Etiket arşivi: tuğba akbey inan

Ramazanla Zincirlerimizden Kurtulmak

Her Ramazan’ın gündemimize girerken bir önceki yıldan bambaşka bir tefekkür iklimiyle gelmesini dua sayıyorum kendi iç dünyamda.

Bu yıl Ramazan’ın zincirlerimizden kurtulmak için bir vesile olması için, bizi kendine bağımlı kılan whatsapp ve sosyal medya hesaplarımı Ramazan ayı boyunca kullanmayarak bu adımı atmak istiyorum. Üstelik kendi adıma başladığım bu yolculuk Annelik Yüzleşmeleri ve Çocukla Gelişim Okumaları kapsamında buluştuğumuz hanımlarca da hüsnü kabul gördü, daha kalabalıklarla yapmaya çalışacağımız bir eyleme, duaya dönüştü.

Buraya yazıyorum ki, hem kendi kendime verdiğim sözün şahidi olsun bu satırlar, hem de “ Nerden başlamalıyım?” diye soranlar için bir ödev olsun. Bizi kendine bağımlı kılan, zamanımızı, enerjimizi harcayan ne varsa ondan kurtulmadığımız sürece özgürleşeceğimizi iddia edemeyiz. Oysa tefekkür de ibadet de ancak özgür ruhlar için bir mana ifade eder.

Bağımlılıkta ilk yirmi dört saat önemlidir. Bakalım sosyal medya ve whatsapp mesajları ile doldurduğumuz yirmi dört saatlerimizin boşluğunu neyle doldurabileceğiz? Bunların uzağına düştüğümüzde ne kadar kendimize yaklaşacağız?

Ve otuz günlük uzaklıkta neler hissedeceğiz

Eskiden internet yoktu ve vaktimizi bir şekilde geçiriyorduk elbette. Ama artık var ve hayatımızın her sahasında kullanır olduk. Sanki hep varmış gibi bir halle duruyor üstelik.

Bu benim için sosyal medya ve whatsapp olsa da belki de bu satırları okuyan başka biri için sigara, televizyon, oyun gibi iradesini elinden alan bambaşka şeyler olabilir elbette. Sosyal medya tüm bunlar için bir başlangıçta olabilir. İnsan özgürlüğü yeniden keşfettiğinde, yeniden tutsak olmamak için tüm zincirlerinden kurtulmak isteyecektir diye düşünüyorum.

“ Bal yeme” demek için bal yemeyi bırakan alimlerin yaptığını yapmaya çalışarak, herkesi Ramazan boyunca sosyal medya ve whatsapp orucuna davet ediyorum.

Gözüne baktıklarımız, okuduklarımız bambaşka anlam kazanacaktır eminim.

Sonrasında tecrübelerimizi de paylaşırız nasip olursa.

Ne dersiniz? Denemeye var mısınız?

O zaman “ Niyet ettik Allah rızası için sosyal medya ve whatsapp orucuna”

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

 

Yeşil ve Gri

Beş altı haftadır Aybuder’de Bağımlılıklar ile ilgili eğitimlere katılıyorum. Bu konuda hem bir anne olarak hem de yazı yazan biri olarak çok fazla şey söylemek gerektiğinin her eğitimde daha bir farkına varıyorum.

Mutlaka paylaşmalıyım dediğim hikayeler, öneriler ve süreçlere şahitlik ediyoruz.Zaman zaman yazacağım inşallah her birini.

Aldığımız eğitimlerden biri de psikodrama eğitimi.

Bu eğitimlerden birinde hocamız Odise Vuçinas öğrencileri yeşil ve gri olarak iki gruba ayırarak, yeşil gruba iyiliğin ve güzelliğin gri gruba kötülüğün ve zorluğun olduğu rolllere bürünmelerini istedi.

Ben gri grubundaydım. Her iki grupta önce ne yapacağına dair istişareler etti, rolleri belirledi ve verilen süre sonunda drama eşliğinde grubun başlığı altında rollerini sergiledi.

Gri grubunda biz, bağımlı eşinden şiddet gören bir kadını, maddeyi temin etmek için kızını satan babayı, torbacıları, maddi zorluklarla çocuğunu üniversiteye gönderemeyen bir maden işçisini canlandırdık.

Yeşil grupsa bir düğün organize etmişti, herkes düğünde eğlendi ve çok mutluydular da. Roller bitince hocamız, her eğitimin sonunda olduğu gibi neler hissettiğimizi, gözlemlerimizi, o role bürünürkenki hallerimizi sordu.

Herkes hissettiklerini söyledi. Gri de yer almak zordu bizim için. Pek çoğumuzun tanık olmadığı hayatlardı. Ama vardılar. Üstelik eğitimdeki arkadaşlardan birkaç tanesi de iyileşmekte olan bağımlılardan. Onlar içinde durum zordu. Çünkü geçmişe dönmeleri ve yeniden yüzleşmeleri gerekiyordu yaşadıklarıyla.

Yeşil ve mutlu grupsa, her şeyin kendiler için iyi olduğunu ve mutlu olduklarını söylediler.

Ben hislerimi anlattıktan sonra bir gözlemim olduğundan bahsettim. Yeşillerin ya da iyilerin kendi dünyasında ne kadar iyi ve mutlu olduklarından ama hiç griye ya da zor hayatlara dokunmadan bu iyiliği götürdüklerimi gözlemlediğimi söyledim.

Hoca sonra yeşil ve grinin ortak bir hikaye bulmasını ve birbirine karışmasını istedi. Yeşiller grileri düğünlerine davet etti, bir diğerini bağımlılıktan kurtardı… Velhasıl hikaye güzel bitti.

O gün eğitim çıkışında ve sonrasında steril bir dünyanın içinde iyi kalmayı fazilet saydığımızı düşündüm. Bizden başka hayatlara temas etmeden, onların dertlerini dinlemeden, gri hayatlarını yeşile dönüştürmeye eşlik etmeden, salt iyiliğimizin ne faydası vardı ki?

Kendi dünyası içinde tıpkı bir düğünde gibi kendi gibileri ve de yakınlarını gören bir mutluluk anlayışı ile yaşıyoruz pek çoğumuz.

**

Yine geçtiğimiz haftalarda dahil olduğum bir çocuk edebiyatı okumaları grubunda Behiş Ak’ın Bebek Annem kitabını okuduk. Kitap, paralarını denkleştirerek ultra lüks ve güvenlikli bir sitede daire alan bir ailenin yalnızlığı ile başlıyordu. Örgü kursu veren başka bir site sakini sebebiyle, aslında gerçek güvenliğin insanın insana güvenmesi olduğu mesajını veriyordu kitabın akışında yazar çocuklara.

Eğitimde dinlediğim bağımlılık iyileşmeleri de, drama da çıkan sonuçta, kitaplar da, insanın iyiyle temas ederek, kendini değerli hissederek, eksik kalan yanlarını tamamlayarak, konuşarak, paylaşarak iyileşebildiğini söylüyor.

Hazır Ramazan’da geliyorken düşünelim derim;

Gri hayatları ne kadar gören bir yeşilin içindeyiz ve

Ne kadar yeşile dönüşmek isteyen griyiz diye?

Tuğba Akbey İnan / cocukaile.net

Yetişkin Değil Yetişememiş

Bizi yetişkin kılanın problem çözme biçimimiz olduğunu düşünüyorum. Bunu her zamanda dile getiriyorum zaten. Problemi şiddetle, kavga ile, bağırarak, küserek çözmek bizi yetişkin tanımının içine sokmamalı bu durumda. Olgunlaşmamış ve erkence dalından koparılmış meyveler gibi oluruz en fazla.

Asıl problem de burada başlıyor. Bu hamlığımızın farkında olmadan bir yuva kuruyor ve sonrasında anne baba oluyoruz. Dolayısıyla kriz anlarını ham hallerimizle çözmeye çalışıyoruz. Bu iki yetişkin arasında çok sorgulanmıyor da, çocuk ve yetişkin ayağında ham kalışımız bunun uzun dönemli bir etkisinin olduğunu gösteriyor. Bizden önceki nesilden bize aktarılan, bizden de çocuklarımıza geçecek olan bir hamlık çünkü bu.

Çocuklarımızı büyütürken çocuklar hiç hata yapmamalı algısına dayanan bir ebeveynlik anlayışı ile sürekli onlara bir şey öğretme anlayışı birbiriyle çelişkili bir halde devam ediyor ülkemizde. Kime bir şey öğretmeye çalışırsınız; bilmediğini düşündüğünüz ve bilmediği için yanlış yapan birine değil mi? Oysa biz çocukların sanki her şeyi bilerek yaptığını düşünüp hareket ederek, bilmeden yaptığı eylem zamanlarını onlara iletişimi öğretmek için değil, krize dönüştürmek için fırsat olarak görüyoruz.

Diyelim ki çocuk vuruyor birine. Bu şartlarda çocuğa öğretmemiz gereken şey, problemi vurarak çözmemesi gerçeği değil midir? Yani insan büyüdükçe problemi başka türlü de çözer bilgisini vermemiz gerekiyor çocuğa. Peki biz ne yapıyoruz?

Aynıyla karşılık veriyor, bağırıp çağırıp ortalığı ayağa kaldırıp, cezalandırıyoruz çocukları. Peki çocuğa ne öğretmiş oluyoruz dersiniz bu durumda?

“ Küçükken vuramazsın ama büyüdüğünde vurmak serbest” .

E hani çocuklarımıza bir şeyler öğretecektir. Çocuğumuz yetişkin olduğunda problemin farklı bir şekilde çözülebileceğini öğrendi mi bizden? Hayır tabi ki… O zaman bize yetişkin değil, yetişmemiş denebilir bu şartlar değil mi?

Elbette bunda bize de öğretilmemesinin payı da var ama bu zinciri kırınca pek çok insanı etkileyecek bir adımda atmış olacağız. Zira problem çözme yelpazesini geniş tuttuğumuz bir çocuk, büyüdüğünde tüm rollerine sirayet edecek bir duruşla yapacaktır bunu. Bu aynı zamanda insana insanca muamele göstermenin de bir adımı bana kalırsa. Sokağa çıkıp şikayet etmekten daha zor bir yolu tercih etmek olduğu kesin.

Bize çocukluğumuzda yapılan davranış biçimleri, örselemeler, uygulanan şiddetler pek çoğumuzu kötü biri yapmasa da hep bir eksiklik duygusuyla yaşamamıza sebep olmuyor değil. Ömrümüzün çoğunu bunu aramakla geçiriyoruz.

Bir diğer yanılgı da “ Çocuklara bağırıp, ceza verip, vurmayın”demenin çocuğu pamuklar içinde sarmayı öneriyor gibi algılanması. “Dış dünya bu kadar hassas değil, çocuk bunlarla karşılaşınca afallasın mı yani ?” çıkışlarını da fazlaca nefsimizi aklama çabası olarak görüyorum. Biz böyle yaparak olan olayı değiştirmeye , çocuğa bir rüya yaşatmaya çalışmıyoruz ki. Tam tersi var olan duruma başka bir pencereden bakmaya çalışmayı öğretiyoruz.

Kaldı ki çocuklar problem çözme biçimleri çoğaldıkça , gerçek bir yetişkin olduklarında kendinden farklı düşünenlere çok daha anlayışlı davranacaktır. Her şeyi üzerine alınan bir yetişkin olmasından çok daha iyi olduğunu düşünüyorum bunun.

Pam Leo “Çocuklarla El Ele Ebeveynlik “ kitabında “ Çocuklarımıza kendilerini daha kötü hissettirerek daha iyi davranmalarını öğretemeyiz. Çocuklar kendilerini iyi hissettiklerinde, daha iyi davranırlar.” Der.

Biz de çocuğumuzun yaptığı herhangi bir yanlış davranışı, eleştirerek, hor görerek, şiddet uygulayarak kendisini daha kötü hissetmesine sebep olmak yerine, vicdanının sesini duyacak sükûneti vermeliyiz bence.

O yüzden bu işe “ çocuk yetiştirmek” deniyor. Dalından ham halde koparmayalım diye…

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Paylaşmak Güzel (mi) dir?

Son dönemde bütün çocuklardan ve annelerden “ Paylaşmak güzeldir” cümlesini duyar oldum. Kızlarla tiyatroya gidiyoruz, tiyatroda oyuncağını paylaşmayan bir kahraman diğer kahramana bunu söylüyor. Dahası sahnedeki çocuklar da oyuncağını paylaşmayan kahramana “ Paylaşmak gü-zel-dir” diye bağırıyorlar.

Parkta anneler çocuklarına sürekli bu cümleyi hatırlatıyorlar. Okulda bir çocuk elindeki şeyi vermezse, hemen “ Paylaşmak güzeldir” hatırlatmasına maruz kalıyor.

Ailelerin mottosu olmuş durumda “Paylaşmak güzeldir” cümlesi…

Tdk da paylaşmak fiilinin anlamını;

  1. Aralarında bölüşmek, pay etmek, üleşmek
  2. Benimsemek, onaylamak

Olarak okuyoruz. Doğrusu paylaşmak eyleminin yetişkin dünyasındaki karşılığı ile çocuktan beklediğimiz karşılığı hususunda benzer düşünceleri paylaşmayan biri olarak, çocuklarımıza paylaşmanın anlamını yeterince içselleştirerek veremediğimizi düşünüyorum.

Çocuk, büyüklerin kendisinden beklediği paylaşmak eylemiyle, yaptığı eylemi sorgulamaya başladığında, bu sıkıcı sloganların da bir anlamı kalmayacak bana kalırsa.

Benliği ve onuru düşünülmeden sürekli erdemli bir paylaşma davranışı beklenen küçükler, sokakta yardım isteyen minik mültecilere “ Bunlardan çok var.” Diyen bir yetişkini duyduğunda çocuk olmaktan kurtulmak isteyecektir bence. Zira bizim paylaşmaktan anladığımız ve çocuğun paylaşmaktan anlamasını istediğimiz oyuncağını diğer çocuklara vermesi üzerine kurulu sadece. Böylece sokakta ve eve misafir geldiğinde kendimizi mahcup hissetmeyecek ve çocuk sesiyle uğraşmamış olacağız. Yani bu cümle de çocuğa bir davranış kazandırma eyleminden çok, çoğunlukla anı kurtarmak ve problem çözmekten kaçmak üzerine kurulu bir inşaa ile yer alıyor zihnimizde.

Ben bir bilgiyi çocuğa vermeye çalışırken genelde yetişkin dünyasında o kavramın gerçeğine bakarım. Çocuktan beklediğim tavır, eylem, hal bizim dünyamızda nasıl yer ediyor düşünürüm. Paylaşmak hususunda da böyle bir çelişkimiz olduğunu düşünüyorum. Evdekilerin kullanılmayanını, paranın en azını ötekine veren yetişkinler olarak, çocuklardan sürekli en sevdiği şeyi paylaşmasını istiyor, vermek istemediğinde de “Paylaşmak güzeldir” hatırlatmasının yanında, “Cimri olacak galiba?” , “A ne kadar ayıp” yargılamalarını yapıyoruz.

Oysa bir arkadaşımız evdeki fincan takımını beğenip istese, pek çoğumuz “paylaşmak güzeldir” deyip vermeyiz. Ya da en sevdiğimiz kıyafetimizi çıkarıp paylaşmayız. En sevdiğimiz kitabı bile, okumak için vermekte zorlanırız pek çoğumuz.

Çocuk olmak bu yüzden zor işte. Güzel bir davranış öğretisi bile yetişkinlerin “ ego”larının içinde kayboluyor. Oysa gerçek paylaşmayı bizzat yaşayarak göstermek gerekiyor çocuklara. Kaldı ki biz bir ülkeyi bile paylaşmaktan aciz yetişkinleriz…

Paylaşmak konusunun en kısır döngü hali eve gelen misafir çocuklarının, çocuklarımızın oyuncaklarını aldığı zamanlarda yaşanır. Paylaşmak güzeldir cümlesi de o anlarda söylenir zaten. Ben bu konuda her iki çocuğun da onurunun korunmasından yanayım her daim. Vermek istemeyenin de, oyuncağı isteyenin de onuru korunmalı.

Oyuncak paylaşımı konusunda duyduğum en iyi öneri Çocuklarla El Ele Ebevynlik Eğitimlerinde Pam Leo ‘nun önerisiydi. Pam Leo misafirler için ayrı bir oyuncak kutusu hazırlamayı çözüm olarak sunar. Burdaki hassas nokta misafirler için oluşan oyuncak kutusu, çocuğun oyuncaklarından oluşmuş olmamalı elbette.

Bense bu anlamda kendi oyuncaklarımı kızlarıma vererek ve sonrasında bana ait olduğunu ifade edip geri alarak bir ilişki sürdürmenin faydasını görüyorum. Anahtarlık koleksiyonum var ve küçük kızım onlara benim oyuncaklarım muamelesi yapıyor. Zaman zaman benden oyuncaklarımı istiyor. Oynaması için veriyorum ve sonra alıyorum. Dolayısıyla aidiyet zihinlerinde çok daha net oturmuş oluyor. Başka çocuklarında kendilerine ait eşyaları olduğunu daha rahat kavrayabiliyorlar.

Paylaşmak elbette güzeldir. Ama çocuklara sunulan haliyle olmadığına inanıyorum tüm kalbimle.

Kendi gerçeğimizle anlatmadığımız her bir bilgi çocuğa geçmeyeceği için her defasında olduğu gibi yine kendimize dönüp “paylaşmanın” karşılığının bizim dünyamızdaki yerini sorgulamalıyız.

Ondan sonra paylaşmayı çocuğa anlatmaya başlayabiliriz bana kalırsa.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Bakmadığımız Pencereler

Güvene dayalı ebeveyn çocuk ilişkisini gösteren işaretlerden biri de, ailenin problem çözme yelpazesinin geniş olmasıdır bana kalırsa. Kendimizde olmayanı çocuklarımıza anlatmamız zor. Problem karşısında saldırı ve kaçmak dışında çözümler sunamadığımız çocuklarımız, her güvenlik tehdidinde bu iki yöntemi kullanmaya devam edecekler yetişkin olduklarında. İnsan zihni, kaygılardan arındığı ölçüde, doğru davranış refleksleri geliştirecektir nihayetinde.

Sorunun çözümüne çocuğu da dahil etmek ortak akıl üretmek anlamına gelir. Sorunla ilgili çocuğun fikrini almamak, çocuğu çözümün bir parçası haline getirmemek , çocukların soruna tıpkı elin eşeğini türkü söyleyerek arayan Nasrettin Hoca gibi yaklaşmalarına sebep olacaktır

Eğitim uzmanı sevgili arkadaşım Yasemin Y. Çelikkol, Pozitif Rehberlik kitabında “ Bilinmelidir ki, her yanlış davranışın arkasında bir ihtiyaç yatar. O yanlışı sorgulamak, “ sorun” boyutunu “ soru” boyutuna çevirmekle olur.” der. İhtiyacı göremediğimiz her durumu kaosa çevirmemiz de bu sebeple zaten.

Bir hocamızda danışanlara sordukları sorulardan birinin “ Sizi buraya getiren problem ne?” olduğunu söylemişti derste. Özellikle problem kelimesini kullanmayı da, içinden çıkılmaz değil, çözülebilir bir sıkıntı olduğunun altını çizmek olduğunu da eklemişti.

Yani nerden bakarsak bakalım, yaşananı cevaplamamız gereken soru ve çözülmeyi bekleyen bir problem haline getirmediğimiz sürece, içinde debelenip duracağımız bir kısır döngüye dönüştürmemiz çok kolay oluyor. Anne ve babalar olarak, öğrenmemiz gerekenlerden birinin de önceki bildiklerimizden farklı olarak, problemi çocukla birlikte çözmeyi öğrenmek olduğunu düşünüyorum bu sebeple. Günümüzde yaşanan çocuk – ebeveyn krizlerinin bu yaklaşımla çok daha kolay çözülebileceğini inanıyorum çünkü. Pek çok anne çocuğuyla yaşadığı sorunu/problemi anlatırken, aslında çocukların konuya yaklaşımlarını göremiyorlar. Cümleyi daha görünür hale getirdiğimizde, çocukların cümlelerinde çözümünde sakladığını fark edebiliyorlar çoğu zaman.

Çocuklarla ilgili algılarımızın olumsuz olması sebebiyle pek çok yanlış davranışı tekrarladığımızı yazmıştım daha önceki yazımda. Problem çözme yelpazemizin darlığı da merkezini bu algımızdan alıyor. “ O yapamaz, o anlamaz, böyle davranırsam şımarır, o ne yapacağını bilmez” yargılarımız sebebiyle, çocuğu probleme eşlik ettirme sürecini, kontrolümüzü çocuklara vermek, gücümüzü de kaptırmak olarak değerlendiriyoruz.

O yüzden bilgisayar başından kalma saatlerini sürekli kontrol ediyor, ayakkabılarını giydiriyor, yem eğini yediriyor, çocuğun fikrini almadan kararlar alıyoruz. Tüm bu kontrollerimiz ve onların işlerini üstlenme nedenimizde, bir süre sonra yüklerimiz haline dönüşüyor.

İşin aslı biz çocuklarımıza dair kaygılarımızdan arınmadığımız ve yeni çözümler üretmediğimiz sürece, dar alandaki kısa paslaşmalarımızda devam edecek. Bağırmaya, öfkelenmeye, bize tuttukları aynaya kızmaya, şiddet uygulamaya devam ettikçe de işler daha çok karışacak. Çocuklar büyüdükçe, bildiğimiz az sayıdaki çözümle onlarla ilişkilerimiz daha da bozulacak.

Çözümün bir parçasının kendisi olduğunu düşünen çocuklarsa bakmadığımız başka pencereler olduğunu bize öğretecektir.

Mesele önce sorunu ( iletişim prolemimiz var), soru (aramızdaki iletişim problemini nasıl çözebilirim?) boyutuna taşıyabilmekte .

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net