Etiket arşivi: tuğba akbey inan

Sohbeti Eksik Evler

  • Okul nasıldı?
  • Ödevin var mı?
  • Ne yedin bugün okulda?
  • Karnın aç mı?
  • Çantanı ortalığa bırakma
  • Kıyafetlerini çıkar
  • Sokaktan geldin, ellerini yıka
  • Dersine çalış
  • Kavga etmeyin
  • Yemeğini ye
  • Yat(ın) uyu(yun), yarın okul var.

Pek çok evde gün, bu diyaloglarla  tamamlanıyor. Çocuklar sürekli kendisini hesap sorulan, anneler de kendini hesap soran olarak konumlandırıyor.

Yemeğini yemesi, aç olup olmaması, gün içinde neler hissettiğinden çok daha önemli oluyor çoğu zaman. Dolayısıyla ezberlenmiş soruların, ezberlenmiş yanıtları oluyor.

Evlerin her şeyi var ama sohbeti eksik…

Son günlerde minik kız çocuğuna yapılanlarla çocuklar ve mahremiyet yeniden konuşulur oldu. Annelere mahremiyet eğitimi anlatılıyor. Biz de sitemizde paylaştık. ( Bence mahremiyet eğitimi tanımından çok, mahremiyeti koruma eğitimi demek çok daha doğru. Zira biri sanki yok olan bir şeyi öğretmek gibi algılanabilecekken, diğeri var olanı korumak üzerine bir algı oluşturuluyor zihinlerde)

Bunları anne babaların bilmesi güzel elbette. Lakin sadece buna özen göstererek bir değer aktaramayız ki çocuklarımıza…

Küçük kızın ablasının söylediklerini dinlemeye çalıştım. “ Bize şeker veriyordu, “ diye başlıyordu cümlelere. Devamı içler acısı elbet. Çocuklara şeker almazlarsa sorunu çözeceklermiş gibi davranamayız. Çocukları şeker sonrası yaşananları anlatacak kulak, onlardaki değişimi fark edecek kalp ve göz bebeklerindeki korkuyu görecek bakışla dinlemediğimiz sürece hiçbir eğitim yeterli olmayacaktır.

Çünkü bu tarz olaylarda şahit oluyoruz ki, bir kere de zarar vermiyor bu insanlar. Avına yavaşça yaklaşan avcı gibi sokuluyorlar kurbanlarının hayatına. O arada çocuklar neler yaşıyor? Buna talip olmaktır emanetçilik ruhu bana kalırsa.

Halbuki, ödeve, derse, yemeğe, düzene sıkıştırılan hayatlarda, duygudan kimse bahsetmez. Her şeyin kuralı vardır, eğitimi vardır ama muhabbet yoktur. Muhabbetin olmadığı yerde güven de olmaz.

Bu tarz haberlerin altına yazılan “ Çocuğuma uyarıda bulunuyorum” ikazları da çözüm olmaz. Biz onların hayatlarını izole edelim diye annelik ve babalık yapmıyoruz. Onları kötünün ve iyinin arasında tercih yapacak irade de yetiştirelim diye anne babalık yapıyoruz. Acıdan, göz yaşından korumaya çalışmak yerine, acıya ve göz yaşına rağmen duyarlılığını koruyabilmeleri önemli olmalı.

Güveni çekip almak yerine, yeni güvenlik alanları açmalıyız çocuklara. Gözümüz gözlerine değerek, anlatacaklarını merak ederek, sürekli öğretme telaşına, yargılamaya girmeden hikayelerine ortak olmalıyız.

Hayat büyük cümleler etmek için fazla kısa. Ama geniş sohbetler etmek, sevmek, değer vermek, iyilik etmek zamanı genişletir. Kötüden bahsetmek, yalnız kalmak, haberin tazeliğiyle doğru seçenekmiş gibi gelse de, bir çözüm değil.

Çözüm olsa her defasında azalması gerekirdi bu olayların. Eğer gündemimize daha çok girdiyse bir yerlerde bir yanlışlık var demektir.

Edilmeyen sohbetlerin, dinlenilmeyen çocukların, görülmeyen süreçlerin bir sonucu sanki tüm bunlar. Hep söyleneni söylemek yerine, neyi eksik bıraktığımızı sormak problemin çözümlerinden biri olabilir?

Siz ne dersiniz?

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net

Değişim ve Güvenlik Alanımız

Yeni bir bilgiyi genellikle bunu iyi zamanlarda kullanmak gibi bir meyille karşılıyoruz. İyi vakitlerde çocuğumuzla iletişim biçimimiz, eşimize söylediklerimiz genelde bu bilgiler üzerinedir ve muhataplar sorun yaşamazlar. Ama mesele kriz anı olduğunda, pek çok kimse için okudukları bir işe yaramaz ve eski kalıplarla davranmaya devam ederler.

Değişimin önündeki engellerden biri de budur zaten. Bilmediğimizden değil, bir türlü kriz anlarında bildiklerimizi hayata geçiremediğimizden bu kısır döngüyü yaşamaya devam ederiz.

İnsanın en temel duygusu güvendir. Bir davranışımız, sonuçları istediğimiz gibi gitmese de süreci ve sonucu itibariyle güvenlik alanımızda sıkıntı oluşturmadığından o eylemi yapmaya devam ederiz. Yeni öğrendiğimiz bilginin zihnimizde oluşturduğu bir güvenlik alanı olmadığı içinde, kaygılandığımız için ya problemden kaçar ya da saldırgan biri oluruz. -Bilmek ve uygulamak arasında uzun bir yol var ve o yüzden bunca seminere, kitaba rağmen değişemiyoruz.

Halbuki, beynin yeni bir bilgiyi güvenlikli bulması için, o eylemle sıkça muhatap olması ve artık o eylemi kendine ait kılması gerekir. Diyelim ki, öfke kontrolünde zorlanan biriyiz ve bildiğimiz her öğreti bize öfkenin zararlı olduğundan bahsediyor. Biz de sakin zamanlarda, kendimizi kaybetmenin doğru olmadığını biliriz. Bunca bilgiye rağmen hala öfkeli biri olmak, ve “ ben böyleyim” kolaycılığına kaçmak işte bu güvenlik alanımızın bizde oluşturduğu etkidir. Biri saldırmak ( Sonucunda dediğiniz olur) biri kaçma( Değişmeniz gerekmez) halidir. Halbuki, öfkeli anlarda yapılan yanlış davranışı, o an telafi etmeye başladığınızda, o an o davranışı düzelttiğinizde, bilinçaltınıza da bu eylemin artık tanıdık olduğu mesajını vermeye başlarsınız ve değişime dair yolculuk başlar.

Anneler içinde bu böyledir. Çocuğuna bağıran, şiddet uygulayan bir anne, tüm bunların yanlış olduğunu biliyor olsa da, bildiği ve dolayısıyla kendini güvenli hissettiği yöntem bu olduğu için  davranışlarını devam ettirir. (Bağırdığında çocuğu sözünü dinler mesela) Çünkü sonucu istediği gibidir. Eğer bu alanı , kendi savunma alanı yapmaktan vazgeçerse, yaptığı yanlış davranışı o an değiştirirseartık yavaş yavaş değişimin başlangıcı için tohumlarını atmış demektir.

Evlilik ilişkilerinde de durum bundan farklı değildir. Hepimiz kendimiz için güvenli alan sınırları içinde davranır ve kriz anlarını böyle götürmeye çalışırız.

Harwil Henrix “ Hakettiğiniz Aşkı Yaşayın” kitabında eş seçimimizin bu güvenlik alanından beslendiğinden bahseder. Bu sebeple annemize ya da babamıza benzeyen eşler seçiyoruz kitaba göre. Bir eylem, bizi rahatsız etse de, yanlış bulsak da, bildiğimiz en iyi yöntem olduğu için o çarktan çıkmamak için, bu tercihi yapıyoru yani.

Bu sebeple, anlam veremeyiz şiddete rağmen devam eden evlilikleri, hep aynı sorunda debelenenleri, çocuğuna onca kitap okumasına rağmen şiddet uygulamaya devam edenleri. Mesele yüzleşmek yani.  Bunun da derin bir farkındalık istediği muhakkak.

Fark etmenin, değişmenin ve güvenlik alanımız için yeni bir bilgiyi normalleştirmenin hemen gerçekleşmeyen bir süreç olduğu muhakkak. En az altı hafta gerekiyor yeni bir davranışı kazanmamız için.

“ Neden karşımdaki değişmiyor?”, “ Onca şeye neden değişemiyorum?” diye düşünenler varsa, bunun alışılmış ve sonucu bilinen eylemlerimizden kaynaklandığını söylemeliyim.

Ancak özgür ruhlar değişime açıktır, değişimle gelecek bedelleri göze alır, güzelliklerin tadını çıkarır velhasıl.

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net

Kalbî Algı

“ Üst alt ilişkisi sorunsuz zamanda olur. Sorunsuz zamanda doğrular, yanlışlar, iyiler-kötüler, görgü kuralları, değerler çocuğa öğretilebilir. Başka bir deyişle, sorunsuz zamanda ast- üst ilişkisi içinde anababa benlik durumunuzla/rolünüzla iletişim kurmanızda hiçbir sakınca yoktur, öyle de olmalıdır. Ama sorunlu zamanda üst alt ilişkisi içinde anababa rolünde çocuğa bunları öğretmezsiniz. Sorun varken duygular yoğundur. Duygular yoğunken akıl geridedir. Nesilden nesile gerçekleştireceğimizi/eğitimi ancak duyguların, özellikle olumsuz duyguların olmadığı sorunsuz alana verebiliriz.” ( Mutlu Aile Mutlu Çocuk- Birsen Özkan)

Yaz boyu özellikle ilgilendiğim alan “ iletişim” oldu. Daha doğrusu okuduğum, öğrendiğim ne varsa “ doğru bir iletişim dili ve zemini “ oluşturmazsak bizi bildiklerimizin hamallığını yapmaktan öteye götürmediği sonucuna çıkardı. Bizi hamallıktan kurtaran şeyde anlamak ve anlaşılmak aslında. Her bir eylemin içimizde oluşturduğu his sebebiyle bizi götürdüğü davranış, terbiyeden çok daha önce anlaşılmayı bekliyor.

Yukarda alıntıladığım cümlelerde de yazar tam bunu söylüyor. Pek çok ebeveynin kafasını karıştıran hususu çok iyi dile getirdiğini düşünüyorum. Çünkü kriz anlarında, sözümüz itibarını yitirdiğinde “ ben onun anne/babası değil miyim, beni hiç ciddiye almıyor” diye düşünmemize sebep olan şey, bu bakış açısının zihnimizde şekillenen hali.

Pek çoğumuz problem halinde, çocuğa bir şey öğreteceğimize inandığımızdan, çocuk, sokakta kendini yere attığında, yalan söylediğinde, ödevlerini yapmadığında, kardeşi ile kavga ettiğinde, yaptığımız şeylerden biri kızmaksa, diğeri akıl vermek oluyor genelde.

Birsen Özkan’ nın da dediği gibi, böyle zamanlar bizim için eğitim saatleri değil, çocuğumuzu anlama saatleri olmalı öncelikle. Çocukla aramızdaki ilişkiyi kıymetlendiren ve kuvvetlendiren de, duyguların yoğun yaşandığı bu dönemde, teselli edici ve dinleyici olmayı kabul etmekle oluyor.

Haim Gİnot “ Kuşlar uçar, balıklar yüzer ve insanlar hisseder.” Der. Bunun hayatımıza bu denli nokta atışı ile oturması durumunda, ebeveyn ve çocuk ilişkisinde sağlıklı zamanlarda yapılan öğretilerin nesilden nesile aktarılabileceğini söylemek mümkün. Sıkıntının olmadığı, iletişimin zirvede olduğu bir zamanda, yalan söylemenin yanlış olduğunun, kardeşliğin güzelliğinin, sorumluk sahibi olmanın öneminin bir manası olur çocuğun zihin dünyasında. Çünkü sorun anında, zihni melekelerimizin yerine oturmasından çok önce, bir dolu duygu yaşarız.

Sanırım bunca yıl bunun tam tersi uygulandığı için “ Ne hissediyorsun?” sorusunun muhatabı olduğumuzda çok net tanımlayamayız hislerimizi. Genelde o davranışın yanlış olduğunu düşünmekten daha fazlası gelmez aklımıza. Duyguları, yargılanmadan, eleştirilmeden ve nasihata tabi tutulmadan, bir ilişki biçimine girilseydi bizimle kendimizi ifade etmemiz çok daha mümkün olurdu belki de. Haftanın yalnızca bir günü ve bir saati muhatap olunmasına rağmen, bir terapistin çocuk ya da yetişkin üzerindeki değişimini gözlemleyebilmemiz bunun en iyi örneği bana kalırsa. İyi bir terapist duygu anlarında danışanını anlamaya çalıştığından, düşünme zeminine geçtiğinde söyledikleri tesir gücünü arttırıyor danışanın nazarında.

O yüzden, çocuğumuzla gerçek ve doğal bir ilişkinin başlangıcı onu zihni bir algıyla değil, kalbi bir algıyla anlama talebiyle başlayacaktır diye düşünüyorum.  “Şu an üzgünsün, sana kızdığım için bana kırgınsın” diyebilmek, “ Sus ağlama, sen bebek misin?, büyüklere vurulmaz” dan kıymetli olacaktır çocuk için.

Bu kıymet içinde, henüz çok küçükken onun hislerini dillendirmeye başlamak gerek ki, konuşmaya başladıklarında kendi hislerinin farkına varsınlar.

İnanın o zaman henüz dört yaşındaki çocuğunuzun” Ben şu an çok üzgünüm” cümlesindeki şükrün lezzerini fark edebiliyorsunuz.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Zor Zamanların İlacı

Bazen anne babalıkta çuvalladığımızı hissettiğimiz zamanlar olur. Böyle zamanlar aslında şükür sebeplerimizden olmalı bence. Hiçbir şeye kudreti olmayan insan, çocuğuna ve onun geleceğine müdahale kudretinde hissettiğinde kendini, imtihanlar da bir bir kendini gösterir.

Bizim de böyle dönemlerimiz oluyor. Büyük kızım,  babasıyla takıştığında, bana itiraz ettiğinde, problemleri öfkeyle çözmeye çalıştığında, pek çok baba gibi eşimde bana , tıpkı bir makine tamircisiymişim gibi, döner ve “ Nesi var bunun?” diye sorar. Garip bir andır o an. Her şeyden sorumlu tutulmanın şaşkınlığı ve kızgınlığı hızla bünyeye girer ve kendini savunmaya başlar insan. Alın size aile tartışması… Bir problemi, daha da bilinmeyenli denkleme nasıl dönüştürürüz halidir bir bakıma bu durum.

Bunun dışında başka bir yolda, hemen öfkeye kapılmadan  açacağı tüm hayır kapıları için Allah’a dua edip düşünmektir; Bu  davranışlarına sebep olan şey ne diye?

Böyle zamanların birinde, kızımın öfkesini bastırarak, yanlış bir adım atmadan önce düşündüm. Çünkü böyle zamanlarda çocukların garip şekilde kasti davrandığına inandığımız bir bilinçaltımız var. Çocukların mahsus yapıyor olduğuna o kadar inanıyoruz ki,  ağzının payını vermek, cezalandırmak, onlara dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek için fırsat biliyoruz böyle zamanları.

O gün aklıma gelen şey, kardeşimle sıklıkla yaşadığımız bir diyalogtu. Babam ve annem kardeşime yaptıklarından dolayı kızdığında, karşıma alır konuşurdum onunla. “Neden böyle yapıyorsun? Bak kızıyorlar?” dediğimde, şimdi daha rahat anlamlandırabildiğim cümleyi sarfederdi

“İçimden bir ses sürekli yap yap diyor”

Kendi çocukluğumu ve hislerimi düşündüm bir an. Çoğu zaman neden o davranışı yaptığımı, kardeşime neden vurduğumu, neden dikkat çekmeye çalıştığımı bilemezdim. Yapmak istemesem de bir şey yapmam için komut verirdi sanki.

İşte o an, benim kızım içinde diğer çocuklar içinde bir halin farkına vardım. İç dünyalarında pek çok duygu çarpışıyor ve onlar bu duygularla nasıl baş edemeyeceklerini bilmediğinden böyle davranıyorlar.

Onlar böyle davrandıkça anne, babalar onları cezalandırıyor, hatta şiddet uyguluyor, suçluyor, kıyaslıyor ve kısır döngü devam ediyor.

Halbuki bizden o an bekledikleri, duygularının farkına varmamız. İçlerinde kopan fırtınanın adını koymayı kolaylaştırmamız. Onları yetişkin dünyasına hazırlarken, duygularını öldürmeden yönetmeyi öğretmemiz. Bizse öfkelendiğinde ağzımıza geleni söyleyen, kin tutan, küsen, affetmeyen, aklımıza geleni yapan, üzerlerinde baskı kuran, susturan halimizle işleri çok daha zorlaştırıyor ve büyümek denen büyülü dünyayı onların gözünde  bayağılaştırmış oluyoruz.

“Kendimi anlamam için bana yardım et!” çığlığı aslında bu. Kendi içimize ve hislerimize o kadar yabancıyız ki ,bu yabancılıkla bu hırçınlığın devamına neden oluyoruz?

“Şu an kızdın, üzüldün, hayal kırıklığına uğradın, şaşırdın, kıskandın, sinirlendin” desek belki de çözeceğiz pek çok problemi. Onlara zaman tanıyıp , iç dünyalarındaki dalgalanmaları anlamlandırmalarına rehberlik ettikçe , yaptıklarının şımarıklıktan değil , bilememekten olduğunu fark edeceğiz.

Yani rehber olarak bize düşen yine nasıl olmaları gerektiğini istiyorsak öyle bir duruşla karşılarında durmak. Öfkelendiğinde kırıp döken, şiddet gösteren biri olmamalarını istiyorsak öyle kalabilmek. Problem karşısında başkalarını suçlamak yerine, probleme ve çözümüne katkıda bulunabilen biri olsun istiyorsak, öyle olmak.“ Ben babayım, ben anneyim” büyüklenmelerinden çok, desteğimize ihtiyaçları var böyle zamanlarda.

“Biz çocukken böyle değildik” cümleleri kurmak yerine, bir daha hatırlayın bakalım, öyle olsanız neler olurdu da öyle olmamayı seçtiniz? Korkularınız mı buna sebepti, seçilmiş erdemleriniz mi?

Bizim iç dünyamız gibi onlarınki de dalgalanmadan durulmuyor nihayetinde.  Hislerimizi paylaşarak, sahte bir duruş göstermeyerek , her bir durumun bir süreç olduğunu unutmadan yol almak gerek.

Büyümek sancılı bir şey nihayetinde. İlacı da daha da sarmalamak, sevmek ve yol göstermek.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net

Evlilik Sadakası

İnsanı iyileştiren en temel şeyin başkasına iyilik etmek olduğunu düşünürüm ben. Birinin ihtiyacını gidermek, yaralarına merhem olmak, ağlayan bir kalbin gülebildiğini görmek muhatabımızla birlikte bize de huzur verir. Modern dünya bencilliğinin ve bireyselciliğinin bunu anlaması zordur elbette ama  umudu tükenen kalplerin ısıtıcısıdır iyilikte bulunmak.

Biz insana dair pek çok erdemi, dini yükümlülükleri  ötekiler üzerinden bir sorumluluk adderiz. Başkalarına yaptığımız şeylerin makbul olduğuna inanırız. O sebeple ev halkı için bir iyilikte bulunabilmemizin şartı genelde onların da bir iyilikte bulunmasını beklemek ile nihayet bulur. Sonrasında umutsuzluğa kapılmak kolay olduğu için, evliliklerin iyileşebileceğine dair çok da umudu olmuyor çiftlerin.

Ben anneliğin de evliliklerinde sadakası olduğunu düşünürüm. Tdk sadakayı; Yardım amacıyla karşılıksız verilen şey olarak tanımlıyor. Sadaka vermek bize neden iyi gelir? Birinin ihtiyacını gidereceğimizi bilmek, içimize huzur vereceği için bize de dönüşü bereketli olur. Üstelik verir ve unuturuz. Sadaka verdiğimizin yakasına yapışıp sen de bize iyilik yapacaksın demeyiz.

Karşılık beklemeden, sadece eşimizin ya da çocuğumuzun ihtiyacını gideriyor olmanın sadaka bilinciyle yapılırsa yüklerimizi hafifleteceğine inanıyorum. Ayrıca sadaka dediğimizde hemen maddi şeyleri algılıyor olmak da büyük bir yanılgı. Zira müminin tebessümünü bile sadaka sayan bir bakışın muhataplarıyız her birimiz.

Şimdi elinize bir kağıt kalem alsanız mesela, eşinizin sevdiği on şeyi yazsanız, “O da bana yapar mı?” , “ Ne anlar o iyilikten “ “ Şimdiye kadar neler yaptım” cümlelerini bir tarafa bırakıp , her gün yapabileceğinizen az bir maddeyi yapsanız neler olur dersiniz? Ben güçlü kalkanların kalktığı evliliklerde bile yavaş yavaş kalkanların ineceğini düşünüyorum.

Ama bunun için olumsuz cümlelerden uzaklaşıp, yaptığımızı unutarak yol almalıyız. Bir de “ Yapayım da kurtulayım” halinden çok, ona iyilik etmek bilinciyle yapmayı unutmamak gerek. Diğer türlü yaptığımız sadaka olmaz.

Ramazan boyunca sadakalarıma verilecek sevapların misliyle karşılığı olduğunu düşünürseniz evlilik sadakalarının çok kârlı bir yanı olacağı muhakkak.

Eşinin sevdiği on şeyi kendisi bulamayanlar, bizzat eşlerine sorarak maddeleri sıralayabilirler elbette.

Ya da çocuğuyla arası kötü olanlar ebeveynlik sadakasına saysınlar bu iyiliği…

“ İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlik bilir” demiş atalarımız.

Sadakanın belaları defedeceğini söyler Efendimiz (s.a.v)

Verebilmek de nasiptir… Nasipsizlerden olmamak için Ramazan’ı hayırla tamamlamak isteyenler bir denesinler derim. Belki de evliliğinizin evlilik sadakasına ihtiyacı vardır.

Tuğba Akbey İnan

cocukaile.net