Etiket arşivi: Mustafa Nutku

Futbola Gerçek Bakış Açımız Ne Olmalıdır?

Bir futbol hengâmesidir (gürültüsü, şamatası) almış başını gidiyor! Dünyadakini bir yana bırakalım; yetmişbeş milyon nüfuslu ülkemizde belki on milyonlarca kişi, bu hengâmenin selinde sürükleniyor!. “Kendisinin en mühim meselesinin ne olduğu” insanlarımıza sorulsa, büyük bir çoğunluğunun en mühim meselesinin gerçekte ne olduğundan habersiz bazılarının ise futbolla ilgili şeylerden bahisle ömürlerini nasıl tüketmiş oldukları çok dehşet ve ibret verici bir tablo olarak ortaya çıkar ve bu mevzuda ciddiyetle düşünmemiz gerektiğini bize ihtar eder. Bu mevzuda kendisine büyük mesuliyet düşen medya, maalesef çok okuyucu, çok dinleyici, çok seyredici hesabıyla hareket ederek çok maddî menfaat peşinde olduğundan, üzerine düşeni yapmak bir yana bu manevî hastalığı alabildiğine körüklemektedir. Siyasetçiler, demokratik rejimlerde çok oy peşinde, diktatörler halkı uyutarak diktatörlüklerini sürdürebilecekleri vasıta arayışında, bu mevzuda kendilerine mühim vazife düşen irşad görevlileri de “nemelâzımcılık”la mevcut statülerini korumak için hassas konulara dokunmamak tavrında olunca, bu mevzuya çözüm nasıl üretilecek ve uygulanabilecektir?

Televizyonların, gazetelerin baş haberleri ve en fazla üzerinde durdukları “futbol” olunca, bu mevzuda haklarında iddialar bulunan kişiler için özel kanunlar çıkartılıp Cumhurbaşkanı veto edince, aynı kanunları ilgili bazı futbol takımı taraftarlarını kızdırıp oylarını kaybetmemek için TBMM deki tüm partiler ittifak halinde tekrar savununca, bunlar medyada baş haber olarak yer alınca ve evlerde, işyerlerinde, umumî vasıtalarda insanların bu mevzulardaki uzun konuşmaları ister-istemez kulağına gelince, her Müslüman’ın kendi içi muhasebesi ve murakabesi ile “Benim futbol karşısındaki tavrım  acaba ne olmalıdır?” diye düşünüp, bu sorusuna cevap araması icabetmez mi?

Hem de bu Müslüman ayni zamanda bir “Nur Talebesi” ise, bu mevzuda Üstadının tavrını merak ile, ondan kendine ders çıkarmağa çalışması ondan beklenebilecek bir davranış tarzı olmaz mı?

Anlatıldığına göre; Üstad Bediüzzaman bir faytonda Ceylan adlı talebesi ile giderken, geçtiği yolda top oynamakta olan çocukların topu, ilk nazarda hedefini şaşırması sebebiyle gibi gözükse de belki hakikatte Üstad’ın bu mevzudaki tavrını ortaya koyup ders vermesi için, onun kucağına gelmiş. Üstad, “tecâhül-ü arif” sanatı yapar gibi, ne olduğu apaçık belli olan kucağındaki topu yanında oturan talebesi Ceylan’a göstererek: “-Ceylan, bu nedir?” diye sormuş. Talebesi Ceylan; “Üstadım, bu toptur. Buna tekmeyle vurarak, takımlar halinde oynarlar. ‘Kale’ dedikleri bir yerin içine atabilirlerse; ‘- Gol oldu..’ derler; bu şekilde belli bir süre içinde hangi takım karşı tarafın kalesine çok ‘Gol’ atarsa, o takım diğer takıma galip gelmiş sayılır. “ şeklinde izahatta bulununca, Üstad halâ kucağında bulunan topa ibretle bakıp, başını hayretle sağa sola hafifçe sallayarak: “Acayip…” demiş; başka bir şey demeden, topu geldiği yere geri attırmış.

Üstadın hayatından futbolla alâkalı bu kısa anekdot, ve en sonunda Üstad’ın söylediği tek kelime olan “Acayip…” aslında“Benim futbol karşısındaki tavrım acaba ne olmalıdır?” sorusunu kendine iç muhasebeleri ve murakabeleriyle ciddiyetle soranlara ve bu kelimeyi söyleyenin kim olduğunu da nazar-ı itibara almak suretiyle değerlendirerek anlayanlara, çok şey ifade eder.

Peki, bu anekdottan alınması gereken dersi herkes anlayabilir mi?

“Anlayana sivrisinek saz; anlamayana ise davul zurna az..” demişler.

Allah (CC.) bizi bu mevzuda gerçek anlayışlılar cümlesine dahil olanlardan ve “Gol..”, “Gol..”  teraneleriyle, bir nevi sarhoşluk halinde farkında olmayarak, kendi öz manevî varlığının kalesine gol atmayanlardan eylesin. Âmin.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde..

Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdırde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme

 Dünyada hergün yaklaşık 300 000 kişi ölürken, geçen hafta içinde Amerika’da Steve Jobs (1955-2011) adlı bir kişinin ölümü bütün dünya medyasında yer aldı. Birçok devlet idarecisi onun ölümüyle ilgili beyanatta bulundular. Bir gazete, onun ölüm haberini manşet olarak resimleriyle verirken “İyi ki doğdun” demiş. Onun insanlara faydalı bazı teknolojik geişmelere katkısı yönünden, yanlış bir söz sayılmaz; fakat herşey bunlardan ibaret değil; daha mühim şeyler de var..

 Steve Jobs, Apple Macintosh, iphone, ipad gibi teknolojik araçlarla birlikte hatırlanan bir isim. Kendisini başkalarından farklı kılan önemli bir kabiliyetinin inovasyon (yapıcı, keşfedici düşünme) kabiliyeti olduğu, hakkında yazılanlardan anlaşılıyor.

İnovasyon kabiliyeti doğuştan olabileceği gibi, sonradan da kazanılabilen bir kabiliyet. Halkın anormal gördüğü geç konuşan veya ders çalışmayan, YGB (Yaygın Gelişimsel Bozukluk-okullardaki %9 çocuk bu durumda) raporu olan “Kaynaştırma Eğitimi” tavsiye edilen çocuklar vardır ki, bunların zeki olanlarına “Albert Einstein gibi” de rastlanabiliyor. Bu çocuklar farklılıkları görebiliyor ve iyi bir eğitim alırlarsa farklılıkları görebilmek kabiliyetleri ile buluş da yapabilirler. Bunlar, kendileriyle çocukken gereği gibi ilgilenilmez ve iyi bir eğitim almazlarsa “Takıntılı-problemli” denilebilecek insanlar oluyorlar.İnovasyon kabiliyeti, bu mevzudaki özel eğitimle de kazanılabiliyor.

Steve Jobs, bilgisayar ve iletişim teknolojisinde inovasyon (keşfedicilik, geliştiricilik) kabiliyeti ile temayüz etmiş, insanlığın istifadesine bilgisayar ve cep telefonu olarak faydalı, önemli teknolojik araçlar sunmuş bir kişi. Ancak, kendisine pankreas kanseri teşhisi konulduğu birkaç yıl önce, Amerika’daki bir üniversitenin mezuniyet töreninde yaptığı ve internet ortamında bulunan konuşmasında söylediklerinde (son halini bilmiyoruz), doğruları yanında yanlışları da var.

Sözleri arasında belki en doğrusu, 17 yaşındayken duyduğunu naklettiği “Her gününü son günün gibi yaşarsan, sonunda kârlı çıkarsın.” Acaba kendisi, bu söze uygun olarak her gününü son günü gibi yaşayıp, gerçekten sonunda kârlı çıkanlardan olabilmiş midir?

En yanlış sözü de, o mezuniyet törenindeki konuşmasının en sonunda sözünü bitirirken, belki kendisinin dünyevî başarılarının temelindeki inovasyona dikkati çekmek amacıyla söylediği, fakat insanlar tarafından çeşitli yanlış manalara da çekilebilecek esnek ifadeli cümleleri: “En önemlisi, kalbiniz ve sevgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sevgileriniz, ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki herşey, ikinci planda.

Onun konuşmasındaki bu son mesajını dinleyip kendine göre anlayan bir insan, “kalbim ve sevgim bunu istiyor” diyerek, aslında insanlık mesuliyeti ile yapmaması gereken şeyleri de yapabilir.

Bunun yanında, hayatın en büyük gerçeği olan ölümü ise çok küçümseyerek, sadece dünyaya başka insanların da gelebilmesi için dünyayı terketmek ve “ölüm sadece entellektüel bir kavramdır” demesinin yanlışlığı da dikkati çekiyor.

 “Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdırde, fâni dunyada bıraktığın eserlere de kıymet verme” (RNK, Mesnevî-i Nuriye)

Kendisi hakkında hüküm vermeyi Allah’ın adaletine havale ederiz, ancak Allah’ın ve Resulünün bize bildirdiklerini ölçü olarak alarak, bu mevtanın hayattayken söylediklerinin internetle de yayılmış olanlarının, yanlış ve doğrularına dikkat çekmeyi de vazife biliriz.

 Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org

İbadet Etmemenin Mazereti Olur Mu?

(Bir ambulans hemşiresinin ibadetle ilgili mühim bir hatırası)

Siradan bir hafta sonuydu. Tatilin tadini çikarmak adina geç saatlerde kalkmış, kahvaltı yapıp, “bugün ne yapabilirim, geriye kalan vaktimi nasil degerlendirebilirim” diye düşünürken cep telefonum çaldi. Çalıştığım hastaneden arıyorlardi. Ne olabilirdi ki? Umarım, tatilimi mahvedecek bir şey değildir, diye düşündüm.Görevli arkadaş “icapçı hemşire” olduğumu, İstanbul’a bir hastanın götürüleceğini ve en geç 20 dakika içerisinde hazır olup hastaneye gelmem gerektiğini söyledi. Ben de hazırlandım tabi, ama söylene söylene.. Nereden bilebilirdim bu yolculuğun hayatımı değiştireceğini..Hastaneye geldiğimde ambulans hazır halde beni bekliyordu. Fakat hasta yoktu. Burada kaldığı bir evden alınıp, sonrasında da İstanbul Fatih’teki evine bırakılacaktı.

— Oh, dedim, demek ki hastanin önemli bir problemi yok.. Gerekli malzeme kontrollerini yaptıktan sonra yola koyulduk.

Hastanın bulunduğu eve vardığımızda, bir doktor karşıladı bizi. Hastanın ilerlemiş bir beyin tümörünün olduğunu ve yapmam gerekenleri bir bir anlattı. Hastayı sedyeyle ambulansa aldığımızda, bilinci yarı açıktı. Bazen bizi işitiyor, bazen de derin bir uykudaymışçasına hiç konuşmuyordu. Eşi de yanında refakat etmekteydi. Bir süre bu şekilde gittikten sonra, hasta idrarının geldiğini söyledi. Bir “ördek” yardımıyla bu işi hallettik. Sonrasında da, eşinin kulağına bir şeyler fısıldadı.

— Eşinizin ağrısı mı varmış, dedim.
— Hayır, namaz vakti geldi mi diye soruyor, dedi. Abdest alacakmış da..
— Nasıl yani, yerinden bile kalkamıyor, nasıl abdest alacak? Üstelik, verdiğimiz ilaçlar devamlı idrar yaptırır ve abdesti sık sık bozulur, o zaman ne yapacağız?
Hastanın gözleri ilaçların etkisiyle yavaş yavaş kapandı ve derin bir uykuya daldı. Belli bir süre bu şekilde devam etti yolculuğumuz. Hasta bir ara gözlerini aralayıp:
— Namaz vakti geldi mi, dedi.
— Evet, dedi karısı.
Hasta, ambulansı uygun bir yerde durdurup, kendisi için bir tuğla parçası arayıp aramayacağımı sordu:
— Tabiî ki ararım, dedim. Ama ne yapacaksınız ki tuğla parçasını?
— Abdest alacağım hemşire hanım, dedi bitkin bir şekilde.
Aman Allah’ım, “yoldayım” diye kılmadığım, “uykusuzum” diye kazaya bıraktığım, “biraz sonra kılarım” diye ertelediğim namazlarım geliverdi aklıma..Ambulansı bir tesiste durdurduk ve bir tuğla parçası aramaya koyuldum. Birinci adım, ikinci adım derken, bir de baktım ki tuğla parçası karşımda duruyor. Sanki bilinçli bir el onu benim almamı istercesine oraya koymuş gibiydi âdeta..

Tuğla parçasını aldım, hastaya verdim. Taşı karnının üzerine koydu ve yolculuk boyunca her abdesti bozulduğunda teyemmüm edip abdest aldı ve ardından namazını eda etti. Bilinci yerindeyken, dudaklarında hep bir mırıltı, durmadan dua ediyordu.

Allah’ım nedir bu yaşadıklarım. Bu insanlar gerçek olabilir mi, diye geçiriyordum içimden. Yerinden kalkamayacak kadar hastayken “namaz vakti geldi mi” diye soruyordu adam. İmkânsız olduğunu düşünürken tuğla parçasını bulmam, adamın devamlı teyemmüm abdesti alması o kadar garibime gitmişti ki..
Başım ağrıyor, romatizmam var, ayaklarımda mantar var, uykusuzum, yorgunum, işlerim çok yoğun gibi bahanelerle abdestten, namazdan kaçanlar var ya, onlar geldi aklıma. Kendim geldi aklıma. Utandım, yıkıldım ve o adamı tanıdıktan sonra namaza dört elle sarıldım, sanki namazla yeniden dirildim.Sanirim, hastanın sonunu merak ediyorsunuz. Hasta kısa bir süre sonra vefat etmiş.
Nasıl öldüğünü tahmin ediyorsunuzdur herhalde.. Nasıl yaşadıysa öyle…
Prof. Dr. Mustafa Nutku
www.NurNet.Org

Evlilik ve Ailevi Sarsıntılar Hakkında Notlar

1 –İmam-ı Gazalî’nin, “-Evlenmek mi hayırlıdır, bekar kalmak mı?” sorusuna verdiği:
“-Hangisinde İslâmî hayatı daha iyi yaşayabilecekse, o hayırlıdır.” cevabı, bir Müslümanın evlilik ve eş seçimi kararı için çok önemli bir ölçüdür.

2 – Bilhassa bu manâda; “İyi bir evlilik, bekâr kalmaktan iyidir; bekâr kalmak ise, kötü bir evlilikten iyidir.”

3 – Aile ve aile içi eğitim konusunda eserler ve konferanslar vermiş, çok sayıda radyo ve TV programlarında  yer almış merhum hadis profesörü Prof.Dr.İbrahim Canan; “Kadın-erkek eşitliği, batıda ailenin çöküş sebebidir.” demekteydi. “Batılılaşma” hevesi ile, batı ailesinin çöküş sebebini, bu sebebin kötü neticeleri de ortaya çıkmasına rağmen almak hatadır. Medyada kadın-erkek eşitliğini yanlış manalarda kullanmakta ısrar ile savunmayı kendilerine dava edinenler vardır. Hakikatte ise, kadın-erkek eşitliği ancak kanunlar önünde vardır; onun dışında kadın-erkek eşitliği yaradılışa aykırıdır.

4 – Aile yapımızdaki sarsıntılar ve parçalanmalar, üzerinde önemle durulması gereken bir mevzu teşkil etmektedir ve bu mevzua çeşitli açılardan yaklaşımlarda bulunanlar olmaktadır. İslâmî esaslardan uzaklaşılan bir devlet yapısına geçilirken, 80 sene önce, Fransız Medenî Kanunu “Şimdilik” diyerek alınıp uygulamaya konulmuş; fakat 80 senede bir “Türk Medenî Kanunu” yapılamamış; aksine, ona yeni ve daha da zararlı hale getiren bazı yamalar da yapılarak, Fransız Medenî Kanunu muhafaza edilmiştir.

5 – “Kitap” ve “Sünnet”te (Kur’an ve Hadis’te) ailenin sağlam olmasının gerekleri de vardır. Bunlara muhalefet edilince, ailevî sarsıntılar ve parçalanmalarda sebepleri başka yerde aramağa lüzum yoktur. Medenî Kanun’dan önce yürürlükte bulunan ve 80 sene önce Medenî Kanun kabul edilince yürürlükten kaldırılan “Osmanlı Aile Nizamnamesi”, “Kitap” ve “Sünnet”e uygun olarak hazırlanmıştı.

6 –Bugün, evli bir kadının kocasına karşı vazifeleri unutturulmağa, tevil edilmeğe tahrif edilip “modern, feminist yorumlar” yapılmağa çalışılıyor. Bu hale maalesef bazı dinî yayınevlerinin neşrettiği kitaplarda da rastlanıyor. Bazı Müslüman erkeklerini günümüzde  evlenmekte çekingenliğe sevk eden sebeplerden biri de bu olmaktadır.

7 – Bediüzzaman’ın  80 yıl önce “Lem’alar” adlı eserinde “Yirmidördüncü Lem’a İkinci Nükte”de ve “Hanımlar Risalesi” adlı küçük boy risalede hanımlara iki sayfa içinde üç defa israrla “daire-i İslamiye içindeki terbiye-i İslâmiye”nin öneminden bahsedip ona vurgu yapmasının sebebi: O risalenin yazıldığı 80 yıl  öncesinden beri, gittikçe gelişen radyo, TV gibi iletişim imkanlarını alabildiğine kötü kullanarak, hanımları daire-i İslâmiye içindeki terbiye-i İslâmiyeden uzaklaştırabilmek gayretlerinin olmasıdır.

8 –  Bediüzzaman, ayni eserinde, kadınların perde arkasında gizli şer güçler tarafından bu şekilde hedef alınmasını sanki onların manevî bir ateş hattında ebedî hayatlarının kaybolması tehlikesi içinde oluşlarını kısaca tasvir eder gibi, onlar için “bîçare nisa taifesi” sıfatını kullandıktan sonra, muhtemelen içinde bulundukları büyük manevî tehlikeden habersiz ve bu tehlikeye karşı tedbirsiz ve savunmasız olanları kastederek onların “gafil kısmı” olarak vasıflandırmaktadır. Onun da dikkat çektiği gibi, yaklaşık 80 yıldır, kadını  bozmağa çalışarak sağlam aile yapımız  bozulmağa çalışılmıştır ve buna büyük bir inatla devam edilmektedir.

9 – Aile yapımızdaki sarsıntılar ve bozulmalarla ilgili bu teşhisi koyduktan sonra çözüm ve tedavi yoluna gidilirse, belki başarılı neticelere ulaşılabilir. Aksi halde, bu teşhisi koymadan gösterilecek çeşitli gayretler neticesiz kalmağa mahkum olabilir..

Prof Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org