Etiket arşivi: Muhammed Numan Özel

Nur’un Erkan ve Saff-ı Evveleri

“Cenab-ı Hakk’a nâzır ve ona vâsıl olan yollar, kapılar; âlemin tabakaları, sahifeleri, mürekkebatı nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir.” [1] Bu tariklerden birisi ve ahirzamanda en te’sirlisi ise kanaat-ı kat’iyye ile Risale-i Nur Hizmet dairesidir. Hal böyle olunca Risale-i Nur’un hizmet ve te’sir sahası genişlemektedir. Muhtelif mizaç ve istidad sahipleri dairenin içerisine girmekte ve kendilerini bu hizmetin rengi ile boyamakta “Sıbgatullah(*) bunun zahiri göstergesi ise hâl u kâl ile görünmektedir. Bir de bu daireye girmiş ve kendisini hizmete değilde hizmeti kendi sistemine uydurmaya çalışanlar da görülmektedir.

Bu kimseler umumi hukuka da yer yer saldırmaktadır. Sözde nura sadakat kılıfıyla nurun sistematiğini baltalıyorlar. Bu davranışlarıyla “Ey “sadık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ülema-üs sû’ veya meczub, akılsız, cahil sofiler!” [2] gibi hitapları hak ediyorlar. Çünkü bunu yapanlar üç sınıftır. Ya Nurculuğa zarar vermesi için içeri sokulmuş ya bu sokulanlara aldanmış veya aldananlara aldanmıştır. (*)  Bunu yapanlar hangi sınıfa dahil olursa olsun neticesi değişmemektedir.

Hizmeti kendisine uydurmak isteyenler daima her yerde her meşrebde sıkıntı çıkartmışlardır. Bu tipler hassaten cerbeze sahibidirler aynı zamanda. Yani hakkı batıl, batılı hak gösterecek bir zeka sahibidirler. (*)

Risale-i Nura zarar vermek ya direkt olarak hücum ederler veya içeri adam sokup o hem içerden hem dışardan destekle Risale-i Nurun esasatını ders veren, istikameti gösteren, istikametli hizmetle cemaati kaim eden kimselere hücum ederler. Buna kılıf olarak da “biz kitap üzere hizmet ederiz, bizim için şahsın ehemmiyeti yoktur” vs.. gibi şeyler mırıldanırlar. Mesela üstadımızın varisi ve mutlak vekilleri hakkında naseza sözler söyleyerek cemaat nazarında itibarını kırmaya çalışırlar bu ağabeyleri kıymetsiz göstermeye çalışırlar.

abilerNurculuk tarihçesine baktığımızda Zübeyir ağabey, Tahiri ağabey, Bayram ağabey, Mehmet Feyzi ağabey, Said Özdemir ağabey, Mustafa Sungur ağabey ve ismini sayamadığım nice ağabeyler nurcular içine yuvalanmış olan bu komite tarafından çamur atılarak itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Ve şimdi de Hüsnü Bayramoğlu ağabey bu iftira şebekesinin hedefine girdi. Çünkü Nurculukta istikamet göstergeliğini yapıyor. Yok “onlar bu işten ne anlar, Üstadın çamaşırını yıkamışlar, basit bir şey olan şöförlüğünü yapmış” gibi lakırdılarla Üstadımızın seçtiği varislerden milleti kopartıp kendi etrafında toplamaya çalışıyorlar. Ve bunu yaparkende zeytinyağı gibi üste çıkmaya ve kendilerine itiraz edenleri de sözde kendisince Külliyattan bulduğu mehazlerle cevap vermeye çalışır.

Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Varisliğini de anlamak için bu varislik tabirini ikiye ayırmak gerekmektedir.

a)Üstadına neşr-i hakikatta yardım etmek. [3]

b)Hizmet-i Nuriyenin nazırlığı ciheti..

Bu b maddesinin erkanları kimlerdir buna dair:

·”Şimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından görenler içinde, dört-beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam yapabilsinler… Şimdilik Tahiri, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. Said Nursi” [4]

·”Kardeşim Abdülmecit, Zübeyir, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmet Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüştü, Abdullah, Ahmet Aytimur, Atıf, Tillolu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Salih…” [5]

·”Şimdi manevi evlatlarım, fedakar hizmetkarlarım olan Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve halis Nur’un kahramanları olan Hüsrev ve Nazif, Tahiri, Mustafa Gül gibi zatların nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum. Said Nursi” [6]

Bu mehazlara baktığımızda demek ki Varislik sadece neşr-i hakikatte değil bir de varis-i şahsiye olarak yani mücessem şahıs var. Kendisini nur talebesi/nurcu olarak addeden herbir kimse neşr-i hakikat cihetiyle üstadımızın varisidir. Amma şahsi olarak üstadımızın isimle tayin ettiği kimseler harici varisi, vekili, mutlak vekili, naşiri değildir.

Bu cihetle bu isimlerden başka fert olasun cemaat olsun Risale-i Nur Külliyatı neşriyatı yapamaz. Hangi fert hangi cemaat olursa olsun bu böyledir.

Nurculuk içine sızıp bir tabaka topladıktan sonra yeni bir şey açmaya kalkmak ise hainlikten öte bir şey değildir. Elbette bunu yapanlar er geç cezasını görüp tokadını yiyecektir. Zecirkarane.

“Başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’aniyeye bilmeyerek zarar verir; belki zındıkaya bilmiyerek bir nevi yardım hesabına geçer.” [7]

Meşreplere yani cemaatlere, gruplara, şubelere ayrılmak meselesi ise birbirisine kin, adavet, öfke, intikam beslememek şartıyla bir sorun teşkil etmemelidir. Aksi taktirde “Meşreblerin ihtilafıyla, zahir meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilaf ve rekabet ortaya girer. İhlası kaçırır, vazifesi zîr ü zeber olur.” [8] bu durum ise İslamiyete hizmet dava eden cemaatler için kuvvet-i sukuta yani kuvvetsizleşmeye ve saldırılmaya cesarete sebeptir. “İhlastan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan ve meşreblerin ihtilafıyla -hapiste olduğu gibi- bir derece tesanüd kuvveti sarsılmasıyla, hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar..” [9] hizmeti kendisine tabi etmeye çalışanların zararı çoktur ama en mühimmi kendi aleminin rengiyle umumu boyamaya çalışırlar. Böyle kimselere ne yapmalı dersek  “Risale-i Nur’un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler.

Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.” [10] insanların şevkini kırarak hizmette pasifize etmeleri bu tiplerin adeta bir şablon olmuştur.

Risale-i Nur Hizmeti ve hizmet tarzı “Asrımızın efkârının anlayışına ve idrakine hitab edici mahiyeti ve Kur’an-ı Hakîm’in bu zamanın fehmine bir dersi olması noktasından Nur Risaleleri, bilhâssa bu memlekette büyük ehemmiyet kazanmıştır. Asırlarca Kur’an’a bayraktarlık yapan ve dünyayı diyanetiyle ışıklandıran bu necib millet, yine dünyaya örnek, ahlâk ve fazilette üstad olarak insanlığın geçirdiği müdhiş buhranlardan halas için çare-i necatı göstermektedir. Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin, ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-ı İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-ı İslâmiye ve Kur’aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.” [11] Hal böyle olunca bu koca hizmeti hiç boş bırakırlar mı? Bunlar karşısında anladığımız ders şudur ki; “Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz..” diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur’un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.” [12] “İşte Lâhika Mektubları bu gibi hususlara da işaret ediyor. Değişen dünya hâdiseleri, geniş ve küllî mes’eleler ve şartlar altında isabetli hizmet-i Kur’aniyenin esaslarını ders veriyor.” [13] o halde hizmetin düsturlarını Risale-i Nur külliyatının içinden bulup tatbik edilmelidir. Bunu bize gösteren şahıslar da Risale-i Nur’un esasatıyla tatbik ettikleri için bizim nazarımızda kıymetlidir.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben, fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” [14]  “Burada dehşetli bir propaganda ile istimal ediyorlar. Fakat siz hiç telaş etmeyiniz. İnayet-i Rabbaniye devam eder. Gittikçe fütuhat-ı Nuriye tevessü’ ediyor.” [15] “Çok emarelerle ve bazı hâdiselerle kat’iyyen tahakkuk etmiş ki, Nur’un has talebelerinden bazılarının bir zaîf damarını bulup hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek veya zaîfleştirmek için Nur’un ve Nur talebelerinin düşmanlarının çok plânları var.” [16] Bir tesbih tanesinden tesbih, bir çiçekten bahçe, bir un’dan ekmek, bir sayfa yazıdan kitap olmayacağı herkesçe malumdur. Bu tesbihlerin dizilmemesi için zınkıda komitesi var gücüyle çalışmaktadır. Çok entrikalar çeviriyorlar. Zaten entrikaların çok olması sebebiyle ahirzaman denilmiyor mu bu asra?

Din düşmanları bir zamanlar bu İslami meslek ve meşreb zenginliğini birer ayrışma, kavga sebebi göstermek içindelerken halen aynı çaba içindeler. Halende din düşmanları bu metot ve usul farkını körükleyerek Müslümanları tesanüdünü engellemek ve ittifak edip bir vücudun azaları gibi komprime ve bütünsellik içerisinde olmasını engellemek emelini gütmekteler. Ta Adem (as)’a secde etmeyen iblisten beri bu böyle olup kıyamete dek süreceği muhakkaktır. Çünkü Müslümanların birlik olması demek din düşmanların işine gelmeyecektir. Aslında İslamiyet düşmanları “hurdebînî bir mikrobdan korkar; ecram-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar.” [17] vaziyettedir. Sebebi ise ahiret inancı olmaması ve/veya var yok arasında şüphelerle karık gidip gelmeler içinde olmalarıdır. “Heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.[18] Bizler ise meslek ve meşreblerimizde fark olsa da hepimiz islamiyetten birer cüz’üz. Küll olmak için ise maksadda ittifak ve ittihad edip tarz ve usulde farklılık arzderken gayede birlik olmamızdan geçmektedir.

Muhammed Numan ÖZEL

Haşiye – Mehaz:
[1] Lem’alar ( 89 )

(*)Sıbgatullah صبغة الله : Cenab‑ı Hakk’ın dile­diği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde ya­ratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. *Allah’ın dini.

[2] Mektubat ( 439 )

(*) Bkz: Tarihçe-i Hayat ( 691 )

(*) Cerbezeye Dair: “büyük işlerde yalnız kusurları gören cerbezelik ile aldanır veya aldatır. Cerbezenin şe’ni, bir seyyieyi sünbüllendirerek hasenata galib etmektir.

Meselâ şu aşiretin herbir ferdi, bir günde attığı balgamı, cerbeze ile vehmen tayy-ı mekân ederek birden bir şahısta tahayyül edip başka efradı ona kıyas ederek, o nazar ile baksa.. veyahut bir sene zarfında birisinden gelen rayiha-i keriheyi, cerbeze ile tayy-ı zaman tevehhümüyle, birden dakika-i vâhidede, o şahıstan sudûrunu tasavvur etse; acaba ne derece evvelki adam müstakzer, ikinci adam müteaffin olur? Hattâ hayal gözünü kapasa, vehim dahi burnunu tutsa mağaralarından kaçsalar, hakları var. Akıl onları tevbih etmeyecektir.

Münazarat ( 34 )”

[3] Şualar ( 435 ), Lem’alar ( 167 ), Barla L. ( 296 ), Emirdağ L. 1 ( 190 )

[4] Emirdağ Lahikası-2 ( 233 )

[5] Emirdağ Lahikası-1 ( 236 )

[6] Emirdağ Lahikası-2 (217)

[7] Tarihçe-i Hayat ( 323 )

[8] Lem’alar ( 150 )

[9] Emirdağ Lahikası-2 (14 )

[10] Kastamonu Lahikası ( 202 )

[11] Barla  Lahikası ( 8 )

[12] Barla  Lahikası ( 8 )

[13] Emirdağ Lahikası-1 ( 8 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 418 ) / Şualar ( 268 )

[15] Emirdağ Lahikası-1 ( 147 )

[16] Emirdağ Lahikası-2 ( 155 )

[17] Lem’alar ( 7 )

[18] İşarat-ül İ’caz ( 84 )

 

Neden hedef tahtasında Risale-i Nur ve talebeleri var?

“.. herbirisi, Kur’anın dersinden tam hisse almaları ve en derin hakikatları fehmetmeleri ve yüzer fen ve ulûm-u İslâmiyenin ve bilhâssa şeriat-ı kübranın büyük müçtehidleri ve Usûl-üd Din ve İlm-i Kelâm’ın dâhî muhakkikleri gibi her taife kendi ilmine ait bütün hacatını ve cevablarını Kur’andan istihraç etmeleri, Kur’anın menba-ı hak ve maden-i hakikat olduğuna bir imzad

ır.” [1]

Risale-i Nur Külliyatı namıyla bilinen Kur’an-ı Kerim’in Dirayet ve Rivayet tefsiri (*) olmak üzere iki kategoriye ayrılan ve daha sonra bunlar da kendisi içerisinde kategorize olan.. ve Dirayet Tefsiri kategorisinde en son ve en geniş çapta telif edilmiş 20 ciltten müteşekkil bir tefsiridir. Bu muazzam Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının telif edildiği dönem ( 1908 – 1960 ) itibariyle mataryalizmin insanları sekülerizme yönlendirerek her şeyi maddeye indirmiş ve bakış açılarını maddeye ve dünyaya sevk etmiştir. Risale-i Nur Külliyatı ve Talebeleri insanları “nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmak..” [2] ve kendilerini de “talebe, profesör, meb’us, kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilayet, hattâ bir memleketin saadet ve selâmeti, tenvir ve irşadı ile mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler.” [3] diyerek dikkatli davranıp içtimai/sosyal hayatta adeta birer “ıslah edici/muslih”[4] ve birer “uzv-u nafi’” [5] halinde her yerde tebliğ ve ıslah faaliyetleri yapmaktalar. Bu tarzda hizmetleriyle “asayişin temel taşını muhafaza..”[6] etmek gayretinde olmalarıyla “asayişe hizmet” [7] ediyorlar.

Bunun karşısıda muazzam Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının hedefi ve gayesi Cenab-ı Hakkın rızasını tahsil olup, bu tahsil gayesinde şuurlu, basiretli ve ferasetli olarak hareket etmenin lüzumunu ders vermektir.

Temel hedefi ise; sefahatte ve dalalette hızla giden insanlığın bilhassa gafil Müslüman gençliğinin imanlarının soru ve şüphelerle zayıfladığı bir zamanda mataryalist akımına karşı – yani komünizme“muhteşem bir sed” [8] teşkil etmektir. “Buna karşı inayet-i İlahiye, Nurların iman hizmetine mukabil, bir ikram olarak” [9] harikulade bir muvaffakiyet ihsan etmiştir.

Şu anda bir çok yayınevi tarafından sühuletle neşredilen Risale-i Nur Külliyatının önceleri neşri kolay olmamıştır. Mahkemeler, tevkifler, takipler, taharriler, idamla yargılanmalar, zulümler, işkenceler, tecridler.. neticesinde artık bahar gelmiş ve neşriyat kolaylıkla yapılır bir hale gelmiştir. Öyle ki Risale-i Nur Kitapları Diyanet eliyle neşredilmeye başlamıştır.

Bu sebeple Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının telif edildiği dönemi ( 1908 – 1960 ) ve sonrasını Risale-i Nur Talebelerinin bilmesi elzemdir. Bu sürecin bilinmesiyle ellerindeki Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının kıymetini bileceklerdir ve daha fazla sarılacaklardır. Hakikatlerini anlamak gayretini hissedeceklerdir.

“Bedîüzzaman’ın inayet-i Hak’la te’life muvaffak olduğu Risale-i Nur eserleri; dinsizliğin istilasına karşı, yıkılması gayr-ı kabil olan muazzam ve muhteşem bir sed teşkil etmiştir.” [10]“Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir.” [11]

Hal böyle olunca Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatına, dahili ve harici zararlar vermek emelini güderek nazarlardan düşürtmek için çeşitli desiseler, entrikalar çevirmişler ve çevirtmişlerdir.

Peki neden Risale-i Nur Külliyatına böyle bir taarruz ve hücum var ? diye bir sual akla geliyor.

Elcevab: Buna dair en güzel cevap muazzam Dirayet tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının satırları arasında geçmektedir. Bu suale cevap olarak Risale-i Nur Külliyatından misal verelim:

-“Risale-i Nur bahçesinde bir derece o çekirdekten tezahür eden meyvedar, muhteşem koca bir ağaç..” [12]

-“Risale-i Nur başka kitabları değil, yalnız Kur’an-ı Kerim’i üstad olarak tanıması ve ona hizmet etmesi..” [13]

-“Risale-i Nur bir alemdir, ünvandır. Bu zamanda zuhur eden Kur’anî hakikatler manzumesidir. Necib milletimizin, insaniyet-i kübra olan İslâmiyete sarılması, yepyeni bir ruh ve taze bir iman aşkı ve heyecanı içinde uyanmasının ifadesidir. İçinde bulunduğumuz asrın değiştirdiği hayat şartları ve yeni bir dünya nizamı ve görüşü karşısında imanın tahkim ve takviyesi ile feveran eden hamiyet-i İslâmiyenin manasıdır. Mütenebbih, kalbleri iman ve muhabbet-i Nebevî ile coşkun ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serefraz fedakârların yetişmesi ve bu milletin mazisine mütenasib kahramanlığı, yüksek iman ve ahlâkı izhar etmesi işaretidir.” [14]

-“Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.” [15]

-“.. tarihî zulüm ve işkence ve ihanetler altında feveran edip parlayan Risale-i Nur, bu zamanda ve istikbalde bir seyf-ül İslâm’dır.” [16]

-“Risale-i Nur, bu zamanı”n bir mehdisi ve müceddididir.” [17]

-“Risale-i Nur dostlara tiryak olduğu gibi, düşmanlara da saıka..” [18]

-“Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor.” [19]

-“Risale-i Nur, her şeyin hakikatını beyan etmiş.” [20]

-“Risale-i Nur, hükema ve ülemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’an’ın bir i’caz-ı manevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’an’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlub olmayıp galebe etmiş.” [21]

-“Risale-i Nur kat’î bürhanlara istinaden hükümleri..” [22]

-“Risale-i Nur Kur’anın bu asırda bir mu’cize-i maneviyesinin bir âyinesi ve ondan tereşşuh etmiş bir tefsiri..” [23]

-“Risale-i Nur Külliyatı’nda dinî, içtimaî, ahlâkî, edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara temas etmiş ve hepsinde de hârikulâde bir surette muvaffak olmuştur.” [24]

Daha bunun gibi nice mehaz bulunmaktadır. Lakin buraya bir kısmını iktibas ediyorum.

Şimdi buraya iktibas ettiğimiz metinlerden bazılarının tahlilini yapacak olursak

  1. “Kur’anın menba-ı hak ve maden-i hakikat.” Öncelikle bilinmelidir ki: Herbir ayetin “Hadisçe, şücûn ve gusûn” tabir edilen füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır.” [25]
  2. Her bir ayetin ve hadisin “mana mertebesi”[26] bulunmaktadır. Ve her meslek ve meşreb sahibi bu mana mertebesinden istifadesini cem ederek bu mana mertebesini gösterir. Bunlara akaideye ilişmemek şartıyla itiraz edilmez.
  3. 52 senelik(1908 – 1960) telif süresi bulunan Dirayet Tefsiri olan  Risale-i Nur Külliyatının dünya çapında bir yeri olması ve kendisinden söz ettirmesi,
  4. elliden fazla dile tercümelerinin olması,
  5. üzerine tez, makale, araştırmalar ve tartışma programlarında çözüm yöntemlerinin gösterilmesi..
  6. içtimai/sosyal mevzulara ışık tutup sinekleri öldürmek yerine bataklığı kurutmanın kesin çözüm olduğu ve bunun sebep, yöntem ve bunun gibi şartlarını izah etmesi..
  7. okuyan kimselerin basiret, feraset, şuur, iz’an, iltizam ve itikadını muhkemleştirmesi..
  8. klasik bir tefsirden öte olması..
  9. okuyanların, okuduklarından almış olduğu mana, şevk ve gayretle anladığı mananın kendisinde kalmasını istemeyip tebliğde bulunmak ihtiyacını okuyanlarına hissettirmesi.. ve bu ihtiyacın giderek artması..
  10. ahir zamanda istenilen sistemin kitabı olması..
  11. bu ve bunun gibi nice sebepler çerçevesinde bir Dirayet tefsiri olan ve sahasında en mükemmel olan Risale-i Nur Külliyatını nazarlardan düşürmek, kıymetsiz ve ehemmiyetsiz gösterilmek istenmesinin temel sebeplerindendir.

“Efendiler! Otuz-kırk seneden beri ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle, Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden ve çok şekillere giren bir gizli ifsad komitesine karşı, bu mes’elemizde kendilerine perde yaptıkları insafsız ve dikkatsiz memurlara ve bu mahkemeyi şaşırtan onların Müslüman kisvesindeki propagandacılarına hitaben; fakat sizin huzurunuzda zahiren sizin ile birkaç söz konuşacağıma müsaade ediniz.” [27] Dirayet tefsiri şahanesi olan Risale-i Nur Külliyatını tetkik etmiş kimseler burayı okumuş ve dikkat etmişlerse hayrete düşmüşlerdir.

Bu metne dikkatle bakacak olursak göreceğiz ki:

  1. ecnebi hesabına ve küfür ve ilhad namına
  2. bu milleti ifsad ve bu vatanı parçalamak fikriyle,
  3. Kur’an hakikatına ve iman hakikatlarına her vesile ile hücum eden
  4. ve çok şekillere giren
  5. gizli ifsad komitesi
  6. onların Müslüman kisvesindeki propagandacıları

Bu altı maddede gizli bir komitenin özelliklerini bize söylemektedir. Sanmayalım ki bu komite Ehl-i bida ve ehl-i sünnet hizmet meslekleri ve hatta Risale-i Nur cemaatlerine girmemiştir. Her yere sokulmuş ve karıştırmışlardır. Dahil oldukları bünyeye kendilerini imtizaç ettirip oraya da fitnelerini sokmuşlardır.

Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular.

O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar.” [28]

Şimdi sualin cevabına bir kısa misal verelim. Sahte para yapan kalpazanlar bu işi yapanlar en büyük parayı yaparlar. 200 tl varken 10 tl için uğraşmazlar. Yukarıda tadad ettiğim sebepler muvacehesinde ehl-i sünnetin en parlak ve işlevselliği en yüksek oranda olan ve asrın getirdiği şartlara en muvafık hizmet hareketi olan Risale-i Nur Hizmetini akamete uğratmaya Kafiri de, münafığı da, zındığı da, ehl-i bidası da, hased sahibi olan ehl-i sünnet hizmet hareketleri içerisinde olanları da Risale-i Nur Külliyatını çürütmek ve talebelerini dağıtmak veya kendilerine tabi etmeye çalışırlar ve çalışmaktadırlar.

Nur talebelerinin içine girip kendilerine bağlamaya çalışırlar. Baktılar olmuyor bu defa hemen aleyhine geçerler. Bir Dirayet tefsiri olan ve sahasında en mükemmel olan Risale-i Nur Külliyatının metni içine kalem karıştırıp olmayanı metne dahil edip, olanı da metinden çıkartmak yolunu tutup sonra yaygara koparırlar şöyle böyle.

Mesela Mustafa İslamoğlu ([29] bir kitabında bu metne müdahale edip tahrip etmiştir. “Kur’an, ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden gelmiş.” [30] bu kısmı almış “Kur’an ve Risale-i Nur arş-i a’zamdan, ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden nüzul ile ezel ve ebed ve şu anı ve bütün gaybi alemi ve tüm beşeri ve kevni hadiseleri kuşatan ve tasarrufu altına alan kelimetullahtır ve semavidir.” diyerek tahrip etmiştir. Bu hareketiyle de tıpkı meal kitabının Abese Suresi meali kısmında dipnotta, kibirli adam tabirini Hazret-i Peygambere (asm) söyleyerek çok büyük bir iftira ettiği gibi Risale-i Nur’a, müellifine, talebelerine de iftira etmiştir.

Fethullah Gülen’i de ötelerden beri bu komitenin TV kanalları ve gazeteleri Bediüzzaman Said Nursi’den sonra Nurcuların lideri, reisi gibi göstermeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki kendisine bir cemaat veya kitle teşkil ettirmek için hazır cemaat içine girip, hainane hulul edip kendi ismini duyurup bir kitle teşkil etmek gayretine soyunmuştur.

Gülen, adeta 1960 ihtilalini yapan paşalardan birisinin “biz bu ülkede Komünist Kemalist ve dindar Kemalist yetiştirmeliyiz” sözünü tasdik edercesine faaliyetlerde bulunması da bugünlere zemin hazırlaması ve kalkışmalarda bulunması da dindar Kemalist yetiştirme projesinin aktörlüğüne soyunması da işin başka bir boyutu olup “Ben o adamım” demiştir.

TV yayınları ve basın destek vererek şişirmişlerdir. Ta ki bugünlere zemin hazırlasınlar.

Risale-i Nur talebeleri ve Gülenistler asla aynı kefede değiller ve olamazlar. Gülen asla Nur Talebelerinin başı değildir ve olmamıştır da.

Hülasa: Asrın hizmet tarzı olan Risale-i Nur hizmetini imha etmek, tesirini kırmak için Fethullah Gülen gibi adamlar, nurcular içine sokulmuş; hariçten hased taşıyan kimseler ve ehl-i bidası (**) da hücum etmişlerdir.

Biiznillah Nurcular ve hizmetleri ilelebed devam edecek. Bu yolda sadakat ve ihlasla yürüyeceklerdir. Sayısı her ne kadar az da olsa devam edecektir inşallah.


[1] Sözler ( 448 )

(*) Tefsîrciler, ötedenberi tefsîr çeşitlerini genellikle “rivâyet tefsîri” ve “dirâyet tefsîri”olmak üzere iki ana bölümde ele almışlardır. (Kâfiyeci, 54; Bilmen 1973, 1/107; Sofuoğlu 1981, 263) Bunlardan birincisi Kur’ân-ı Kerim, Resûlüllah’ın (s.a.s.) sünneti, Sahabe ve Tâbiûn sözlerine dayanan tefsîrdir. Bu kaynaklarla yapılan tefsîre “rivâyet tefsîri” denildiği gibi, “naklî tefsîr” veya “me’sûr tefsîr” de denilir.

İkincisi yani “dirâyet tefsîri” ise, Arap dili ve edebiyâtı, dinî ve felsefî ilimler ile çeşitli müsbet ilimlere dayanan tefsîrdir. Bu usûl ile yapılan tefsîre de “dirâyet tefsîri” veya “rey ile tefsîr” ya da “ma’kûl tefsîr” denir.  (https://sorularlaislamiyet.com/tefsir-ekolleri-ve-tefsir-cesitleri-nelerdir-peygamber-efendimiz-sav-sahabe-tabiin-ve-sonraki)

[2] Sözler ( 23 )

[3] Tarihçe-i Hayat ( 29 )

[4] Mektubat ( 440 )

[5] Şualar ( 349 )

[6] Şualar ( 349 )

[7] Emirdağ Lahikası-1 ( 77 ) / Emirdağ Lahikası-2 ( 197 )

[8] Tarihçe-i Hayat ( 155 ) / Emirdağ Lahikası-2 ( 186 )

[9] Lem’alar ( 261 )

[10] Tarihçe-i Hayat ( 155 )

[11] Emirdağ Lahikası-2 ( 186 )

[12] Emirdağ Lahikası-1 ( 72 )

[13] Asa-yı Musa ( 246 )

[14] Tarihçe-i Hayat ( 28 )

[15] Tarihçe-i Hayat ( 463 )

[16] Tarihçe-i Hayat ( 155 )

[17] Barla Lahikası ( 146 )

[18] Kastamonu Lahikası ( 217 )

[19] Tarihçe-i Hayat ( 287 )

[20] Emirdağ Lahikası-2 ( 156 )

[21] Tarihçe-i Hayat ( 135 )

[22] Kastamonu Lahikası ( 216 )

[23] Şualar ( 407 )

[24] Asa-yı Musa ( 266 )

[25] Şualar ( 711 ) / Ebu Yâ’la, el-Müsned 9:287, et-tebarani, el-Mu’cem-ül esvad 1:236

[26] Mesnevi-i Nuriye ( 262 )

[27] Tarihçe-i Hayat ( 418 )

[28] Tarihçe-i Hayat ( 690 )

[29] “…Risaleleri okuduktan sonra bir konu beni ciddi biçimde rahatsız etti. Risalelerin Kur’an’ın vahiy oluşuyla ilgili hiçbir sorunu yok. Fakat risalelerin Kur’an’ın “son vahiy“  oluşuyla ilgili ciddi bir sorunu var. Risalelerde söylenenlerin tümüne inanan birinin Kur’an’ın “son vahiy” oluşuna inanması neredeyse imkansız görünüyor…” (Bkz: M.İslamoğlu, Kur’an’ı Anlama Yöntemi, s. 342, 99. Dipnot, Denge yay, 2014) göre. (http://www.risalehaber.com/mustafa-islamoglunun-risale-i-nurlar-vahiydir-iftirasi-16655yy.htm)

“…En sonunda iş risaleleri Kur’an ile eşdeğer vahiy ilan etmeye gelip dayanıyor. Said Nursi şöyle der: Kur’an ve Risale-i Nur, arşı azamdan, ismi azamdan ve her ismin azamlık mertebesinden nüzul ile ezel ve ebed ve şu anı ve bütün gaybi alemi ve bütün beşeri ve kevni hadiseleri kuşatan ve tasarrufu altına alan kelimetillahtır ve semavidir. (25.Söz)” (Bkz: M.İslamoğlu, Kur’an’ı Anlama Yöntemi, s. 342, 99. Dipnot, Denge yay, 2014)

[30] Sözler ( 134 )

(**) Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır, Bayrak Bayraktar.. ve avaneleri.. Bunların önde gelenleridir.

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org

Evlilik bir ibadettir !

Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcud bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.

Evet, bir işte mütehayyir kalan veya bir şeye dalarak tefekkür eden adam velev zihnen olsun, ister ki; birisi gelsin, kendisiyle o hayreti, o tefekkürü paylaşsın.

Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden, kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır. [1]

Malumdur ki insan sosyal bir varlık olması ve Adem (a.s.)‘dan bugüne ve bugünden berzah aleminin kapısı olan kabre kadar da böyle olacaktır. Cemiyetten istifa edip yerin altına hendek kazıp saklanmak imkanı da yoktur.

Cemiyetten/sosyal hayattan ayrılması söz konu olmayınca bu hayat içerisinde insan kendi efkar ve mizacına dair kimseler olup kendi hayatını ve efkarını daha rahat ve kendi alemine renk katması için kendisi kimseler arar.

Bu hali ile insanın ihtiyacını bu manada tatmin edecek en büyük şey ise ailesidir, aile hayatıdır. Nitekim “Kalblerin en latifi, en şefiki; kısm-ı sâni ile tabir edilen kadın kalbidir. Fakat kadın ile ruhî imtizacı (geçimi) ikmal eden,kalbî ünsiyet ve ülfeti itmam eden, surî ve zahirî olan arkadaşlığı samimîleştiren; kadının iffetiyle, ahlâk-ı seyyieden temiz ve pâk bulunması ve çirkin ârızalardan hâlî olmasıdır.”  [2]

Aile hayatı ise “İnsanın hususan müslümanın tahassüngâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.” [3]

İnsanı düşünecek olursak kim olursa olsun ne iş yaparsa yapsın kendi alemini paylaşacak birisini ister. Bu kimsenin de ömür boyu ve ahirette de devamlı olarak yanında olmasını ister bu her insanın düşüncesidir. Bu kimse ise insanın hayat arkadaşıdır. Çocuklarının anne/babasıdır.

Böyle bir vaziyette birisi elbette tefekkürünü, tezekkürünü, hayretini, şevklerini, neşesini, gamını, kederini hülasa her şeyi paylaşacağı her an yanında olmasını isteyecektir. Lakin ömür boyu söz konusu ise bu ancak ve ancak refika-i hayatıdır.

Bir insanın refika-i hayatı ise erkek olsun kadın olsun onun hayatının tamamını kapsayacak surette olmalıdır.

Erkek ve kadın arasında irtibatın sağlam olması ise çok ehemmiyetlidir. Bu irtibatı samimiyeti kıracak şeylerden de uzak durulması gerekmektedir. Bunu sadece sosyal medya olarak değerlendirmemek gerekir. Mesela birkaç şeyini söyleyecek olursak boşanan kimselerle çok zaman geçirmek, mahremiyete dikkat edilmeyen düğünler, gösteriş meraklısı kimseler ve onların ev ortamları. Bunların hepsi evliliği dinamitleyen sebeplerdir.

İnsan evine girdiği zaman sanki ilk günkü heyecanını hissedebilmesi çok ehemmiyetlidir. Sadece dünya hayatında bir yoldaş olarak bakılmamalı. İnsanın evlilik içinde ve o süreçte ev eşyası, takı tasarım, saz söz, davul zurna gibi şeylerle incitip gençleri evlendirmek yerine eşyaları evlendirmeyi tercih edilmesi ise bir faciadır.

Adeta bir saz söz, eşya, takı tasarım için nice aileler kurulmadan yıkılıyor. Hadisat-ı alem buna şahittir.

Erkek ve kadını birbirine zamklayan, tutkallayan ise arasında var olan ve olması gereken ahlaktır. Hassaten rezil ahlaktan uzak olmasıdır. Ve anlayışlı olmaktır. Unutulmamalıdır ki iki testi tokuşturulsa birisi muhakkak kırılır. Dik başlılık asla evlilikte tavsiye edilmemektedir. Aile hayatında ise bu felaket sinyalleridir.

Kadının ahlaklı olup saliha olması ise erkeği kendisine daha çok bağlayacaktır. Tesettürlü olan kimseye mesture, dindar olana mütedeyyin, iyi bir ahlaka sahip olup dikbaşlı olmayan kimseye saliha denir.

Sadece mesture ve mütedeyyin olan kimseler salih/saliha sayılmaz. Salih/salihlık ise karakterle mizaçla alakalı olan bir meseledir.

Aile içinde bir salih erkek veya saliha bir kız/kadın ise o aile içinde bir gül bahçesidir. Ama selahiyet söz konusu yoksa şatafatlarla evlenip kısa bir süre içerisinde iyi bir avukat yolu tutulur. Ve arşı titretecek bir şey olan boşanmak yolu açılır. Allah katında helal olan ama Allah’ımın sevmediği bir şeydir.

Bekarlara vesile olmak ve salih/saliha kimselerin evlilik hususunda ellerinden tutmak ise toplumsal bir vazifedir.

İnsanların önüne askerlik, iş, diploma gibi şeylerin çıkartılması ise toplumsal bir felakettir.

Herhangi bir vakfa derneğe cemiyete tarikata giden kimselere bu hususta vazife daha fazla düşmektedir. İffetli Müslümanların bir araya gelip aile kurmasına vesile olmalıdır. Vesile olmaktan kaçınmak ise ahlaki olarak çöküntü sebebidir. Sadece maneviyat verip ahlak verilmezse namaz kılıp ahlaksız kimseler türemesine sebeptir.

Namaz nasıl bir ibadetse o ibadet kadar ehemmiyetli olan bir şey hatta ibadet olan evliliktir. Bu sebeple dengini bulmuş iki kişinin evlenmesinden güzel bir şey yoktur.

Muhammed Numan özel


[1] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[2] İşarat-ül İ’caz ( 145 )

[3] Lem’alar ( 201 )

 

www.NurNet.Org

Darbeye yeltenenler Hamiyet-i Aliyeyi tahrik etti

Çokça duyulan ve herkesin bildiği hamiyet kavramının lügatmanasına bakmakla başlayalım.

“Hamiyet: Gayret. * Nâmustan gelen gayretle utanma veya kızma. * İstinkâf etmek. * Mukaddesatı ve milletin haklarını, mâmus ve haysiyeti korumak hususlarında gösterilen gayret ve ihtimam hasleti. İman ve İslâmiyeti ve Hz. Peygamber’in (A.S.M.) Sünnet-i Seniyyesini ve din ve mücahede kardeşlerini muhafaza ve müdafaa etmek gayreti.” [1]

Bu manalar çerçevesinde bakılınca insanlarda mukaddesatı ve vatanı muhafaza için kabaran bir “hamiyet-i aliye” [2]  feverana başladı ve fitil artık tutuştu bu tutuşma ile tüm satıhta bir merdane vaziyet başladı. Bu kahramancasına fiiliyat ise bazı mühim şeylerin habercisi olabilir.

Bugünlerde Sikke-i Tastik-i Gaybi eserini okurken nazarımı kendisi ile meşgul eden yer ise şurası oldu.

O sema-yı maneviyeyi bazan ve zahiren bihasb-il hikmeti âfâkî bir bulut kütlesi kaplar.

O celalli semadan öyle bir baran-ı feyz ve rahmet takattur eder ki istidadlar; tohumlar, çekirdekler, habbeler gibi o sıkıcı ve o dar âlemde gerçi biraz muzdarib olurlar; fakat tâ o sıkılmaktan üzerlerindeki kışırları çatlar ve yırtılır; o anda bulutlar da ufuklara çekilip nöbetçi vaziyetinde beklemesi, bir imtihan-ı Rabbanî ve bir inkişaf-ı feyezanî ve bir rahmet-i nuranîdir ki; evvelce bir habbe, bir çekirdek yeniden taze bir hayata atılır, iştiyakla ve neş’e-i inkişafla meyvedar koca bir ağaç suretini alır ve يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sırrına mazhar olurlar.”[3]

Bugünlerde Türkiye’mde yaşanan darbe yeltenmesi neticesinde tüm ülkede bir birlik ve beraberlik manzaraları tezahür etti. Bu darbe-perest kimselerin yeltenmesiyle milletinde içinde bir hüve, tohum, çekirdek gibi duran ve bir araya gelemeyen hamiyetli gayretli kimseler aynı meydanlarda bir araya geldi. Sağcısı Solcusu, çeşitli partilileri herbiri bir arada ortak manzara ve tablo teşkil ettiler.

Bu darbe teşebbüsü insanların aleminde bir bulut kütlesi oluşturdu ve psikolojisi bozulan insanların moral bozukluğu da başka insanlara da sirayet etti. Bunun sebebi ise celali isimlerin tecellisidir. “Sabra, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünkü emn ü ye’sin vartasına düşmemek hikmetiyle havf u reca müvazenesinde, sabır ve şükürde bulunmak için kabz-bast haletleri, celal ve cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi; ehl-i hakikatça medar-ı terakki bir düstur-u meşhurdur.” [4]

Alem-i insaniyet hassaten müslamanlık aleminde ihtilaflar sebebiyle birbirisini tutmaması harici düşmanları celb ve cezb etmiştir. Saldırmak için iştihasını açmıştır. Türkiye’mde yaşanan bu hadise ise birlik ve beraberlik duygu ve düşüncelerini perçinlemiştir.

Meydanlarda tekbir seslerini marşlar takip ediyor tevhid sesleri arşa çıkıyor.

Celali isimlerin tecellisi bitmesiyle ardında cemali isimler tezahür edecektir ve ediyorda.

Teşekkül eden bu ittihad ve ittifak düşünceleri ve hisleri ise inşaallah devam eder ve kurumuş toprağı sulayan rahmet yağmuru gibi.. rahmetten önce çoraklaşmış ve çatlamış olan toprak rahmet sonrasında yeşermeye başlar suya hasret toprak kendisine gelir.

Topraktaki tohumlar ise bu ittihad zemininde inşallah neşvünema verip sümbüllenecektir.

“Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda geliyor.” [5] Ve gayrete gelmiş olan millet-i islamiyede hamiyet-i aliye ile insanlar istikametli bir şekilde hareket edecektir. “Vatan, millet, gençlik ve Âlem-i İslâm çapında..” [6] bir uyanmaya sebep olacaktır inşallah. Mühim inkılaplarında dümdarı olabilir. “Güzel Ahlâklı Güzel Düşünür.” [7]“Güzel Gören, Güzel Düşünür.” [8]

Bu manalar alemimde tezahür etti. Sizlere de yazmak istedim.

Selam ve dua ile


[1] Bkz: Hizmet Vakfı Lügatı

[2] Mektubat ( 441 )

[3] Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 267 ) / Emirdağ Lahikası-1 ( 98 )

[4] Kastamonu Lahikası ( 8 )

[5] Mektubat ( 441 )

[6] Asa-yı Musa ( 250 )

[7] Mektubat ( 349 )

[8] Mektubat ( 473 )

www.NurNet.Org