Etiket arşivi: oruç

İbadet İçin Dünyayı Bütünüyle Terk Etmek Gerekli mi?

Bir ayet-i kerimede ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” buyruluyor. Ayette geçen “ibadet” kelimesine birçok tefsir alimi “marifet” manasını veriyorlar. Bir hadis-i kutsîde “Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim ve mahlukatı yarattım.” buyrulması da bu tefsire kuvvet veriyor. Buna göre, varlık alemi Cenab-ı Hakk’ın isimlerine ayna olmak, sıfatlarının kemalini göstermek için yaratılmıştır ve inanan bir insanın bu tecellilere karşı muhabbetle, hayretle, tefekkürle, şükürle mukabele etmesi gerekir.
İşte bu ulvî görev, ayet-i kerimede “ibadet” olarak ifade edilmiş bulunuyor. Bunun en ileri ve en mükemmel şekli de namazdır. Bu hakikat Allah Resulünün (asm.) “Namaz dinin direğidir.” hadis-i şerifleriyle en veciz ve en güzel şekilde dile getirilmiştir.
ibadetBilindiği gibi, ibadet ikiye ayrılıyor; malî ve bedenî ibadetler. Bedenle yapılan ibadetleri namaz temsil ediyor. Mal ile yapılan ibadetleri ise zekât. Bu ayetin sadece mealine bakıp tefsirlerini okumayanların aklına şöyle bir soru takılabiliyor: “Biz dünyaya hiç çalışmayıp sadece ibadet mi edeceğiz?”
Bu soruya Sözler mecmuasından Dördüncü Sözde şu cevap veriliyor:
“Namaz kılanın diğer mübah dünyevi amelleri güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır.” Buna göre, yeme, içme, uyuma, ticaret yapma gibi işler de ibadet hükmüne geçebiliyor; namazın kılınması şartıyla. O zaman şöyle düşünmek gerekir: Bu işler yapılırken de insan Allah’ı hatırlayabilir. O zaman, yaptığı işi güzel bir niyetle yapar. Yemek yiyorsa, aldığı gıdaların bu alemden süzülmüş birer hülasa, birer İlahî ihsan olduğunu hatırlayan insanın yemesi de ibadettir. Ticaret yaparken, müşteriyi aldatmaktan korkan, yalan söylediğinde kul hakkına tecavüz etmiş olacağını düşünen, ticaretini helal yollardan yapıp aile fertlerine helal lokma yedirmek isteyen bir insan da bu düşünceleriyle bir nevi ibadet üzeredir. Ve yaptığı işler de ibadet hükmünü alırlar. Böylece, ayetin manası çok daha iyi anlaşılmış olur.
Namaz kılan kişinin dünya zevklerinin tümünü terk edip tamamen ahirete yöneleceği gençlerimize kasıtlı ve sistemli olarak telkin ediliyor ve böylece onlar namazdan alıkonulmak isteniyor. Namaz kılan bir gencin dünya hayatına ‘Bir lokma, bir hırka.’ anlayışıyla bakacağı sinsice vurgulanıyor.
Ben bunları yazarken bazı çevrelerin hac için yaptıkları itirazlar hatırıma geldi. Bizim gençliğimizde çevremizde genç yaşta hacca gitmek isteyenlere karşı çıkılır; biraz yaşlanması gerektiği, bu yaşlarda iken hac ibadetini taşıyamayacağı telkin edilirdi. “Taşımak” denilince “her haliyle olgun ve hürmete layık bir kişilikle topluma görünmesi, bir hacıya yakışır davranışlar sergilemesi” kastedilirdi. Bir genç için bunun zor olduğu sanılırdı. Bu sözü ilk duyduğumda şu soru hatırıma gelmişti: “Hac oruçtan daha mı ağır? Bir insan çocukluğundan beri oruç tutuyor, onu taşıyabiliyor da gençliğinde hac ibadetini niçin taşıyamasın?” “Hacı denilince dünya işlerinden bütünüyle çekilmiş bir tip takdim ediliyor. Sevinçle ifade edeyim ki, şu anda böyle bir telkin artık söz konusu değil. Genç yaşta hacca gidip, döndükten sonra da dünya işlerine başarılı bir şekilde devam eden iş adamlarımız, bürokratlarımız, bilim adamlarımız çoğalınca bu gibi itirazlar da artık duyulmaz oldu. Halbuki İslam’da böyle bir anlayışa yer yok. Bir kişi haccın farzlarını yerine getirdi mi hacı olur; isterse yol boyunca ticaret yapsın ve dönüşünde de yine ticaret yaparak evine dönsün.
Namazda da benzer bir durum söz konusu. Cuma namazı için “nida edildiği,” yani ezan okunduğu zaman alışverişi bırakmak gerekiyor. Bu husus ayetle sabittir. Tefsir alimleri, bu ezanın, ilk ezan değil, imam hutbeye çıkarken içeride okunan ezan olduğunu ifade ederler. Cumada hutbe okunması farzdır ve bu farzın başlamasıyla birlikte dünya işleri de bırakılır; tıpkı namaza durulduğunda yeme ve içmenin terk edilmesi gibi. Bu ikinci ezana kadar insan alışverişini yapabilir. Zaten ayetin devamında, namazdan sonra yeryüzüne dağılmamız ve Allah’ın lütfundan istememiz beyan edilmektedir.
Zevklerin terk edilmesi meselesine gelince, İslam’da yasaklanan zevkler gayr-i meşru olanlardır. Bunlar namaz kılsın veya kılmasın her Müslümana haramdır. Şu vecize bu tip sorular için güzel bir cevap oluyor: ‘Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir, harama girmeye hiç lüzum yoktur.’ Yeme, içme, evlenme, para kazanma, makam sahibi olma, müzik dinleme, seyahat etme gibi insana zevk ve neşe veren ne kadar şey varsa, bunların hepsinin mutlaka meşru şekli de vardır. Ve bunlar, insanın nefsine zevk verdikleri gibi ruhunu da yaralamaz, incitmezler. Meşru olmayan zevkler ise nefsin hoşuna gitse bile, kalbi yaralar, ruha zarar verirler ve vicdanı rencide ederler. Halbuki, gerçek zevk, ruh ve kalbin aldıkları manevî lezzetlerdedir. Gençliğimize bu nokta hiç telkin edilmez. Sadece şehvet ve eğlencelerle nefislerine hitap edilir ve bunun ötesinde bir zevk ve saadet olabileceği hiç hatırlarına getirilmez. Halbuki, beden ruhun hanesidir.
Gerçek lezzetler, ulvî hazlar, ruh ile ve kalp ile tadılırlar. Yemenin, içmenin bir zevki olduğu gibi, anlamanın, ilim tahsil etmenin, kul olduğunu bilmenin, Allah’ın rızası için çalışmanın, alçak gönüllü olmanın, başkalarına yardımda bulunmanın da kendilerine has lezzetleri vardır. Bunlar bedenin organlarıyla değil, ruhun latifeleriyle tadılırlar. Gerçek zevk ve lezzet de bunlardadır.
Alaaddin Başar / Zafer Dergisi

 

Nerede O Eski Ramazanlar

Yoğun bir siyasi gündemden sonra mübarek Ramazan ayı geldi.Ramazan ayı mağfiret ve rahmet ayıdır.Özellikle Urfa‘mızda elli dereceleri bulan hava sıcaklığında oruç tutmak bir başka oluyor.

Zaman zaman yaşlı insanlardan duyarız.” Ah nerede o eski Ramazanlar” diyerek geçmiş günlere özlem duyarlar.

Bu özlem acaba geçmiş Ramazanlara mı ? Yoksa geçmişte Ramazan vesilesi ile yaşanan güzel günlere mi ? Bence bu geçmişe duyulan özlem, aslında Ramazan vesilesi ile geçmişte yaşanan güzel günlere duyulan özlemdir.

Kimi geçmişte gençliğinde geçirmiş olduğu oruçlu günleri hatırlar.Ve o günlere özlem duyarak içinden nerede o eski Ramazanlar sözleri dökülür.

Kimisi de eski Ramazanlarda ,yaşadığı çocukluğunu gördüğü için eski Ramazanlara bir özlem duyar.

Evet, benim oruçla tanışmam yaklaşık otuz yıl önce yine bu günler deki gibi yaz mevsimine rastlar.O zaman 7-8 yaşlarındaydım. Çocukken anne babamızın teşvikleri ile tekne orucu dediğimiz öğleye kadar oruç tutuğumu hatırlarım.

O dönemde köyümüze elektrik gelmemişti.Elektrik olmadığı için genelde babam şehre indiğinde gelirken bir kalıp buz getirirdi.Özellikle o zaman babamın şehirden köye gelişini sabırsızlıkla beklerdik.Babam orucun etkisi ile yorgun ve bitkin bir halde gelirdi.Susuzluğunun hafiflemesi için ayaklarına ve başına bol miktarda su dökerdi.Biz de çocuk aklımızla babamız ne yapıyor diye gülerdik.

O zamanlar soğuk su için buzdolabı yoktu fakat bizlerin ” Den ” diye adlandırdığımız. Pişmiş topraktan yapılmış su küpleri vardı.Bu su küplerindeki su, buzdolabı kadar olmasa da idare edecek kadar serin olurdu.Bu su küpleri de özel bir oda da tutulurdu. Biz çocuklar susadığımızda gidip o su küpünden su içerdik.

Bir de o dönemlerde Ramazan ayı Mercimek,Arpa ve buğday biçim dönemlerine denk gelirdi.Özellikle büyüklerimiz oruçlu halleri ile gün boyu 50 dereceyi bulan sıcakta çalışırlardı.Şimdi düşünüyorum.Ben şimdi onların yaptığını yapabilir miyim bilemiyorum.

Şimdi bana sorarsanız peki o günleri arıyor musun ? Vereceğim cevap tabi ki evet .

Peki neden evet ? Çünkü eski günlerde yaşadığım çocukluğumu buluyorum.Çamurdan oyuncak yapmayı,kırlarda koşmayı,telden oyuncak araba yapmayı özlüyorum.Belki yokluk vardı.Bugünkü imkanlar yoktu.Fakat fıtri doğal bir hayat vardı.Yapmacık suni dünyalar yoktu.Gerçekçi bir çocukluk vardı.Biz o zaman çocukluğumuzu hakkı ile yaşadık.

O dönem de ne kadar elektrik,televizyon, bilgisayar,internet olmasa da,bunların yerini alan köy deki hala zihnimde silinmeyen samimi sohbet ortamları vardı.Belki kolası,meyve suyu olmasa da halis muhlis doğal ayranımız vardı.Kısaca yaşantımız halis muhlis şimdilerin klasik söyleyişi ile organikti,katıksızdı.

Hasılı kelam bu yazımız belki Ramazanla ilgili dini içerikli bir yazı olmadı.Fakat sizleri geçmişe götürmek babında biraz farklı bir yazı olsun dedik.Çünkü bu mübarek ayda dini yazıları yazan çok hocamız oluyor.O yazıları da otorite olan hocalarımıza havale edelim.

Vesselam…

Hamit Derman

Üstadımız Ramazanı Nasıl Değerlendirirdi

1954 yılında Bediüzzaman Hazretleri’nin yanına giden ve O’na talebe olma şerefine erişen Mustafa Sungur ağabey, Üstad Hazretleri’nin Ramazan’ını anlatırken şu ifadeleri kullanıyor:
“Üstadımız Ramazan ayında uyumazdı. Bütün bir gece hiç durup aralık vermeden, Kur’an, Cevşen, Risale-i Nur, Hizbu’l-Envar, Hakaiku’l-Nuriye okurdu. Geceleri arada bir 15-20 dakika gibi kısa dalmalar dışında hiç uyumazdı.”

Mehmet Fırıncı ağabey bir Ramazan ayında Üstad Hazretleri’nin özellikle geceleri hiç uyumadığını, onun bu mübarek aya has bir usulünün olduğunu belirterek söz konusu usulünü şöyle izah ediyor:
Üstad Hazretleri bize derdi ki: ‘Ramazan’da insan oruçla ibadet halinde olduğundan, uykuda da olsa farz bir ibadeti ifa etmiş oluyor.’ Her dakikası bire bin verilen bir ayda ibadetsiz bir zaman boşluğu bırakmak istemiyordu. Onun için iftardan sonra zaten akşamla yatsı arası kendisinin her zaman normal olarak evrad vaktidir. Tâ sahura kadar, imsak vakti girer girmez hemen sabah namazını kılar, tesbihatı kendisine mahsus ifadan sonra istirahata çekilirdi. Tâ kuşluğa kadar. Ondan sonra kalkar, gene Nur dersleri ve evrad u ezkâr ile meşgul olurdu. Üstad Hazretleri geceleri çok parlak ışıkta evrad ve ezkâra devam ederdi. Loşluktan hoşlanmadığını görürdüm.

Bediüzzaman Hazretleri’yle 1947 yılında tanışan rahmetli Bayram Yüksel ağabey de Üstad’ın Ramazan’ını anlatırken şu ifadeleri kullanıyor:
Üstad’ımız Ramazan’ın on beşinden sonra kendisi yatmazdı, bizi de yatırmazdı. Hattâ çok gece kontrol ederdi. Eğer uyurken yakalarsa, bize su döker, uyandırırdı. Bizleri uyumamaya alıştırırdı. Mübarek geceleri ihya ettiğimiz zaman sabah namazını kılar, yatardık.

Cüz taksim ederek hatim yapardı
Mübarek, mualla Üstadımız üç aylar girdiğinde Isparta’daki Nur talebelerine hatim için Kur’ân-ı Kerim taksim ettirir, herkese bir cüz vererek vazife taksimi yapardı. Isparta, Sav, Kuleönü, Atabey, Bozanönü gibi Nur hizmeti ile müşerref olmuş, mübarek köylere cüzleri taksim ettirir, böylece mübarek şuhur-u selasede her gün hatim indirilirdi. Bütün duasını umum Nur talebeleri namına kendisi yapardı. Başta Peygamberimiz (sas) ve ashabı olmak üzere bütün ehl-i iman ve Nur talebelerine bağışlardı.

Çocuklarla Ramazan Daha da Güzel

Kimi hayalî, kimi gerçek anılarla dolu bir yazı…

Ne diyeyim Rabbim? Bilemiyorum. Ruhumdan coşup gelen duygularla doluyum.
… Bir bulut geçse, bir kuş kanat çırpsa, bir yaprak düşse nereye düşer, nereye gider, nereye konar diye merak ediyorum…

Her şey âşikar Allah’ım. İnanan için her şey gözler önünde. Ama yine de gözlerden gizli. Ne de olsa imtihan sırrı. Her şey göz göz olmuş, bana doğru bakarken, benim gözlerim nerede? Nereye çevrili? Işıltılı vitrinlere mi, boş şeylere mi? Gözlerimiz nereye çevrili?
Kur’ân öyle hayretengiz şeylere dikkat çekiyor ki; göklerin direksiz durduğundan haber veriyor. Kuşların gökyüzü boşluğunda ancak Allah’ın izniyle durduğunu söylüyor. Say ki say… Asıl haber bunlar.

Merakı olana yetmez mi? Gözümüzü çevirip bakmak gerekmez mi? Ülfet denilen hastalık yetti, yeter. Her şey Allah’ı anlatırken, bizim dillerimiz neler anlatıyor neler! Sorulacak bir gün dillerimize neler anlattığı, neler söylediği.

Dilimize de oruç tutturmak var bu ayda. En zor oruç da bu olsa gerek Ramazanda…
***

Gelelim gecelerine.
Geceler ki huzur dolu. Ramazanda ışıl ışıl minareler. Ruhumu ateşliyor, tutuşturuyor. Yeni gözler gerek görmek için, gönüllerimizin arındığı ve yıkandığı bu vakitlerde. Gencecik insanlar, babalar, çocuklar, anneler ve küçük kızlar el ele… Hem de neşeyle… Teravih için yollardalar. Camilerin kapılarındalar. Rabbim nasıl da sermişsin rahmetini, nasıl da kucaklamışsın rahmetinle hepsini… Görmek yetmez bunları. Durmak, düşünmek de gerek üstünde.

Hayat ki, geçip gidiyor işte. Kayan bir yıldız gibi gözler önünde. Bir buket çiçek yap, topla bunlardan. Hatıralarının en müstesna köşesinde sakla. Ya da arı gibi bal yap, peteğini doldur. Dem bu dem. Deme “daha erken”. Çek içine bu havayı vakit varken.

Ne masraflar eder, nice zahmetlere katlanıp nerelere gideriz de elimiz bomboş döneriz çok defa. Neden mi? Ruhumuz yoktur yanımızda, kalbimiz yoktur da onun için. Asıl ticaret bu: Allah’ın verdiği bu bereketli vakitleri yine Allah’ın yolunda kullanmak. Ticaretini Allah ile yapan zarar eder mi hiç?

Görmeyenlerin bile kalp gözü ile gördüğü bir dünyada, görenlerin kafa gözünü ibretle bakmak için kullanamamaları ne garip. Gözü olan değil, kalbi olan görüyor.

Meselâ bir çocuk önünüzden geçer gider. Sahi sizin çocukluğunuz değil mi o? Meselâ onun tuttuğu oruç, onun nefsiyle verdiği o eşsiz mücadele… Akşama doğru ezan sesiyle o yüzde beliren neşe… Bir şeyi başarmanın o küçük ruhta meydana getirdiği o büyük sevinç. Sizin çocukluğunuzdan da izler taşımaz mı?

Kendi başına yaşamak yok. Başkalarının da hayatı bizim. Aynalar konuluyor önümüze. Görmek zor değil. Dikkatli olmak yeterli. Şimdi mutluluğu çoğaltmak vakti. Sevinenlerin sevincini paylaşmak vakti. Seyrediyorum ibretle ve hikmetle yaşananları birer birer. Sanki kamera elde, bir film çeker gibi hem de, hassasiyetle…

İşte kaymak satan bir çocuk.
Elinde kaymak tepsisi. Geride kız kardeşi ve abisi.

Nasıl gidiyor satışlar?” diye soruyorum.
Titrek bir ses ve utangaç bir eda ile:
“İyi abi.”
Kazandığınızla ne yapacaksınız?” diyorum.
“Kardeşim bayramlık almak istiyor, onun için çalışıyoruz.”

Bu cevap yetiyor beni düşündürmeye… Hayat bir faaliyet. İster karıncaya bak, ister kaymakçı çocuğa. Bak da ibret al… Bu küçük ruhlar kendi içinde organize olmuş, bir güzel dayanışma dersi veriyorlar.

Bir kare daha geçiyor gözlerimin önünden. Caminin avlusunda dedesi ile küçük bir çocuk yürüyor. Yardım isteyen birine merhametli nazarla bakıyor ufaklık.
“Dede, cebimde param olsaydı hepsini verirdim bu kadına.”
Dedesi bu fırsatı kaçırmıyor. Cüzdanını çıkarıp on lira uzatıyor:
Ver o zaman” diyor.
Sevinçten uçarak gidiyor ufaklık. Dedesinin yanına döndüğünde de bu sevinci paylaşıyor.
“Dede, herkes bir lira verirken, ben on lira verdiğimde ne kadar sevindi kadıncağız. Gözlerinden belliydi.”
Maşallah, aferin sana. Evlâdım, yardımın güzeli, kimse görmeden yapılanı.
İhtiyar bir ders veriyor. Hem torununa, hem de bana…
***

İftar vakti dakikaları sayan çocuklar… Allah’ı seviyorlar, İslâm’ı seviyorlar, orucu seviyorlar. Belli ki seve seve tutuyorlar. Peygamberimizi (asm) ve Kur’ân’ı seviyorlar ve oruçlarını duâlı dillerle açıyorlar.

Rabbim, bunları yaratan Sensin… Bu manzaraları gözler önüne seren Sensin. Görelim, duyalım, ibret alalım diye…
İman denilen o büyük nimet parıldadı mı bir kere insanın içinde, ışıklara da ihtiyaç yok. İmanın nuruyla her yer pür nûr oluyor.
***

Ah camiler, ah minareler, ah ezanlar… Hele de akşam ezanları… Günün bittiğini ilân ederler. Yeni bir sayfa açılır. Dünyamız, tam bu anda sofralarının başında insanları görmek isteyen melekler ve ruhanîlerle dolar.
Ne ilâhî bir manzaradır bu… Aynı anda bir buçuk milyar el suya, hurmaya uzanır Bismillah ile. Emir gelir Rabbimizden orucunuzu açabilirsiniz diye.

Dünyanın en zor işi, mecbur olmadığı halde, sadece ve sadece Allah için aç kalmak ve aç durmaktır. İnanan gönüller ne sıcak, ne de soğuk dinler… Ne kısa, ne de uzun günler dinler… Hepsi vız gelir iman erlerine, Allah’ın mü’min kullarına. Bir emirle yemeyi içmeyi keserler. Bir emirle de oruçlarını açarlar. Emir demiri keser. O emir Allah’tan olunca, kul yemeyi içmeyi birden keser.

“İşte, ilân ediyorum bütün kâinata… Ne varsa yaratılmış bütün mevcudata… Kâinattaki bütün nimetlerin hakiki sahibi Sensin. Ben de senin âciz bir kulunum Rabbim!” der.

Biz tutuyoruz gibi görünsek de orucu, Allah izin verdiği için tutuyoruz aslında. O tutturuyor bize orucu. Hangi ibadet olursa olsun, ancak Allah bize o ibadeti kolaylaştırırsa yapabiliriz. Hastaların, çocukların oruçlarındaki sır da budur işte.

Rabbim, Rabbim, Rabbim… Bu kelimeyi söyleyince her şeyi söylemiş olduğumu hissediyorum. Bin bir güzel ismini “Rabbim” demekle zikrediyorum. Bu duyguyu, bu Ramazanda da bize de yaşattığın için Sana binler şükürler ve hamdler olsun Rabbim…

El-hamdü lillahi rabbi’l âlemin. Rabbim, Rabbim, Rabbim…
Orucun bir dâvetmiş, bir şölen, bir ziyafetmiş. Bu nimetten bizi mahrum etmediğin için Rabbim, şükran hisleriyle dolu içim. Eksilmeyen duâlar dilimde ve devam ettikçe çoğalan şükürler, hamdler var.
***

“Ramazan bitti bitiyor. Oruç mevsimi gitti gidiyor.” diye söyleniyorum. “Nereye gidiyor?” diye soruyor bir çocuk. “Kendine sor.” diyorum. Duraklıyor birden. Cevabını veriyor hemen. İki eliyle kalbini bastırıp: “O gitmiyor, burada.” diyor. Susturuyor bizi bir küçük çocuğun kalbinden gelen büyük bir söz. “Hiçbir yere gitmiyor, o burada.” diyor, iki eliyle kalbini gösteren çocuk.

Ah çocuk, ah çocukluğum… Şimdi hayret sırası bende. Kalbime giriyorum, orada bir şeyler arıyorum. Kaç Ramazan, kaç oruç var orada, kaç hatıra var orada diye… Beyaz gemilere binip çocukluğumun ülkesine yelken açıyorum bu sözle…

Özellikle teravih namazlarında her dört rekâttan sonra getirilen tekbirlere ve salât-ü selâmlara çocukların büyük bir aşkla ve şevkle iştirak ettiğini görmek, hep hayrete düşürmüştür beni. Sevdirilmese Allah, sevebilir mi insan? Söyletmese Allah, söyleyebilir mi diller? Derdine yansız söyleyemeyenler.
“Allahümme salli âlâ, seyyidinâ, Muhammedinin nebiyyi ümmiyyi ve âlâ, âlihi ve sahbihi ve sellim…”

Rabbim, merhametin ne kadar geniş… Rabbim nimetlerin ne kadar çok… Ne diyebilirim, ne isteyebilirim Senden daha Rabbim bu güzel nimetlerin ebediyen devamından başka? Gölgeleri böyleyse, asılları nasıldır, kim bilir…

Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme; nizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bite tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mûtî raiyyetini başıboş bırakıp îdam etme.” (Sözler, 47)
***

Ağaçlar kuşları, yıldızlar çiçekleri beslerken, hayaller, hatıralar hayatımızı süslerken, Rabbim ne güzel şey Seni düşünmek. Tertemiz duygular içinde sadece Seni düşünmek ve her nimeti Senden bilip şükretmek ne güzel şey…
***

Son bir öykü daha:
Bir ihtiyar bir de çocuk konuşuyorlar:
Bak yavrum, oruç tutamıyorum bu sene. Sen tuttuğun orucunun kıymetini bil.
“Dede, hasta olmasan tutar mıydın?”
Hem de nasıl… Tam seksen yıl hiç kaçırmadım evlâdım, hep tuttum.
“Şimdi de tutmak ister misin?”
Hastayım görüyorsun. Ama bir iyi olsam… Bir gün olsun bir oruç tutabilsem… Rabbime diyeceğim ki; ömrümün bütün oruçlarının yerine, bu orucu benden kabul buyur.
“Gerçekten mi?”
“Elbette yavrum.”
Dedeciğim…
“Buyur yavrum.”
Ben Allah’a duâ edeceğim. Bugünkü orucumun sevabı senin olsun. Ben yarın yine tutarım.

İhtiyar adamın boğazı düğümleniyor. Gözyaşı tufanına tutuluyor adeta. Sadece “Rabbim, Rabbim” diyor. “Bu sözü bu çocuk söyleyemez; söyleten Sensin. Bu çocuğun duâsını benden de kabul et Rabbim. Vermek istemeseydin, istemek duygusunu vermezdin. Ondan da, benden de kabul et yâ Rabbi. Senin rahmetin merhametin çok geniştir. Kabul et Rabbim. Kabul et ne olur.”

Rabbimize sonsuz hamd-ü senâ ile, Efendimize (asm) sonsuz salât-u selâm ile…
Selim Gündüzalp

Oruç Tutmanın Sıhhata Zararı Var Mıdır?

İnsanların farklı zamanlarda, farklı mevsimlerin yiyeceklerine karşı perhizi, bu hastalıklara karşı onları koruyucu olur. İnsanın doğumundan ölümüne kadar devamlı surette çalışan sindirim sisteminin, senenin belli ayında yarım günden (12 saatten) fazla dinlendirilmesinin tıbbi faydaları tartışılmaz bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her oniki ayın birinde, vücudun dinlendirilmesi demek olan orucun da, vücuda kazandırdığı faydaların yanında koruyucu hekimlik yönünden faydaları inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Ayrıca, bir ay vücudun değişik bir beslenme rejimine adaptesi (uyumu), vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır, gıda maddelerinden vücuda tam istifade fırsatını temin eder.

Bütün gün hafif vücutla çalışmayı, geceleyin de tam bir istirahat ve beslenmeyi sağlar. Bu esnada gösterilen sabır ve tahammülün, şahsiyet teşekkülündeki rolü; kanın bağırsakta değil de beyinde kullanılması neticesi kişiye salim bir düşünüş; eşyayı kendi kıymetine göre tanıma ve hadiselere bakışta berraklık kazandırması ele alınırsa, bu çeşit bir perhizin yani orucun insan için zaruri olduğu kesinlik kazanmış olur…

Orucun ruh ve beden sağlığına faydası hakkında şu ana kadar çok söz söylenmiş, bu hususta bir hayli makale ve kitap yazılmıştır. Bu sebeple konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağız. Oruç hakkında yer yer alternatif fikirlerle karşılaşmaktayız.

Önce orucun metabolizma üzerine menfi bir etkisi olup olmadığı üzerinde duralım. Kısa süreli açlıklarda protein metabolizmasının menfi etkilenmesi söz konusu değildir. Vücut önce karbonhidratını enerji kaynağı olarak kullanır. Vücudun karbonhidrat depo miktarı (kas ve karaciğerdeki glikojen açısından) birkaç yüz gramdır ve yarım gün vücudun enerji ihtiyacını karşılar. Daha sonra primer enerji kaynağı olarak yağlar gelir. Ancak birkaç hafta hiçbir şey yenmediği takdirde vücut proteinleri üzerinde menfi bir tesir meydana gelir.(1)

Ege Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmada kağıt elektroforez metoduyla, oruç tutanların serum proteinleri inceleniyor ve orucun serum proteinleri üzerinde menfi bir etkisi olmadığı Aydar ve Gündüz tarafından bildiriliyor.(2)

Orucun ülser üzerinde menfi bir etkisi olup olmadığı hakkında tartışmalar yapılmaktadır. Mide ve oniki parmak ülserleri üzerinde açlığın negatif bir etkisi olabilmektedir. Bilindiği üzere ülser belli mevsimlerde artış göstermektedir. Burada üzerinde özellikle durmamız gereken son derece önemli bir husus vardır: Oruç, bir diğer ifadeyle Ramazan ayı ülserin aktif aylarına denk geldiği aylarda ancak menfi bir tesir olabilir. Zaten ibadet ve diğer konularda kolaylık gösteren dinimiz de ülserin aktif dönemlerinde oruç tutulmayabileceğini, daha ileri aylarda ülserin aktif olmadığı dönemlerde bunun kaza edilebileceğini ifade buyurmaktadır. Yukarıdaki tezimizi teyid eden bazı çalışmalar da vardır. Haydarpaşa Numune Hastanesi I.Dahiliye kliniğinde “Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayları ile İlişkisi” isimli bir doktora tezinin sonuçlarına göre ülser ve gastrit kanamalarında, oruç tutma sebebi ile midenin uzun süre boş kalmasının denklanşan bir faktör olarak etki göstermediği, ülserin aktif olduğu aylar ile Ramazan aylarının çakıştığı dönemlerde ancak menfi bir netice olacağı hususu ortaya çıkmıştır.(3)

Pakistan Dekar Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmaya göre klinik ve biyokimyasal olarak orucun böbrek dolaşım ve kan üzerine menfi bir etkisi görülmemiştir.(4)

Vakıf Gureba Hastanesiyle, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 20 yıllık sürede orucun ülserlerde mide delinmesine etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Ataseven ve Aydınlıoğlu grubunun çalışmasına göre ülser perforasyonu (mide delinmesi) Ramazan ayında aşikâr bir artma göstermemektedir.(5)

Bu şartlar altında orucun insan sağlığı üzerinde menfi bir etkisi yoktur. Bazı özellik arzeden hastalarda da zaten dinimiz kolaylık göstermekte, onların oruç tutmamalarına izin vermektedir:

Hiçbir hâlukârda orucu tutmaya gücü yetmeyecek tarzda hastalık olursa orucu bozmak vacip olur. Zarar görerek ve meşakkat çekerek ancak oruç tutabilen hastaya orucunu bozması müstahabtır. İbni-Sirin “İnsan hastadır denilecek bir duruma düştüğünde orucu bozabilir” dedi. Sefer illetinden ötürü orucunu bozabilecek misafire kıyas etti.

Hasan Basri “Ne zaman hastalıktan ötürü namazda ayakta duramıyorsa o zaman orucunu bozar” dedi. Buhari “Nişabur’da hafifçe hastalandım. Bu da Ramazan ayına tesadüf etti. O esnada İshak b. Raheveyh beni ziyarete geldi. Beraberinde bir kaç arkadaşı da vardı. Bana “ey Eba Abdullah orucunu bozdun mu?” dedi. Ben “Evet bozdum” dedim. İshak, “Ruhsatın kabul edilmesinden zaif kalınabileceğinden korktum. Onun için sordum” dedi. Abdullah İbni Mubarek’ten o da İbni Cureyiç’ten rivayet “Atadan sordum: Hangi hastalıktan ötürü orucumu bozabilirim”. Ata “Hangi hastalık olursa” diye cevap verdi. Ebu Hanife “Eğer kişi orucunu bozmadığı takdirde bedeninin daha fazla acı çekeceğinden ve sıtmanın daha şiddetleşeceğinden korkarsa orucunu bozar” dedi.(6)

Bu şartlar altında şu sonuçlara varabiliriz. Orucun insan sağlığı üzerinde menfi etkisi yoktur. İnsan sağlığına zararı olabilecek durumlarda da tutulmamasına dinimizce izin verilmiştir.

Orucun zararı olmadığını gösteren bir çok yayın olmasının yanısıra sıhhi açıdan birçok faydası da vardır. Yüce Rehberimiz “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz“(7) ifadesiyle bu noktaya işaret etmektedir. Alman profesör Cehardet iradenin takviyesi konusunda yazdığı kitapta, orucu tavsiye ederek, insanın maddi meyillerinin esiri olmaması, nefsinin dizginlerine malik bir hayat yaşaması için ruhun cesede hakimiyetini temin edecek en tesirli yolun oruç olduğunu belirtir(8).

Profesör Hamidullah da bu noktada şunları söyler, “Oruç ayı olan Ramazan devir devir kış veya yaz senenin bütün mevsimlerine tesadüf eder ve bir kimse böylelikle yazın kavurucu sıcaklıklarında olduğu kadar kışın dondurucu soğuklarında da bu mahrumiyetlere alışmış olur. Şüphe yok ki bir kimse bundan sıhhi, askeri vb. bir takım faydalar kazanır(9)

Dr. Rawy ise bu hususta, “Oruç vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır. Bu önemli tıbbî hakikati İslam, orucu farz kılarak ortaya koymuş, bugünkü modern tıp ise orucu hastalıklara karşı koruyucu ve ilaç olarak kullanmaktadır” demektedir.(10)

Bu hususu teyiden Dr.Nurbaki şöyle der, “Oruçta özellikle gündüz besin alınmaması nedeni ile karaciğer besin depolama işinde fevkalade rahatlar. Ve de bu rahatlık sırasında vücut için hayatî önemi haiz globulinler hazırlar. Bu sayede korunma sistemimiz güçlenir.(11)

Yukarıda Dr.Ravvy’nin sözlerini teyid edercesine Dr.Henri Lahman’ın Saksonya’nın Dresden şehrindeki hastanesinde, Dr. Berşerbenr, Dr.Moliere ait sağlık evlerinde oruçla tedavi yapılmaktadır.(12)

Bugün beslenmeyi kontrol altına alma ve perhizle vakaların birçoğunda ilaçsız olarak yüksek tansiyon kontrol altına alınabiliniyor ve serum kolesterol trigliserid, açlık kanşekeri ve serum ürik asit seviyeleri müspet şekilde etkilenebiliyor. Stamler Grim ve Gosch’ın yayınları bunu destekler mahiyettedir.(13) Oruç da bu durumu çok uygun bir şekilde yerine getirebiliyor.

Sigara, sağlıklı kimselerin damar duvarının daha sertleşmesine ve atar damar kan akımında menfi etkiye yol açarak damar sertliği gelişmesine vesile olmaktadır.(14)

Bu noktada Ord. Prof. Kazım Gürkân ise şöyle fikrini açıklar, “Oruç bir rejimden ibarettir. Gayesi de yine, beşerin sıhhat yoluyla saadetini sağlamaktır… Düşünmeli ki hamiye’nin (rejim) en büyük tedavi yolu olduğu bir dogma halinde konduğu zaman tansiyondan, kolesterolden, lipitten bu insanların haberleri yoktu. Bundan dolayı ben bu dini rejime çok saygı gösteririm.(15)

Orucun müspet bir tesiri de kan yapımı üzerinedir. Oruçlu iken kanda besinler en az seviyeye düşünce kemik iliği uyarılır. Bu yüzden kanlıların tersine böyle kansızlar oruç tuttuklarında daha kolay kan yaparlar. Oruçlu iken karaciğer dinlenmiş olduğundan kemik iliğinin kan yapmak için ihtiyaç duyduğu maddeleri daha da iyi ve sağlıklı hazırlar.(11)

Orucun en önemli tesiri de kanser oluşumunu azaltıcı oluşudur. Oruçta günlük enerji alımı kısıtlanmaktadır. Diyetle günlük enerji alımının kısıtlanması DBA ve C3H farelerde meme kanserlerinin oluşumunda Swiss micelarda (farelerde) akciğer kanserlerine ABC micelarda benzopirin ile oluşturulan deri tümörlerinin oluşumunu azaltmıştır. Bu hususta Tannenbaum ve arkadaşlarına ait bir araştırma vardır.(16)

Ross ve Brass da kısıtlı enerji ile bu hayvanlarda kanser oluşumunun azaldığı ve hayat süresinin arttığını tespit etmişlerdir.(17)

Hankin ve Ravviing ise Asya ve bazı Afrika ülkelerinde kanser oranının düşüklüğünü, günlük enerji alımının düşük oluşuna bağlamaktadır.(18)

Burada etkili faktörün İslam ülkelerinde oruç mefhumunun mevcudiyeti; gerek hadislerin ve gerekse mutasavvifinin ısrarla az yenmesini tavsiye etmesidir. Orucun insanlarda da kanseri azalttığını Prof. Trüb fizyopatolojik temelli izahatla söylemektedir(15)

Bu şartlar altında ilmi gerçekler şu Yüce Beyan ifadesini tefsir edici mahiyettedir “Eğer biliyor iseniz (Yani vücut fizyoloji ve fizyopatolojisini biliyorsanız) sizin oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara-184). (19)

Dr. Kenan Dildar

LİTERATÜR

1-) Guyton, A.C: Textbook of Medical Physıology. Sixth ed. VV.B.Saunders Co.Philadelphia.1981. p:867,905.

2-) Aydar, S.Gündüz, M.: Oruç tutan normal şahıslarda serum proteinlerinin kâğıt elektroforezi ile incelenmesi. Ege.Ün.Tıp.Fak.Mecm.9:431,1970

3-) Yazıcıoğlu, M.: Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayları ile İlişkisi. Haydarpaşa Numune Hastanesi. İhtisas tezi. 1975.

4-) Ataseven, A.,Aydınlıoğlu, K ve ark: Ülser perforasyonunun açlıkla ilişkisi. Cerrahpaşa Tıp.Fak.Derg.6:203,1975.

5-) Arslan A: Büyük Kur’an Tefsiri. Arslan yay.İst.1987.1/598

6-) Said Havva: İslam. İkbâl yay. Ankara.1/150.

7-) Berki, H:250 Hadis. Diyanet yay. Ank. 1977 s:130

😎 Abdulfettah Tabbara: İlmin Işığında İslamiyet.İst.1977 s:274

9-) Muhammed Hamidullah: İslama Giriş. İrfan yay.İst.1973 s:104 10-) Kırca Celal, Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri. Marifet yay.İst.1984 s:141 11-) Nurbaki Haluk, Kur”an-ı Kerimden Ayetler ve İlmi Gerçekler. Diyanet yay.Ank.1983.2/36,39 12-) Abdurrezzak Nevfel: İslam ve Modern İlim. Sönmez yay. İst. 1970 s:209

13-) Standler, R.et. al: JAMA. 257:1484-1491,1987 14-)Caro G.et. al: Lancet.2:11-13, 1987

15-) Özönder, H:Peygamberimizin Sağlık Öğütleri. İrfan matb.İst.1974 s:408

16-) Aksoy M: Beslenme ve Kanser. Çağ matb.Ank.1984 s:40 17-) Ross H.H.Bras G:J, Nutr. 103:944-949, 1973 18-) Haskın J.Rawling. V:Am.J.CIin Nutr.31:2005-2016,1978 19-) Arslan, A.Büyük Kur’an Tefsiri. Arslan yay. İst. 1987 1/591

yeniumit.com.tr