Etiket arşivi: oruç

Oruç ve Hikmetleri

Oruç ve Hikmetleri

Ramazân ayındaki oruç, İslâmiyetin beş rüknünden birincilerindendir. Hem de İslâmın alâmetleri olan şeâir-i İslâmiyenin âzamlarındandır.

Biliyoruz ki ezan, selâm, başörtüsü, minâreler ve câmiler de İslâmiyeti âzam mertebede ihtâr ederler. Bunların yanında “sübhânallah, elhamdülillah, mâşâallah, barekâllah” gibi kelimeler, selâmın lâfızları, besmele gibi birçok kavram İslâm işâretlerine yani şeâire dâhildirler. Mezar taşları, medreseler, çeşmelerdeki kitâbeler de bu mâ’nâda birer İslâm nişanıdır. Bunlar bizlere Allah’ı, Kur’ân’ı, İslâmiyet hakîkatlerini hatırlatırlar ve anlatırlar.

Aynen bunlar gibi Ramazân’daki oruç da İslâmiyeti âzam mertebede ve alem (sembol, alâmet) hükmünde temsil ediyor. Nerede bir oruçlu insan görülse hemen İslâm ve Müslüman olduğu kolayca anlaşılıyor ve “Oruçluyum” diyen insan İslâmı ihtâr ediyor ve oruç, alâmeti ile şeâirliğini âzamî cihette yapıyor.

Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir nimet sofrası sûretinde yaratmıştır ve bütün nimetleri o sofrada “Umulmadık yerlerden” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, Yüce Allah, yarattıklarını terbiye edip besleme ve onları gözeticilik vasfının mükemmelliği olan kemâl-i rubûbiyetini ve kullarını beslemesi, koruması ve merhamet etmesi cihetiyle rahmâniyetini ve her bir mahlûkta tecelli edip görünen merhamet ediciliği olan rahîmiyetini o vaziyette sofra-i nîmet olarak ifâde ediyor. Özellikle “Umulmadık yerlerden” âyeti sırrınca hem insanların, hem hayvanların, hem de bitkilerin bütün rızıkları “umulmadık yerlerden” veriliyor ve mahlûkat mükemmel olarak besleniyor ve onlara çok güzel bakılıyor ve de merhamet ediliyor.

İnsanlar ise, Allah’tan uzaklaşıp nefislerinin arzularına dalarak duyarsız ve umursamaz bir hâl alarak gaflet perdesi altında ve sebepler dairesinde, Allah’ın nimetlerinin ifâde ettiği ma’nâları tam göremiyor ve aldanıyor, ba’zen de nimetlerin sahibini unutuyor. Hâlbuki gafleti parçalamak ve gafletten hakka dönmek esâs vazîfesi iken insan aldanıyor ve unutuyor. Gafleti parçalayan tefekküre yapışamıyor ve gafletten kolay kurtulamıyor.

İşte Ramazân-ı şerifteki oruç, ehl-i îmânı, birden muntazam bir ordu hükmüne geçiriyor ve o ordunun komutanından gelen emirlerle hareket eder misüllü komutanını tanıyor ve O’na inkîyât ediyor. Kuvvet, kudret ve hükümranlığının başlangıcı olmayan Sultân-ı Ezelînin ziyâfetine dâvet edilmiş bir sûrette akşama yakın “Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir kulluk tavrı göstermeleri, o içten ve karşılıksız şefkat edici ve büyük ve haşmetli ve geniş merhamet ediciliğe karşı bol ve geniş ve büyük ve intizamlı bir kullukla ancak mukabele edebiliyor. İşte oruçla kul bu ubûdiyete müşerref oluyor. Bu ulvî kulluğa, kerâmetli şerefe katılmayan insanlar insanlık ismine ve mâ’nâsına lâyık olabilirler mi? Elbette olamazlar. Öyleyse o şerefli ubûdiyete oruçla katılmak insâniyetimizin ve fıtratımızın gereğidir.

Oruç insanın nefsindeki rubûbiyeti ve firavunluğu çok şiddetli bir şekilde kırıyor ve nefsi bir nev’î teslîm-i silâha mecbur ediyor.

Çünkü nefsin çok şümûllü mâhiyeti vardır. Meselâ; insan nefsi Rabbini tanımak ve emir altına girmek istemiyor. Kendisinin hür ve serbest olduğunu telâkkî ediyor. Hatta kendine vehmî bir Rubûbiyet veriyor. Kendi keyfince, başıboş olmak istiyor. Mükâfatta en önde ve vazîfede en geride durmak istiyor. Hem nefis kendinin ne kadar çabuk, zayıf ve sönmeye ma’rûz olduğunu ve çok çeşitli musîbetlere müptelâ olduğunu, çabuk dağılan ve bozulan et ve kemikten ibâret olduğunu da düşünmüyor.

Böylece kendisini lâyemût görüyor. Bunun için de bütün lezzetlere saldırıyor ve sınır tanımak da istemiyor. Bütün hırs ve şiddet ile dünyaya atılıyor. Hubb-u dünya ile onu arzu ediyor. Ahireti düşünmek istemiyor. Sadece dünyadaki fani ve geçici hazır lezzetlere müptelâ oluyor. Böylece zehirli bal hükmünde olan lezzetli ve kendisine menfaatli olan her şeye atılıyor.

İşte bu mâhiyetteki nefsi, oruç ibâdeti ve oruçtaki hakîkî açlık teslim alıyor ve nefis böylece hem Rabbini hem de nimetlerin hakîkî sahibi olan Mün’im-i Hakîkî olan Allah’ı tanıyor ve O’nun aciz bir kulu olduğuna inkiyâd ediyor.

Böylece oruç ibâdeti hakîkî maksâdına ulaşıyor ve Allah’ın kullarından istediği ubûdiyet böylece tam mâ’nâsına ve gâyesine ulaşmış oluyor.

Yirmi Dokuzuncu Mektub’da Ramazân-ı Şerîf’teki orucun hikmetleri kısaca şöyledir:

• “Hem Cenâb-ı Hakkın rubûbiyetine” bakar. Oruç Allah’ın Rab isminin tecellisine ve terbiye cihetine bakıyor. Nefis Allah’ın rubûbiyetinden ve terbiyesinden tam hissesini oruçla alıyor.

• “Hem insanın hayat-ı içtimâiyesine” bakar. Ramazândaki oruç, insanların sosyal ve cemiyet hayatına, yardımlaşmaya, fakirlerin hâllerini idrâk etmeye ve böylece zenginlerin fakirlere yardım etmesine bakan yönleri cihetiyle sosyal yönü kuvvetli bir ibâdet olarak vazîfesini yapıyor.

• “Hem hayât-ı şahsiyesine” bakar. Ramazândaki oruç hem de insanın şahsî hayatına bakıyor ve insana sabır, şükür kapılarını ardına kadar açmasına vesîle oluyor. İnsan oruçla nimetlerin hakîkî fiyatını ve sahibini idrâk ediyor, ülfet ve gafletten sıyrılarak nimetlerin Mün’im-i Hakîkînin ihsânı olduğunu anlayan insan kulluk mertebelerinde arş-ı kemâlâta çıkmaya orucunu vesîle yapıyor.

• “Hem nefsin terbiyesine” bakar. Oruç en çok insanın nefsine darbe vuruyor. Çünkü nefis ancak açlık tahtında teslîm-i silâh ediyor. Açlık olmasa nefis Rabbini tanımak istemiyor. Açlıkla zaafiyetini ve acziyetini anlayarak kulluğunu ve Allah’a olan ihtiyacını tam hissetmeye başlıyor. Zaten acziyetini ve fakriyatını anlayan insan kulluğa adımını atmış oluyor. İşte oruç nefsi bu cihetten çok iyi terbiye ediyor ve firavunluk tarafını törpülüyor.

• “Hem ni’âm-ı İlâhîyenin şükrüne bakar.” Oruç, insanların normal zamanlarda tam idrâk edemediği nimetleri ve Mün’im-i Hakîkîyi idrâk ettirdiği için hakîkî nimet sahibine hakîkî fiyat olan şükre çok keskin bir vesile oluyor. Bu cihetten de Allah’ın nimetlerinin şükrüne bakıyor.

Ya Rabbi, oruç emrinden hakîkî olarak nasiplenmeyi, Seni tanımayı ve nimetlerindeki nimet derecelerini fehmetmeyi bizlere ihsân buyur. Âmîn.

 

Abdülbâkī ÇİMİÇ

Ramazan Kategorisi

www.NurNet.Org

On Bir Ayın Sultanı (Şiir)

On bir ayın sultanı
Hoş geldin ey Ramazan
Rahmet dolu her anı
Hoş geldin ey Ramazan

Bu ay mağfiret ayı
Çok edelim duayı
Yok edelim hatayı
Hoş geldin ey Ramazan

Hakka yakın olmalı
Çokça namaz kılmalı
Dua niyaz yapmalı
Hoş geldin ey Ramazan

Teravih namazıyla
Sahur ve iftarıyla
Ve Kadir Gecesiyle
Hoş geldin ey Ramazan

Ruhları arındıran
Sevapları arttıran
Ve nefisleri kıran
Hoş geldin ey Ramazan

Şeytanları bağlayan
Cennet kapısı açan
Cehennemi kapatan
Hoş geldin ey Ramazan

Fakiri hatırlatan
Bereketi çoğaltan
Sevaba sevap katan
Hoş geldin ey Ramazan

Günahları yok eden
Sevapları çok eden
Ve açları tok eden
Hoş geldin ey Ramazan

O’nun başı rahmettir
Ortası mağfirettir
Sonu ise cennettir
Hoş geldin ey Ramazan

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Oruç Arınmaktır!

İnsansağlığınınbaşında,hücrehayatınınsağlıklıbirşekilde deyürümesigelir.Gerçekodur ki,yaşlılık veonunkaçınılmazsonucuolanölüm,hücrelerdekiçöküşün,tükenişin vesessizbirşekildekiölüşünifadesidir.Hücrenin ve onun bir bakıma toplum yapısı sayılan dokuların çöküşündeki ana unsur şüphesiz yorgunluktur.

Dokuların ve hücrelerin yorgunluğu, bugün başlı başına bir ilim dalı olarak ele alınmaktadır.

Bir hücre ne kadar ağır bir yükün altında ise, o kadar kolay yıpranır. Bu açıdan bakılınca bütün ilim adamları, karaciğer hücrelerini yaşlanmanın tek sorumlusu saymaktadır.

Karaciğer hücreleri, birbirinden farklı onaltı grup görevi yürütmek için 24 saat aralıksız çalışırlar. Keyfe bağlı ağır beslenmeler ve içki, bu dayanılmaz yükün altında ezilen karaciğer hücreleri için, gerçekten bir azap, bir zulümdür.

İnsan hayatının vefakâr hizmetkârları olan bu hücrelerin bîr tek ümidi var, oruç! Çünkü karaciğer hücresi bir mü`minin vücudunda mekân tutmuşsa, yorgunluğu arttıkça âdeta yalvaran bir sesle sorar:
– Ramazan ne zaman?

Evet sevgili okuyucularım, oruç, bu hücreler için özlenen bir bayramdır. Bu gerçeği anlamak için, orucun karaciğere getirdiği nimetlere bir göz atalım :
a- Karaciğerin çeşitli görevleri arasında safra yapmak ve besinler depo etmek, son derece önemli bir yer tutar. Çünkü bu görevler, süresiz devam eder. Hücrelerin bu yükü, onların çok değerli ve hayatî görevi olan globülin (kandaki protein) yapımı büyük ölçüde zorlaşır. Bu sebeple aşırı beslenenler, karaciğerin bu çok gerekli biyolojik hizmetinden mahrum kalırlar.
Efendimizin: “Sofradan doymadan kalkın” şeklindeki emri, böylesine hayatî bir mucize mesajıdır.
İşte oruç, besin hizmeti açısından karaciğere ortalama 8-10 saat istirahat sağlar.
Bu sayede oruç tutanın karaciğeri, daha rahat globülin ve benzeri biolojik maddeler üretir ki, bu nimeti başka bir yoldan elde etmenin imkânı yoktur.

b- Karaciğer için çok zor ve önemli bir görev, vücuttakî iyon alışverişlerinin elektronik dengesini kurmaktır.
Suyun iyon köklerinden başlayarak asit, metil ve azotlu iyon dengeleri, karaciğerin akıl almaz hünerleri sayesinde ayarlanır. Bu görev sırasında vena-porta dediğimiz özel kan sisteminden her an gelen yeni besin maddeleri, çok zor şartlar ortaya koyar. Halbuki Ramazanda, bu kan sisteminde 10 saat süre ile ciddi bir sabit denge meydana gelir. Böylece karaciğerin iyon görevleri, son derece rahatlar.

c- Oruç esnasında karaciğerin glikoz depolama görevinde de aşikâr bir rahatlama olur. Karaciğerin dokulardaki gerginliği kalkar. Karaciğerin hücre içi basıncı düşerek, emsalsiz bir biolojik zindelik doğurur.
Bütün bu gerçekler yanında çağımızın insanı, sırf kendini tatmin için karaciğer testleri yaptırıyor. Ve her gün değişen rejim testlerinin peşinde koşuyor.
Yarının insanı, inansın veya inanmasın, harika bir laboratuvar olan karaciğerini korumak için oruç tutacak.

Şimdi çok önemli bir başka dokuya ait hücrelerin birbirleriyle konuşmalarını dinleyelim:
Damarın iç yüzündeki hücreler, eğer dile gelseler, birbirleriyle şöyle konuşacaklar:
-Ramazan ne zaman gelecek? Kanda dolaşan besin artıkları üzerime öylesine yığıldı ki, artık öleceğim ve benim yerime yine bu ölü besin artıkları çökecek. Bunun sonucunda şimdiye kadar lastik gibi tuttuğum damar çeperi eğer oruç imdada da yetişmezse daracık, bir kireç boruya benzeyecek ve beslediğim organ ölüme mahkûm olacak.

Sevgili okuyucularım. Damar yüzeyinin hücreleri acaba neden Ramazanı bekliyor?
a- Oruç sırasında, özellikle iftara birkaç saat kala, kandaki besin maddeleri en az seviyeye ineceğinden, damarlarda hiç besin artığı kalmayacak, böylece damar yüzeylerinde besin artığı birikmeyecektir. Bunun sonucunda damar hücreleri hayat bulacak, damar sertleşmeyecek ve ihtiyarlık kesin olarak gecikecektir.

b- Kan hacminde iftara doğru görülen sıvı azalması, kan basıncını azaltacak ve damar hücreleri, üzerinden kalkan baskıdan dolayı âdeta bayram yapacaklardır. Bu arada hücre ve hücre arası su azalacağından, küçük tansiyon düşecek ve gerçek gençlik doğacaktır.

c- Kanda, bazı insanlarda bir türlü düşmeyen Lipid ve Kollesterol düşecek ve damarlar, yine akıl almaz bir mutluluğa kavuşacaktır.
Damar hücreleri, orucu nasıl beklemesin?
Çağımızın insanı, kan basıncını düşürmenin ve kandaki besin artıklarını her ay ölçtürmenin telâşı içindeler.
Bu yüzden tekrar ediyoruz.
Yarının insanı, inansın veya inanmasın, yaşlanmayı geciktirmek ve damarlarını sağlığa kavuşturmak için oruç tutacaktır.

Bir de oruç açısından kemik iliğini gözleyelim:
Özellikle yetersiz güneş ve sağlıksız hava şartları, şehirlerde yaşayan insanların kemik iliğini tembelleştirir. Bu yüzden bu insanlar hem kansız, hem dermansız hem de hastalıklara karşı dayanıksızdır. Kemik iliğini harekete geçirip, güçlü bir çalışmaya sevk eden en iyi üç faktör: Güneş, bol oksijenli hava ve hücre beslenmesindeki zorlanmadır.

Evet evet, yanlış anlamadınız. Son maddede “hücre beslenmesindeki zorlanma”, dedik. Bu husus, tıp ilminin en önemli tespitlerinden biridir. Eğer hücrelerde beslenme zorlanırsa, vücut kan yapımını arttırarak oksijen taşıma faaliyetini hızlandırır. İşte oruç, bu tesiri sağlayan akıl almaz bir uyarıcıdır. İftara doğru hücre beslenmesindeki zorlanmalar, kemik iliğine uyarı yapar, bu yüzden oruç tutan herkeste bariz bir güç artışı olur.

Evet sevgili okuyucularım, orucun insan sağlığına verdiği hikmetleri saymakla bitiremeyiz. Sadece ana başlıklar olarak birkaç önemli noktaya temas edeceğim.
1- Oruç sırasında bütün hormon sistemi,bir ay süre ile dengeli ve zinde bir çalışma düzenine geçer.
2- Sindirim sistemi ve özellikle onun korunma sistemi olan peyer plâkları, bu ay zarfında revizyona girer ve bütün aksaklıklar düzeltilir.
3- Orucun kan basıncı ve damarlar üzerindeki müsbet tesiri böbrek ve kalp üzerinde de otomatik bir sağlık teminatıdır.
4- Ve nihayet oruç, insanların manevî bünyelerine yaptığı harika tesir ile bütün vücut sisteminin mutlu bir ahenge kavuşmasını sağlar.

Allah`a karşı kulluk vazifelerini yapmış insanların duyduğu mutluluk, bütün dertleri alır, götürür. Ve müslüman, stressiz, taptaze bir biolojik mekanizma ile yeni bir yıla girer.
Hem gençleşmiş olarak, hem de Cennette kendisine verilecek olan ebedî gençliğin müjdesini ruhunda duyarak

Onk. Dr. Haluk NURBAKİ

Ramazan özel sayfamız

www.NurNet.Org

Orucun beyin üzerindeki inanılmaz etkisi

Prof. Dr. Cemal Çevik, ramazan boyunca oruç tutanların beyninde ve ruh dünyasında büyük değişimler yaşandığını belirterek, “Ramazanda beyin, nefis-i emmarenin (kötülüğü emreden nefis) uyarılarından daha az etkilenir. Ramazanın son 10 gününde durumumuz budur. Biyolojik bedenimiz artık bu son 10 günde kendisine ulaşacak Kadir’i beklemektedir” dedi

Oruç kıtalararası yolculuk gibi

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Çevik, ramazan boyunca gündüz yerine gece yiyen ve az uyuyan oruçluların biyolojik saatlerinin değiştiğini, oruçluların kıtalararası yolculuk yapmış gibi olduğunu, yeni yaşam tarzına adaptasyonda zorlandığını, hayat tarzının değişmesinin, hormonların salınım saatleri, hücrelerin kullandığı yakıtlar, hücredeki sentez ve parçalanma işlevlerinin zamanlarını değiştirdiğini belirtti.

Stres kurtulmanın ilacı oruç

Bu tip yaşam tarzı değişikliklerinin vücut tarafından “stres” olarak algılandığını ifade eden Çevik, “Oruç bir stres oluşturarak bir mücadeleye zorluyor. Ramazanla stres egzersizine başlıyoruz” dedi.

Modern insanın en büyük problemi olan stresten kurtulmanın en iyi ilacının oruç olduğunu dile getiren Çevik, “Stresten kurtulma, yeni şartlara uyum sağlamayla söz konusu olabiliyor. Bunun en iyi yolu da uyku ve yeme içme düzeninin değiştirilmesinden geçiyor” şeklinde konuştu.

3 hafta gerekiyor

Prof. Dr. Çevik, yoğun stresin etkilerinden kurtulmak için gerekli olan sürenin 3 hafta olduğunu belirterek, “Ramazan ayı 30 gün olduğuna göre tutulan oruçla yaklaşık 20. günün sonunda artık yeni yaşam tarzına alışmış ve ramazan başındaki ağır stresten kurtulmuş oluruz” ifadesini kullandı.

Beyin tam kapasiteye çalışıyor

Beynin, diğer hücrelerden farklı olarak oruç esnasında tam kapasiteyle çalıştığını, diğer organların çalışmaları azaldığı için beyne daha az uyarı gittiğini bildiren Çevik, “Böylece beyin, nefis-i emmarenin (kötülüğü emreden nefis) uyarılarından daha az etkilenir. Ramazanın son 10 gününde durumumuz budur. Biyolojik bedenimiz artık bu son 10 günde kendisine ulaşacak Kadir’i beklemektedir” diye konuştu.

Bin aydan daha hayırlı

Prof. Dr. Çevik, Kadir Gecesi’nin, bütün dünya göz önüne alındığında 24 saat sürdüğünü, bu bir günlük sürenin bin aydan daha hayırlı olduğunu anımsatarak, şu bilgileri aktardı:

“Kadir Gecesi’nde halklar, ölçüler alemi dediğimiz içinde yaşadığımız alemle, boyutsuzluk alemi dediğimiz emirler alemi iç içe giriyor, iki alemin birbirine kapısı açılıyor. İç dünyamızda da kalp kapımız açılıyor. Emirler alemindeki ruh, nefis alemine uzanıyor.
İnanmış akıl olan imanımız, ruh aleminde dolaşmaya başlıyor, sırlar keşfediliyor, biyolojik bedenimize keşifle elde edilen güzellik programları yerleştiriliyor. Ramazan sonunda, gelecek seneki Kadir Gecesi’ne kadar bu bilgiler kullanılıyor. Ramazanın sonu bayram. Bayramla ruhun nefis karşısındaki zaferi ve kazanılan yeni bilgi ve tecrübelerin heyecanı yeni bir derecede kutlanıyor.”

Kaynak : AA

sitemizde ramazan-ı şerif ile alakalı yazılar için

www.NurNet.Org

 

Ramazan ve Oruç

Aziz ve muhterem Müslümanlar!
Rahman ve Rahim olan Rabbimize sayısız hamd ü senalar olsun ki, biz âciz, zayıf ve fakir kullarını evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş ayı olan mübarek şehr-i Ramazan’a kavuşturdu.

Mü’min ve Müslüman olarak Allah emrettiği için oruç tutuyoruz. Oruç tutmanın hem dünya, hem âhiretimiz için pekçok faydası ve hikmeti vardır. Orucun nefsin terbiyesine bakan hikmetlerinden bâzılarını sizlere arzetmek istiyorum. Şöyle ki:

Nefis insanı daima kötü şeylere sevkeder. Kötülükleri yapmak ister. Kendini hür ve serbest telâkki eder. Hatta mevhum bir Rububiyet ve keyfe mâyeşâ (istediği gibi) hareketi fıtrî olarak arzu eder. Bu dünyada Allah’ın nimetleriyle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Helâl ve haramı seçmeden hayvan gibi yutmak, sınırsız hürriyet içinde yaşamak ister. Böyle bir nefs-i emmâre herkeste bulunur.

İşte bu nefsi oruçla terbiye etmek lâzımdır. Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi mâlik değil, memlûktur. Mal ve mülk Allah’ındır. İnsan Allah’ın eseri, O’nun mülkü, kulu ve köiesidir. Hür değil, istediği gibi hareket edemez. Emrolunmazsa en âdî ve en rahat şeyi de yapamaz. Elini suya uzatamaz. İnsanın nefsi oruç tutarken anlar ki, hakikî vazifesi şükürdür. Hak’tan gelen emirleri dinlemek ve itaat etmektir.

Muhterem kardeşlerimi Sevgili Peygamberimiz (sav) hadîs-i şerifte bizi îkaz ediyor: “Senin en zararlı düşmanın nefsindir.

Evet, herkes nefsini ıslâha ve terbiyeye muhtaçtır. Nefis Kur’ân terbiyesi ve oruç gibi ibadetlerle ıslâh ve irşad edilmezse, kendi keyfine bırakılırsa, insanın dünya ve âhiret hayatını harap eder.

Nefis ateş gibidir. Islâh edilirse faydalı olur, hizmet eder. Serbest bırakılırsa en zararlı düşman olur.

Ramazan’da oruç tutan bir insanın nefsi anlar ki: Zayıftır, âcizdir, fakirdir, zevale mâruz, belâ ve musibetlere hedeftir, çabuk bozulur ve dağılır et ve kemikten ibarettir. Ayaksız bir yılana, gözsüz bir akrebe mağluptur, başıboş değildir, vazifeli bir memurdur.

Oruç, namaz, zekât, hac gibi çok mühim vazifeleri vardır. Açlık vasıtasıyla midesini düşünür, ihtiyacını anlar, zayıf vücudunun ne kadar çürük olduğunu hatırlar, ne derece Allah’ın merhamet ve şefkatine muhtaç olduğunu idrâk eder.

Nefis Fir’avun’luğunu bırakır, benlik ve gururdan vazgeçer, kemal-i acz ve fakr ile Allah’ın dergâhına sığınma ihtiyacı hisseder. Manevî bir şükürle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır.

Ramazan’da tuttuğumuz orucun nefis üzerinde çok müsbet faydaları olur. İnsan öyle bir nefse sahiptir ki, elinde kusur ve günahtan, ayıp ve noksandan başka birşey yoktur. Nefsin mahiyetinde hadsiz acizlik, nihayetsiz fakirlik, gayet derecede kusur vardır. Nefis bunları görmek istemez! Daima kendini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır. Kusurları üzerine almaz! Avukat gibi kendini müdafaa eder. İşte bu azgın ve serkeş nefsimize haddini bildirecek bir silah, oruçtur.

Oruç tutan nefis, perhize alışır, riyazete çalışır, emir dinlemeyi öğrenir, helâl yemek ve içmeyi terkettiğinden haramı bırakır, akıl ve şeriattan gelen emirleri dinleme kabiliyeti gelişir. Manevî hayatını tehlikeden kurtarmış olur.

Oruç Fahr-i Kâinat (sav) Efendimiz’in haber verdiği gibi koruyucu bir kalkandır. Dünyada günahlardan, âhirette cehennem azabından koruyan bir kalkan… Ne mutlu oruç tutan Müslümanlara!

Aziz kardeşlerim! Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefse kulluğunu bildirir, onun mevhum Rububiyetini kırar. Şöyle ki:

Nefis Rabbi’ni tanımak istemiyor. Fir’avun gibi Rububiyet dâva ediyor. Ne kadar azap çektirilse o damar onda kalır. Fakat açlıkla nefsin o damarı kırılır.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin Fir’avun’luk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:
Cenab-ı Hak nefse demiş: “Ben neyim, sen nesin?

Nefis demiş: “Ben benim, sen sensin!”

Azap vermiş, cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: “Ene ene, ente ente!

Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlıkla azap vermiş, yâni aç bırakmış, yine sormuş: “Men ene ve mâ ente?

Nefis demiş: “Ente Rabbirrahîm ve ene abdüke’l-âciz!”

Yâni: “Sen benim Rabb-i Rahîm’imsin, ben senin âciz bir kulunum!

Bu hadîs-i şeriften anlaşılıyor ki:
Orucun farz olmasının mühim bir sebebi ve hikmeti, nefsin terbiye ve ıslâh edilmesidir. Nefsini ıslâh etmeyen, başkasını ıslâh edemez! Geliniz işe nefsimizden başlayalım, vesselam…
Sorularlaİslamiyet.com