Etiket arşivi: vehbi karakaş

Terör, Ezber Bozan Açılım ve Bir Manifesto!

Yıllardır verdiğimiz kayıplardan anlaşılıyor ki terörü yenmek için tutarlı bir siyasetimiz ve çözümümüz yok. Olsaydı şimdiye kadar çoktan bu bela ile başa çıkardık. Çıkamadık, çıkamıyoruz. Öyleyse ezberimizi bozmalıyız. Ezber bozan bir açılım bulmalıyız. Bana göre ezber bozan bir açılım, daha önce tekrar tekrar söyledim yine söylüyorum:

Dipçik ve kılıcı bırakıp, Kur’an’ın ve kalemin atmosferine girmektir. Zaten en büyük demokratik açılım, Türküyle, Kürdüyle top yekün bir millet olarak Kur’an’a açılmak, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak, Onun hakemliğine müracaat etmek ve Onun hükmüne razı olmaktır. Lütfen gelin, bir de bu yolu deneyelim.

Çünkü Kur’an, Allah’ın indirdiği son kitap. Bizse Türk olsun, Kürt olsun hepimiz Allah’ın kullarıyız. Ne kimseden hak alma ve ne de kimseye hak verme haddinde ve salahiyetindeyiz. Hakları yaratıcımız vermiş. Herkese bir bölge, bir ana, bir baba, bir millet, bir dil, bir renk, bir biçim, bir karakter tespit etmiş, dünyaya göndermiş. İnsanlığını kaybetmesin ve huzurla yaşasın diye de, Kur’an gibi çağların eskitemediği bir kitabı eline tutuşturmuş, onu iyi okusun, iyi anlasın, iyi uygulasın diye de Hz. Muhammed (s.a.v) gibi emsalsiz bir peygamberi de öğretmen olarak tayin etmiştir. Müslüman Türkler ve Kürtler olarak neden Allah’ın bu takdirine razı olmuyoruz?

Haddi zatında bizim “Kürt Sorunu” diye bir sorunumuz yok; hepimizin mukaddes değerlerden ve ahlâktan uzaklaşmak gibi bir sorunumuz var. Biz uzaklaştığımız değerlere dönersek hiçbir sorun kalmayacaktır. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Çünkü dindar ve ahlaklı bir insan, sadece kendisine değil, haksızlığa uğrayan Kürde de, Türke de, Alevîye de, Sünniye de, İngiliz’e de, Alman’a da hak isteyecektir. Haksızlığa uğramış herkesin hakkını savunacak ve her mazlumun yanında yer alacaktır. Bu mazlum, ister Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Sırp olsun, fark etmez.

Unutmayalım ki, Bir(’i) bizi gözetliyor. O da bizi yaratan Allah’tır. Bir gün bize yaptığımız yanlışları teker teker söyleyecek,(1) döktüğümüz kanların hesabını çok acı bir şekilde soracaktır. O, adil-i mutlaktır; hiçbir haksızlığı kimsenin yanına bırakmayacağını çok net bir şekilde ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Zalimlerin yaptıklarını Allah’ın görmediğini, bilmediğini sanma. Allah, onlara vereceği cezayı, gözlerin kamaşacağı bir güne bırakmaktadır.”(2)

Müslüman milletimin Türk-Kürt bütün fertlerine sesleniyorum! Ortak paydalarda buluşalım, herkes tarafından doğru kabul edilen esasın etrafında toplanalım. O esas Kur’an’dır. Bu Kur’an’ın sahibi ise Allah’tır. Allah’ın son Peygamberi hepimizi uyarıyor, tam da problemimize çare sunuyor ve buyuruyor ki:

Muhakkak ki ileride karanlık gece parçaları gibi fitneler (anarşi) olacak.” “Ey Allah’ın Resûlü ondan kurtuluş nasıl olur?” denildi. Buyurdu ki: “Kurtuluş Yüce Allah’ın kitabıyla (Kur’an) olacak… Onda sizden öncekilerin ve sonrakilerin haberleri ve sizinle ilgili hükümler vardır. O bir eğlence aracı değildir. Hak ile bâtılı ayıran bir kelâmdır. Onu kibirlenerek terk edenin Allah belini kırar. Kim doğru yolu ondan başkasından ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O Allah’ın sağlam ipidir. Ve apaçık nurudur. O hikmet dolu Kur’an’dır. Doğru yoldur. Nefsânî arzuların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur. Âlimler ona doymaz, Allah’tan korkarak günah işlemekten çekinenler, ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adil olur. Ona sımsıkı sarılan doğru yolu bulur.” (3)

Türklerin ve Kürtlerin kahir ekseriyeti Allah’a hamdolsun, mü’mindir ve Müslüman’dır. Kur’an, hem Türklerin hem de Kürtlerin kitabıdır. Peygamberimiz, hem Kürt’lerin hem de Türklerin hatta bütün insanlığın Peygamberidir. Öyleyse bu kavga niye?

ORTAK MANİFESTOMUZ

Şimdi sizlere inandığımız bu iki değerden yani Kur’an ve Hadis’den mülhem bir manifesto, bir reçete arz edeceğim. Ellerimizi şakaklarımızın üstüne koyalım, lütfen biraz düşünelim, düşünmekle de kalmayalım lütfen hemen harekete geçelim ve uygulayalım, yanlış ezberlerimizden vazgeçelim, böylece, yıllardır üstesinden gelemediğimiz terörün belini kırmış olacağız, sefaletten, geri kalmışlıktan, maddî ve manevî travmalardan kurtulmuş olacağız! İşte Kur’an kaynaklı manifestomuz:

Yüce Allah buyuruyor ki:

1-Eğer Allah ve Rasûlü bir konuda açıklama yapmışlarsa, hangi ırka mensup olursa olsun, hiçbir mü’min erkek ve kadına o konu da hüküm koyma, fikir yürütme hakkı yoktur. (4) Öyleyse ey mü’minler! Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyiniz. (5) Onun Kitab-ı Kerimine müracaat ediniz. Terörü ve kavgayı bitirmede Allah’ın yardım ve desteğini arkanıza, Hz. Peygamber’in uygulamalarını da önünüze koyunuz.

2-Aranızı bozmak isteyen iç ve dış fasıklar, muhbirler olabilir, onların getirdiği ve yazdığı aslı astarı olmayan haberleri araştırmadan karar vermeyin, eyleme geçmeyin, birbirinize düşmeyin. Araştırın, sonra karar verin. Yoksa pişman olursunuz, ama pişmanlık fayda vermez. (6)

3-Mü’minlerden iki gurup birbirine girerse, aralarını bulun, biri diğerine zulm etmeye kalkarsa, gerekirse zalim tarafla, o taraf kendi ırkınızdan da olsa -Allah’ın hükmüne boyun eğinceye kadar-savaşın. (7)

4-Hepinizin tek yaratıcısı Allah’tır. O Allah, “Türkler birbirinin kardeşidir.” veya “Kürtler birbirinin kardeşidir” dememiş, “Ancak inananlar birbirinin kardeşidir” (8) demiş. İster Türk ve İsterse Kürt olun, inanıyorsanız siz kardeşsiniz. Bu kardeşlik size yetmez mi? Hepinizin Allah’ı bir, Peygamberi bir, kitabı bir, kıblesi bir, vatanı birse bu birler sizi birleştirmeye, dostça ve kardeşçe barış içinde yaşatmaya kâfi gelmez mi?

5-Hiçbir ırk ve toplum, başka bir ırkı ve toplumu küçük ve değersiz görmesin, kimse kimseyi alaya almasın. Küçük ve değersiz görenler Allah katında değersiz olurlar (9) ve belalarını bulurlar. Birbirinizi ırkından ve bölgesinden dolayı ayıplamayın, birbirinizi hoşlanılmayan lakaplarla çağırmayın. Mümin olduktan sonra fasık olmak, bu yanlışları yapmak ne kötüdür. (10)

6-Birbiriniz hakkında kötü düşünmeyin. Birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. (11)

7-Allah bizi çeşitli toplum ve milletler şeklinde yaratmış ki tanışıp, yardımlaşalım; düşman olalım, birbirimizi öldürelim, diye değil. Allah’a göre insanların en iyi ve en şereflileri, Allah’ı en çok sayan ve sevenler, onun emirlerine uyan ve yasaklarından kaçınanlardır. (12) Bunun ötesinde üstünlük arayan, alçalır, tepetaklak cehenneme düşer.

8-En büyük yasak ve günahlardan biri de haksız yere adam öldürmektir. (13) Haksız yere adam öldürmek, bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir cinayettir. (14) Peygamberimiz (s.a.v) “İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir“. buyurmuş, öldürülen neden cehennemdedir, sorusu gelince de:”Çünkü o da, arkadaşını öldürmek istiyordu” (15) şeklinde cevap vermiştir. Yüce Rabbimiz de bir mümini kasden öldürme hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir.” (16)

Hakikatler bu iken nasıl oluyor da Müslümanlar birbirlerini öldürerek hem bu hayatlarını, hem de ebedî hayatlarını cehennemleştirebiliyorlar?

9-Hiç kimse, bir başkasının günahından dolayı ayıplanamaz, kınanamaz, suçlu tutulamaz. (17)

10-Adaletin gerçekleşmesine yardımcı olun, yapacağınız şahitlik kendinizin, en yakınlarınızın, ana-babanızın aleyhine de olsa doğru şahitlik yapın. Adaletin titizlikle tecellisine çalışın. (18)

11-Bir topluma olan öfkeniz, sizi haksızlığa ve adaletsizliğe sürüklemesin. (19) Haklı ve doğru olan kimse, sevmediğiniz ve kızdığınız biri de olsa haklının ve doğrunun yanında yer alın.

12-Renklerin ve dillerin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir. Hiç kimse ben şu bölgede ve şu renkte, şu dilde olmak istiyorum, diye Allah’a kendisini sipariş vermiş değildir. Bu iş tamamen Allah’ın iradesinin sonucudur. Allah ise fail-i muhtardır, iradesinde hürdür. Bu sebeplerden dolayı kim kimi ayıplarsa, hâşâ Allah’ı ayıplamış olur. Hiçbir Müslüman bu ayıba tenezzül etmez.

Ey anarşi ve teröre evlatlarını kurban vermiş Türkler ve Kürtler! İşte size çözüm paketi. İşte size demokratik açılım. İşte size orta ve ortak nokta. İşte size demokratik bir ahlâk. Herkes “benim dediğim olsun.” derse hiç kimsenin dediği olmaz ve kavganın sonu gelmez. Bu zihniyet adil ve demokrat bir zihniyet de değildir. Ama herkes: “Söz hakkın ve adaletin olsun yani Allah’ın dediği olsun.” derse ve buna yürekten inanırsa herkes muradına nail olur, akan kanlar durur, yurdumuz cennet ve cennet bize yurt olur.

Allah’tan daha adil, daha demokrat kim var? Sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, dileyen inansın, dileyen inanmasın, buyuruyor. Kendisini inkâr edenlere bile yaşama ve nimetlerinden istifade hakkı veriyor. Ne kadar sabırlı ve ne kadar merhametli Allah! Sabrı da merhametindendir. Bu kudret bizde olsaydı taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmazdık.

Ama şunu da unutmayalım: Allah imhal eder ama, ihmal etmez. Yani zaman verir ama unutmaz, kimsenin yaptığı haksızlığı yanına koymaz. (20) Koymaması da Onun şaşmaz adaletinin ve mazluma merhametinin gereğidir.

ÖNERİLERİMİZ:

Bu kurallar çerçevesinde:

1-Hak ve hürriyetin her türlüsü herkese sunulmalı, herkes dilinde, dininde ve mezhebinde serbest olmalıdır. İsteyen istediği gibi kültürünü yaşamalı ve yaşatmalıdır. Herkes, kılık kıyafetinde -başkasına baskı kullanmadığı, ar ve haya duygularını rencide etmediği müddetçe- hür olmalıdır.

2-Adaletin tecellisi bağlamında gelir dağılımındaki dengesizliğe son verilmeli, herkese helal yoldan iş, aş, eş bulma imkânı sağlanmalıdır.

3-Irkçılığı ve bölgeciliği körükleyen söz, tutum ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Hiçbir Kürt’e, “senin aslın Türk” denilmemeli. Onu rahatsız edecek şeyler, onun yaşadığı ve gördüğü dağlara yazılmamalıdır.

4-Müslümanların çocuklarına olgun bir insan, iyi bir vatandaş olmalarını sağlayabilmek için, tâ küçük yaşlardan itibaren onlara sağlam bir din eğitimi verilmeli. Bu din, bu milletin kahir ekseriyetinin dinidir ki o da İslam’dır. Onu yeterince evlatlarımızın istifadesine sunmanın zamanı gelmiştir ve geç bile kalınmıştır.

5- Dinimiz sağda ve solda bütün siyasîlerin ortak değeri olmalıdır. Olmalıdır ki din her hangi bir partinin tekelinde görülmesin veya her hangi bir partinin onu alet etmesine imkân kalmasın.

6-Yeni anayasa yapılırken Kur’an ve Sünnet dikkate alınmalı ve bunlardan yararlanılmalıdır.

7- Yüce İslam dininin bir özeti olan:

a-Allah’ın emirlerine saygı,

b-Allah’ın yarattıklarına şefkat,

herkesin ortak paydası olmalıdır.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Cuma, 62 / 8

2-İbrahim, 14 / 42

3-Ahmed bin Hanbel, Müsned,1,91, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili. (Sadeleştirilmiş baskısı)1,223

4-Bkz. Ahzab, 32 / 39

5-Bkz. Hucurat, 49 / 1

6-Bkz. Hucurat, 49 / 6

7-Bkz. Hucurat, 49 / 9

8-Bkz.Hucurat, 49 / 10

9-Bkz.Hucurat, 49 / 11

10-Bkz.Hucurat, 49 / 11

11-Bkz. Hucurat, 49 / 11

12-Bkz. Hucurat, 49 / 12

13-Bkz. Karakaş, Vehbi, Farklı Bir Bakış Açısıyla Kur’an ve Sünnette Çevre, 172

14-Bkz. Maide, 5 / 32

15Buharî, İman 22, Diyat 2, Fiten 10; Müslim, Kasame 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebü Davüd, Fiten 5; Nesaî.Tahrîm 29, Kasame 7; İbni Mace, Fiten 11

16-Nisa, 4 / 92

17-Bkz. İsra, 17 / 15

18-Nisa, 4 / 135

19-Bkz. Maide, 5 / 8

20-Bkz. A’raf, 7 / 183

Cennette Olduğumuzun Farkında Mıyız?

Gayr-i Müslimlerden biri Müslüman olup İslamiyet’e girince:

1-Cenneti bulmuş ve cennete girmiş kadar seviniyor. Çünkü İslamiyet, cennettir. Kemaliyle uygulandığında insana cennet keyfi verir.

2-Karanlıktan çıkıp ışığı bulmuş kadar mutlu oluyor. Çünkü İslamiyet güneştir. Aydınlatmadığı karanlık yoktur. Bütün soruların cevabı, bütün sorunların çözümü ondadır. Onun için Üstad-ı Muhterem: “İslamiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.” demiştir.

3-Esaretten ve azaptan kurtulup hürriyete ve rahmete kavuşmuş kadar huzurlu oluyor. Çünkü İslamiyet hürriyettir, rahmettir ve şefkattir. Acımadığı, şefkatle kucaklamadığı hiçbir insan, hiçbir varlık yoktur. O, inasanı her şeye kulluktan kurtarır, Allah’a kul eder, gerçek hürriyete kavuşturur.

4-Kıtlıktan çıkıp bolluğa kavuşmuş kadar mutlu oluyor. Çünkü İslamiyet bolluktur, berekettir. İslamiyet’in Sahibi’ne teslim olanı, İslamiyet’in Sahibi kimseye muhtaç etmez. Çalışma şevkini artırır, hırsını frenler, helale kanaat ettirir, israftan uzak tutar, rahata kavuşturur.

5-Kâinatı kucaklayacak kadar sevgi ile doluyor. Çünkü İslamiyet muhabbettir. Kin ve husumeti kabul etmez. Onun müntesipleri hep muhabbet fedaisidir. Severler, sevdirirler, sevilirler. Sevindirirler, sevindirilirler.

6-Müslüman olmayanlardan biri Müslüman olup İslamiyet’e girince, suyunu bulmuş balık gibi cana geliyor, hayata kavuşuyor, yeniden doğuyor. Çünkü İslamiyet, su gibi hayattır; kemaliyle yaşandığında insanı maddî ve manevî bütün kirlerden arındırır, cennete layık hale getirir.

Aslında İslamiyet, Müslümanlar için de böyledir. Fakat Müslümanlar, “o mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.” sözünde ifade edildiği gibi okyanusun içindeki balıklar gibi okyanusun kıymetini bilememektedirler. İslamiyet gibi sonsuz bir rahmetin, sonsuz bir nimetin ve sonsuz bir cennetin farkında değillerdir. Çünkü bozulmamış insan vicdanının istediği her güzellik onda. Hukukun üstünlüğü ilkesi onda, üstün ve güzel ahlak onda, meşru hürriyet onda, ilericilik ve hamlecilik onda, tavizsiz adalet onda. Haşyet, ihlasla ibadet ve itaat bilinci onda. Mükemmel aile terbiyesi onda. Dünya ve ahiret dengesi onda. İslamiyet, müntesiplerine ahireti kazandırmak için, dünyayı terk ettirmez. Dünyayı kazandırmak için de ahireti unutturmaz.

Sağlam vücut ve sağlam kafa dengesi ve denklemi de onda. Kafası sağlam olanın vücudu sağlam olur, imanı sağlam olanın da kafası sağlam olur. İmanı sağlam olmayanın kafası sağlam olmaz, kafası sağlam olmayanın da vücudu sağlam olmaz. Onun için İslamiyet müntesiplerinden önce iman sağlamlığı istemektedir.

MÜSTEHCENLİĞE BAKIŞ FARKI

Güneyde turistik beldelerimizden birinde konferans vermek üzere davet edilmiştim. Enteresan manzaralarla karşılaştı. O beldemiz adetâ yerli ve yabancı turistlerin işgaline uğramıştı. Dinin ve dini ölçülerin unutulduğu bir yerde hissettim kendimi. Çünkü çok kimse, özellikle kadınlar anadan üryan gibi dolaşıyorlardı. Edebin “E”si, hayanın da “H”si bile yoktu. Çok kimsenin imanını zedeleyen, günah saymadan izleyen kimsenin ise, imanını yok eden bu müstehcen manzaralar, benim ıstırabımı artırdı ve aynı zamanda imanımı kuvvetlendirdi; Allah’a olan muhabbetimi, hayranlığımı ve takdirimi dile getirtti. Kendi kendime dedim:

“Ne kadar halimsin, ne kadar sabırlısın, ne kadar büyüksün Allahım! Senin mülkünde geziyorlar, ama seni tanımıyorlar, senin nimetlerinle sefa sürüyorlar, şükür ve ibadet sunmuyorlar; tam tersi isyan ediyorlar. Ört demişsin, örtmüyor, kapat demişsin, kapatmıyor. İçme demişsin içiyor, tut demişsin, tutmuyor, kıl demişsin, kılmıyor. Emir ve yasakların alenen çiğneniyor. Ne kadar halimsin, ne kadar sabırlısın Allahım!

Ben bu düşünceler yumağı içinde hayretimi ve merakımı izale edecek bir ip ucu ararken şu ayetler imdadıma yetişti. Halim ve Sabûr olan Allah şöyle buyuruyordu:

İnkâr edenler, (bu dünyada) kendilerine vermiş olduğumuz mühletin (süre), sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.” (1) … Aslında ben onlara mühlet veriyorum, ama asla onları ihmal etmeyeceğim. Çünkü Benim tuzağım, pek kuvvetlidir.” (2) “Zalimlerin yaptıklarından Allah’ın gafil olduğunu sanma! Allah, onları, gözlerin kamaşacağı, (apışıp kalacağı veya dehşetten uyanacağı) bir güne bırakıyor.” (3)

Aman dikkat!!! Gençliğimizi, servetimizi, sihhatimizi, şöhretimizi, şehvetimizi ve evladımızı başımızın belası yapmayalım. Bu nimetleri Allah’ın razı olduğu yerlerde kullanalım, helal daire ile yetinelim. İslamiyet gibi bir cennetin ve nimetin içinde olduğumuzun farkına varalım. O nimetin ve cennetin sahibine hamd edelim. Hamd edelim ki Ebedî Saadetin ve Cennetin Sahibi’ne kavuşalım.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Al-i İmran, 3 / 176-178

2-Â’raf, 7 / 183

3-İbrahim, 14 / 42

Sözün Gücü ve Güzel Sözün Önemi

Aleyhissalatu vesselam Efendimiz, “Sözde büyü vardır!”1 buyurmuşlardır.

Bilmem ki Sözün gücünü bundan daha iyi anlatan güçlü bir söz var mıdır? Seveni, sevgiliye; aşığı, maşukasına delicesine bağlatan veya eşleri, insanları, devletleri büyük bir nefretle birbirinden kopartan, savaş patlatan da sözdeki güç değil midir?

Ağzınızdan çıkan bir söz, muhatabınızı ya size bağlayacak, ya da sizden koparacaktır.

Söz var insanı mahcup eder,
Söz var insanı mahbub eder.
Söz var başı keser, söz var savaşı keser.
Söz var, insanı Hak’tan ve cennetten uzaklaştırır; söz var, insanı Hakk’a ve cennete kavuşturur.

Öyleyse öyle sözler söyleyelim ve öyle işler yapalım ki onlar, hem bu dünyada ve hem de öbür dünyada bizi mahcup etmesin. Çünkü yarın büyük mahkemede öyle bir kitap elimize verilecek ki, şaşırıp kalacağız. Ağızdan çıkan her sözün ve icra edilen her davranışın kaybolmadığını ve kaydedildiğini2 görünce: “Bu nasıl bir kitap Allahım! Ne küçük bırakmış, ne büyük, her şeyi saymış ve yazmış!”3 diyerek şaşkınlığımızı dile getireceğiz. Bu dünyada işi ve sözü berbat olanlar, orada yaptıklarını kaydeden kitabı veya kameraman meleklerin kaydettiği görüntüleri görmek istemeyecekler. Çirkin söz ve davranışlarıyla kendi arasında uçsuz-bucaksız mesafelerin olmasını isteyecekler.4 Yalan söylemek isteyenlerin ağızlarına mühür vurulacak, eller konuşturulacak, ayaklara da şahitlik yaptırılacak5 İnsan kaçıp saklanmak için delik arayacak, saklanacak yer bulamayacak, bu sefer çaresizlik içinde “Kaçış nereye?”6 diye çığlık atacak, ama çığlığı işe yaramayacak.

SÖZ SÖYLEMEK BİR SANATTIR

Söz söylemek de bir sanattır. Söz sanatını kimi yapmakta, kimi yıkmakta kullanır. Kur’an bize birincisini tavsiye eder. Yüce Rabbimiz buyurur ki:”İnsanlara güzel söz söyleyin.”7 Yine buyurur ki: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”8

Güzel söz, yılanı ininden, kötü söz, insanı dininden çıkarır.” demiş atalarımız. İşte bu sebeptendir ki Yüce Allah, Firavun gibi birisine iki peygamberini gönderirken: “Ona yumuşak söz söyleyin!”9 tenbihinde bulunmuştur.

Yüce Allah, bizim, her zaman güzel yollu, güzel halli ve güzel dilli olmamızı istemiş, bunun için de Kur’an göndermiş, Peygamber göndermiş, ibadetleri farz kılmıştır. Namaz ve oruç bunların başında gelmektedir.

Mesela oruç tutan bir müminden sadece ağzına ve midesine oruç tutturmak istenmemiş, aynı zamanda çirkin sözlere karşı da oruçlu olması istenmiştir. Bunun içindir ki Sevgili Peygamberimiz: “Sizden biriniz oruçlu olursa çirkin söz söylemesin, gürültü yapmasın. Biri kendisine sövüp hakaret ederse, “ben oruçlu bir kişiyim” desin.”10 buyurarak hem oruçluya çirkin sözün yakışmadığını ifade etmiş, hem de oruçluya çirkin sözle saldıranı, oruçlu vesilesiyle insaf çizgisine çekmiş, her ikisini de çirkin bir çukura düşmekten kurtarmıştır.

Efendimize sormuşlar:
-Ey Allah’ın Rasulü Müslümanların hangisi daha faziletlidir? Buyurmuşlar ki:

– Eliyle, diliyle başkasını incitmeyen (yani güzel elli, güzel yollu ve güzel dilli) insandır.”11 Yine buyurmuşlar ki: “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, ya güzel söz söylesin, ya da sussun.”12 Çünkü çirkin söz bir gün kendisini mahcup edecek ve utandıracaktır. Yine buyurmuşlar ki: “Kim iki dudağı ve iki bacağı arasına sahip olursa (yani kötü sözden ve zinadan uzak durursa) ve bunlara sahip olacağına dair bana söz verirse ben onun cennete girmesine kefil olurum.”13

Güzel ve temiz sözler ancak Allah’a yükselir. Onları Allah’a yükselten de Salih ameldir.”14 Bu ayetle de söz ve amel birliğine, birlikteliğine dikkat çekilmiş. Sözü güzel olan kimsenin amelinin de güzel olması istenmiştir. Namaz kılmayanın veya namazı güzel olmayanın duası, Allah katına çıkmaz. Tohumu olmayan veya tohumu güzel serpmeyen ürün alamaz.

Devrin mürşidi ne güzel söylemiş:

“Mürşid âlim, koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir.”15 Yani koyun nasıl ot ve samanı alır, hazm eder, süt sunar; mürşit âlim de, ayet ve hadisleri alır, hazm eder, onlardan güzel ahlak ürününü çıkarır, muhataplarına sunar. Allah Teala bizi bu alimler sınıfına ilhak eylesin.

HOŞ SÖZ-BOŞ SÖZ

Söz vardır, hoştur; Kur’an gibi. Söz vardır, boştur, Nadr b. Haris’in masalları gibi.

Boş sözün babası Nadr b. Haris satın aldığı masalları okur, müşrikleri eğlendirir ve insanları Kur’an dinlemekten alıkoymaya çalışırdı. O münkirin bu davranışı üzerine şu ayet nazil oldu: “İnsanlardan öyleleri var ki, her hangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş sözü satın alırlar. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.”16

Ayetten anlaşılıyor ki, insanları Allah yolundan saptıran her şey, söz olsun, eğlence olsun “boş söz” kategorisindedir.
Allah hepimizi boş ve batıl sözlerden, gayr-i meşru eğlencelerden korusun. Tatlı, güzel, yumuşak ve doğru söz söylemeye, güzel davranışlar sergilemeye muvaffak eylesin.

ZAMAN GAZETESİ MUHABİRİ SORDU:

1) Ramazan ayında güzel söz söylemek için neler yapılabilir?

2) Dilimizi kötü sözlerden nasıl arındırabiliriz?

CEVAP:

1-Ramazan ayı, zikir, fikir ve şükür ayıdır. Eğer Ramazan ayında insan bu görevleri ifaya karar verse kötü söze zaman ve hacet kalmayacaktır. Oruç tutan bir insan ibadet halindedir. İbadet halinde olan insan, velidir, evliyadandır. Allah’ın dostlarındandır. Allah’ın dostuna çirkin söz söylemek yakışır mı? Veya bu konumda olan insan çirkin söz söyleyebilir mi?

Namaz nasıl insanı fuhşiyat ve her türlü ahlaksızlıktan koruyorsa, oruç ta insanı çirkin sözlerden, koruyacaktır. Ramazan ayında oruç var, sahur var, iftar var, mukabele var, teravih var. İftar davetleri var. Bunların hepsi Allah’ın emri, Peygamberin sünnetleridir. Ayrıca Ramazan ayı İslam âlemini bir mescid haline getirmektedir. Bu sünnetlerle meşgul olan ve mescidde kendisini hisseden bir insan, nasıl çirkin söz söyleyebilir? Mescide bulunan, zikir ve ibadetle meşgul olan bir insana laübali davranmak, çirkin söz söylemek ve çirkin işler yapmak yakışır mı?

2-Dilimizi kötü sözlerden arındırmanın yolu:

a-Onu iyi sözlere alıştırmaktan geçer. Dilimizi iyi sözlere alıştırmak için de kendimizi zorlamamız ve düşünmemiz lazım: Bir gün ben bu konuştuklarımdan hesaba çekileceğim. Öyle sözler söylemeliyim ki, o sözler beni hem dünyada, hem de ahiret mahkemesinde mahcup etmesin, utandırmasın.

b-Dilimize günlük, saatlik ve anlık zikir görevleri vermeliyiz. Onu o görevlerle meşgul etmeliyiz. Bunun için de Ramazan ayında her gün bir cüz okumayı, mealinden de istifade etmeyi, teravihlerini kaçırmamayı prensip haline getirmeliyiz, her gün cevşenden bir parça dualarımızın arasında olmalı. Selatu selamlara çokca yer vermeliyiz. Ramazan bizi melekleştiren bir aydır. Melekler, yemez-içmez, eğlenmez ve evlenmez varlıklardır. Onların işi hep zikir ve ibadettir. Onlar günah işlemezler. Biz de Ramazan da bir bakıma böyle olmaktayız. Melekleşen bir varlık elbette kendisine çirkin söylemeyi yakıştırmayacak ve böylece melekler gibi her türlü ayıp ve günahtan uzak kalacaktır.

c-Bunun için de iman esaslarına olan inancımızı kuvvetlendirmemiz gerekiyor. Özellikle tahkik-i imanı ders veren, imanı takviye eden eserlere özel bir yer ayırmamız gerekiyor. Bunların başında Risale-i Nur gelmektedir. Bunları yapar ve okunması gerekenleri okumayı vird haline getirirsek dilimizde de, dünyamızda da kötü söze ve kötü hale yer kalmayacaktır. Aklımız, kalbimiz, dilimiz, dünyamız, devletimiz, milletimiz anarşi ve terörden kurtulacaktır.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR

1 Buhari, Nikâh, 47; Müslim, Cum’a, 47
2 Bkz. Kaf, 50 / 17-18
3 Kehf, 18 / 49
4 Al-i İmran, 3 / 30
5 Yasin, 36 / 65
6 Kıyame, 75 / 10
7 Bakara, 2 / 83
8 İsra, 17/ 53
9 Tâhâ, 20 / 44
10 Buhari, Savm, 2; Müslim, Sıyam, 161; Nesaî, Sıyam, 41-42
11 Ahmet b. Hanbel, IV, 385
12 Buhârî , Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75
13 Buhari, Rikak, 23
14 Fatır, 35 / 10
15 Nursî, Mektubat, Çekirdekler.
16 Lokman, 31/ 6

Ramazan Tefekkürü

RAMAZAN AYI NİSAN YAĞMURU GİBİDİR

Baharda karların erimesi, çimenlerin yeşermesi, çiçeklerin açması, bitkilerin uyanması, ölülerin dirilmesi, bütün varlıkların gelişip büyümesi için nisan yağmuru ne ise, ne kadar bereketli ise; amellerimizin, ibadetlerimizin bire bin, bire on bin, bire otuz bin karşılık bulabilmesi için de Ramazan ayı odur.

Ramazan öylesine bereketli bir aydır ki bu ayın nafile ibadetlerine farz, farzlarına da yetmiş farz sevabı verilecektir.

Ramazan ayı öylesine bereketli bir aydır ki, bu ayda buz gibi insanlar eriyecek, gafiller dirilecek, şeytanlar zincire vurulacak, cehennemin kapıları kapanacak, cennetin kapıları açılacaktır.

Ramazan ayı, kendisine hürmet eden herkesi bağrına basacak, yuyacak, yıkayacak, kadir gecesiyle 80 senelik bir ömrün sevabını kazandıracak, tertemiz bir şekilde bayrama kavuşturacak, iki bayramı birden yaşatacaktır. Biri Ramazan bayramı, diğeri de Allah’ın af ve rızasına nail olma bayramı.

RAMAZAN AYI BİR FUAR VE BİR PAZARDIR

Ramazan ayı, ahiret ticareti için açılmış bir fuar, kurulmuş bir pazardır. Her mü’min ürününü o pazarda sergileyecek. Namazımız, orucumuz, teravihimiz, mukabelelerimiz, fitre ve zekâtlarımız, iftar davetlerimiz, seher vakitlerindeki dua ve istiğfarlarımız gibi amellerimiz o pazara çıkaracağımız ve o fuarda sergileyeceğimiz ürünlerimizdir. Müşterimiz ise Allah’tır. Amellerimizin fiyatı ise cennettir.

Ramazan ayı, aynı zamanda Allah’ın rububiyet saltanatı karşısında, insanlığın, ibadetleriyle resmi geçit yapması için ilan edilmiş bir bayramdır.

RAMAZAN AYI YUSUF PEYGAMBER’E BENZER

Ramazan ayı, Hz. Yakub’un (a.s) on iki oğlu içindeki Yusuf Peygambere benzer. Yusuf Peygamber nasıl diğer günahkâr ve suçlu kardeşlerini affetti ve onların affedilmesine vesile oldu ise, Ramazan ayı da, diğer on bir ayda işlenen günahların affedilmesine vesile olmaktadır ve olacaktır. Yeter ki kul, tövbekâr olsun, af istemesini bilsin.

RAMAZAN ORUCUNUN HİKMETLERİNDEN BİRİ

İnsanlar farklı geçim seviyelerinde yaratılmışlardır. Kimisi fakir, kimisi zengindir. Çoğu kere zengin fakirin halini bilmez, tok acın halinden anlamaz. İşte bunu bildirmek ve anlatmak için Allah, zengin-fakir herkese Ramazan ayındaki orucu farz kılmıştır. Taki zenginler, fakirlerin acınacak acı hallerini oruçla anlasın da, imkânlarıyla imkânsızların imdadına koşsunlar.

Şefkat Peygamberi (s.a.v) ne güzel buyurmuş, hem ne güzel imkân sahiplerini imkânsızların imdadına koşturmuş: “Hangi mü’min bir başka mü’minin susuzluğunu giderirse, Allah ona kıyamet gününde ağzı mühürlü yani el değmemiş nefis içkilerden ikram eder. Hangi mü’min bir aç mü’mini doyurursa, Allah onu cennet meyveleriyle doyurur. Hangi mü’min muhtaç bir mü’mini giyindirirse, Allah ona cennetin yeşil libaslarını giyindirir.” (Ahmet b. Hanbel, III, 13)

RAHMAN’IN SOFRASI ŞÜKÜR VE TEŞEKKÜR İSTER

Allah Teala, yeryüzünü bir sofra yapmış, türlü türlü nimetlerini, adetâ umulmadık bir yerden o sofraya dizmiş, böylece Rububiyetinin, Rahmaniyetinin ve Rahimiyetinin kemalini göstermiştir. Misafirlerinden şükür ve teşekkür beklemektedir.

İnsanlar, çoğu kere gaflete düştükleri ve sebepler dairesinde yaşadıkları için, yeryüzünü bir nimet sofrası yapan zatın Allah olduğunu görememekte, O’nun şefkat ve merhametini hakkıyla anlayamamakta ve yeterince şükrü ifa edememektedir. Bazen de kâinatta yapılan akıllı işleri akılsız tabiata bağlayabilmekte ve katmerli nankör olabilmektedir.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, bu gaflet ve dalalet perdesini yırtıyor. imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemeyi, içmeyi ve karı-koca muamelesini insanlara yasaklıyor.

Bu emre uyan insan anlıyor ki: Yiyilecek ve içilecek nimetler ken­dinin değil, Allah’ın. Ben Onun emrini bekliyorum, der nimeti nimet bilir. Gafletten ve sapıklıktan kurtulur.

Bir komutanın ateş emrine uyup ateşkes yasağına uyma­yan asker, başına dert açacağı gibi; Allah’ın “yiyiniz” em­rini dinleyip, “yemeyiniz” yasağını dinlemeyen yani oruç tutmayan insan, hem dünyada ve hem de ahirette başına dayanamayacağı dertler açabilir. Çünkü insan başıboş değil, çünkü kâinat sahipsiz değil ki yiyelim, içelim, hesabını vermeden kaça­lım. Onun için Müslümanlar dikkatli olmalıdırlar. Bu yü­ce buyruğu ve şerefli kulluğu yürekten kabullenmelidirler.

Padişahın mutfağından bir hizmetçinin getirdiği yemekler bir fiyat ister. Hizmetçiye bahşiş verildiği halde çok kıymettar olan o nimetleri göndereni tanımamak, hiz­metçiye minnettar’ olup, padişahı unutmak, akıllı insan­lara yakışır mı?

Evet yeryüzü Cenab-ı Hakk’ın mutfağı. Toprak bir ka­zan. Güneş aşçı Kazan kaynıyor, türlü türlü yemekler pişiyor. Domates, salata, biber, patlıcan, kavun, karpuz, üzüm, incir, kiraz, vişne, dut vs. Evet hepsi yeryüzü mut­fağında pişmektedir. Bunları bağdan, bahçeden, tarladan toplayıp bize getiren tablacılara 100-200 verir, asıl mal sahibi olan Allah’a şükrü, teşekkürü unutursak insan is­mine lâyık olabilir miyiz? Gerçek insan hüviyetini kaza­nabilir miyiz?

Ramazan ayı zikrin, fikrin ve şükrün yoğunlaştığı bir aydır. Namaz ve oruç gibi ibadetler, Cenab-ı Hakk’ı nimetlerine karşı bir şü­kür, bir teşekkürdür. İyiliğe karşı teşekkür eden insan, medeni insandır, Müslüman’dan daha medeni, daha ol­gun kim olabilir? Çünkü Müslüman Allah’ın sonsuz iyilik ve ikramına karşı oruçla, namazla teşekkür etmektedir. Hattâ sene boyu oruç tutsa, geceli gündüzlü namaz kılsa yine Allah’ın iyiliğinin altından çıkamayacağına, hakkının ödenemeyeceğine inanmak­tadır. Bu niyet, bu iman ve bu gayret de inşallah ona dünya ve ahret cennetini kazandıracaktır. Allah bu sonucu hepimize nasip eylesin. Ramazan-i Şerifiniz mübarek olsun. (Geniş bilgi için bkz. Karakaş, Vehbi, Üçaylar Mübarek Gün ve Gecelerle Toplum Eğitimi, Cihan Yayınları-İstanbul-2008)

Vehbi Karakaş / Risale Haber

İkinci Avrupa Kan Kusuyor! (Oslo Katliamı)

Benden 76 kişinin katili Norveç’li Breivik’le ilgili bir yazı kaleme almamı istediler. Bu talep, benim 2006’da Sevgi Yayınları arasında çıkan “İSLÂM’I AVRUPALI’YA NASIL ANLATMALI?” isimli kitabımı aklıma getirdi. İlgili bölümleri okudum. Aman Allahım yazı o kadar taze ve aktüel idi ki bir kelime bile değiştirmeye ihtiyaç duymadım. Şimdi ilgili bölümü arz ediyorum:

Avrupa’yı, mânevî ve felsefî anlamda Avrupa, coğrafî anlamda Avrupa olarak iki kategoride tanımlamaya çalışmışlar.

Mânevî ve felsefî anlamda Avrupa’yı:

1- Grek-Latin dünyasına ve medeniyetine mensup,

2- Katolik Hıristiyan olan,

3-Ronesan’sı, Reform’u ve karşı- reformu yaşamış bulunan Avrupa şeklinde tanıtırlarken;

Coğrafî anlamda Avrupa’yı ise:

“Garp âlemi” de (Abendland) denilen ve bugünkü Avrupa Topluluğu devletlerini içine alan Batı Avrupa; bir de Yunanistan, Balkanlar, Rusya dolayısıyla bütün Ortodoks dünyasını içine alan Doğu Avrupa şeklinde de tarif etmişlerdir.(1)

Bize göre Avrupa, gördüğüm, okuduğum ve tanıdığım kadarıyla ne hepten alınabilir, ne de hepten atılabilir bir şeydir. Çünkü o hepten iyi olmadığı gibi hepten de kötü değildir. Bu tanım herkes için geçerlidir. Müslüman kimliğine sahip olan bizler için de geçerlidir. İnsafla söylenmiş güzel bir söz hatırlıyorum: “Her Müslüman’ın her işi, her sıfatı Müslüman olmadığı gibi; her kâfirin her sıfatı ve her sanatı da kâfir olmaz.” (2)

Bu sebepten dolayıdır ki, orijinal fikirleriyle tanınan çağımızın önemli düşünürü Bediüzzaman ise Avrupa’yı:

Birinci Avrupa

İkinci Avrupa

diye iki kategoride ele almış, birinci Avrupa’yı müsbet ve olumlu görmüş, ikinci Avrupa’yı da menfi ve olumsuz olarak tanımlamıştır. Şimdi biz, adil bir tahlil olduğuna inandığımız bu taksim ve tanımlamayı biraz açalım ve içinde ne olduğunu görelim:

BİRİNCİ AVRUPA:

Hz. İsa’nın(a.s) hakiki dininden aldığı feyz ile insanlık âlemine faydalı fen ve sanatları sunan, adalet ve hakkaniyetle hizmet eden Avrupa.. (3) Bu Avrupa ile bizim bir kavgamız yok. Yani Hz. İsa’nın (a.s) hakiki dinini benimseyen Avrupa’yı kendimizden sayıyor ve kendi ürünümüz biliyoruz. Hz. İsa’ya (a.s), Kur’an’da ki bir ayete binaen (4) peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v) inandığımız gibi inanıyor, seviyor ve hürmet ediyoruz. Onun annesi Hz. Meryem’in de temiz ve bir peygamber anası olduğuna, hatta âlemlerin kadınları içinden faziletiyle seçilmiş dört büyük kadından biri (5) bulunduğuna iman ediyoruz.

Bu inanç kuru bir iddia değil, imanımızın esaslarındandır. Hz.İsa’ın peygamberliğine inanmayan bir Müslüman’ın Hz.Muhammed’e (s.a.v) hatta Allah’a ve imanın diğer esaslarına imanı da makbul değildir. Bu birinci, olumlu, medeni, bilim ve teknikte ilerleyen Avrupa’nın Müslüman’ların ürünü ve Müslümanların öğrencisi olduğu gerçeği de sadece bizim düşüncemiz değildir. Bunu Batının insaflı ilim ve fikir adamları da itiraf etmektedir. Mesela Batılı müsteşriklerden Prof. Dr. Montgomary Watt, İslamiyet hakkında verdiği konferansların birinde şöyle demektedir: “Ortaçağ Hıristiyan yazarlarının zihinlerinde tablosunu çizdikleri İslâm’ın, tamamen iftira mahsûlü olduğu çoktandır bilinmektedir. Yalnız şimdi, geçen asır boyunca, araştırmacıların yaptıkları tedkikler sayesinde, Batılıların gözleri önünde daha objektif bir şekil belirmektedir. Fakat biz Avrupalıların kör gözü, İslâm kültürüne olan borcumuzu görmeye manidir. Geçmişten gelen mirasımıza İslâm’ın yaptığı tes’irin kıymet ve kadrini bazen küçümsüyor, bazen de tamamen görmezlikten geliyoruz. Müslüman ve Araplarla daha iyi münasebetler kurabilmek için, borçlarımızın hepsini itirafa mecbûruz. Onu saklamak ve inkâr etmek, sahte bir gurur alametidir.” (6) Watt, i’tirafını sürdürüyor ve konferansında şöyle diyor: “Mevzûmuzu üç noktada özetleyebiliriz:

1- Müslümanların Avrupa’ya yardımları, daha çok, hayatın zarâfeti ve onun maddî temellerinin terakkîsi hakkında oldu.

2- Bir çok Avrupalı neyi benimsemiş ve neyi kabul etmişse, bunların Müslümanlara ait ve İslâmî olduğunun pek az farkına varmıştır.

3- Müslümanların “ihtişamlı hayat tarzı” ve buna refakat eden edebiyatları, hem Avrupa’nın hayal gücünü, hem de Latin menşeli milletlerin şiir kabiliyetlerini harekete geçirmiştir. (7)

Cl.Sanchez Albornoz da diyor ki: “Tabiatiyle artık bu gün orta çağın karanlığından bahsetmek yersizdir. Fakat gittikçe düşmüş, bahtsız Avrupa’dan bahsetmek yerinde olur. Bunun karşısına Müslüman İspanya’nın o harikulade medeniyetini koymak lazımdır….Ronesans hareketinin doğmasından asırlarca önce, Kurtuba’da coşup akacak büyük bir medeniyet nehrinin ilk kaynakları kendini gösteriyor. Bu medeniyet yeni dünyaya antik düşüncenin temellerini aktaracaktır. (8)

Gustav Diercks de bu gerçekleri görmeyen ve itiraf etmeyenlere soruyor: “Müslümanlar hakkında insaf ve hakkaniyet dairesinde hareket etmek ve faaliyetlerini takdir etmek için bu kadar uzun bir zaman geçmesinin sebebi ne olabilir? Bu sualin cevabını Hıristiyanların hasımlarına karşı besledikleri sönmek bilmez düşmanlıkta aramak lazım. Bundan başka Endülüs Müslümanlarının medenî etkisini unutturmak ve insanlığa karşı başardıkları büyük hizmetleri inkâr etmek için sarf olunan gayretleri de hesaba katmak icab eder…” (9) Bu görüşleri özetleyecek olursak, objektiflik ve bilimselliği esas alan bu Avrupa, İslâm dinini tabiat, tıp ve felsefe ilimlerinin beşiği (10) ve büyük bir medeniyet nehrinin kaynağı olduğunu söylemekten kendilerini alamamışlardır.

İKİNCİ AVRUPA:

Materyalist felsefenin karanlığında medeniyetin günahlarını ve kötülüklerini, sevap ve güzellikler zannederek insanlığı ahlaksızlığa ve sapıklığa sürükleyen,(11) objektiflik ve bilimselliği esas almayan, Hz.İsa’nın (a.s) getirdiği hak dini bırakan, uydurduğu dinin arkasına düşen “efsane ve hurafelerden oluşturduğu kalın bir sis tabakasının ardından İslamiyet’e bakan, taraflı ve sübjektif bir mücadele yolu izleyen” (12) Avrupa.

Bu Avrupa, materyalizmi esas aldığından dolayı insanlığa iki şey armağan etmiştir: İnkar ve nankörlük!..İnkârıyla Mevlâ’nın yerine maddeyi, doğayı koymuş, nankörlüğü ile de iyiliklerin, güzelliklerin ve nimetlerin Allah’dan geldiğini görmemiş, tabiattan, doğadan geldiğini söylemiş, dolayısıyla şükür ve teşekkürlerini Allah’a takdim edememiştir. Böylece ne kendi huzurlu ve mutlu olmuş, ne de etkisi alanına giren dünya.

Hakiki Mâbud’unu kaybeden bu ikinci Avrupa’yı da iki kategoride ele almamız gerekiyor. Bunlardan biri, kendi ilahını kendisi oluşturmuş, ona materyalist ve naturalist felsefenin etkisiyle “doğa” demiş; diğeri de son ve hak dini kabul etmemenin sapıklığı ile ilahına “İsa” demiş, “Ruhu’l- Kudüs” demiş, “Meryem” demiştir. Bu gün dünya maalesef bu ikinci Avrupa’nın iki sapık kolunun aleme armağan ettiği inkâr ve nankörlük hastalıklarının pençesinde kıvranmaktadır. Kanlı terörün, ahlaksızlık terörünün, uyuşturucu terörünün, çıkarcılık, hırs ve bencillik terörünün, ırkçılık terörünün, fuhuş terörünün, taciz ve tecavüz terörünün, sömürü terörünün temelinde bu ikinci Avrupa zihniyeti vardır.

-Neden?

-Çünkü bu Avrupa, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği hakiki dinden ve tek Allah inancından inhiraf etmiş, Hz. İsa’nın mesajını, ahlakını, ahkâmını en mütekâmil manada içinde toplayan İslâmiyet’le de bütünleşememiştir. Dine uymak yerine dini kendine uydurmuş, uydurduğunu kendine din edinmiştir. Onun için imanı makbul değildir. Çünkü O, Hz. İsa’ya, Allah’ın bir kulu ve peygamberi olarak değil, bir ilah ve bir Rab olarak inanmaktadır. (13) Böylece gerçek uluhiyyet inancından, yani Hz.İsa (a.s) da dahil bütün peygamberlerin getirdiği tevhid akidesinden, Allah’ın birliği inancından sapmış, “baba, oğul, ruhu’l-kudus” den ibaret olan “teslis yani Allah’ı üçleme” yanlışına ve şirkine düşmüştür. (14) Allah’ın egemenliğini başkalarına taksim etmiştir. (15) Bu da şirktir. Şirk ise Kur’an’a göre büyük bir zulüm (16) ve büyük bir cinayettir. Allah birdir, iki olmaz, üç olmaz. Bir köyde iki muhtar, bir vilayette iki vali, bir ülkede iki başbakan olmayacağı gibi.

Bu ikinci Avrupa’nın sinsi ve gizli şirkini, en büyük ayıp ve günahını Roger Garaudy (1913) şu şekilde ortaya koymuştur: “Batı kültürü, fiilî bir Allahsızlığı sinesinde barındırır. Doğu ülkelerinde Allahsızlık resmen ilan edilmişken, Batı ülkelerinde ise adı verilmeden uygulanan bir Allahsızlık vardır. Şahsi hayatını Hz.İsa’nın sevgi kanununa göre yaşayan bir azınlığın derûnî hayatı dışında Batı dünyası Allah’dan yoksun bir dünyadır.” (17)

Düşünüyorum… Allah’dan yoksun bu dünya bilmem ki insanlığın derdine nasıl derman olacak ve onu nasıl mutlu edecektir?. “Acaba bedeni yalancı bir cennette olup kalp ve ruhu cehennemde azap çeken bir insan mutlu olabilir mi?” (18) başkalarını mutlu edebilir mi? Medeniyetler de böyledir. Dıştan cennet görünen ama içi cehennem olan bir medeniyet insanlığa nasıl mutluluk verecektir? İşte ikinci Avrupa bu.

Bu makaleden sonra şimdi çok rahat diyebiliriz: 76 kişinin katili Norveç’li, ırkçı Breivik ve benzeri katiller bu ikinci Avrupa’nın ürünüdür. Irkçılık her yerde dünyanın başının belasıdır. Anarşi ve terörün tâ kendisidir. Bu zehirin panzehiri de İslamiyet ve Kur’an’dır. Bu hakikati, Cenab- Hakk’ın lutfu inayetiyle her platformda isbata hazırım.

Not: Ramazan’ın başından 15’ine kadar, Hollanda ve Almanya’da çeşitli merkezlerde vaaz, sohbet ve konferanslar vermek için davet almış bulunuyorum. Bu vesile ile siz saygıdeğer okurlarıma Allah’a ısmarladık diyor, Ramazan-ı şeriflerinizi tebrik ediyorum. Allah, hepimize, nerde olursak olalım, rızasına uygun hizmetler yapmayı nasip eylesin.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-bkz.Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, s.136, İst-1991

2-Nursî, Said, Münazarat,26-27, Sözler Yayınevi, İst-1977

3-bkz.Nursî, Said, Lem’alar, 106, Sinan Matbaası, İst. 1959

4-bkz.Bakara, 2/285

5-Tirmizi’de geçen hadis-i şeriflerin birinde: “Huveylid’in kızı Hatice kendi alemindeki hanımların en hayırlısı, İmran’ın kızı Meryem de kendi alemindeki hanımların en hayırlısıdır.” buyurulurken onu takip eden Hadis’de ise: “Alemlerdeki hanımlar içinden seçilmiş dört büyük hanım olduğu, bunlardan birincisi İmran kızı Meryem, ikincisi Huveylid kızı Hatice, üçüncüsü Muhammed kızı Fatıma, dördüncüsü de Firavun’un hanımı asiye olduğu vurgulanmaktadır. (bkz. Tirmizî, Kitabü’l- Menakıp, 63)

6-Watt, Montgomary, İslâm Avrupa’da, terc. Hulusi Yavuz, s. 15-16 M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, İst.

2000

7-A.e, s.65

8-Daha geniş bilgi için bkz. Gürkan, Ahmet, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, s.256-257, 246-305,

Akçağ Yayınları, İst.1969

9-Gürkan, Ahmet, İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, s.445, Akçağ Yayınları, İst-1969

10-Zakzuk, M.Hamdi, Oryantalizm veya Mdeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, terc. Abdulaziz Hatip, s.15-16

Işık Yayınları, İzmir-1993

11-bkz. Nursî, a.e, s.106

12-Zakzûk, a.g.e, s.15

13-bkz. İncil, Petrus’un ikinci Mektubu, Çağdaş Türkçe Çevirisi, s.522, Yeni Yaşam Yayınları, İst. 1994; ayrıca bkz. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XVII, s.367

14-Yeni Ansiklopedi, IV, s. 1769, Timaş Yayınları, İst. 1991

15-bkz. İncil, A.e, s.522

16-Lokman, 13/13

17-Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, terc. Cemal Aydın, s.126-127. Pınar Yayınları, İst.1990

18-Nursî, Lem’alar, (17. Lem’a, 5. Nota)