Etiket arşivi: vehbi karakaş

Dinler Arası Diyalog Nedir Ya!

– Hocam! Dinler arası diyalog yapma hevesinde olanlardan çok rahatsız oluyorum. Böyle bir şey meşru olsaydı efendimiz yapardı. O dönemin en güçlü krallarını İslam’a çağırdı. “Allah katında gerçek din İslam’dır…” dedi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Cevap: Doğru söylüyorsunuz. Sizleri tebrik ediyorum. Ancak dinler arası diyalogun mimarlarının da niyetlerinin doğru olduğuna inanıyorum. Düşündüklerini yanlış ifade etmiş olabilirler. “Dinler arası diyalog” yerine, “Farklı inançlara mensup insanlar arası diyalog” veya buna benzer bir şey deseydiler, daha bir isabet kaydetmiş olurlardı. Çünkü İslam’dan başka hak din yok. Allah Teâlâ, “Allah katında tek din İslam’dır.” “Kim, İslam’dan başka din ararsa Allah onu asla kabul etmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana, zarara uğrayanlardan olacaktır.” buyuruyor.

Sizin dininiz size, benim dinim bana” demenin, herkesle alakayı kesmenin belli zamanları vardır. Ama tebliğin belli zamanları yoktur. Allah bizden her zaman ve her vesile ile dinini anlatmamızı istiyor. Bu da, bir araya gelmekle, karşılıklı konuşmakla, hikmetle, güzel öğütle, tatlı dil ve güler yüzle mümkün olacaktır. Bu işlemin adına siz de “diyalog” diyebilirsiniz. Yanlışları görerek, söyleyerek iyi niyetli teşebbüslere siz de müsamaha ile hoşgörü ila bakabilirsiniz. Müslümanlar olarak birbirimizi sevmeye mecburuz. Dostları artırmaya çalışalım, düşmanı analar da doğurur.

Kızı istenen bir baba sorar:

Damat adayı nasıl biridir?

-Güzel, yakışıklı, yiğit biridir, derler. Kızın babası:
-Ben onları sormuyorum, dinle, imanla alakası var mı, beş vakit namazını kılar mı? der. Damat adayının annesi:
-Namazını kılar da arada bir tekler, atlattıkları, kılmadıkları da olur, cevabını verir. Kızın babası üzülür, damat adayını kızına layık görmez.
-N’olur canım bir iki tekleme ile birkaç namazı atlatmakla? Derler. Kızın babası:
-Allah’ı aldatan ve atlatan, daha doğrusu aldattığını ve atlattığını sanan başta eşini olmak üzere herkesi çok rahat aldatır. Böyle birine kız verilmez, der, kızını isteyenlere kapıyı kapatır. Allah buyurmuyor mu: “Namazlarını ciddiye almayanlara yazıklar olsun!” (Mâûn, 107/ 4-5)

Nükte: Bu tavrın, sert ve yanlış bir tavır olduğunu söyleyenler olabilir. Hangimiz ve hangimizin çocuğu beş vakit namazı tam ve kâmil olarak kılıyor ki? Büyük konuşmamak lazım, diyenler çıkabilir. Ben böyle diyenlerden değilim. Kızına ciddiyetle namaz kılan bir damat arayan babayı tebrik ediyorum. Namaz için, Allah’ın bir emaneti olan kızı için ne kadar duyarlılık gösterilse azdır. Çünkü namaz, Allah’ın kul üzerindeki en büyük hakkıdır. Kulun Allah’ı sevmesinin ve Allah’dan korkmasının sembolüdür. Allah’ı sevmeyen, Allah’dan korkmayan, Allah’ın hakkını vermeyen, hiçbir hakka saygı duymaz. Müslümanlar için en büyük felaket de namazı ciddiye almamaları değil mi zaten? Bir yanlışı yapanların çokluğu, o yanlışı doğru hale getirmez. Yanlış yanlıştır. Müslümanların en büyük yanlışı ve belası da namazı ciddiye almamalarıdır. Vaktiyle namazını ciddiye alan Müslümanları Allah da ciddiye aldı. Onları süper güç yaptı. Dünyanın dizginlerini onların eline verdi. Namazını ciddiye almayan Müslümanları Allah da ciddiye almadı. Dizginler, Müslüman olmayanların eline geçti. Kâfirler daha faziletli oldukları için dünya onların elinde değil, Müslümanlar namaz şuurlarını ve faziletlerini kaybettikleri için dünya onların elindedir. Müslüman genel kıyametin veya kendi kıyametinin kopmasını istemiyorsa dört elle namaza sarılmalı, bütün başlarla secdeye varmalıdır. Şair de bu niyetle demiş:

“Eklense de başıma dünyada kaç baş varsa
Başım onların hepsi için secdeye varsa”

Vehbi Karakaş

Bediüzzaman’ı Ağlatan Olay ve Modern Kuyular

Gençliğin problemleriyle alakalı vermiş olduğum konferansların birinde şunları söylemiştim:

İslamiyet’ten önce yani cahiliye devrinde kız çocukları diri diri kuyulara atılıp öldürülüyordu. Şimdi ise hem kızlar, hem de oğlanlar kuyulara atılıp diri diri öldürülüyor. Dünküler ağlatılarak öldürülüyordu. Bu günküler ise güldürülerek, eğlendirilerek öldürülüyorlar. Sadece kuyular değişti, kuyular modernleşti.

-Neydi acaba o çocuklarımızın atılıp öldürüldüğü modern kuyular? Cevap:

-Gayr-i meşru eğlence âlemlerinin icra edildiği her yer, her sahne ve her ekran günümüz cahiliyesinin modern kuyularıdır. Hatta bunlar, insanımızı ve bilhassa gençlerimizi yutan birer kara deliktir.

Ne hazindir ki kimse de onların bir kuyu veya kara delik olduğunu fark edememektedir. Çünkü onlar makyajlı, çünkü onlar maskeli. Zehirken bal görünmektedirler. Cehennem hurileri, o sahnelerde ve ekranlarda cennet hurileri olarak takdim edilmektedir. Bu modern ve maskeli kuyulara atılan ve onların cezbesine ve cilvesine kapılan insanlar, özellikle gençler manen öldürülmekte, birer canlı cenaze veya hareketli mezar haline getirilmektedirler.

Cahiliye devrinde diri diri kuyulara atılan çocuklar ağlıyordu; Onları o kuyulara atanlar cehenneme gitse de o çocuklar, ağlaya ağlaya cennete gidiyorlardı. Şimdi ise dipsiz, modern kuyu ve birer kara delik haline gelen bir kısım ekran, sahne ve internet âlemlerine atılan gençler ise güle güle, eğlene eğlene, oynaya oynaya cehenneme gidiyorlar. Çünkü eğlenceleri meşru değil. Çünkü bunlar, gayr-ı meşru birlikteliği aşk sanıyorlar. Soyunmayı sanat ve çağdaşlık görüyorlar. Müstehcen kıyafetler içinde kadın-erkek karışık dans etmeği mubah sayıyorlar. Günahları, günah görmüyor, hattâ günahları ibadet aşkıyla işliyorlar. İşte bunlar ve bunlara alkış tutanlar, gülüyorlar, eğleniyorlar, alkışlıyor ve alkışlanıyorlar. Ne yazık ki çılgın bir alkış tufanı içerisinde güle güle, oynaya oynaya ateş ülkesine gidiyorlar.

Dün diri diri kuyulara atılanların arkasından ağlayanları vardı. Baba ağlamasa, anası ağlardı. Bu gün modern kuyulara atılanların arkasından ağlayanları da yok. Çünkü kuyular makyajlı, kuyular maskeli. Görünüşte gençler gençliklerini yaşıyorlar, kimse bilmiyor ki gençler çürüyor, seyretme ve oynama adına ekrana kilitlenen gençler de, aileler de çürüyor. Oynaya oynaya koskoca bir kitle ateşten çukurlara dökülüyorlar.

Çocuklarımıza Ağlayan Adam

Yukarda “Bu gün modern kuyulara yani gayr-i meşru eğlence alemlerine atılan ve manen öldürülüp canlı cenazeler haline getirilen zavallı gençliğin arkasından ağlayanı yok.” dedim.

Değerli dostlarım,

Bu sözümü geri alıyorum. Çünkü onların da arkasından artık bir ağlayanları var. O da Üstad Bediüzzaman Said Nursî’dir. Olağan üstü şartlar altında, dağda, bağda, zindanda, sürgünde, savaşta kaleme aldığı 6000 sayfayı bulan ve Kur’an’ın çağımıza bakan eskimez mesajını Risale-i Nur Külliyatı adıyla, okuyan gençliğin, düşünen beyinlerin önüne koyan bu Zat, bu vatanın evlatlarına ağlıyor.

Ağladığına, dünya zevklerinden mahrum geçen seksen küsur senelik hayatı, eserleri ve şu ifadeleri şahittir:

Bir zaman, bir cumhuriyet bayramında, Eskişehir hapishanesinin penceresinde oturmuştum. Hapishanenin karşısındaki lise mektebinin büyük kızları okulun avlusunda gülerek raks (dans) ediyorlardı. Birden manevi bir sinema ile elli sene sonraki hâlleri bana göründü. Baktım ki o kızlardan elli-atmış tanesinin cesetleri kabirde, çürümüş azap çekiyordu, on tanesi 70-80 yaşına gelmiş çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini koruya- madığından, sevgi beklediği bakışlardan şimdi nefret görüyor. Onların o acınacak hallerine ağladım.

Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar, ağladığımı işittiler, geldiler, sordular. Ben dedim şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.”

Bir insanın kendi çocuklarına ağladığını çok görmüşüz. Ama başkasının çocuklarına ağlayanı pek fazla görmüş değiliz. İşte şimdi onu görüyoruz. Bediüzzaman, kendi çocuklarına değil, bütün bir milletin çocuklarına ağlıyordu.

Herkesin derdi kendisi iken, onun derdi herkesti. Herkes kendisini kurtarmanın mücadelesini verirken, o herkesin imanını kurtarmanın mücadelesini verdi. Onun için, her temiz ve duru vicdan tarafından hüsnü kabul gördü.

Ana-babaları sevindiren ve onlara “Çocuklarımız ne güzel eğleniyorlar!” dedirten olay, Bediuzzaman’ı ağlatıyordu. Niçin? Çünkü eğlenceler meşruiyetini ve masumiyetini kaybetmişti. İnançlarda deprem olmuş, haram ve günahlar helal ve sevap sayılır hale gelmişti. Bunun da, belanın tâ kendisi olduğunu kimse fark edemiyordu. Bu gün gayr-ı meşru bir şekilde eğlenenlerin kabirde ve ahirette başlarına ne tür belalar ve azaplar geleceğini O biliyor ve onun için ağlıyordu. Onun şefkati bizim şefkatimize değil, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) şefkatine benziyordu. O peygamber ki dünyaya gelirken ümmeti için ağlamış, yaşarken ümmeti için ağlamış, Mi’raç’ta ümmeti için ağlamış, mahşerde ümmeti için ağlayacak. Tâ ki ümmetinden bir kişi dahi cehenneme düşmesin. Ağlamış, bu ağlamaları ve “Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız!” çığlığı ile ümmetini gayr-ı meşru gülmelerden ve eğlencelerden uzak tutmaya çalışmış ve Allah’a layık şükrü ve ibadeti takdim edememekten dolayı inlemiş, adetâ fani dünyada ağlayın ki baki dünyada ağlamayasınız, ebediyyen gülesiniz, demek istemiştir.

Bu dersi Hz.Peygamber’den (s.a.v) alan Bediüzzaman, kendisini ağlatan o olaydan sonra bütün ciddiyetiyle şunları söylemiştir: “Evet gördüğüm hayal değil, hakikattir. Bu yaz ve bu güzün sonu kış olduğu gibi, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası da kabir ve berzah kışıdır. Eğer gelecek zamanın elli sene sonraki olaylarını gösteren bir sinema olsaydı, bugün gülen ve eğlenen ehl-i dalalet ve sefahetin elli sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi; şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru keyiflerine acılar içinde ağlayacaklardı.

Bediüzzaman, lise mektebinin avlusunda dans eden kızları görmüştü de bu çığlığı atmıştı. Ya bugünkü televizyonlar, internet ve benzeri iletişim araçlarında ki müstehcenlikleri, rezaletleri ve edepsizlikleri görseydi kim bilsin ne söyler ve ne yapardı?

Tavrından, edasından, üslubundan, derdinden, davasından, acısından, muvaffakiyetinden anlaşılıyor ki Bediuzzaman, Kâinat’ın Efendisi’nin asrımızdaki en yüksek , en tatlı, en şefkatli gür sesi ve varisidir.

Fahrettin Razi diyor ki: “Anne babalar çocuklarının sadece dünyevî istikballerini düşünür ve onları dünya acılarından korumaya çalışırlar; ama (Peygamber varisi alimler ise çocukları ve gençleri, hem dünya ve hem de ahiret azabından korumayı düşünürler.

İşte Bediüzzaman o alimlerden biridir ve ağlaması da bundandır. İşte bunun içindir ki biz, bütün âlem bu âlimin farkına varmalıdır, diyoruz. İşte bunun içindir ki biz, çocuğu olmadığı halde, bir milletin çocuklarına ağlayan bu Peygamber varisine ve onun bıraktığı eserlere bütün bir milletin ihtiyacı, hem de minnet ve şükran borcu vardır, diyoruz.

Vehbi Karakaş

Namaza Nasıl Başlanır

NAMAZ BİR NİŞAN YÜZÜĞÜ

Namaz, bir nişan yüzüğüdür. Nişan yüzüğünü takan bir insan, nasıl bir sevgili ile nişanlanmış oluyor, bir sevgiliden başkasına ait olmadığı kesinleşmiş oluyorsa, namaza başlayan ve devam eden bir insan da Mahbub-u Bakî’sini, Ezelî ve Ebedî sevgili’sini bulmuş oluyor. Böyle bir insan namazıyla şunu demek istiyor: Ben Hakiki Sevgilimi buldum. Ki o Allah’tır. Ben Ondan başkasına ait değilim, ben sadece ve sadece O’nun kuluyum, başka hiç kimsenin kulu olamam. Beni O yarattı, ihtiyaçlarımı O karşılamaktadır. Hakiki yar ve gerçek sevgili O dur.

Namaz insanı, bir çok şeye kul olmaktan kurtarır, yalnız Allah’a kul eder. En büyük, en sağlıklı özgürlük de işte budur. Onun için Mevlânâ: “En büyük özgürlüğü Allah’a kullukta buldum.” demiştir. Ve yine demiştir ki: “Allahım! Köleler efendilerinden kurtulunca hür ve mutlu olurlar, bense Sana kul ve köle olunca hür ve mutlu oldum!

NAMAZ VE MAYA

Günlük 24 saat ömrün içinde beş vakit namaz için ayrılan bir saat, bir kaşık maya gibidir. Bir kaşık maya ile nasıl kocaman bir tencere sütü mayalar ve yoğurtlaştırırsınız, her gün namaza ayırdığınız bir saatle de o kocaman gününüzü mayalar ve 24 saatinizi namazlaştırmış olursunuz. Üstad Bediüzzaman’ın “Namaz kılan insanın dünyaya ait diğer mubah işlerinin hepsi ibadet olur.” sözünün anlamı da bu olsa gerek.

BEŞ VAKİT NAMAZ

Beş vakit namaz, mü’minin günahlarına keffaret, Allah’ın iyiliklerine teşekkürdür. Ruhun ab-ı hayatı, kabrin karanlığında kandildir. Ahirette, büyük mahkemede senet ve berat, sırat köprüsünde nur ve buraktır. Şeytanı ve şeytanlaşmışları çatlatan, Allah’ı ve Allah dostlarını memnun eden, Allah’ın cennetine ve cemaline kavuşturan bir ibadettir.

ÇAMURA DÜŞMÜŞ ALTIN

Namazsız insan, çamura düşmüş bir altın gibidir. Çamurda görülen bir altın nasıl alınır, silinir, parlatılır, layık olduğu yere konulur. Namazsız insan da günah çamuruna düşmüştür veya düşürülmüştür. Böyle bir insan her ne kadar bu çamura düşmüşse de bu bir insandır, denilmeli, tutup ordan kaldırılmalı, yunmalı, yıkanmalı, layık olduğu yere, namaz seccadesine taşınmalıdır. Çünkü namaz seccadesi bir asansör, namaz da alay-i illiyyine, yüceler yücesine Firdevs cennetlerine çıkmak için düğmeye basmaktır. Bu yardımı çamura düşmüşlere çok görmeyelim. Kızmak yerine, acıyalım. Batan gemiden denize saçılan petrole gırtlağına kadar gömülen, bu yüzden uçamaz ve yüzemez hale gelen martılara acıdığımız kadar, günah ziftine saplanmışlara da acıyalım, tevbe sabunu ve namazın berrak sularıyla temizlenebilmeleri için onlara yardımcı olalım. Böylece hem kendimizi, hem de onları kurtarmış olalım.

NAMAZ, İNSANIN ŞARJI, NAMAZ VAKİTLERİ DE ŞARJ OLMA ANI

Namaz, insanın Allah’la buluştuğu ve konuştuğu andır. Namaz, insanın Allah’ın feyziyle şarj olma anıdır. Şarj olmamış veya şarjı bitmiş cep telefonunu bir düşünün. Böyle bir telefonun tenekeden farkı var mı? Namazı olmayan bir insan, şarj olmamış veya şarjı bitmiş telefon gibidir. Böyle bir insanın yararlı hale gelmesi, görünen ve görünmeyen alemlerle iletişime girebilmesi için şarj olması lazım. Namaz insanın şarjı, enerjisi, düzeni, disiplini, canı ve moralidir. Namaz vakitleri de şarj vakitleridir.

NAMAZSIZ İNSAN VE HUŞÛSUZ NAMAZ

Namazsız insan, şarj olmamış bir telefona, şarj olmamış bir telefon da tenekeye benzer, dedik. Huşusuz yani gafletle namaz kılanı da, şarj olsun diye prize takılan, ancak kablolarındaki kopukluk nedeniyle akımla temas sağlayamayan ve bir türlü jarz olamayan telefona benzetiyoruz. Siz telefonu şarja koymuşsunuz görünüyor ama, telefon bir türlü şarj olmuyor. Neden? Ya kablolarda kopukluk var. Ya da akım gelmeyen bir prize girmişsiniz. Huşusuz yani bilinçsiz namaz kılan adam da böyledir. Adam namaz kılıyor görünüyor ama namaz kılmış sayılmıyor. Neden? Çünkü kalıbıyla namazda ama kalbiyle namazda değil. Gövdesi namazda ama, aklı başka yerlerde. Telefon da şarj oluyor görünüyor ama elektrikle temas sağlayamadığı için bir türlü şarj olamıyor.

İmam kardeşlerimiz de bu hususta çok dikkatli olmalı, huşûsuz namaz kıldırmamalıdırlar. Aksi halde sadece kendi namazları değil, arkasına aldıkları cemaatin de namazlarının geçersizliğine sebep olurlar, ki Allah korusun bu çok büyük bir vebaldir. Cemaat böyle bir namazdan sorguya çekilmeyebilir. Çünkü onlar masumdur, hatta cemaatle namazın sevabını almak için koşmuş gelmişlerdir. Ve niyetlerine göre de bu sevaba nail olmuşlardır. Ama imam, o cemaatin namazından sorumludur. Çünkü cemaat imama uymuştur, ona güvenmiş ve ona teslim olmuşlardır.

BİN DOLAR BİR KİLO DOMATESE VERİLİR Mİ?

-Bin dolar, bir kilo domatese verilir mi?

-Verilmez.

– Biri kalkar verirse böyle birine ne derler?

-Parası çok, ama aklı yok, derler.

Şimdi soruyorum:

-Bin dolar mı kıymetli, insanın başındaki aklı mı?

-Bırakın bin doları, akıl, dünyadan da, hatta cennetten de pahalı. Çünkü akıl olmazsa ne dünyanın, ne de cennetin tadı çıkar.

-Madem öyle, dünyadan ve cennetten pahalı bir cevher, bir kadeh içkiye, üç-beş saniyelik bir zevke verilir mi? Kumarda ve gayr-i meşru eğlencelerde zayi’ edilir mi? Böyle şeylerle insan aklını ve huzurunu bombalar mı? Bu kadar basit şeylerle aklını ve huzurunu bombalayana akıllı denilir mi?

Öyleyse akıl neye harcanırsa değerini bulur? Akıl, dünyadan ve cennetten daha üstün, daha pahalı şeylere harcanmalı. Akıl, yaratıcısına, sanatkârına yani Allah’a harcanmalı. Akıl, namaza, cihada ve Allah’ın rızasına, Peygamber’e ve Peygamber’in davasına harcanmalı. İşte o zaman akıl değerini bulmuş olur. Böyle bir insan her şeyi kazanır. Böyle bir insanın arkasından cennet koşarak gelir. Böyle bir insanın dünyayı sevmesi, eşini sevmesi, çocuğunu sevmesi, işini sevmesi, evini, bahçesini sevmesi, yemeği sevmesi helal olur. Ama Yaratıcısına ve O’nun rızasına harcanmayan akıl, ne kazanırsa kazansın, neyi severse sevsin, Allah razı değil ise, kazandığı ve sevdiği her şey başına bela bulur.

Vehbi Karakaş

Diyanet İşleri Başkanımızı ve Başkanlığımızı Tebrik

Telefonla sordular:

“Hocam, bazı profesörler, imsak ve sabah namazının vaktini tartışmaya açtılar. Erken imsak yaptırılıyormuş, sabah namazı vaktinden önce kılınıyormuş, teravih namazı yokmuş, Peygamberimiz böyle bir namaz kılmamışmış. Siz ne dersiniz? Bunlara bir cevabınız olmayacak mı?”

Hayır, bunlara cevap vermesi gereken bir kurumumuz var: Diyanet İşleri Başkanlığı. Zaten başkanlığımız da bünyesindeki “Din İşleri Yüksek Kurulu” ile bunlara gereken aklî ve muknî cevabı verdi. Allah’a hamdolsun. Diyanet İşleri Başkanlığımız, sadece bu konuda değil, İslâmî geleneğe aykırı ne kadar çıkışlar, sapmalar ve taarruzlar olduysa hepsini püskürttü. Gerek başörtüsü konusunda, gerek Türkçe İbadet meselesinde dik durmasını bildi. “Başörtüsü Allah’ın emridir, Türkçe Ezan, Türkçe İbadet olmaz” dedi. Günü kurtarmak isteyenler gibi despotizmanın yanında değil, Hakk’ın tarafında ve haklının yanında yerini aldı. Gerek Diyanet İşleri Başkanlığımızı ve gerekse bünyesindeki bu yüksek kurulu can u gönülden tebrik ediyoruz.

Yeni yeni hamleleriyle, kurumu canlandıran, açtığı şefkatli kucağıyla muhtaçların imdadına koşan, engin görüşü ve müsamahalı tavrıyla vahdet ve ittihada güç veren, geleneğe bağlı modern bir yapı inşa etmeye çalışan, mihrab, kürsü ve minberdeki eksiklikleri ikmale gayret eden sayın Diyanet İşleri Başkanımıza, Din İşleri Yüksek Kurulu’na, kurumun ve kurulun bütün üyelerine müftülüklerimize ve müntesiplerine takdir ve teşekkürlerimizi arz ediyoruz.

Ben zaman kaybedip de bu meselelerin yani imsak ve teravih konularının izahına girmeyeceğim. Çünkü bu meseleler, yıllar, asırlar önce incelenmiş, tartışmaya mahal bırakmayacak bir şekilde ortaya konulmuştur. Bu meseleler, Diyanet İşleri Başkanlığımızın meseleleridir. Onlar da zaten bu işin takipçisidir.

Bu hususta bir yanlış görenler, iyi niyetli iseler, bu meseleleri televizyonlara taşımadan, akılları ve mideleri bulandırmadan, DİB’e müracaat edip, delilleriyle birlikte kuruma yardımcı olabilirler.

Namazı kıldıran imam namazda sehiv secdesini gerektirecek bir yanlış yapsa, bayram namazı gibi çoğunluğun iştirak ettiği bir namazda imama sehiv secdesi yapmama ruhsatı ve yetkisi verilmiştir. Tâ ki bütün bütün karışıklığa meydan verilmesin. Halkın namazı hepten butlan olmasın. Bu hikmeti, bazıları neden dikkate almaz da, her doğruyu (!) her yerde söylemek gibi bir yanlışa düşerler? Kaldı ki her doğru bildikleri de doğru değildir.

Yoksa bunlar, vaktin yanlışına dikkat çekmekten çok, kendilerine mi dikkat çekmek istemektedirler?

Öncelikle kapalı mahfillerde, erbabınca tartışılması gereken bazı meselelerin televizyonlara taşınması yarardan çok zarar getirdiği kanaatindeyim.

MÜNKER VARKEN MARUF TARTIŞILMAZ

Çünkü münker varken maruf tartışılmaz. Eve giren eli silahlı anarşist, etkisiz hale getirilmeden evde yemek için sofraya oturulmaz. Sel geldiğinde, tamir için evden delikler açılmaz. Duvarları çatlamış, yıkılmaya yüz tutmuş veya içi çöple dolu bir evi boyamaya çalışmak, gözleri boyamak ve cinayete sebep olmak anlamına gelir. Önce tahliye, sonra tahliye olacak. Yani önce evi sağlamlaştıracaksınız, kirlerden ve çöplerden arındıracaksınız. Sonra boyasını ve badanasını vurarak süsleyeceksiniz.

Bazıları, “teravih namazı yoktur” diyerek neyi hallettiler? Namaz aşkını mı artırdılar, yoksa namaz aşkını mı bitirdiler? Marufu tartışıyorsunuz da neden münkeri görmezlikten geliyorsunuz? Namaz kılmayanlar neden sizin derdiniz değil? Çıplaklığın, müstehcenliğin imanları yaktığı, insanların hem dünya, hem de ahiret hayatlarını yıktığı neden sizin tüylerinizi ürpertmiyor?

Bir zamanlar, bir vatandaş, sokakta önüme çıktı, “hocam falan profesör, namaz üç vakitte de kılınır, dedi. Ne dersiniz?” diye sordu.

Hayır, dedim, siz yanlış anlamışsınızdır. Vatandaş ısrar edince, ben de hayretle şöyle demiştim. Allah ona ve hepimize doğru yolu göstersin, hidayet nasip eylesin. Biz namazla ilgili üç kitap yazdık. “Niçin Namaz, Nasıl Namaz ve Namaza Nasıl Başlanır?” diye. Biz hayatımız boyunca ve yazdığımız kitaplarla, nasıl etsem de namaz kılmayanları namaza başlatsam, diye kafa yorarken, demek bazı kimseler de, beş vakit namaz kılanları nasıl etsem de namazdan soğutsam veya beş vakti üçe düşürerek bu işi sulandırsam, diye düşünüyorlar. Allah hepimize istikamet nasip eylesin.

Beş vakit namazın üç vakitte kılındığı yerler ve zamanlar vardır. Ama bu yerler ve zamanlar bellidir, sınırlıdır ve şartlara bağlıdır. (Gelecek yazımızda da inşallah bu meseleyi izah etmeye çalışalım.)

Vehbi Karakaş / Risale Haber

Dünyanın Bu Mesajlara İhtiyacı Var!

Sevgili kardeşlerim, Wintersvijk’teki, ve Avrupa’daki can dostlarım! Geldiğim günden bu tarafa size çeşitli konularda mesajlar veriyor, dinimiz, dünyamız ve istikbalimizle alakalı düşüncelerimi arz ediyorum. Ne yazık ki Avrupa’ya ayırdığımız sürenin de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Sizlerden giderayak birkaç ricam ve size son birkaç mesajım olacak.

Bayram öncesi bu mesajlara şiddetle ihtiyacımız var. Aslında sadece sizin değil, başta benim, sonra yurt içi ve yurt dışındaki bütün Müslüman kardeşlerimizin bu mesajlara ihtiyaçları olduğuna ve herkesin bu mesajları, bütün Müslümanlara ulaştırması lazım geldiğine inanıyorum.

Bu seneki kadir gecesi ve Ramazan bayramı mesaj metnimiz bu ve benzeri makaleler olsun. Lütfen herkes bu mesajları herkese ulaştırsın. Çünkü ancak bu ve benzeri mesajlarla akan kanları ve gözyaşlarını durdurabiliriz. Ancak bu mesajlarla dünyamızı anarşi ve terör belasından kurtarabiliriz.

DİNE HİZMET

1-Allah, dinini ve o dinin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i koruyacağını ilan etmiş. (1) Bu hususta Allah’ın bize ve hiç kimseye ihtiyacı da yok. Biz Ona muhtacız. Ve biz ancak Onun dinine ve Kur’an’ına hizmet ederek kendimizi korumuş olacağız. İki dünyanın cehenneminden kurtulmuş olacağız.

Öyleyse toptan, birlik-beraberlik içinde Allah’ın dinine hizmeti her şeyin üstünde ve her şeyden önemli görelim. Eğer sevdiğimiz her şeyi Allah ve Rasulü’nden, Allah ve Rasulü’nün dinine hizmetten daha önemli ve daha sevimli görürsek, iki yakamızın bir araya gelmeyeceğini, türlü türlü belalardan, anarşi ve terörden kurtulamayacağımızı bilelim. Tevbe sûresinin 24. Ayetini lütfen tekrar tekrar mealiyle birlikte mutlaka okuyalım.

MUHABBET

2-Muhabbete en layık şey, muhabbettir. Muhabbeti sevelim. Mümin kardeşlerimize değil, içimizdeki düşmanlığa düşman olalım. Ne güzel buyurmuş Şanlı Peygamber (s.a.v): “Birbirinize kızmayın, birbirinize hased etmeyin, birbirinize sırtınızı dönmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman’a, üç günden fazla diğer Müslüman kardeşi için küs durması haramdır.” (2)

3-Sevgili Peygamberimizin şu sözü de kulaklarımıza küpe olmalı. Buyurmuşlar ki: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe mümin olamazsınız. Size, birbirinizi sevdirecek şeyi söyleyeyim mi? Selamı aranızda yayınız.” (3)

ARA BULMA

4- Arası bozulmuş Müslüman kardeşlerimizin arasını bulalım. (4) Bu Allah’ın emri ve muradıdır. Barıştan yana olmayan azgın tarafla yola gelinceye kadar gerekirse savaşalım. (5)

Efendimiz sordu:

-Size kıldığınız namazdan, tuttuğunuz oruçtan daha çok sevap getiren bir şey söyleyeyim mi? Herkes bir ağızdan bağırdı:

-Buyurun ey Allah’ın Rasûlü. Bunun üzerine Peygamberimiz:

-Arası bozulmuş iki kişinin arasını bulmaktır.” (6) buyurdular.

Bu hadisiyle Allah Rasulü Efendimiz, namazın ve orucun daha az önemli olduğuna değil, arası bozulmuş iki kişinin arasını bulmanın bu kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir.

5-Birbirimizin meziyet ve başarılarıyla iftihar edelim.

6-Birlik ve beraberliğimizi koruyalım, manasız tartışmalara girmeyelim, birbirinizi kırmayalım, kırsa da derhal özür dileyip birbirimizden helallik alalım. Çünkü her an her birimize veya hepimize ahiretin kapısı açılabilir.

AB VE ABD

7-Dağınık isek, toplanalım. Dağılmış isek birleşelim. Elin oğluna bir bakın. İnancı teslis olanlar, bir araya gelmişler, tevhide gitmişler. Avrupa Birliği oluşturmuş, (AB) güç kazanmışlar, herkesi arkalarından koşturuyorlar. Yine devletleri bir araya getirmişler, bu birlikteliğin adına ABD demişler, süpergüç olmuşlar. İnancı tevhid olanlar ise tefrikaya düşmüşler, güçlerini kaybetmişler. Başkalarının arkasından koşuyorlar, sürünüyorlar, dövülüyorlar, sövülüyorlar, sömürülüyorlar, açlıktan susuzluktan, kıtlıktan kırılıyorlar. Bu inancı tevhid olanlar için bir ayıp ve bir kayıp değil midir? Kur’an: “Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, ayrılmayın.” (7) demiyor mu?

Üç tane bir, ayrı ayrı durursa bir kuvvetinden öteye geçemez. Ama üç tane bir yan yana, omuz omuza durursa yüz on bir (111) kuvvetini kazanır. Dört tane dört ayrı ayrı durursa, dört kuvvetini geçemez. Ama yan yana, omuz omuza durursa dört bin dörtyüz kırk dört (4444) kuvvetini kazanır.

8-Ayrı ayrı camilerde, bölgelerde olabilirsiniz. Irkınız, renginiz, diliniz ayrı olabilir. Müslümansanız siz birsiniz, kardeşsiniz. Allah: “Müminler kardeştir” (8) buyuruyor. Peygamberimiz,

{الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ، لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ، وَمَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ، وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ‏}

Müslüman Müslümanın kardeşidir ona zulmetmez; onu düşmana teslim etmez. Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamette onun bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamette onun bir ayıbını örter.” (9)

IRKÇILIK

Sadece ırkçılık davasından değil, ırkçılık kokan her şeyden ve herkesten uzak durmalıyız. Çünkü bizi yaratan Allah’ın ve Onun Sevgili Peygamberinin ırkçılığa rızası yoktur.

Peygamberimizin şu mübarek sözü ne kadar açık, net ve anlamlıdır: “Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak ve ancak takva iledir. (10) buyuruyor.

KARDEŞLİK

Birbirinize bağrınızı açın. Kardeşlik ve sevgi şarabından için, kendinizden geçin. Bir buz parçası gibi olan enaniyeti=benliği, Kur’an kevserinden süzülen tatlı ve büyük havuza atın, eritin. Buz değil, biz olun. Damla iken okyanusa dönüşün. Eğer ben der, enaniyet davası güderseniz, bir buz parçası olan benliğinizi yine koruyamayacaksınız. Buharlaşacak ve yok olacaksınız.

RIZA

9-Amelinizde Allah’ın rızası olsun. O razı olursa bütün dünya küsse kıymeti yok. O sizden razı değil ise bütün dünya sizi alkışlasa onun da kıymeti yok. Biz Allah’ın eseriyiz. Onu razı etmeye mecburuz. Allah’ın terbiyesine muhtacız. Allah bizi, hep nasihatla terbiye etmek ister. Nasihattan anlamadık mı bazen bazen musibetleri devreye sokar. Bizi yontar. Onun bizi, yontmasına itiraz etmemeliyiz. Onun yontması, kemale erdirme operasyonundan başka bir şey değildir. Onun tahribi tamirdir. Daneyi çürütür, yüz dane yapar.

ŞEFKAT-HÜRMET

10-Büyüklerinize hürmet, küçüklerinize şefkatte kusur etmeyiniz. Allah’ın emri, Peygamberin sözleri kulaklarımıza küpe olmalı. Buyurmuş ki şanlı Peygamber: “Büyüklerimize hürmet, küçüklerimize şefkat göstermeyen bizden değildir.” (11)

11-Mihrablardaki, kürsülerdeki, minberlerdeki hocalarınıza, dine hizmeti hayatının gayesi haline getirmiş âlimlerinize, hürmette, hizmette kusur etmeyin. Çünkü Peygamber tilavetli, kıraetli ve Peygamber ahlaklı hocalarımız ve alimlerimiz, Peygamberin vekilleri ve varisleridir.

12-Sizden önce ahrete gitmiş olan ana-baba, evlat ve sair yakınlarınızı unutmayın. Dua ve Fatihalarınızla, hayır ve hasenatınızla onları anın. Kabirlerini ziyaret edin. Empati yapın, kendinizi onların yerine koyun. O kabirleri kendi kabriniz görün. İbret alın. Ölmeden önce ölün. Hesap günü gelmeden kendinizi hesaba çekin.

NAMAZ

13-Müslüman olan herkes beş vakit namazı ekmek gibi, hava gibi, su gibi zorunlu ihtiyaçlar arasına almalı, asla ihmal etmemelidir. Çünkü kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra da namazdır. Namaz, insanlığın en akıllıları olan peygamberlerin birinci gündem maddesidir. Bunun içindir ki Peygamberimizin:

a-Terk ettiği bir vakit dahi namazı yoktur,

b-Keyfî olarak kazaya bıraktığı namazı yoktur.

c-Geç kıldığı namaz yoktur.

d-Huşusuz ve tadil-i erkânsız kıldığı namaz yoktur.

e-Cemaatsiz kıldığı namaz yoktur.

Gözümün nuru namaz, (12) demiş, cesedde başın yeri ne ise, dinde namazın yeri odur,(13) buyurmuş. Namazınız ve orucunuz yoksa bayramınız yok demektir. Çünkü namazı ve orucu olmayan hakiki sevinçten ve gerçek huzurdan mahrum kalır. (14)

ÇOCUKLAR

14-Kendinizden çok, çocuklarınızı ve onların geleceğini düşünün. Yüce Rabbimiz, “kendinizi ve aile efradınızı ateşten koruyun.” (15) Buyuruyor. Hangi ateşten? Uyuşturucu ateşinden, dinsizlik ve ahlaksızlık ateşinden, namazsızlık ateşinden, kabir ateşinden, mahşer ateşinden, cehennem ateşinden koruyun. Onlar için yurtlar, yuvalar, okullar, Kur’an kursları açın. Bunları açmış olan dindar insanlara, hizmet kahramanlarına yardım edin, moral verin, yanlarında olun. Çocuklarınızı, dünya ve ahirette kendinize davacı (16) değil, duacı (17) yapın.

CÖMERTLİK-CİMRİLİK

15-Cennete ve cennetin sahibine kavuşmak istiyorsanız, sevdiklerinizden Allah yolunda harcayın. (18) Açları ve açıkta olanları düşünün. Bu yolda harcamaktan korkmayın. Cimriliğe davet eden şeytandır, cömertliğe davet eden Allah’tır. (19) “Cömert Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri, Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır.” (20)

YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA

16-Düşmanlıkta ve günahta değil, iyilikte ve takvada, hayır ve hasenatta yarışın, yardımlaşın. Kubbedeki taşlar düşmemek için birbirine dayanırlar. Kâinattaki yardımlaşma ve dayanışma da bize bu dersi veriyor. Güneş ışığının ve yağmurun gelmesi, yer ve gök dayanışmasının, yardımlaşmasının sonucu değil midir?

Peygamberimiz, savaşa giden ordusunu silahla kuşandırmak için yardım kampanyasını başlattı. Herkes bir şeyler getirdi. Hz. Ömer malının yarısını getirdi. Hz. Ebubekir, malının hepsini getirdi. Geriye ne bıraktın diyen Peygamberimize Ebubekir:

-Allah ve Rasulünü bıraktım, cevabını vermişti. Bu manzarayı gören Hz. Ömer hayıflandı. Anam-babam sana feda olsun ey Ebubekir! Bu günkü yarışta seni geçeceğimi sanmıştım, fakat yine seni geçemedim, dedi. (21)

TESETTÜR-ÖRTÜNME

17-Allah’ın ve Rasulü’nün tesettür (örtünme) ölçüleri nedir? Sorun, öğrenin riayet edin. Müstehcen kılık ve kıyafetleriyle hem kendilerini, hem de başkalarını günah çamuruna ve cehennem azabına sokanlardan olmayın.

KADİR GECENİZ VE YAKLAŞAN BAYRAMINIZ

18-Ramazanı şerifiniz, yaklaşan kadir geceniz mübarek olsun. Allah sizi, bizi ve evlatlarımızı Avrupa’nın deniyyet ve sefahet okyanusunda boğulmaktan, köpek balıklarına yem olmaktan, ahlaksızlığa ve uyuşturucuya kurban gitmekten korusun. Hepiniz muhabbet fedaisi ve cennet gençleri olasınız. Allah’a emanet olunuz, değerli kardeşlerim.

MİSAFİR GETİRMEDİĞİ ŞEYE GÖNLÜNÜ BAĞLAMAZ

19-Güzel Adam’ın güzel bir sözü var: “Sen bu dünyada misafirsin, bu menzilden ayrıldığın gibi bu şehirden de çıkacaksın. …ve keza bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyleyse aziz olarak çıkmaya çalış.” Yine der ki: “Misafir, getirmediği şeye gönlünü bağlamaz.

Biz de Avrupa’da müsafirdik. Siz sevgili kardeşlerimizden başka gönlümüzü bir şeye kaptırmadan inşallah Pazartesi Türkiye’ye dönüyoruz. Bir gün bu fani dünyadan da ayrılacağız. Dünyanın cazibesine değil de, dünya ve ahiretin sahibi olan Yüce Allah’ın cezbesine kapılarak dünyadan ayrılanlara ne mutlu!

ŞÜKÜR VE TEŞEKKÜR

20-Nimetlerin hakiki sahibi olan Allah’a sonsuz şükür, Allah’ın nimetlerini iftarda ve sahurda sofralarımıza taşıyan, Bizi evlerinde ağırlayan, ağırlamak isteyip te fırsat bulamadığı için ağırlayamayan başta Winterswijk’teki ve Avrupa’nın diğer şehirlerindeki beyefendi ve hanımefendi kardeşlerime şükranlarımı arz ediyorum. Sizi dualarım arasına alıyorum. Hem de dualarınızı bekliyor, haklarınızı helal etmenizi rica ediyorum. Allah dinimize, dinin hizmetinde olan devletimize, ülkemize, mutluluğumuza, sihhatimize, sevdiklerimize zeval vermesin. Vesselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Hicr, 15 / 9

2-Ebu Davud, Edep, 49

3-Müslim îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî Et’ime 45 Kıyamet 56; İbni Mace Mukaddime 9 Edeb 11)

4-Bkz. Hucurat, 49 / 10

5-Bkz. Hucurat, 49 / 9

6-Ebu Davud, Edep, 52

7-Bkz. Al-i İmran, 3 / 103

8-Hucurat, 49 / 10

9-Buhari, Mezalim, 3

10-Bkz. Ahmet b. Hanbel, 5411

11-Tirmizî, Birr, 15

12-Nesâî, İşretü’n-Nisa, 1

13-El-Mucemül-Evsat, 2/383; Mecmeuz-Zevaid, 1/292

14-Bkz. Karakaş, Vehbi, Niçin Namaz, Nasıl Namaz ve Namaza Nasıl Başlanır?

15-Bkz. Tahrim, 66 / 6

16-Bkz. Ahzab, 33 / 67

17-Bkz. İbrhim, 14 / 40

18-Bkz. Al-i İmran, 3/ 92

19-Bkz. Bakara, 2 / 268

20-Tirmizî, Birr, 40

21-Bkz. Karakaş, Vehbi, Niçin Zekât, 108-109