Etiket arşivi: miraç

Peygamber Çağındaki Sevgiyle..

Aradan 14 asrı kaldırarak… Kendimizi Allah Resûlüne muhatab olan neslin içinde düşündüğümüzde…

Sanki ilk vahyi alıp, tebliğ edeceği ilk insanı ararken bize rastlamışçasına… “Ben Allah’ın elçisiyim. İnsanları Allah’ın tek olduğuna, Muhammed’in Onun kulu ve elçisi olduğuna inanmaya çağırmakla görevlendirildim. Seni inanmaya çağırıyorum” demişçesine… Yani bizi müslüman olmaya çağırmışçasına… İslam’ı bir miras şeklinde devralarak değil, bütün inanç umdeleriyle onunla ilk defa karşılaşırcasına… Bambaşka bir toplum içerisinde, bir inanç tebliğcisinin ilk mü’mini olmaya soyunur gibi… Bütün çileleri Allah Resulü ile tek başına paylaşmaya kendini adarcasına…

Sanki, Erkam’ın evinde, İslam’ın ilk umdelerini bir abı hayat gibi içercesine… Ebû Cehl’in zulmünü tepesinde hissedip buna rağmen “Allah bir. Muhammed O’nun Rasûlü ” diye haykıran dipdiri yüreklere eşlik edercesine… Bilal’i, Ammar’ı, Sümeyye’yi, Yasir’i, Habbab’ı yeniden yaşarcasına… “O’nun ayağına batacak bir diken, gelsin benim yüreğime saplansın” dercesine…

Hicret’te Allah Resülü’nün yatağına ölümü beklemek üzere yatarcasına… O’nunla, sonunu aklına getirmediğin bir yolculuğa çıkarcasına… Evladını, iyalini, malını, mülkünü düşünmeden… İkinin ikincisi olduğun mağarada, yılan deliğine ayağını koyup onun Allah Rasülüne ulaşmasına mani olmak için, bütün zehiri vücudunda yutarcasına…

OLYMPUS DIGITAL CAMERATüm Medine halkı gibi, Allah Rasûlü’nün vüsûlünü üzerlerine bir dolunay şavkıması gibi selamlarcasına…

Bedir’de ilk şehitlik için yarışırcasına… İlk şehid… İnanmaktan öte bir adanış bu. Allah Rasûlünü öz nefsinden daha önde sevmek bu. Can pazarını aşmak bu…

Uhud’da, Huneyn’de, bozgunu görüp Allah Rasûlünün etrafında etten bir duvar teşkil edercesine… Ya da ciğerlerine bir Hind canavarının üşüşeceğini düşünmeden şehitliğin kucağına atılırcasına…

Mirac’ı duyduğunda içine kurt düşmeyip, inancı dünyası karıncalanmayıp “Muhammed söylüyorsa elbette doğrudur” diyerek, teslimiyette hiçbir sınır bırakmayan yüce sahabinin sözünü doğrularcasına…

Allah Rasûlü cihada çağırdığında “Yol uzun, hava sıcak” gibi bahanelere yapışmayıp, fermana can sunarcasına… Herşeyini, İslam’ın cihadı için seferber edip, evde ne bıraktığı sorulduğunda “Allah ve Rasûlü’nün sevgisi” diyecek bir kutlu sevdayı tabiat haline getirircesine…

Ya da, kervanını O'(s.a.) nun buyruğu ile teçhiz edilecek bir mü’min ordusuna vakfedercesine… Bundan ulaşmayı ümid ettiği Rıza-yı Bâriyi, dünyalık hiçbir şeyle değişmeme izzetini gösterircesine…

O’nun geçtiği sokakta bir misk ü amber, O’nun saç telinde mübarek bir hatıra, O’nun elinin başını okşamasında, unutulmaz, doyulmaz bir lezzet, O’nun gülümsemesinde tarif edilmez bir haz… O’nun abdest suyunda kevserden bir damla… evet işte o sevda ile severcesine…

O’nun mescidi yanında dikilen ikinci bir mescidi “Dırar” yeri olarak görürcesine… O’nun her sözünde vahyin ışıltısını bulurcasına… O’nun yanında sesinin, O’nun sesini aşma-ması için gerekirse, evine kapanmayı göze alırcasına… En yüksek ses O’nun sesi olsun, en yüksek çağrı O’nun çağrısı olsun, O’nun tebliğini hiçbir ses gölgelemesin diye varlığını sunarcasına…

Bir günah işlediğinde, onun utancı ile Mahşer’de Allah Rasülünün huzuruna çıkmayı en büyük azab gibi görerek, her türlü cezasına katlanıp onu Allah Rasülüne itiraf eden sahabinin açısını duyarcasına…

… Ve O’nun göç gününü gördüğünde “Kim Muhammed öldü derse, boynunu vururum” gibi bir sevgi çağlayanına düşercesine… Ya da böyle konuşanın yakasına yapışıp “Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki o ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa, bilsin ki Allah hayy’dır. Ebedi diridir. Ölmez” diye, Allah Rasûlü’nün sevgisini, O’nun davası ile ebedileştiren bir başka sevgi çağlayanında yıkanırcasına…

Sanki 14 asır dürülmüş de iş başına dönmüş gibi… Bütün insanlar bir meydanda toplanmış da, O’na ümmet olma, O’nun sesine ses vere O’nun sevgisinde sınanma noktasına gelmiş gibi…

Zaman dürülecek ve bütün çağlar bir araya gelecek. İlk asırla nice 14 asırlar -ta Kıyamete kadar- Peygamber çağındaki neslin sevgisiyle sınanacak. Peygamber’in huzurunda. Mahşer’de. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Hatice, Ayşe, Ebû Zerr, Bilal -Allah onlardan razı olsun- ve daha nice gönlü Allah ve Rasülüne bağlılıkla yoğrulmuş sahabi ile yanyana geleceğiz. Bir yanda Ebû Bekir’in sevgisi, bir yanda 14 asır sonra yaşamış, adı müslümanlar içinde geçen filan oğlu filanın sevgisi…

Şüphelerin kemirdiği bir sevgi… Allah Rasûlünün mübarek sözlerini tartışa tartışa yaralanmış bir sevgi… Vahiyle sünnet arasında kıyaslamalar yapacak ve arada değer farkları araştıracak bir cür’eti gösterirken, varıp varıp ilahi vahyin duvarına çarpan ve dağılan bir sevgi..

Oysa vahyin sahibi, vahiyle peygamberin hayatını adeta bütünleştiriyor. Allah sevgisi ile peygambere itaati birbirinin mütemmimi kabul ediyor.(1) O’nun her sözünde vahyin ışığını aramamızı hatırlatıyor.(2) Hatta Allah’la Peygamberin arasında ayrılık gözetmeyi “gerçek bir küfür” olarak niteliyor.(3)

Vahiyde, Allah Rasûlüne sevgiyi sınırlayacak bir nokta dahi yok. Allah Rasülünün sözünde ve hayatında ihmalimize zemin hazırlayacak tek bir harf yok. Aksine O’nun bize sunduğunu almamız, yasakladığından kaçınmamız buyuruluyor.(4) O’nda “güzel bir örnek” bulunduğu belirtiliyor.(5) Hatta Alah Rasülü, insana ilahi bir lütuf gibi takdim ediliyor:

“Allah mü’minlere kendilerinden onlara Allah’ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufla bulunmuştur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.”(6)

Evet, Peygamber Allah’ın bir lütfudur. İnsana ilahi buyruğu sunan onu arındıran, kitabı ve hikmeti öğreten… Vahyin tesbiti bu. Ve elhak doğru. Âmenna ve saddaknâ.

“Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”(7)

“Kendisine doğru yol açıklandıktan sonra kim peygamberle ayrılığa düşer ve mü’minlerin yolunun dışında bir yol takip ederse onu gittiği yolda bırakırız. Ve cehenneme atarız.”(8)

“Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüz zaman O’nun hükmünü Allah’a ve peygambere havale edin. Bu daha hayırlıdır ve netice bakımından da daha güzeldir.”(9)

“Onlar ’emrine uyduk’ derler. Yanından ayrıldıkları zaman da onlardan bir topluluk senin söylediklerinin aksini geceleyin kurarlar. Allah onların geceleyin ne kurduklarını yazar. Onlara aldırma ve Allah’a güven. Allah vekil olarak yeter.”(10)

İşte vahiy bu. Peygamber karşısında insanı, müsbeti ve menfisiyle vahiy böyle yerleştiriyor. O’nun verdiği hükme, O’nun tebliğine içinde en ufak bir “sıkıntı” duymadan uyacak mü’min. Dilleriyle O’na uyduklarını söyleyip şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında başka şeyler kuranlar gibi olmayacak. Bir konuda ihtilafa düştüğünde hükmünü O’ndan soracak. Peygamber’le ayrılığa düşmeyecek…

Peygamber, Allah’ın insanlara rehber olarak seçtiği insandır. Sünnetullah böyle. İnsan yaratılmış, dünyaya gönderilmiş ve ona ilahî bilgi peygamber vasıtasıyla ulaştırılmıştır. Peygamber, diğer adıyla elçidir. Allah katından geleni algılayabilen, ama insanla da teması olan bir varlıktır peygamber ve onu bu yapısıyla Allah “terbiye etmiştir.”(11) Sade insanın, peygamberle Allah arasındaki hukuku, anlatılanın dışında bilmesi mümkün değildir. Vahyi de bütün boyutlarıyla kavraması mümkün değildir. İnsan belki, Allah-melek-Peygamber ve İnsan münasebetinin böyle olmasının zaruretini anlayabilir. Oysa Allah için bu başka türlü de olabilirdi. Bunun ötesi, iman alanıdır. Allah’a ve peygambere iman.

Onun için İslam dairesine iki “kabul’le girilir. İki iman umdesi:

Allah’tan başka ilah olmadığına iman. Muhammed’in onun kulu ve Rasülü olduğuna iman. İnsan önce inanacak. İmanını her türlü şüpheden arındıracak. Allah ile peygamber arasındaki hukuku didiklemeyi bırakacak: İmanın gereği, teslim olmaktır. Bir kere teslim olduktan sonra yapılacak olan “Allah Rasûlünün bize verdiğini almak, yasakladığından da kaçınmaktır.” Allah Teala, peygamberlerine karşı mü’minlerin böyle yapmasını emir buyuruyor çünkü.

Peygamberin verdiğini almanın ölçüsüne gelince… Dinî davranışlarını mı alalım sadece, yoksa onun dünyaya ilişkin davranışları da örnek almaya değer miydi? İnsanın sevdi-ğine karşı böylesine sorularla uğraşması ne kadar da giren geliyor. İmam Ahmed b. Hanbel, Hazreti Peygamber’in nasıl karpuz yediğine dair bir rivayet bulamadığı için ömrü boyunca karpuz yememiş. Hoca Ahmed Yesevi, Hazreti Peygamber 63 yaşında vefa etti diye, kendisine yer altında çukur kazdırıp 63 yaşından sonra o çukurun içinde yaşamış… Bunlar da sevgi ölçüsü… Çağımızın insanı gibi, din ile dünyayı birbirinden ayırmaya şartlandırılmış nesillere bu sevgi ne kadar abartılmış gelirse gelsin sevgi budur… İslam muhaddisleri, Hazreti Peygamber’in hayatından velevki görüp de tebessüm ettiği, sustuğu, yapılmasını yasaklamadığı bir şey olsun, onu tesbit etmek için kıtalar aşmışlar. Deve sırtında veya yaya olarak… Uçaksız, otomobilsiz, vapursuz, trensiz…

Hazreti Peygamber’in hayatından en küçük bir “detayı”, tesbit etmek için… Tıpkı, Hazreti Peygamber traş olurken, saçının veya sakalının bir teli yere düşmesin diye çırpınan sahabi gibi…

Bize düşen, Hazreti Peygamberi, hayatının en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek ve onunla edeblenmektir. Gülmemiz gerekiyorsa, O’nun gülüşüne özenmek.. Uyumak gerekiyorsa, O’nun gibi güzel uykulara niyetlenmek.. Namaz kılarken O’nu, oruç tutarken O’nu, çocuklarla ilgilenirken O’nu anmak. O’nun davranışlarını hatırlamak, yaşamak… 14 asrı dürüp O’nunla bütünleşmek… O’nu, O’nun çağındakiler gibi sevmek. Bir mahşer günü, O’nun sancağı altında toplanabilme tutkusuyla…

Dipnotlar: 1) Ali İmran, 31 2) Necm, 3 3) Nisal50-151 4) Haşr, 7 5) Ahzab, 21 6) Al-i İmran, 164 7) Nisa, 65 8) Nisa.115 9) Nisa, 59 10)Nisa, 81 11) Keşf’ül Hafa I/70
Sahabede Peygamber Sevgisi

İslamı öğretmeleri için bir muallim heyeti isteyen Hüzeyl kabilesi, gönderilen 6 kişilik muallim kafilesini hunharca katletti. İçlerinden Zeyd İbn’ud-Desinne’yi satmak için esir olarak götürmüşlerdi. Babasını öldürdüğüne karşılık olarak öldürmek için onu Safvan ibn-i Ümeyye satın aldı. Öldürmek üzere karşısına diktiği zaman Ebû Süfyan alaylı bir tavırla sordu:

– Sana Allah’ın adını vererek söylüyorum Ya Zeyd, söyle, şimdi senin yerine Muhammed’in elimizde olup onun boynunun vurulmasını ve sen de ailenin yanına dönmeyi istemez miydin?

Zeyd ona şöyle cevab verdi:

– Vallahi ben ailemin yanında iken Muhammed Aleyhissalatü veseslam’ın ayağına bir diken batmasına bile razı olamam!

Ebû Süfyan beyninden vurulmuşçasına haykırdı:

– Muhammed’in ashabının Muhammed’i sevdikleri kadar arkadaşları tarafından sevilen bir kimse görmedim!..

Ahmet Kurt/Zafer Dergisi

M. Said ÖZDEMİR Ağabeyimizin Mirac Tebriki

Aziz fedakar hâlis kardaşlarımız.

             Evvela binler selam ile gelen Leyle-i Mirac’ınızı ve üç gün sonra gelecek olan Şaban-ı Şerifinizi bütün ruh-u cânımızla tebrik ediyoruz. Ve bu mübarek gecede gece ve ayda yapacağınız hizmetlerin, okumaların, kıraatların indi ilahide kabulünü Cenab-ı Erhamurrahiminden niyaz ediyoruz.

Bu Leyley-i  Mirac hürmetine, rü’yet-i Cemalullaha yani nihayetsiz bir muhabbete layık ve nihayetsiz rü’yete ve nihayetsiz bir iştiyaka elyak bir Zât-ı Zülcelâl vel kemalin saadet-i edebiyede rü’yetine muvaffak olmamızı ve Resul-u Ekrem Aleyhisselatı Vesselamın şefaatine ve cennette sohbetine mazhar olmamızı Mevlay-ı Rahimden niyaz ediyoruz.

  Bu gecenin feyzinden ve bereketinden ve nurundan istifade etmek için Resulullah aleyhisselatı vesselamın bu asırda bir vekili, Kur’an-ı Kerimin hâdimi, müfessiri, mübelliği milyonlarca insanların Risale-i Nurlarla hidayet ve saadetine vesile olan Bediüzzaman hazretlerinin sözlerine, mektublarına müracaat ediyoruz.

            Cenab-ı Mevla bu mübarek gece vesilesiyle

üstadın bu nurlu, feyizli mektub ve sözlerinden

âzami surette istifadeyi nasib buyursun.

Âmin

Dua eden ve dualarınızı rica eden

Kardeşiniz M. Said Özdemir

 

_________________________

Tarihçe-i Hayat (Kastamonu Hayatından)

Azîz Sıddık, Kardeşlerim!

Ben, pek kat’i bir sûrette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat’i kanaatım gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki; Risâle-i Nurun hizmetinde bulunduğum günde -hizmetin derecesine göre- kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyorum. Ve çokları itiraf ediyor, “Biz de hissediyoruz” derler. Hatta, size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı, o bereket imiş.

Hem mâdem İmâm-ı Şâfî’den rivayet var ki : “Hâlis   talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim” demiş. Çünkü rızıklarında vüs’at ve bereket olur. Mâdem hakîkat budur ve mâdem hâlis talebe-i ulûm ünvanına şimdi Nur Şâkirdleri bu zamanda tam liyâkat göstermişler; elbette şimdi yeni açlık ve kahta mukabil, Risâle-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle maişet peşinde koşmak yerine en iyi çâre, şükür ve kanaat ve Risâle-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.

SAİD NURSÎ

***

Evet, Risâle-i Nurun o kadar dehşetli muannidlere karşı gâlibane mukavemeti, sırr-ı ihlâsdan; hiçbir şeye âlet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından ve hizmet-i îmaniyeden başka bir maksad tâkib etmemesinden ve ba’zı ehl-i tarikatın ehemmiyet verdikleri keşf ve kerâmet-i şahsiyeye ehemmiyet vermemesindendir. Ve velâyet-i kübra ashabları olan Sahabîler gibi, veraset-i Nübüvvet sırriyle, yalnız îman nurlarını neşretmek ve ehl-i îmanın îmanlarını kurtarmaktır. Evet, Risâle-i Nurun bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası, herşeyin fevkındedir; başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor..

Birinci Neticesi : Sadakat ve kanaatla Risâle-i Nur dâiresine girenler, îmanla kabre gireceğine gâyet kuvvetli emâreler var.

İkincisi : Risâle-i Nur dâiresinde, ihtiyarımız olmadan takarrur ve tahakkuk eden şirket-i ma’nevîye-i uhreviye cihetiyle, herbir hakîki sâdık şâkirdi; binler dillerle, kalblerle duâ etmek, istiğfar etmek, ibâdet etmek ve ba’zı melâike gibi kırk bin lîsan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı Şerif’teki hakîkat-ı Leyle-i Kadir gibi kudsî, ulvî hakîkatları, yüz bin el ile aramaktır.

İşte bu gibi netice içindir ki; Risâle-i Nur şâkirdleri, hizmet-i Nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşf ve keramâtı aramaz, ve Âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz. Vazîfe-i İlâhîye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şân ü şeref ve ezvak ve inâyetlere mazhar etmek gibi kendi vazîfelerinin hâricinde bulunan şeylere karışmazlar ve harekâtını, onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, “Vazîfemiz hizmettir, o yeter.” derler.

SAİD NURSÎ

 

İki-üç gün evvel, Yirmi İkinci Söz tashih edilirken dinledim, gördüm ki: İçinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli îmanî ders, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibâdet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şâkirtlerin ibâdet niyetiyle risâleleri ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğinin hikmetini bildim. Bârekâllah dedim; hak verdim.

SAİD NURSÎ

* * *

ISPARTAYA  GÖNDERİLEN  BİR  FIKRADIR

 

Risâle-i Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymetdar neticeye mukabil; fiat olarak, o şâkirdlerden tam ve hâlis bir sadakat ve dâimî sarsılmaz bir sebat ister. Evet Risâle-i Nur, on beş senede medresede kazanılan kuvvetli îman-ı tahkikîyi, on beş haftada ve ba’zılara on beş günde kazandırdığına, yirmi bin zât, tecrübeleriyle şehadet ederler.

 

Hem “İştirâk-i a’mâl-i uhreviye” düstûriyle, herbir şâkirdinin her bir günde binler hâlis lîsanlariyle edilen makbul duâları ve binler ehl-i salâhatin işledikleri a’mâl-i salihanın misil sevablarını kazandırıp herbir hakîki sâdık ve sebatkâr şâkirdlerini, amelce, binler adam hükmüne getirdiğine delil, kerâmetkârane ve takdirkârane İmâm-ı Ali’nin üç ihbarı ve kerâmet-i gaybiye-i Gavs-ı Âzam’daki tahsinkârane ve teşvikkârane beşareti ve Kur’ân-ı Mu’cizül-Beyân’ın kuvvetli işâretleri, o hâlis şâkirdlerin ehl-i saadet ve ehl-i Cennet olacaklarını pek kat’i isbat ederler.

Elbette böyle bir kazanç, öyle fiat ister. Mâdem hakîkat budur, Risâle-i Nur dâiresinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarikat ve sofî-meşreb zâtlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarikattan gelen sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine  çalışmak ve şâkirdlerini  teşvik  etmek ve bir buz parçası olan enâniyetini, tam bir havuz kazanmak için, o dâiredeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir.

 

Yoksa başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakîm ve metin cadde-i Kur’âniyeye bilmiyerek zarar verir ;

 

Mirac Kandiliniz Mübarek Olsun

Mi’rac, yükselme aleti demektir ve Türkçe’ye, merdiven, yahut asansör olarak tercüme edilmiştir.

Kâmil iman, takva ve salih amel manevî terakkinin birer basamağı gibidirler; insanın ruh ve kalbi bunlarla terakki eder ve Allah’a yaklaşır.

“Namaz müminin m’iracıdır.” (Hadis-i Şerif)

Nur Külliyatı’ndan Mirac Risalesinde, “Hakikat-ı Mi’rac nedir?” sorusuna, “Zât-ı Ahmediyenin (asm) meratib-i kemâlâtta seyr-ü sülûkünden ibarettir,” şeklinde veciz bir cevap verilmiş ve daha sonra bu cevabın geniş bir açıklaması yapılmıştır.

Bu cümlede çoklarının sorduğu bir sorunun da cevabını bulmuş oluyoruz: “Cenâb-ı Hak mekândan münezzeh olduğuna göre, O’nunla görüşmek için böyle uzun bir yolculuğun gereği var mı?”

Demek ki, mi’racta esas olan, Hz. Peygamber’in (asm) manevî terakkisidir.
Güneşle dünya arasındaki yüz elli milyon kilometreye yakın mesafeyi ışığın yaklaşık sekiz dakikada aldığı göz önünde bulundurularak, henüz ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızlar bulunduğunu düşünürsek sema âleminin ne kadar geniş olduğunu hayal âlemimizde bir derece canlandırabiliriz. Allah Resulü (asm) bu muhteşem âlemi bütün tabakalarıyla geçtikten sonra Allah’ın ‘semavat ve arzın Rabbi olduğuna’ dair imanında akıl almaz derecede bir inkişaf olduğu muhakkaktır.

Demek oluyor ki, Cenâb-ı Hakk, o en sevgili kulunu rüyetine mazhar kılmakla şereflendirmek dilediğinde, onu böyle bir terakki ve tekâmül yolculuğuna çıkardı. Burada Cenâb-ı Hakk’ı bir makamda görmek söz konusu değil, bütün mekânları ve makamları geride bırakan ulvî bir mertebeye çıkarak O’nunla görüşmek söz konusudur.

Kandilimiz mübarek olsun, Cenab-ı Hakk alem-i İslam için hayırlara vesile etsin.

Kim, Kimdir? Ne, Nedir? Ne Zaman? (2015 Yılı Önemli Günler Listesi)

2015 YILI ÖNEMLİ GÜNLER TAKVİMİ

Aşağıda belirtilen günlerde sağında * bulunanlarla ilgili bilgi almak için yazının üzerine tıklayınız..

Not: Eklenmesini istediğiniz önemli günler için info@www.nurnet.org adresine mail atmanız yeterlidir.

 

OCAK

1 Ocak : Mekke’nin Fethi (630) *

2 Ocak : Gönenli Mehmet Efendi’nin Vefatı (1991)

6 Ocak :  Sultan 4. Mehmed’in Vefatı(1693)

15 Ocak : Akşemseddin’in (K.S.) Vefatı (1459) – (İstanbul’un Manevi Fatihi) *

16 Ocak : Sultan 3. Murad’ın Vefatı (1595)

18 Ocak : Çandarlı Ali Paşa’nın Vefatı (1467) – (İstanbul’u Fetheden komutanlardandır)

20 Ocak : Darül Aceze’nin Kuruluşu (1895) – (2. Abdulhamit tarafından kuruldu)

21 Ocak : Sultan 1. Ahmet’in Vefatı (1617)

21 Ocak : Sultan 3. Mustafa’nın Vefatı (1774)

22 Ocak : Yavuz Sultan Selim Han’ın Ridaniye Zaferi (1517)

24 Ocak : Hazreti Ali’nin (R.A.) Küfe’de Şehid Edilmesi (661) *

27 Ocak : Osmanlı Devletinin Kuruluşu (1299)

29 Ocak : Türkçe Ezanın İlk Defa Fatih Camiinde Okutturulması (1932) *

 

ŞUBAT

1 Şubat : Ayasofya Camii Müzeye Çevrilmesi (1935) *

3 Şubat : Ali Ulvi Kurucu’nun Vefatı (2002) *

4 Şubat : İskilipli Atıf Hocanın İdam Edilmesi (1926) *

6 Şubat : Sultan 2. Ahmed’in Vefatı (1695) *

9 Şubat : Ömer bin Abdülaziz-i Emevi’nin Vefatı (720) *

10 Şubat : 2. Abdülhamit Han’ın Vefatı (1918) *

17 Şubat : Şeyh Şamil’in Vefatı (1871)

19 Şubat : Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin 1.Dünya savaşında Ruslara Esir Düşmesi (1916) *

20 Şubat : Sıddık Sabri Efendi’nin Vefatı (1954) *

23 Şubat : Peygamberimiz(sav)’in Veda Hutbesi’ni İradı (632) *

24 Şubat : TBMM Tarafından Said Nursi Hazretleri’nin İtibarının İade Edilmesi (1993) *

 

MART

2 Mart : Emir Sultan’ın (K.S.) Vefatı (1430) *

3 Mart : Hilafetin Kaldırılması (1924) *

4 Mart : Selahaddin Eyyubi’nin Vefatı (1193) *

5 Mart : Yeşil Ay Cemiyeti’nin Kuruluşu (1920) *

8 Mart : Yıldırım Beyazıt Han’ın Vefatı (1403)

8 Mart : Dünya Kadınlar Günü

10 Mart : İmam Caferi Sadık’ın (R.A.) Vefatı (765)

12 Mart : İstiklal Marşı’nın TBMM ‘de kabulü (1921) *

13 Mart : Bedir Savaşı (624) *

14 Mart : Tıp Bayramı

16 Mart : İstanbul’un İngilizlerce İşgali ve Yağmalanması (1920) *

17 Mart : İslamköylü Hafız Ali’nin Vefatı (1944) *

18 Mart : Çanakkale  Zaferi (1915) *

18 – 24 Mart : Yaşlılar Haftası

23 Mart : Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Vefatı (1960)

24 Mart : Harun Reşid’in Vefatı (809)

27 Mart : Uhud Savaşı (625)

28 Mart : Sultan 3. Selim Han’ın Vefatı (1789)

 

NİSAN

2 Nisan : Zübeyir Gündüzalp’in Vefatı (1971) *

3 Nisan : Tahiri Mutlu’nun Vefatı (1977) *

4 -10 Nisan : Polis Haftası *

5 Nisan : Gazi Osman Paşa’nın Vefatı (1900)

7 Nisan : Ahmed Davudoğlu Hocanın Vefatı (1983)

9 Nisan : Mimar Sinan’ın Vefatı (1588) *

11 Nisan : Hudeybiye Barışı (628) *

20 Nisan : Kutlu Doğum Haftası (571) – Peygamber Efendimiz (sav)’in Miladi Takvimle Dünyaya Teşrifleri. *

23 Nisan : Regaib Kandili *

23 Nisan : TBMM Açılışı & Egemenlik ve Çocuk Bayramı (1920)

 

 

MAYIS

3 Mayıs : Fatih Sultan Mehmed Han’ın Vefatı (1481) *

4 Mayıs : Halid bin Zeyd Ebu Eyyüb El Ensari’nin Vefatı (672) *

6 Mayıs : İmam Azam Ebu Hanife’nin Vefatı (767) *

7 Mayıs : Binbaşı Asım Bey’in Vefatı (1935) *

15 Mayıs : Mirac Kandili *

20 Mayıs : Sultan Genç Osman’ın Şehid Edilmesi (1662)

26 Mayıs : Sultan 2. Beyazid’ın Vefatı (1512)

27 Mayıs : Elmalı Hamdi Yazır’ın Vefatı (1942) *

28 Nisan – 4 Mayıs : Kardeşlik Haftası

29 Mayıs : İstanbul’un Fethi (1453) *

31 Mayıs : Dünya Sigarayı Bırakma Günü *

 

HAZİRAN

1 Haziran : Berat Gecesi

4 Haziran : Sultan Abdülaziz Han’ın şehid edilmesi(1876)

8 Haziran : Miladi Takvime Göre Peygamberimiz (sav)’in Vefatı (632)

15 Haziran : Bilali Habeşi’nin (R.A.) İlk Ezanı Okuması (622) *

16 Haziran : Ezanın Aslıyla Okunması (1950) *

17 Haziran : Hazreti Osman (ra)’ın Şehid Edilmesi (656) *

22 Haziran : Nasrettin Hoca’nın Vefatı (1284) *

30 Haziran : Sultan 2. Mahmud’un Vefatı (1839)

 

TEMMUZ

8 Temmuz : Türkiye Radyosunda İlk Kez Kur’an-ı Kerim Okundu (1950)

13 Temmuz : Kadir Gecesi *

13 Temmuz : Hazreti Aişe’nin (R.A.) Vefatı (676) *

17 Temmuz : Ramazan Bayramı *

17 Temmuz : Abdülkadir Geylani (K.S.) Hazretlerinin Vefatı (1166)

25 Temmuz : Hulusi Yahyagil’in Vefatı (1986) *

28 Temmuz : 3. Selim’in Şehid Edilmesi (1808)

30 Temmuz : Prens Bismarck’ın Ölümü (1898) *

31 Temmuz : İmam Ahmed bin Hanbel’in (R.A.) Vefatı (855)

 

AĞUSTOS

1 Ağustos : Kıbrısın Fethi (1571)

22 Ağustos : Ceylan Çalışkan (R.H) Vefatı (1963) *

23 Ağustos : Hazret-i Ebu Bekir (R.A.)’ın Vefatı (634) *

31 Ağustos : İmam Buhari’nin (R.H) Vefatı (870)

 

EYLÜL

2 Eylül : Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (1925)

6 Eylül : Şeyh Edebali’yi Anma Günü *

7 Eylül : Kanuni Sultan Süleyman’ın Vefatı (1566) *

16 Eylül : Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin Vefatı (1959) *

17 Eylül : Adnan Menderes’in İdamı (1960) *

19 Eylül : Son Sahabe Ebu’t Tufeyl Amir bin Vasile’nin (R.A.) Vefatı (718)

22 Eylül : Yavuz Sultan Selim Han’ın Vefatı (1520) *

24 – 27 Eylül : Kurban Bayramı *

26 Eylül : Türk Dil Bayramı *

 

EKİM

1 Ekim : Camiler Haftası

10 Ekim : Hz. Hüseyin (ra)’ın Kerbela’da Şehid Edilmesi *

12 Ekim : Sokullu Mehmet Paşa’nın Şehadeti (1579)

13 Ekim : Ömer Nasuhi Bilmen Efendi’nin Vefatı (1971) *

14 Ekim : Hicri Yılbaşı *

2. Hafta : Aile Haftası *

15 Ekim : Şeyhül İslam Hoca Saadettin Efendi’nin (R.A.) Vefatı (1599)

16 Ekim : Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin (R.A.) Vefatı (1628) *

25 Ekim : Uluğ Bey’in Şehadeti (1449)

29 Ekim : Cumhuriyet Bayramı *

29 Ekim – 4 Kasım : Kızılay Haftası 

31 Ekim : Dünya Tasarruf Günü *

 

KASIM

3 Kasım : Hazreti Ömer (R.A.)’ın Şehadeti (644) *

13 Kasım : Mehmet Zahid Kotku Hazretleri’nin Vefatı (1980) *

17 Kasım : Dünya Komşular Günü *

19 Kasım : Bayram Yüksel’in Vefatı (1997) *

22-27 Kasım : Ağız ve Diş Sağlığı Haftası *

24 Kasım : Öğretmenler Günü *

26 Kasım : Dünya Müslüman Kadınlar Günü *

 27 Kasım : Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin Vefatı (1943)

29 Kasım : Filistin Halkıyla Dayanışma Günü *

 

ARALIK

1 Aralık : Mustafa Sungur’un Vefatı (2012) *

4 Aralık : Cemel Vak’ası (656) *

11 Aralık : İmam Rabbani Hazretleri’nin Vefatı (1624) *

15 Aralık : Sultan 2. Selim’in Vefatı (1574)

17 Aralık : Mevlana Celaleddin Rumi’nin Vefatı (1273) *

18 Aralık : İmam Gazali’nin (ra) Vefatı *

20 Aralık : İmam Şafii Hazretleri’nin (ra) Vefatı (820) *

22 Aralık : Mevlid Kandili *

27 Aralık : Mehmet Akif Ersoy’un Vefatı (1936) *

30 Aralık : Yavuz Sultan Selim Han’ın Kudüs’ü Fethi (1517)

31 Aralık : Ahmet Arvasi’nin Vefatı (1988)

 

Derleyen: NurNet.Org

Kabe’de Müthiş Keşif: Mirac’ın Başlangıç Sütunu Bulundu

Hz. Peygamberin Miraç yolculuğunun Burak’a bindirildiği yerdeki sütun, Harem-i Şerif’teki genişletme çalışması yapılırken ortaya çıkarıldı.

Harem-i Şerif projesinde Osmanlı revakları sorumlusu olarak iki yıldır görev yapmakta olan Başmühendis Hikmet Toplu, Kabe’nin çevresindeki genişletme çalışmalarında gelinen son durumla ilgili bilgiler verirken, çalışmalar sırasında şahit olduğu müthiş bir keşfi daha paylaştı. Dünya Bülteni’ne konuşan Toplu, Osmanlı revaklarının akıbeti ve Osmanlı’dan kalan eserlerin malzeme kalitesi ile ilgili de çok çarpıcı detaylar aktardı.

“BEYTULLAH’TA MİRAC’IN İZİNİ; EFENDİMİZİN (SAV) KOKUSUNU BULDUK”

Yaşadıkları olağanüstü durumun hala tesirinde olduklarını vurgulayan Toplu, “Resulullah Sallallahualeyhivesselem, Miraç yolculuğunun evvelinde Ümmü Hani Radıyallahuanha’nın evinde Hz. Cebrail Aleyhisselâm tarafından Burak’a bindirilmişti. Tam bu noktaya zamanında bir sütun konulup Miraç yolculuğunun başlangıç işaretlenmiş ve ziyaretçiler tarafından bilinirdi. Fakat sonraları bazı çalışmalardan sonra belki de kasıtlı olarak o sütun, diğerleri gibi kaplanılıp kapatılmış. Söküm esnasında mezkûr sütunun etrafını açtığımızda etrafa mis gibi kokular yayıldı. Diğer hiçbir sütunda böylesi bir güzel koku yoktu. Sonra açmaya devam ettik. Altındaki kum, mermer hepsi güzel kokuyordu. Sonraları kazılar devam ettikçe oradaki kokunun devam ettiğine şahit olduk. Her yerden ziyaretçi akını oldu buraya. Üniversite profesörlerinden işçisine kadar herkes el ve yüz sürdü bu mübarek mekâna.” ifadelerini kullandı.

İşte uzun röportajın çarpıcı bölümleri:

SIRRI ÇÖZÜLEMEYEN KOKU…

Bu kokuyu nasıl izah ediyorsunuz?

Allah’tan bir fadl ve Habib-i Ekrem’ine (sav) bir ikram. Resulullah Sallalahualeyhivesellem’in hatırasını taşıma şerefine sahip her yerde buna benzer koku vardır. Mesela Efendimiz Aleyhisselam’ın dünyaya teşrif ettiği ve şimdilerde kütüphane olarak kullanılan Beyt-i Mübarek’e girerseniz içeri başka kokar ve tam doğduğu oda olan müdüriyet odasına girerseniz orası ise bambaşka kokar. Ya da Uhud Dağı’nda harb sonrası istirahat ve ibadet ettiği mağarayı ziyaret edenler bilirler. Tam Efendimiz Aleyhiekmelutahiyyat’ın istirahat ettiği, namaz kıldığı kaya bambaşka kokar. Herkes bu kokunun hiçbir kokuya benzemediğine kâildir. Yani dediğim gibi Allah’ın Resul’une verdiği bir ikram.

“OSMANLI REVAKLARI HAREM’DEKİ YERİNİ ALACAK”

Osmanlı revakları konusu çok tartışıldı? Revaklar söküldü? Nereye götürüldü? Üzerinde ne tür çalışmalar yapıldı/yapılıyor? Revaklar tekrar nereye monte edilecek?

Revakların tarihi sütun, kaide, başlık, Lafz-ı Celal, damla rozetler, lafz-ı ayât, parapetler, cephe ve kemer taşları gibi mühim kısımları itinalı bir çalışma ile sökülüp Müzdelife ve Arafat arasında bulunan restorasyon atölyesinde restore edilip özenle muhafaza ediliyor.

Şimdi ise yapım fazında hazırladığımız betonarme ayakların üzerine konulmak üzere Allah izin verirse tekrar tavaf alanına getirilecekler. Revakların planında biraz değişiklik olsa da inşallah tekrardan kullanılacaktır sökülen tarihi parçalar… Burada tabii belli bir muayene aşamasından geçirilecekler getirilmeden önce.

“KUSURSUZ BİR İNŞA ÖRGÜSÜ VE DEVRİNİN EN İYİ MALZEMESİ”

Osmanlı revaklarını sökünce ne gördünüz? Nasıl bir malzeme kalitesiyle karşılaştınız? Demirin, çeliğin, kurşunun, Horasan harcının mukavemeti üzerine neler söylemek istersiniz?

Osmanlı revaklarında tam anlamıyla kusursuz bir inşa örgüsü gördük. Kullanılan malzemeler özellikleri bakımından devrinin en iyileri. Hatta anlatıldığına göre buradan söküm esnasında çıkarılan kurşunlar ile şimdi dünya üzerinde bulunan en iyi kurşun kıyaslanmış. Sonuç: Osmanlı döneminde kullanılan kurşun çok daha iyi çıkmış testlerden. Taşlar yine öyle… Eski taşlarımız daha sert ve iyi özellikler gösteriyor. Fakat burada şu hususu izah etmek gerekir ki taşlar zamanla kendini toparlayıp daha da setleştiği için eski taşların yenilerinden daha iyi olması normaldir. Belki de sebep budur. Biz de Osmanlı’ının çıkardığı yerden çıkardığımız için Allah’ın izniyle uzun bir ömür bekliyoruz. Bir de harc örneğini verelim. Siz yaklaşık beş yüz senelik bir harçtan kolayca söküm beklersiniz değil mi? Ki öyledir de… Bazı tarihi yapılarda neredeyse kendiliğinden düşüverir harçlı malzemeler. Fakat biz burada hâlâ güçlü bir mukavemetle karşılaştık.

500 yıl nasıl olmuş da dayanmış?

Taş yapıların genel ortalama o kadar ya da biraz daha fazla denilebilir. Ama burada şaşırılacak olan şey bu yapının bir 400-500 sene daha durabileceği idi. Sahasında uzman analistlerin yaptığı analizler bunu gösterdi. Bununla beraber bazı kısımları tamirat ve restorasyon görmüştür.

HAREM-İ ŞERİF İNŞAATINDA KULLANILAN BETONUN ÖMRÜ MAKSİMUM 150 YIL

Bugün kullandığınız malzemenin ömrü ne kadar?

Taş ve mermerin 500- 600 sene kadar ömürlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemin en kısa ömürlü malzemesi kullandığımız beton. Dolayısıyla yapının ömrünü belirleyen parametre beton. C85 kullanıyoruz. Bunun da ömrü 100–150 sene.

Eski Revakların bu kadar dayanıklı malzeme ve harçla yapılabilmesini nasıl izah ediyorsunuz?

Ben ihlâs sırrı olduğuna inanıyorum. Burada delilim şudur: Ayet-i Kerime’de “Yoksa kötülük işleyenler, ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini iman edip salih amel işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar. ” (Casiye-21) buyurur, Rabbimiz. Ben de şimdi soruyorum. Her bir taşı besmeleyle alan, besmeleyle kesen, abdestsiz çalışmayan-çalıştırmayan, bir kubbe yapana kadar 40’a yakın hatim indiren kimselerin yaptığı işle şimdiki ekseri namazsız-abdestsiz küfürbaz mühendislerin el attığı işlerdeki muvaffakiyetler hiç bir olur mu? Allah Azze ve Celle elbette bir tutmaz onları ki tutmamış da… Hem yaşamlarında, hem işlerinde, hem vefatlarında….

HAREM-İ ŞERİFTE AYNI ANDA BİR BUÇUK MİLYON MÜSLÜMAN NAMAZ KILABİLECEK

Bu noktadan hareketle şu ana kadar neler yapıldı? Teknik bilgiler ve kapasite hakkında malumat verir misiniz?

Melik Abdulaziz’in yaptırdığı mescid yenilenme safhasında özellikle kolon açıklıkları artırıldı. Eski Mescid’in kolon açıklıkları 5-7 metre arasında değişirken şimdi 25–30 metreye kadar çıkıyor. Yani Mescid içerisinde hem namaz kılanlara daha fazla yer açıldı hem de içerieden tavaf mümkün oldu. Kot farkının kaldırılması da tavaf kapasitesini artırdı. En üst katta ‘cantilever’ tasarlanan balkonumsu yapı da tavaf ve namaz kapasitesine katkıda bulundu. Bir de ikinci katta bir asma kat yapıldı. Bütün bunları beraber düşünürsek şöyle rakamlar vermek mümkün. Mescid’de aynı anda namaz kılabileceklerin sayısı 1.5 milyon olacak. Ve bir saatte tavaf yapanların sayısı 70 bin iken bu sayı 130 bine çıkacak Allah’ın izniyle.

Tavaf alanında ne tür düzenlemeler/genişletme çalışmaları yapıldı?

Tavaf alanında Mescid ile tavaf alanı kot seviyesi ortadan kaldırıldı. Kolon yoğunluğu sebebiyle izdihamı ortadan kaldırmak için Safa – Merve arasında kalan revakların yapımı askıya alındı. En alt kat ile tavaf alanı kot farkı ortadan kaldırıldığı için orası da tavaf alanına dâhil görülebilir. Müezzin mahfilleri ise revakların bir parçası oldu artık.

Projenin ne kadarı tamamlandı? Bundan sonra sırada neler var?

Tavaf alanı genişletilmesi ve eski mescidin yenilenmesi çalışmalarının büyükbölümü tamamlandı geriye neredeyse üçte birlik bir kısım kaldı. “Şamiya” dediğimiz arkada bulunan yeni binanın kaba inşaatı bitti şimdi ince işler devam ediyor. Aslında sırada nelerin olduğunu tam manasıyla tahmin edemiyoruz. Her an her şey olabiliyor burada. Ama şimdilik diyebilirim ki Cidde yönünde kalan Dar-ul Tevhid ve Hilton binalarının da yıkılıp piazza yani avlu yapılma durumu var.

Yıkım sırası Kral’ın sarayına da gelecek mi?

Herkesin merakla beklediği Kral’ın sarayının akıbeti ise kesin olmamakla birlikte yıkılacağı yönünde güçlü söylentiler var.

Kaynak : İbrahim Ethem Gören / Dünya Bülteni