona yıldızların icadı zerreler kadar kolay gelir, en büyük şey en küçük şey gibi kudretine boyun eğer; bir baharı, tek bir çiçek gibi kolaylıkla icat ettiği gibi, gezegenleri, atomlar gibi kolayca döndürür. Bir iş, bir başka işi yapmasına mani olamadığı gibi, bir fiil, başka bir fiili yapmasına engel olamaz; yeryüzünde had ve hesaba gelmez nimetleri canlıların sofrasına koyarken, gökyüzünde yağmur bulutlarını muhtaçların imdadına yetiştirir; okyanusların dibindeki canlıların rızkını verirken, kalplerde dolaşanları bilir; sineğin kanadını terbiye ederken, semavatı ve yıldızları tanzim eder; şelaleleri dağlardan akıtıp coştururken, damarlarda kan nehirlerini deveran ettirir; binler işleri, bir anda bir iş gibi yapar, binler fiilleri, bir anda bir fiil gibi icra eder.

Sayısız hayvanlar, milyarlarca insanlar ve bütün mahlûkatın bütün fertleri onun nazarında daima hazır hükmündedir, onun ilim ve iradesini, zaman ve mekân kayıt altına alamaz, o ezelî ve ebedîdir, bütün sesleri birden işitir, bütün ihtiyaçları birden görür. Hiçbir iş, hiçbir hâl, istek ve meşieti dışında gerçekleşemez; ondan habersiz bir yaprak düşemez, yeni doğan bir yavru memeye ağzını uzatamaz, karınca adımını atamaz. Her şeye nihayet derecede yakındır, her yerde kudretiyle, ilmiyle hâzır ve nâzırdır. Her şeyin anahtarı onun yanında, her şeyin dizgini onun elindedir. Her şey onun emriyle halledilir. Saadet defineleri, rahmet hazineleri, mutluluk mahzenleri, şefkat madenleri onundur, ondan gelir; nimet sofralarını, şifa kervanlarını sevk ve idare eden de odur.  Bir çekirdeğin kapıcığını “uyan!” emriyle ve irade anahtarıyla açtığı gibi, yeryüzü hazinesini dahi yağmur anahtarıyla açan, bitkilerin soylarını tohum ve çekirdeklerle devam ettiren o olduğu gibi; kuşların, sineklerin, balıkların ve bütün hayvanatın hayatlarını yumurta ve nutfelerden yaratan, insanı bir damla sudan inşâ eden odur.

Zerreden güneşlere kadar sahip olan böyle bir Malik’e, ezel ve ebedin sultanı olan böyle bir Hâkim’e, sonsuz iktidarıyla her şeyi kuşatan böyle bir Kadir’e kul olmak, iman ve itaat etmek şereflerin en yücesidir. Herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle iftihar ettiği gibi, insan da böyle bir Ulûhiyet ve Rububiyet sahibi Allah’a iman ve ibadeti ile intisap edip bağlandığı nispette yücelir, miracın gölgesinde terakki eder.
Kâinata hikmet nazarıyla bakılırsa her şeyin Allah namına, Allah’ın emirlerini işlediği görülür. Evet, her şey onun hesabına çalışır. Her şey ona bir emirber nefer hükmündedir. Her şey onun kuvvetiyle döner. Her şey onun emriyle hareket eder.

Her şey onun hikmetiyle tanzim olur. Her şey onun keremiyle muavenet eder. Her şey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur. Bir kısım insanlar dışında her şey, yaradılış vazifelerine tam uygun bir hayat sergiledikleri için daima ibadet üzeredirler; dolayısıyla bütün insanlık ibadeti terk etse de, kâinat bütün atomlarıyla secdededir, kıyam üzeredir, fıtrî namaz ve niyaz hâlindedir.

Allah aciz değildir, fakir de değildir ve hiçbir şeye muhtaç değildir; ne insanların namazına, ne secdesine… Her şey ona muhtaçtır, bütün mahlûkat ve bütün kâinat.

Düşmanları belâları sonsuz, acizliği de sonsuz olan, ihtiyaçları istekleri sonsuz, fakirliği de sonsuz olan insan ise muhtaçların en muhtacıdır. Bitkiler, hayvanlar ve bütün mevcudat da aciz, ihtiyaçları ise kâinatın her yanına yayılmış. Öyleyse insan hem kendisi, hem de mahlûkatın hesabına, acizlik ve muhtaçlığın diliyle  Allah’a muhatap olma makamına namaz miracıyla çıkmalı; bütün muhtaçların, zayıfların vekili olarak sonsuz kudret ve rahmet sahibine müracaat etmeli namaz ile…

Mahlûkatın sultanı rütbesine yükselmeli namaz ile… Bütün dua ve ibadetleri ibadetinin içine alan küllî bir kul olmalı namaz ile… En güzel kıvamda yaratılmış insanlık hakikatine lâyık olmalı namaz ile…  Mi’rac-ı Ekber’in gölgesinde sonsuz terakki seyahatine çıkmalı namaz ile…

Elhasıl namazımız olmadan eksik olan hatta hiç olan biziz. Bizi tamamlayan, olgunlaştıran namazını eksiltmemeliyiz ki, zarar etmeyelim, iflas çukuruna yuvarlanmayalım…

Halil Dülgar / Risale Haber

Miraç Kandili İkinci Bir Kadir Gecesi Hükmündedir

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Miraç Kandili gecesinin öneminden bahsederken bu gecenin ikinci bir Kadir Gecesi hükmünde olduğunu ifade eder. Bediüzzaman Hazretleri bu önemli gecelerde sabahlara kadar ibadet eder, talebelerini de uyutmazdı.
Bediüzzaman Hazretleri’nin Miraç Kandili ile alakalı ve bazı olaylar sebebiyle günümüze de bakan mektubu:
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Leyle-i Miraç, ikinci bir Leyle-i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i maneviye sırrıyla, inşaallah herbiriniz kırk bin dille tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisanla bu kıymettar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz. Ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadetle şükredersiniz. Hem sizin tam ihtiyatınızı tebrikle beraber, hakkımızda inayet-i Rabbaniye pek zahir bir surette tecelli ettiğini tebşir ederiz.
Said Nursi
Risale Ajans