Etiket arşivi: yavuz sultan selim

Yavuz Sultan Selim’in İcraatları

Şehzâde Ahmet itidalli ve hilim sahibi bir kişi olduğundan, devlet ricalinin hürmetini celp etmişti. Bundan dolayıdır ki, devlet ricali Şehzâde Ahmed’in hükümdar olmasını muvafık görmüşlerdi. Yavuz Selim ise kardeşinin tam zıddı olarak gayet celadetli, kabına sığmayan bir ruha sahip, yiğit, keskin zekâlı, ata binmede ve ok atmada silahşorlara parmak ısırtacak derecede gayet mahir idi. Hâlbuki Bayezit, daha önce kendisi hayatta kaldığı müddetçe hiç kimseyi yerine geçirmeyeceğine dair Yavuz Selim’e yazılı bir taahhütname vermişti. İkinci Bayezit, Şehzâde Ahmed’i tahta geçirmekle ahdine sadık kalmamış oluyordu.

Yavuz Selim Han’ın bu meseleyi görüşmek üzere, bir gece gizlice babasıyla görüştüğü ve aralarında şöyle bir konuşmanın geçtiği ifade edilmektedir:

Yavuz Selim, babasının elini öper ve kendisine şöyle der:

“Vatan elden gidiyor, buna benden başkasının mani olması mümkün değildir. Korkut ağabeyimin celadeti, Ahmet ağabeyimin ise dirayeti noksandır. Onlar sırtlarını düşmanlara dayayarak kuvvet ararlar.”

Beyazit Han:

“Bu saydıkların sadece sende mi var? Sen saygınlığını babana düşmanlık ederek mi ararsın?”

Yavuz:

“Haşa! Belki bu saydıklarımın hiçbiri bende yoktur. Belki de sahip olduğum sadece günden güne yayılan ve dağları aşan kuru bir şöhrettir. Ben ağabeylerim gibi selameti memleketin dışında aramam. Kendimden başkasına ihtiyaç duymam. Muhterem pederim, şunu bil ki, ben, sana asla düşman olmadım. Benim bütün gayretim Devlet-i Âliyye’nin ve milletimin geleceğini muhafaza etmek ve gelecek nesillerin senin mübarek ismini lanetle anmasını engellemektir.”

Bayezit:

“Şöhret afettir oğul.”

Yavuz:

“Afet benim, selamet milletimin olsun. Aziz pederim, dünyaya hükmeden kudretli zekân ve ilm-i siyasetteki dehanla bu milleti abat ettin. Hepimiz sana minnet borçluyuz. Eğer bugün ordularımız dünyanın en güçlü ordusu ise, hiç şüphesiz bunda dedem Fatih gibi, senin top tekniklerinde geliştirdiğin yeniliklerin de büyük payı vardır. Arabalarla taşınan seyyar top birliklerinin kurduğu o aşılmaz bataryalarla, artık bu dünyanın hâkimi olmak zor değildir. Lütfen baba, bana izin ver ki, gücümü milletimin hizmetine vereyim.”

Bayezit:

“Var git oğul, git de abine itaat et. Beni rüsvay etme.”

Yavuz:

“İtaat evvela Allah’a, sonra banadır!..”

yavuz.sultan.selim.ve.kurtlerYavuz Selim, kendisine verilen ahidnâmaye rağmen Şehzâde Ahmed’in babasının yerine saltanatın başına geçeceğini öğrenmesinden sonra, kendisine bağlı kuvvetlerle babasının ordusunun bulunduğu Çorlu’nun Karışdıran ovasına geldi. Şehzâde Ahmed’in taraftarları, padişahı, Selim’in aleyhine tahrik ve muharebe etmek için arabasının örtüsünü kaldırarak “İşte elinizi öpmeğe gelen oğlunuzun kuvvetini görün, müretteb ve müsellah askerlerle oğul, babayı böyle mi ziyaret eder?” dediler. II. Bayezit istemeyerek de olsa savaş emrini verdi. Selim’in ordusu yaklaşık üç bin, babasının ordusu ise on beş bin kişiden fazla idi. 3 Ağustos 1511 yapılan bu savaşta mağlup olan Yavuz Selim elli arkadaşıyla beraber kaçmayı başarmış ve meşakkatli bir yolculuğun ardından gemi ile Kırım’a gelmiştir.

Yavuz Sultan Selim bu mağlubiyete rağmen asla ümitsizliğe düşmemiş ve arkadaşlarına bir gün mutlaka saltanatın başına geçeceğini defaatle ifade etmiştir. Evet Yavuz Sultan Selim, başına gelen her türlü bela ve musibetleri bir cilve-i İlahî olarak görüp, onlara sabırla mukavemet etmiş ve asla acze ve ümitsizliğe düşmemiştir.1

Bu savaştan yaklaşık on ay geçmiş ve işler iyice karışmıştı. Yeniçeriler, padişahın hastalığı sebebiyle işlerin iyice bozulduğunu söylüyor ve bu yüzden saltanatın başına Yavuz Selim’in geçmesini istiyorlardı. Korkut’un şairliği ve musikişinaslığı ön planda idi, aynı zamanda âlim ve fazıl bir kişi idi. O, Fatih Sultan Mehmed’in gözbebeği ve en çok sevdiği torunuydu. Ahmed ise ordunun sevk ve idaresinde muktedir değildi. Yeniçeriler, cennet mekân Fatih Sultan Mehmed’in o şanlı seferlerini ancak çok sevdikleri Yavuz Sultan Selim gibi bir dahinin devam ettireceğine, devletin ve milletin onun ile nice fütuhatlara mazhar olacağına inandıkları için, saltanatın başına onun geçmesinde ısrar ediyorlardı.

Yeniçerilerin, sipahilerin ve topçuların Yavuz Selim’in saltanatın başına geçmesinde ısrar etmeleri karşısında artık hüküm ve nüfuzunun kalmadığını gören Sultan Bayezit, Selim’i İstanbul’a davet etmek zorunda kalır. İstanbul’a gelen Selim’i devlet ricalı karşılar. Ertesi günü Yavuz Selim, devlet erkânının da hazır bulunduğu bir ortamda babası ile görüşür ve hürmetle babasının elini öper. O da olanlardan dolayı babası kadar müteessirdir. Bayezit, herkesin önünde Yavuz Selim’e yüksek sesle; “devleti adaletle idare etmesini, zulüm yapmamasını, ihtiyaç sahiplerine yardım etmesini, ilim adamları ile âlimlere ihtiram göstermesini” söyledikten sonra şöyle der:

“Bak oğlum Selim! Biz otuz yıldır saltanat sürdük, ama Allah şahittir ki adaletten ayrılmadık. Eğer adaletten ayrılmaz ve hayırlı işler yaparsan, yarın huzur-u İlahiye yüzün ak olarak çıkarsın. Bu devran ve saltanat kimseye baki değildir.”

Bayezit, oğlunun hükümdar olmasındaki ısrarı, askerler ile bir kısım yöneticilerin Selim’e taraftar olmaları karşısında saltanatı istemeyerek 25 Nisan 1512’de Yavuz Sultan Selim’e bırakır. Babasını eski saraya kadar uğurlayan Selim, tekrar saraya döner ve tebrikleri kabul eder.

Bayezit saltanatı oğluna terk ettikten sonra, kendisine yıllık iki milyon akçe maaş bağlanmış ve Dimetoka’ya gönderilmiştir. Ancak Bayezit daha Dimetokya’ya varmadan 26 Mayıs 1512 tarihinde Çorlu civarında ansızın vefat ederek ebediyete göç etmiştir. Şamdanizade Müriü’t tevarih’te Bayezit’in Karıştıran’da şehit edilerek vefat ettiği yazmaktadır. İkinci Bayezit’ın naaşı Fatih camiinde kılınan cenaze namazının ardından Bayezit Camii’ndeki türbesine defnedildi.

Fıtraten mahzun bir yapıya sahip olan Sultan Bayezit babası Fatih Sultan Mehmed Han gibi cevval değildi. Ata binmekten ziyâdesiyle zevk duyardı. Dini merasimleri ihmal etmez, her sene hanedan azalarına, askeri devlet adamlarına, ulema, meşayih ve sair saray erkânına ihsanlarda bulunur, ihtiyaç sahiplerine de bol miktarda sadaka dağıtırdı. II. Bayezid vaktinin çoğunu mütalaa ile geçirirdi. Felsefe ilmine derin bir vukufiyeti vardı. “Adli”mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır.

II. Bayezid, babasının zamanında İstanbul’da başlayan ilmi çalışmaları teşvik etmiş; âlim, şair ve edipleri himaye ederek onlara değer vermiş ve böylece İstanbul’u ilim merkezi hâline getirmiştir. İstanbul’da çeşitli camiler, medreseler, imarethaneler ve mektepler yaptırmıştır. Yine Edirne ve Amasya’da birçok cami, medrese, hastane, imarethane ve mektep yaptırmıştır.

İkinci Bayezit Han, eşsiz bir feraset ve marifet örneği göstermiş, kale silahı olarak kabul edilen hantal topları seyyar hâle getirmeyi başarmış, ve güçlü topçu taburları ile tesirli topçu birlikleri oluşturmuştur.2

Yavuz Sultan Selim’in Vatanperverliği

Yavuz Sultan Selim şöyle diyordu:

“İnsan kendisinin dünyaya gelmesine vesile olan ana ve babasına ömrünün sonuna kadar minnettarlık duyuyor ve onlara itaat ediyor. Hâlbuki vatan bizi vücuda getiren ana babamızı ve ecdadımızı göğsünde besliyor ve büyütüyor. Şehit olan ecdadımızın bedenlerini bağrında saklıyor. Bu bakımdan vatana minnettar olmak ve onun için en büyük fedakârlığı yapmak vicdanın en kati bir emridir. Sevdiğimiz vücutları, gölgesinde oturduğumuz ağaçları, kokusunu duyduğumuz çiçekleri, hasılı bizim vücudumuzu ve hissimizi besleyen her şeyi yetiştiren vatandır.” 

İşte bu anlayışla hareket eden Yavuz Sultan Selim Han, vatanın bekası ve milletin selameti için her türlü fedakârlığı yapmaktan geri kalmamıştır. Yavuz Sultan Selim’ in söylediği şu hakikat devleti idare edenlerin kulağına küpe olmalıdır. “Kimseler zahmetsiz rahata ermez. Eziyet ve sıkıntı çekmeyince cevher ele girmez ve maksuda erişilmez. Huzur ve asayiş isteyen kişi bu yolda önüne çıkacak meşakkatlere katlanmalı. Bu mesele; bir sünnetullah kanunu olarak cereyan etmektedir. Çünkü Mısır’a aziz olmak, atılan kuyuya sabır ve tahammülün neticesindedir.

Devlet elbisesi bir ariyettir. Bir müddet giyip salınanların arkasından alınır. Saltanat kösü, tahta oturanların bab-ı saadetlerinden nöbet ile çalınır. İbret hadiseleriyle dolu olan dünyâda, her kemalin sonunda bir zeval vardır. Baki kalan, tagayyür, tebeddül ve tecezziden münezzeh yüce mülkün sahibi yalnız Allah’tır.”

Yavuz Sultan Selim:

“Yazık o kimselere ki; beni taç ve taht parıltıları ile gözleri kamaşmış olanlardan zannediyorlar. Hayır, hayır Selim’i tanıyanlar benim taht için babasına karşı gelmeyeceğimi pekâla bilirler. Eğer kardeşlerimin millete benden daha ziyâde hizmet edeceklerine kani olsaydım, yeri göğü yaratan Allah’ın ismine yemin ederim ki padişah olmayı fikrimden bile geçirmezdim. Eğer onlar padişah olsaydılar büyük babam Fatih’in bıraktığı miras yok olacak, memleket çok büyük bir uçuruma sürüklenecekti. Pederim saltanatı büyük kardeşim Ahmet Han’a vermek isteyince memleketin büyük bir tehlikeye düşeceğini yakinen anladım ve bu bakımdan ona karşı çıktım. Vatan bin türlü tehlike içerisinde inlerken o hâlâ padişah olmak sevdasında ve hırsında idi ve bu bakımdan bana isyan etti. Darende ve Amasya’yı ele geçirdi. Anadolu’ya padişah olduğunu iddia ederek memleketi bölmeye çalışıyordu. O düşünmüyordu ki, ‘Bir postta iki aslan oturmaz.’Düşünmüyordu ki, ‘Bir kına iki kılıç sığmaz.’ Hem akıl etmiyordu ki‘Bir memlekette iki padişah olmaz.’ Kan dökülmemesi için kendisini çok ikaz ettim, ama o bu sevdasından vazgeçmedi.”

Bu konu ile ilgili güzel bir darb-ı mesel vardır: “On derviş bir kilimi paylaşır da iki sultan bir iklimi paylaşamaz.” derler. Zira devlet işi ile tasavvuf mesleği arasında, sevk ve idarede çok farklılıklar vardır.1

Annesinin Yavuz Selim’e Tarihî Nasihati

Kardeşlerinin isyan etmelerinden dolayı son derece üzüntülü ve düşünceli olan Yavuz Selim’e ilk hocası olan validesi, bir gün yanına gelerek kendisine şöyle der:

“Oğlum Selim! Seni sürekli gazaplı ve celalli görüyorum. Çehren çok değişti. Yüzünde derin bir teessür ve keder var. Bu ne hâldir oğlum?”

Sultan Selim:

“Nasıl çehrem değişmesin, kalbim kederler içerisinde yanmasın ey aziz ve müşfik anacığım! Her gün bin türlü acı ve korkunç haberler alıyorum. Bu acı hatıralar kalbimi ve dimağımı yakıyor. Ve ruhumda büyük fırtınalar koparıyor.”

Validesi:

“Metanet, oğlum Selim, metanet!”

Selim:

“Emin ol anacığım ben hiçbir zaman metaneti elden bırakmadım. Fakat kardeşim Ahmet padişahlık sevdasını bırakmıyor ve isyan ediyor. Memleketin her köşesini kanlara boyamaya çalışıyor.”

Validesi:

“Şüphe yok ki kardeşinin Amasya’da yaktığı fesat ocağının dumanları pek yakında buralara kadar gelecektir. İhtimaldir ki birkaç gün sonra bu şehrin civarındaki dağlar yüzlerce ve binlerce yiğidin kanıyla sulanacaktır. Ne yapayım oğlum, kardeşin böyle istiyor. Dökülecek kanlara o sebep olacak, bunun hesabını Allah ondan sorsun. Ecdadın tarihini hatırla. Sultan Yıldırım Beyazit’in zamanını düşün. Artık tahta çıkabilmek için kardeşiyle cenk etmek âdet hâline gelmiştir. Kim bilir, bu utanç verici hâl daha ne kadar sürecek. Kardeşin seni o makamdan indirmeye ve oraya çıkmaya çalışacak. Ama inan ki muvaffak olamayacaktır. Çünkü tahta en evvel çıkan, tahtın sahibi ve hâkimidir. Hâlk onu padişah tanıdıktan sonra kimse onu oradan indiremez. İşte amcan Sultan Cem’in durumu ortada. Birkaç kez isyan etti ama sonuç malum.”

“Bu milletin selameti ve vatanın bekası için eğer icap ederse benim bile kanıma gir. Onu sana helal ederim.”

“Yeter ki millet yaşasın, vatan tehlikeden kurtulsun. Bu bakımdan sen istikbalde vuku bulacak hadisatı şimdiden düşünme, hissine galebe çal ve metaneti elden bırakma. Emin ol ki müstakbel korkunç bir uçuruma değil selamete doğru gitmektedir.”

Batılı bir oryantalistin bir tespiti çok calibi dikkattir. Bu zat Avrupa’nın kralları ile Osmanlı sultanlarının, sevk ve idaresini inceledikten sonra şuna karar vermiştir:

“Bizim krallarımız kendi şahsı ve yakınlarının menfaatı, keyif ve huzuru için raiyetlerini katliamdan geçirmiştir. Selatin-i Osmaniye ise milletinin, devletinin ve raiyetlerinin hakkı, hukuku ve saadeti için evlat ve kardeşlerini öldürmüşlerdir.”

Evet, Yavuz Sultan Selim’in kalbini ve ahval-i ruhiyesini anlamayanlar, onun, kardeşlerini kuru bir makam uğruna öldürttüğünü iddia edenler şunu çok iyi bilmelidirler ki, o Çaldıran seferi ile Anadolu’yu Şiilik tehlikesinden kurtardığı gibi, kardeşlerini öldürtmekle de Osmanlı hanedanının şeref ve haysiyetini kurtarmış ve devletin payidar olmasını sağlamıştır. Öyle olmasa idi padişahlık kavgaları baş gösterecek, Anadolu’nun her köşesinde bir bey çıkacak, Osmanlı devleti inkıraza uğrayacak ve millet yok olacaktı. Bu yüzden o hiç kimsenin yapamayacağı ve tahammül edemeyeceği acılara katlanarak memleketin başına gelecek felaketleri bertaraf etmiştir. Nitekim kendisi de bu hususu şöyle ifade eder.

“Eğer böyle yapmasa idim ruhum daima azap içinde kalırdı. Büyük dedem Sultan Osman Han bana demez mi idi ki; ey oğlum Yavuz! Ben bu devleti senin ve kardeşlerinin ihtiraslarına kurban olması için mi tesis ettim? Büyük babam Fatih; ‘Yazıklar olsun sana ve kardeşlerine ki, ben yüz elli senelik bir devletin azim ve kuvvetiyle bin yıldır devam eden Roma İmparatorluğunu kabza-i tasarrufuma aldım, bir çağ kapatıp yeni bir çağ açtım. Siz ise iki günlük saltanat kavgasına kapıldınız da birbirinizle uğraşıp, memleketi inkıraza sürüklediniz. Benim ve ecdadımın ruhunu ıstırap içinde bıraktınız’ diye itap etmez miydi?”2

Endülüs’teki yöneticiler Yavuz Sultan Selim Han’ın yaptığı bu fedakârlığı yapamadıkları için medeniyetin merkezi olan ve Avrupa’ya Üstadlık yapan o muhteşem Endülüs medeniyeti maalesef yıkılmaktan kurtulamadı.

Zulümatlı Günler ve Kardeş Kavgaları

Yavuz Sultan Selim Han’ın Baş Veziri Sinan Paşa bir gün Yavuz Sultan Selim Han’ın huzuruna gelerek şöyle der:

“Padişahım size çok korkunç ve acı bir haber vereceğim.”

Yavuz Selim:

“Nedir o korkunç haber Sinan Paşa?”

Sinan Paşa:

“Efendim Malkoçzade Ali Bey’in yeğeni Hasan Bey, kardeşin Ahmet Han’ın ordusu ile Bursa’ya doğru hareket ettiğini söylüyor.”

Yavuz Selim bu haber karşısında çok müteessir olur ve kendi kendine “Eyvah kanlı günler yaklaşıyor.” diye söylenir. Daha sonra Malkoç-Zade Hasan Bey’in nerede olduğunu sorar. Sinan Paşa onun buraya geldiğini ve kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Yavuz, Hasan Bey’in huzura getirilmesini emreder ve yine kendi kendine:

“Bu elim hadisenin vuku bulmaması için olanca gücümle çalıştığım hâlde kardeşim ordusu ile üzerime geliyor. Bu aziz vatanın üstünde korkunç fırtınalar esiyor. Artık kim bilir müstakbel ne gibi facialara hazırlanıyor. Kim bilir zavallı vatan daha ne kadar kanlı sahneler görecek. Ne zamana kadar kendi menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyen kimselerin elinde oyuncak olacak.”

der ve ellerini kaldırarak şöyle dua eder:

“Ey bütün mevcudatın ezelî ve ebedî Hâlık’ı! Ey bütün kâinattaki umum ahenk ve nizamın nazımı! Ey sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ım! Bu milleti bela ve fitnelerden kurtarmam için benden yardımını esirgeme.”

Az sonra Hasan Bey huzura girer. Yavuz Sultan Selim: “Hasan Bey getirdiğin bu kara haberden inşallah hayırlı neticeler çıkarır ve yaklaşan bu tehlikelere bir çare buluruz. Şimdi sen bu meseleyi etraflıca anlat bakâlım.” der.

Hasan Bey:

“Devletli padişahım, kardeşiniz Ahmet Han Amasya’yı zaptederek kendisini padişah ilan etti. Biz canımızı zor kurtardık ve durumu size haber vermek için buraya geldik. Tellallar hâlkı size karşı isyana ve savaşmaya davet ediyor. Kendi padişahlarının Ahmet Han olduğunu ve Sultan Selim’i tanımadıklarını söylüyorlar. Tahta çıkmak Ahmet Han’ın hakkıdır, Sultan Selim haksız olarak tahta çıkmıştır.” diyorlar.

Yavuz Sultan Selim:

 “Allah’tan korkmayan, kendi keyfinden başka bir şey düşünmeyen kimselere ne diyeyim. Kardeşlerimin padişah olma hevesi ve ihtirası yüzünden vatanın tehlikeye girmemesi için elimden geleni yaptım. Bundan dolayı aylarca ağladım, hâlende ağlıyorum ve hayatımın sonuna kadar da ağlayacağım. Memleketimin huzur ve selameti için buna mecburdum. Şimdi de diğer kardeşim Ahmet Han bana isyan ediyor ve benimle savaşmak için üzerime geliyor.”

Hasan Bey:

“Devletlü Padişahım! Bir kısım insanlar peygamberlerin tebliğini bile kabul etmemiş ve onların nicesini acımasızca katletmişlerdir. Elbette milletin birlik ve beraberliği için çalışan bir padişahın icraatını kabul etmeyen bazı cahil ve menfaatperest kimseler de olacaktır. Bunun için müteessir olmayınız. Hem, başta yeniçeriler olmak üzere hâlkın çoğu zatınıza karşı sadıktırlar.‘Sultanımızın payidar olması için kanımızın son damlasına kadar savaşmayı ve onun uğrunda ölmeyi şeref sayarız’ diyorlar.”

Yavuz Sultan Selim, Hasan Bey’in bu konuşmasından fevkalade mesrur olur, ancak durumun ciddiyetinden dolayı da hemen savaş için hazırlık yapılmasını emreder. Yavuz, Sinan Paşa ile Hasan Bey’in dışarı çıkmasından sonra tekrar ellerini kaldırır ve şöyle dua eder:

“Ey yüceler yücesi Allah’ım! Ey Bütün insanların kalbindeki gizli şeyleri bilen Yezdan’ım! Kalbim ve maksadım elbette sana malumdur. Ben bir yandan Mısır’da Çerkez Beyleri ile öte yandan İran’daki Şah İsmail’in fitnesiyle uğraşırken, şimdi de kardeşim Ahmet Han bana isyan edip savaşa geliyor. Dışarıdakilerin bana olan düşmanlığını anlıyorum. Çünkü onlar benim maksadımı bilmezler. Ya benim kardeşime ne demeli; birbirimizi çok iyi tanıdığımız hâlde neden bana düşman oluyor. Ben isterdim ki kardeşlerim Ahmet ve Korkut ile beraber bu vatanın birliği ve milletin payidar olması için çalışalım. Heyhat! Kardeşlerimin benimle çalışmaları bir yana, onlar benim icraatlarıma engel oldular ve bana düşman kesildiler.”

“Ey kadir-i mutlak! Ey sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ım!Nedir bu insanlardaki makam ve şöhret sevdası? Nedir herkesin gözünü bürüyen siyaset ve tama hırsı?”

Kardeş Savaşları

Manisa’da bulunan Korkut, Selim’in bir ordu ile üzerine geldiğini haber alınca Piyale Bey’le beraber kaçmış, daha sonra da yakalanarak idam edilmiştir. Şehzade Korkud yanındaki Piyale Bey’e

“Nizâm-ı âlem için belki vücudumuz feda edilir. Ölümüme yanmam, ama mevtime ağlayacak kimse bile yoktur.”

der. İdam edilmezden evvel müsaade ister, padişaha verilmek üzere manzum bir mektup yazar, iki rekât namaz kıldıktan sonra idam edilir. Hâlbuki Korkut, Sultan Selim’e ilk biat edenlerden olmuş ve sadakatle hizmet edeceğine dair söz vermişti. Ne yazık ki, tahrik edildi ve saltanat hevesine kapıldı. Böyle âlim ve fazıl bir insanın bu tür işlere nasıl cüret ettiği anlaşılır bir durum değildir.

Hükümet erkânından başta veziriazam Koca Mustafa Paşa olmak üzere, Barbaros Oruç ve Hızır kardeşler ile bazı devlet erkânının destek vermesi ve yeniçeri ocağının büyük zabitlerinin şehzâde Ahmed’i hükümdar yapmak için mektup göndermeleri, onu ümitlendirmişti. Ona, Vatikan’ın verdiği desteğini de unutmamak gerek.

Yavuz Sultan Selim, Şehzâde Ahmed’in üzerine meşhur Malkoç oğlu Bâli Bey’in oğlu Ali Bey kumandasında bir kuvvet yollayınca, Ahmed, Şah İsmail’den yardım istemek üzere iki oğlunu İran’a göndermiş, kendisi de Malatya’ya oradan da Amasya’ya kaçmıştır. Şehzâde Ahmed’in Kasım adındaki oğlu Memluklere iltica etmiş, Murad adındaki diğer oğlu ise bir müddet Şah İsmail’in yanında kalmış, hatta İran’da sancakbeyi derecesinde bir makama getirilmiştir. Bu hizmette iken vefat etmiştir. Şehzade Ahmed’in hükümdar sıfatıyla Anadolu’da faaliyet gösterdiğine dair Topkapı Sarayı arşivinde birçok vesika vardır.

14 Nisan 1513 yılında Şehzade Ahmed ile Yavuz Selim arasında yapılan savaşta, Ahmed, Yavuz Selim’in ordusunu hezimete uğratmış ve yaklaşık yedi bin kişiyi öldürmüştür. Daha sonraki savaşta mağlup olan Ahmed idam edilmiştir.1

Şehzade Ahmet’in Yüzüğü

Yavuz Sultan Selim Han’a karşı savaşan Ahmet Han mağlup olmuş ve idam edilmişti. Ahmet Han idam edilirken, Yavuz Sultan Selim’e karşı haksızlık yaptığını ve bu meselede onun haklı olduğunu vicdanen kabul etmiş olacak ki,

“Benim bu yüzüğüm, Yavuz Sultan Selim’e son yâdigârım olsun ve beni hatırlasın.”

diyerek, Rumeli’nin bir yılık vergisine denk geldiği rivayet edilen parmağındaki yüzüğü bir yâdigâr olarak kabul etmesi ricasıyla ona hediye etmiştir.

Nitekim Yavuz Selim zaman zaman o yüzüğe bakarak şöyle derdi:

“Ben o yüzüğe bakarak geçmiş zamanın hadisatını hatırlıyorum ve bundan da kalbim sızlıyor. Kardeşlerim ve yeğenlerimin mezarlarından çıkarak üzerime geldiklerini, ‘Bize niçin kıydın’ diye huzur-u ilahiyeye şikâyetçi olduklarını hayal ediyorum. Gecelerim müthiş ıstıraplar ve kabuslar içinde geçiyor. Gözüme bir iki saat uyku geçtiği zaman bile, rüyamda kanlar içinde yüzüyor ve ifritlerle pençeleşiyorum. Ah! Keşke mümkün olsaydı da bin bir türlü felaketlerin ve acıların, tahammülsüz ıstıraplar altında inleyen zavallı kalbimi açarak onlara gösterebilseydim. O zaman herkes anlardı ki Selim, kardeşlerinin ölümünden dolayı hissi ve vicdanıyla daima mücadele hâlindedir. Hayalen onlara hitap ederek şöyle diyorum:

‘Ey aziz kardeşlerim Ahmet ve Korkut! Niçin bana ıstırap veriyorsunuz? Niçin bana dargınsınız? Ben de kendime dargınım. Lakin ne yapayım beni siz mecbur bıraktınız. Sizi, vatanımı kurtarmak ve milletimi yaşatmak için öldürtmeye mecbur kaldım. Eğer böyle olmasaydı vatan elden gidecek, anarşi ve fitne baş gösterecekti.’2

Bu hadisat Sultan Abdülhamit Han’ın şu sözünün ne kadar isabetli olduğunu da ortaya koymaktadır:

“Devlet; şefkat ve merhamet ile değil, hikmet ve maslahat ile idare edilir.”

Yavuz, idam ettirdiği iki ağabeyi ile on yeğeninin servetlerini hazineye almamış, onların tamamını müteveffaların zevcelerine, kızlarına, analarına, yani kanuni mirasçılarına vermiş, üstelik bunların hepsine maaş bağlatmıştır. Sultan Korkut’un iki kızı hakkında pek lütufkâr davranmıştır. Sultan Ahmed’in pek büyük olan servetini, son kuruşuna kadar hayatta bulunan yaşlı anası Bülbül Hatun’a vermiş, oğlunun şanına layık hayır eserleri yaptırmasını da tavsiye eylemiştir.3 Bütün bunlardan da anlaşıldığı gibi Yavuz, vatanın bekası, milletin selameti, birlik ve dirliği ve yüksek menfaatleri adına yapmıştır.

Yavuz Selim, Korkut Han’ın en sadık adamlarından biri olan Piyale Bey’e: “Seni, çok az insana nasip olan büyük sadakatinden dolayı affediyorum.” deyip vezirlik teklif edince, Piyale Bey yine büyük sadakat örneği gösterir ve Yavuz Sultan Selim’e: “Sultanım bundan sonra benim vazifem Şehzade Korkut’un türbedarı olmaktır.” der ve onun teklifini kabul etmez.

Yavuz ile Hocası Hilmi Efendinin Mükâlemesi

Bir gün Yavuz Sultan Selim’in hocası Hilmi Efendi içeri girer. Biraz sohbetten sonra Yavuz Sultan Selim, her gün bin bir türlü dert ve ıstırap içerisinde yuvarlandığını, ama Cenab-ı Hakk’ın her zaman sabır ve tahammül ihsan ettiğini söyler.

Hilmi Efendi:

“Sultan’ım! Sabrın sonu selamettir. Bu bakımdan, ‘Sabır, bütün sıkıntıların anahtarıdır.’ hadisini her zaman hatırında tut. Sabır ve metanetle yalnız kendi şahsını değil, milletin ve memleketin de selametini temin edersin. Sen artık şehzade Selim değil, bir padişahsın ve ulu’l- emirsin. Ömrümün son deminde senin bu makamda oturduğunu görmemden dolayı, milletin ve memleketin geleceğinden emin olarak dar-ı ahirete ve Allah’ın huzuruna sürur ve emniyetle gideceğime inanıyorum.”

Hocasının bu sözlerinden fevkalade memnun olan Selim, tebessümle şöyle der;

“Bana büyük bir hüsnüteveccüh gösteriyorsunuz. Ancak benim gayem taç ve taht sevdası değildir. Bu makama da ancak sizin duanız, himmetiniz ve irşadınız ile nail oldum.”

Hilmi Efendi:

“Ben sana yalnız hakikatleri anlattım. Memleketin kardeşlerinin elinde kalması hâlinde vatanın inkırazına ve milletin izmihlaline sebep olacaktır, dedim. Sen de Allah’ın ihsan ettiği zekân ve metanetin, hüsn-ü niyet ve dirayetinle bu milleti dağılma tehlikesinden kurtarmaya biiznillah vesile oldun. Kendi gayretlerinle bu makama yükseldin. Bu şeref sana aittir. Bundan dolayı bana yalnız iftihar ve şükretmek düşer, o da bana yeter.” der.

Yavuz:

“Muhterem Efendim büyük tehlike hâlâ devam ediyor.”

Hilmi Efendi:

“Nedir o büyük tehlike?”

Yavuz Selim:

“Anadolu’da günden güne artan Şii’lik tehlikesi İstanbul ve Edirne’ye kadar yaklaşıyor ve Şah İsmail bunun için büyük gayret sarf ediyor.”

Hilmi Efendi:

“O mesele seni ıstırap içinde bırakmasın, hakiki bir cerayan-ı fikrin önüne hiçbir şey set çekemez. Hak ve hakikate istinat eden bir binayı, cahil ve müfsitlerin teşebbüsü yıkamaz. Zira sen hak ve hakikat uğrunda çalışıyorsun. Hiç şüphe yok ki, Allah’ın inayet ve yardımı seninle beraberdir.”

“Şah İsmail ise kendi şahsi ihtirası ve ikbali için Ehl-i sünnet Mezhebini ortadan kaldırmak üzere hayali ve batıl mezhepleri yaymaya çalışıyor. Şu ezeli bir kanundur ki, hak ve hakikat ilim ve cehalet her zaman mücadele etmiştir ve edecektir. Lakin hak ve hakikat her zaman galip gelmiştir. Batıl ve cehalet her zaman mağlup olup mahkûm kalacaktır. Sen; Ehl-i sünneti muhafaza ettikçe, hak ve hakikatten ve insaniyetten ayrılmadıkça her zaman galip geleceksin. Şah İsmail akla hayale gelmeyen fitnelere başvursa bile mutlaka mağlup olacaktır. Zira, hak üzerine hiçbir şey galip gelemez ve onu mağlup edemez. Şunu da derim ki, muvaffakiyet ve fütuhatın, neşeni artırıp da seni gururlandırmasın. Padişahlığın azamet ve haşmetinden gururlanarak keyfine ve iradene göre hareket etmeyesin. Hiçbir zaman unutma ki, sen ancak pek mahdut bir memleketin ve ailenin hâkimisin. Âlemdeki umumi intizam ve nizamın nazımı Cenab-ı Allah’tır. O, senin ve milletinin, yerlerin, göklerin, bağların, deryaların ve on sekiz bin âlemin hâkimi ve nâzımıdır. Hiçbir zaman doğruluktan ayrılma ve kimseye haksızlık yapma.”4

Yavuz Sultan Selim:

“Aziz ve muhterem hocam, Cenab-ı Hak şahittir ki, şu ana kadar kendi ikbal ve saadetim için hiçbir kimseye fenalık etmedim.” der.

Yine bir gün Sultan Selim Hocası Hilmi Efendiyle sohbet ettiği bir sırada Vezir-i Azam Sinan Paşa içeri girer, tazim ve hürmetten sonra kapalı bir zarfı Sultan’a takdim eder.

Padişah: “Nedir bu Sinan Paşa! Nereden ve kimden geliyor?” diye sorar.

Sinan Paşa’nın: “Devletlu Padişahım, Malkoç-zade Hasan Bey’den, Ankara’dan geliyor.” demesi üzerine Yavuz, hemen zarfı açar ve sessizce okumaya başlar. Çehresinde gazap ve şiddet alametleri belirir. Hocası Hilmi Efendi; “Hayırdır inşallah Sultanım; elinden yavrusu alınan bir aslan gibi birden celal ve gazaplandın.” diye sorduğunda;

Sultan Selim:

“Muhterem Hocam! Takdir edersiniz ki bir padişahın milletine olan muhabbeti bir aslanın yavrusuna olan ilgisinden daha fazladır. Milleti izmihlale sürüklenmek istenen bir padişahın şiddet ve öfkesi de yavrusu elinden alınan bir aslanınkinden elbette daha şiddetlidir.”

dedikten sonra mektubu okuması için hocasına uzatır. Hilmi Efendi tebessüm ederek; “Osmanlı Padişahı Sultan Selim’e yazılan bir mektubu hoca Hilmi Efendi’nin okumaya hakkı var mıdır?” diye engin tevazuunu dile getirince, Sultan Selim Han: “Padişah hocasının elbette ki hakkı vardır.” der. Bunun üzerine Hilmi Efendi mektubu okumaya başlar. Şah İsmail’in adamlarının Ankara civarına kadar sokulup binlerce insanı kendi şahları tarafına çevirdiklerini, milletin din ve mezhebini bile değiştirmeye yönelik ifsat faaliyetlerde bulunduklarını okuyan Hilmi Efendi bu durumun yalnız Osmanlı hanedanı için değil, bütün âlem-i İslam için de dehşetli bir tehlike olduğunun idrakinde olarak padişaha şöyle der:

“Sultanım! Gazap etmeye elbette ki hakkın var. Lakin bu öfkeniz ve şiddetiniz itidal ve sükûnetinizi kaybettirecek dereceye varmasın.”

tavsiyesinde bulunur. Zaten Yavuz, bu gibi mühim meselelerde hocaları ile sürekli istişare eder ve onların görüşlerini aldıktan sonra karar verirdi. İşte İran seferi öncesi hocası ile bu meseleyi istişare etmesi de bu özelliğinin bir delilidir.

Mehmed Kırkıncı

Dipnotlar:

1 Yavuz Sultan Selim’in iç mücadeleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ali,Künhülahbar, v. 204a-21b.
2 Kenan Yusuf, Yavuz Sultan Selim ve İttihad-ı İslam Siyaseti Mithat Paşa Sanayi Mektebi (Selanik).
3 M.Ç.Uluçay, V. Türk Tarih Kongresi Zabıtları, 428.
4 Kenan Yusuf, Yavuz Sultan Selim ve İttihad-ı İslam Siyaseti Mithat Paşa Sanayi Mektebi (Selanik).

* Yavuz Sultan Selim’in bu ve benzeri hususiyetleri hakkında bilgi edinmek için bk. Muhyi Çelebi, Selim-Name, İzzet Koyunoğlu Kitaplığı, Konya, Nr. 13335.

Âlime ve İlmi Hürmette İbretli Bir Hadise

Şu ibretli hadise de Yavuz Sultan Selim’in âlimlere ne kadar kıymet verdiğinin açık bir delilidir:

Yavuz Sultan Selim Han Mısır seferi dönüşünde Adana civarına geldiklerinde şiddetli bir yağmur yağmış ve her taraf âdeta çamur deryasına dönüşmüştür. Yavuz Sultan Selim Han devrin meşhur âlimlerinden Kemal Paşazade ile atın üstünde yan yana gidiyorlardı.  Kemal Paşazade’nin atının ayağından sıçrayan çamur Yavuz Sultan Selim Han’ın elbisesini kirletmişti. Bu durum karşısında Kemal Paşazade’nin derin bir mahcubiyete düştüğünü ve ziyâdesiyle üzüldüğünü gören Yavuz Sultan Selim Han, onun yüzüne bakar ve tebessümle şöyle der:

“Ulemanın atının ayağından sıçrayıp, elbisemizi kirleten çamur, çok mübarektir ve bizim için büyük bir şereftir. Vasiyet ediyorum, ben ölünce bu çamurlu kaftanı üzerime örtün.”

Nitekim Yavuz Sultan Selim vefat edince, bu vasiyeti yerine getirilmiş ve çamuru ile muhafaza edilen kaftan sandukçasının üzerine örtülmüştür.

Bu vasıflar sayesindedir ki, Osmanlılar altı asır boyunca dünyaya hâkim olmuş, maddi ve manevi kuvvet ve kudret kazanmışlar, maarifte, hoşgörüde, şecaatte, cesarette, şefkat ve merhamette insanlık âlemine numune olmuşlardır.

Mehmed Kırkıncı

Yavuz, Ahmet Aytimur ve Bediüzzaman

Ahmet Aytimur, Bediüzzaman onu şeyhülislamı olarak tesmiye etmiş. Bediüzzaman’ın eserlerini fırtınalı yıllarda, neşretmek gibi büyük bir görev üstlenmiş insan Ahmet Aytimur. Bizim ona bir takım sıfatlar vermemiz bize yakışmaz, sıfatlandırmak biraz da denk vasıflara dönük bir şey olsa  gerek.Mizacı bala pervazane  yaşamaya müsait olmayan bir insan. Hizmetin sahnede gösterdiği kadar görünmüş sonra dramaturgun sahneden çekilmesinden sonra sırası gelince kendisi de sahneyi terketmiş, sahnede kalmak için tavırlar sergilememiş.Cemaat içinde sahnede görünmek ve etkin olmak pek de kitabı değerlere göre değil, bu işi başaran tipler bir şekilde sahnedeki ömürlerini uzatırlar  ama bir kısmı da eleştirilere aldırmadan işine devam eder.Ahmet Aytimur , Tahir Ağabey’in yanına defnedilmek istemiş, mizaç ve karakter itibari ile ikisi de şamatanın ,ihtilafın, çekişmenin dışında kalma dehasını göstermiş insanlar. Tahir ağabeyi  hazretleri ismi konduğunda isminin geleceğini ifşa ettiğini ne bilebilirdi. Ama  ismi onun beşikten mezara kadarki hayat seyrini gösteren beş harften oluşuyor.

Aile ona  Tahir demişler

Soyadı ile uzlaşmış isim Mutlu

Tahir olduğu için mutlu

Hayatı ile ismi ve soyadı

Ne kadar  denk düşmüş

Sonra ebedi mutluluklar dağıtan

Bir insanla tanışmış

Bediüzzaman en olumsuz şartlarda

Mutlu olabilmiş,ne kadar zor

İnsanları mutsuz edip koltuğa yapışmak

Gibi bir ağabeyilik istememiş Tahir Abi

Ahmet Aytimurla bir keresinde Çanakkalede karşılaştık. İnsana bu kadar saygı gösteren bir insan görmedim. Utandım onun yanında , mahcub oldum , için için ağladım, gözyaşlarım içime aktı. O Bediüzzaman’ın talebesi olan bir profösürün değerini biliyordu ki , ne kadar saygılı davrandı, az kalsın ağabey bu kadarı fazla diyecek oldum, ama benim  kirli paslı bir adam , kılıç artığı bir adam ne olduğum belli , önemli olan onun dünyasına benim yansımam.iki şey çok önemli kadirbilirlik ve hakperestlik. Bunun ben bizim içimizde görmedim. Kırık çay kaşığını çöpe atan talebelerine kızıp onu lehimletip aksesuarlarına ekleyen adamdır Bediüzzaman.  Bediüzzaman’ı yere göğe koyamayan adamlar, kendilerini nereye koymaları gerektiğini düşünürler mi   bilemem. Sahnede hep ben va rım ve ben olacağım diyenler kadirbilir olamaz.Bediüzzaman Ali İhsan  Tola’ya hizmet için evini taşıyan Mehmet Baştaş’a ahirette sahip çıkacağını söyler. Kadirbilirlik bu işte.

Ahmet Aytimur’la Üstad Bediüzzaman Yavuz Sultan Selim’in mezarına giderler, malum ya İstanbul’da Fatih semtinde, mütevazi bir mezar, sade bir cami , alayişi nümayişi yok. Mısır seferine çıkarken bir cami ister, “ nasıl olsun efendim” derler,  “ sade bir şey olsun” der. Ben o camide bulutlarda uçuyorum sandım, o kadar kendimi mutlu hissettim. Yavuz hazretlerinin debdebede uzak ruhu camiye yansımıştı. Hep sade yaşamış, Hz Ömer ve Hz Ebubekir gibi, onlar da sadelik vadisinin piri, bir de Bediüzzaman Allah’ım  Bediüzzaman’ da sadelik   nasıl anlatılır. Debdebe , görüntü onun ruhunu tırmalar sanki o kadar sadelikdışı görüntülerden uzak.Evinde eşyalarına bak, o eşyaları ancak o kullanır.

Bediüzzaman dua eder kim bilirneler konuştular, Bediüzzaman Yavuz’un mezarına gitmiş, Fatih’e de gitmiş. Bir de Mevlana’ya . Yalın ayak girmiş hazretin huzuruna kim bilir baktı o mekana neler konuştu. Konuşmaların üçüncü kulağı ben olaydım.Şaban saflığında bir istek değil mi? Ahmet Aytimur Ağabeye derki “ biz farklı düşünüyorduk, o bizi ikna etti onun gibi düşündük” Anam üçler kırklar yedilerden bahsederdi , onların bir araya geldiklerini konuştuklarını söylerdi. Molla Hamid Ağabeyi bir gün gece kaldırır bir yere götürür, Bediüzzaman. Hamid Ağabey yeşil sarıklı , cübbeli adamları görünce kaçar eve gelir. Ertesi gün üstad; “Keçeli sabretseydin bak seni nerelere taşırdım” “ Yok üstadım ben korkarım” demiş.

Aytimur Abi’ye dedim bu görüşme yakaza yüz yüze dedi evet öyle . Demek onlara ölü denmez, onlar bizimle görür bizimle duyarlar, “Allah’ın şehitlerine ölü demeyiniz” diye buyurulur ya. Bediüzzaman kendi memleketlerini görüyor kimbilir ne kadar elemler duyuyordur. Sarıyerde bir genç kız ile erkeğin sarılıp dolaştığını görünce hıçkıra hıçkıra ağlar. Ya bugün olanları görse ne der.

Selimname ‘nin başını buraya Yahya Kemal , ve Bediüzzaman ve Ahmet Aytimur abiye hürmeten alıyoruz.

Selimname

Eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

Gökyüzünden kader fermanı , haberi geldiği zaman  cihanda var olan herkesin kulağına kanat sesleri gelir, yani haberi getiren meleğin veya melekler grubunun sesleri cihana yayılır, meleklerin kanat çırpışları. Büyük bir haber gelmektedir yer yüzüne. Haber arşta düşünülmüş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Nasıl hayal etmiş himmet Efendi değil mi ? Ne kadar derin bir hayal.

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

Fetihler döneminin başladığını İsrafil aleyhisselamın düdüğü müjdeler. Çünkü Allah alemin düzenini  sağlamak için dünyaya bir er göndermektedir. Anadolu yanlış propagandalarla  karışmış, milletin itikadı alevi yaygarası ile kötüdür. Yavuz Bunları görmektedir Trabzon valililiği  sırasında , işte alemi düzeltmek için bir er yani Yavuz Sultan selim görevlendirilmiştir semada arşta

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

Elbetteki Anadolu’da ki bu şerli olaylar üzerine Peygamberimiz rahatsızdır, bu yüzden Cebrail   Ravza-yı nebiye gidip gelmektedir, ne demdir birçok keredir. Durum Habibullaha arzedilmiştir. Peygamber ve Cebrail bu olumsuzlukları düzeltmek için konuşmuşlardır. Hele bak himmet efendi neler neler söylemiş, bidaha oku.

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

Bu gidiş geliş manzarasını gören melekler anladılar ki  Peygamberimizin temiz kabrine Allah’ın arşından  Cebrail aracılığıyla  bir mesaj gönderiliyor.

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

Yeryüzündeki karışıklıkları düzeltmek için bir ferman ortaya konmuştur, o fermanı uygulamak için Sultan Selim gibi bir yiğit aslan dünyaya adım atıyor. Git ve düzelt diye bir emir  veriliyor ve Yavuz seçiliyor.  Ne mutlu adam değil mi himmet Efendi evet hocam, büyüklerin görevlendirmesi de büyük ve azametli  evet.

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

Sancağının alemi üzerinde uçmak için fetih kuşu seher vakti esen  nesim gibi süzülerek geliyor. Yani haberle birlikte fetihin sancakları  seher rüzgarı gibi geliyor. Burada fethin asaleti ve yumuşaklığı ve insaniliği anlatılmak için seher vakti rüzgarı kullanılmış. Hallbuki çok fetihler zulüm ve fırtınadır.

 

Yavuz’un gelişini  Yahya Kemal Peygamber, Cebrail ve Allah  arasındaki konuşmalarla oluşturulduğunu anlatır, yukarıdaki mısralarda.

Himmet Uç

Kırkıncı Hoca ve Yahya Kemal’in Selimnamesi

Erzurum’a haziran ayı  içinde bir sempozyum için gitmiştim, orada Kırkıncı hoca ile elli yıldır hizmette devam ettiği kümbet mekanında konuştuk, bugünlere nasıl gelindiğini anlattı. Daha sonra Yavuz Sultan Selim hakkında bir de kitap yazmış olan Kırkıncı Hoca ile Yahya Kemal’in Selimname’sini okuduk. Kırkıncı Hoca kitabında ırkçılığın zararlarından bahseder.” Şunu hem en ifade edelim ki  insanlarda  istismara en müsait en zayıf damar kavmiyetçilik damarıdır. Bugün birtakım iç ve dış güçler  insanımızın bu damarını  kendi menfur emellerine alet etmek istemektedirler.Bu vatanda yaşayan  vatandaşlarımız  özellikle de Türkler ile Kürtler islam kardeşliği sayesinde  böyle bir hataya düşmeyeceklerdir inşallah. Çünkü onlar  biliyorlar ki bütün bunlar  Türkiye’nin gelişmesini istemeyen  ve onları bölmeye  çalışan zındıkların planı ve sinsi oyunlarıdır.  (M Kırkıncı , Y S Selim 15)

Selimname’yi  Yahya Kemal Yavuz Sultan Selim için yazmış. Şöyle başlar;

Devr-i Sultan Selim’i  yazmak izin

Seyf-i meslül kıldı hamesini

Sultan  Selim dönemini yazmak için kalemini bir kılıç gibi kınından sıyırdı çıkardı;

Halk Yahya Kemal’e rahmet okur

Guş ederken Selimnanesini

İnsanlar Yahya Kemal’in Selimnamesini okudukları zaman onu rahmetle anarlar. Yahya Kemal bu şiiri okuyucular tarafından rahmetle anılmak için yani dini bir endişe ile yazmıştır. Ne güzel bir niyeti varmış Yahya Kemal’in himmet Efendi değil mi ? evet hocam.

Başlayış

– 1514 –
eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

Gökyüzünden kader fermanı , haberi geldiği zaman  cihanda var olan herkesin kulağına kanat sesleri gelir, yani haberi getiren meleğin veya melekler grubunun sesleri cihana yayılır, meleklerin kanat çırpışları. Büyük bir haber gelmektedir yer yüzüne. Haber arşta düşünülmüş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Nasıl hayal etmiş himmet Efendi değil mi ? Ne kadar derin bir hayal.

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

Fetihler döneminin başladığını İsrafil aleyhisselamın düdüğü müjdeler. Çünkü Allah alemin düzenini  sağlamak için dünyaya bir er göndermektedir. Anadolu yanlış propagandalarla  karışmış, milletin itikadı alevi yaygarası ile kötüdür. Yavuz Bunları görmektedir Trabzon valililiği  sırasında , işte alemi düzeltmek için bir er yani Yavuz Sultan selim görevlendirilmiştir semada arşta

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

Elbetteki Anadolu’da ki bu şerli olaylar üzerine Peygamberimiz rahatsızdır, bu yüzden Cebrail   Ravza-yı nebiye gidip gelmektedir, ne demdir birçok keredir. Durum Habibullaha arzedilmiştir. Peygamber ve Cebrail bu olumsuzlukları düzeltmek için konuşmuşlardır. Hele bak himmet efendi neler neler söylemiş, bidaha oku.

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

Bu gidiş geliş manzarasını gören melekler anladılar ki  Peygamberimizin temiz kabrine Allah’ın arşından  Cebrail aracılığıyla  bir mesaj gönderiliyor.

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

Yeryüzündeki karışıklıkları düzeltmek için bir ferman ortaya konmuştur, o fermanı uygulamak için Sultan Selim gibi bir yiğit aslan dünyaya adım atıyor. Git ve düzelt diye bir emir  veriliyor ve Yavuz seçiliyor.  Ne mutlu adam değil mi himmet Efendi evet hocam, büyüklerin görevlendirmesi de büyük ve azametli  evet.

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

Sancağının alemi üzerinde uçmak için fetih kuşu seher vakti esen  nesim gibi süzülerek geliyor. Yani haberle birlikte fetihin sancakları  seher rüzgarı gibi geliyor. Burada fethin asaleti ve yumuşaklığı ve insaniliği anlatılmak için seher vakti rüzgarı kullanılmış. Hallbuki çok fetihler zulüm ve fırtınadır.

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

Sultan  Selim öyle bir hükümdardır ki düşman üzerine atını mahmuzlayınca  arkasından ellerinde kılıç  ve balta taşıyan  bir mahşeri kalabalık yani ordusu yürüyor.

ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür
 Tebrizsonra sıra sana gelecektir.

kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür

Şimdiye kadar nice sayısız  fetih hükümdarlarını gören iran ülkesi  zafer ordularının  hangi hükümdarla  birlikte geldiğini  görsün  bakalım.

tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tuğlar

Tekbir sesleri ile yükselen tuğlar  herkese göründü ve tuğlar öncülüğündeki ordu Üsküdar  sahrasına doğru yola koyuldu.  

S e f er

– 1514 –

tebrîz’e doğru çıktı sefer şâhrâhına
ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına

Tebriz’e doğru sefer yoluna çıkınca  ruhlar manevi muhafızlar padişahın ardında onunla birlikte yola koyuldular

at üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
râmoldu şîrler gibi yâvuz nigâhına

gazi askerler onun at üzerinde iken geçip gittiğini görünce onun arkasından itaatkarane tıpkı aslanlar gibi, onun heybetli ve haşmetli bakışının arkasından gittiler.

yekser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
câlis budur erîke-i âlem-penâhına

Topluca savaş için kılıç kuşanmış bir ümmetin alemi himayesine alan tahtına oturan padişah ancak böyle bir insan olabilir.

münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
bir devlet ermegaan edecektir ilâhına

Doğu ile batıyı  kendi tahtına ram edecek  Allah’ına bir böyle devlet armağan  ve Allah’ına böyle bir devlet armağan edecektir.

âhır ağardı tan yeri re’s-î cibâlden
serhad’de yol göründü acem tahtgâhına

Sonunda dağların üzerinden  tan yerinin ağardığı görüldü  ve Acem tahtının  bulunduğu yere doğru sınır boyları  r fermân-ı bî-eman kalkan hümâ gibi

tuğrâlu nâme gitti kızılbâş şâhına

Aman vermeyen bir emir ile padişahın  tuğrasının  bulunduğu ferman kızılbaş şahına doğru  hüma kuşu gibi gitti.

hâkan-ı rûm leşkeri yaklaştığın görüp
iran gerektir ağlasa baht-ı siyâhına

Anadolu askerlerinin yaklaştığını gören İranlılar  kara bahtlarına ağlasalar gerek

hengâm-ı remzi bildiren âvâz-ı hâtifî
aksetti her tarafta cibâlin cibâhına

Savaş zamanını bildiren hatifler, kendi görünmeyen sesler, her tarafa dağların cephelerine yankılandı.

sahrâ-yı çaldıran’da gazâ vardır erteye
ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına

Yarın Çaldıran ovasında  büyük bir savaş vardır, ey şimşek bu müjdeyi gökyüzünün güneşine ve ayına ulaştır

meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
rehyâb-ı milk-i nûşirevân oldu tuğlar

Tuğlar /askerler savaş meydanına  gölgelerini saldılar ve Nuşirevan’ın ülkesi olan İran’a doğru yola koyuldular.

çaldıran

– 1514-
her tûğ-ı pür-fürûğ verirken hücûma şan
her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşan

Her tuğ  çok ışık saçar  hücuma  şan verirken her kılıç parıldardı, esirgemez kan saçardı.

meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
nin Ey kader haşir ve neşir meydanını karıştırdın, kimi ölüp kimi diriliyor, imtihan anı mahşer gününü andırdı.
saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yaman
Alevi ifritleri, aşırı  hiddet ile sol kolda bize göründüler.
garkoldu hûna rûmeli beğlerbeği’yle ceyş
üç malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı can
Rumeli beylerbeyi  ve askerleri kana boğuldu, üç Malkoçoğlu  canlarını feda ettiler.

uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
lâyık mıdır felâkete ey rabb-ı müste’an

Uğrunda senin için her gazaya atılmış olan mücahidlere  felaket layık, mıdır ey sesleri işiten Rab.

her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
hiç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehan
Her yan kan içinde  hengamede iken , hiç esmeyen fetih rüzgarı ansızın esti
sağl kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
şirâne bir taarruzu sevk eyliyen sinan*

Sinan paşa aslangibi bir  taarruzu  idare ederek  sağ koldaki düşman askerini  bozguna uğrattı

şâh-ı adûya karşı kopan sarsar-ı zafer
indirdi yıldırım gibi bir darbe-î giran
 tâ arşa astı tîgıni sultan selîm han

Acemin taht ve tacını atlarının ayakları ile çiğnedi, kılıcını arşa astı.
sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tuğlar

Tuğlar  zafere kavuşmanın kadehini içerek kendilerinden geçtiler, tuğlar tebrizi gösteren rehberler oldular, o tarafa yürüdüler.

···

toplayış

– 1515 –

tebrîz’e uçtu feth-i celîlin hümâları
bir böyle hâli görmedi iran semâları
Fethin yüksek mevkili  devlet kuşları Tebriz ‘e uçtu, İran semaları böyle   hal görmedi

tevhîd içün bu halkı döğüşmüş yiğitlerin 
yüz şehre rekzedildi muzaffer livâları
Bu halkın  yiğitleri Allah yolunda , birlik olmayı Tevhid’ için  döğüşmüş ,başarılarını yüz şehre diktikleri bayrak ile kutladılar.
bir kutba bağlı cümle gönüller bir olmalı
mâdâm kâinâtta bir hudâları

her kişverinde kırmağa zencir-i şîa’yı
azmetti askerin ulu kîşver-küşâları

şia zincirini kırdı , Aleviliği  bozdu, askeri ile büyük ülkeler açmaya azmetti

mer’aşla kayserriye’yi fethetti bir dilîr
yükseldi rabb-ı izzet’e şükran duaları
Bir cesaretle Maraş ve Kayseri’yi fethetti, izzetli Rabbine şükran dağları yükseltti, ona bu zaferleri verdiği için
zülkadr’i sildi tîg-i selîmî harîtadan
engin göründü mısr ü hicâz’ın fezaları

Selim’in kılıcı  Zülkadir oğullarını  haritadan sildi , Mısır ve Hicaz  çölü ilerdeydi.

···Serdar-ı namdara ki ram etti Amid’i

  Azdır seramedan-ı kelamın senaları

Diyarbakır şöhretli kumandana boyun eğdi , onun methedecek sözler , söz söyleme ustalarının sözleri onu ifade edemez,

Tevhide koşmuş ehli cihadın birer birer

Zer-i hatla tak-ı arşa yazılsın gazaları

Savaşın ustaları  birer birer Tevhide koşmuş , arşın tepesine altın hatlla  yazılsın gazaları.

Her yerde remz i emn ü eman oldu tuğlar

Hem  Hakk’a hem hayata zaman oldu tuğlar

Herkes onlara emniyet etti ve sığındılar, hem Hakkın hem  da hayatın görüntüsü zamanı odular

mercidâbık

-1516-
seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
fethetti bir seferde nebîler diyârı’nı

Gökyüzündeki yıldızlar ve içindeki melekler bu kaderin büyük şehsuvarını kumandanını, büyük süvarisini seyrettin ve hayret etsinler, çünkü onlar alemi ve olaylarını seyrederler.insan ve melekler kainat sinemasının seyircileridir. Çünkü o bir seferde peygamberlerin geldiği diyarları fethetti
sahrâ-yı mercidâbık’a nakş eylemiş kader
islâm fikr-i vahdetinin kârzârını
Kader Mercidabık sahrasına nakşetti, islamın birlik fikrini
memlûk pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını

Memluk hükümdarı bu davayı çözmek için bütün varını ve gayretini  sarfetti

bir kaahirâne hırs ile memlûk leşkeri
gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını
Kahredici  bir hırs ile Memluk askerini , kavgaya saldı
bâran misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını

Ona yağmur misal top gülleleri yağdırdı, yerle bir etti, tahtını ve tacını elinden aldı
eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
bâkîsinin de tîg tamâm etini kârını
 Huzur nerede diye kaçtı , kılıcını silahını tesirsiz hale getirdi
sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-î zafer
görsün bahârının bu yaman lâlezârını

Zafer şahidleri onu meydana getirenler sahranın kanrengini görsünler, bahardaki bu lale bahçesini görsün.Kanlarla oluşan bu bahçeleri .

tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını
Millet ve mülk memleket için savaşanlara Suriye bütün güzellik ve hisarlarını açtı, onları kabul etti.

itmâm-ı gaalibiyyet içiün şanlı pâdişah
mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını
Galibiyetini tamamlamak için şanlı padişah, Mısır’ın içinde karar kılmak istedi.

şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
bâd-ı zaferle mısr’a vezân oldu tûğlar·

ridâniyye
-1517-

memlûkler bakıyyesi pür gayz edüp kıyâm
mısr içre kalmasun dedi bir tîg der-niyâm
Memluklerden  geriye kalan  öfke ve isyanlar  bir kılıç ve kılıç kını içinde  Mısır’da kalmasın.

vadî-i nîl-i tuttu anûdâne ser-te-ser
ordû-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm

Baştan başa inatçılar  nil vadisini tuttu, fetih ordusuna karşı tamamı karşı sürülmüş oldu.

pür-zûr saldıran kölemen fârisanını
saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm

 Çok kuvvetli saldıran Kölemen  askerlerini saf dışı ederek askerlerini gazi kıldı
kat’î hücûma geçti nihâyet mücâhidîn
mutlak bu harbe vermek içün şanlı bir hitâm

Mücahid askerler  mutlak bir harbe şanlı bir son vermek için hücumu geçtiler.
birden serildi hâke ridâniyye cephesi
bed’etti feth-i kaahire’den izhizâm-ı tâm
Ridaniye cephesi düşman tarafı birden  yere serildi , dağılma Kahire’den başladı
gazî vezîr-i âzamı a’dâ şehîd edüp
gûyâ büyük zaferden o gün aldı intikam
on mısr’a bir sinan* bedel olmazdı ey kazâ
şevketlü pâdişâhı bu hâl etti telhkâm
On Mısır’a bedel olmazdı bir sinan, şevketli padişah kederini böyle ifade etti
fevkindedir zaferden alınmış ganâimin
mü’minler etti vahdet-i islâm-ı iğtinâm
Zaferden alınmış  ganimetlerin ötesindedir, islamın birliğini temin etmek

hem şark’ı hem cenûb’u açan bir cihâddan
aksetti dehre nâ-mütenâhî bir ihtişâm
Hem doğuyu hem güneyi  açan bu cihaddan  dehre sonsuz bir ihtişam aksetti

hakka ki ser-firâz-ı cihân oldu tûğlar
ferman-dih-î zamân ü mekan oldu tûğlar

Hakikatki tuğlar başlar üstünde yükseldiler, mekan ve zamanı tesirleri altına aldılar

rıhlet

-1520-

bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
ukbâda yol göründü hudâ’dan bu dâvete
Takdirin öteye götürme nöbeti hükümdara gelmişti , ahirete yol göründü Hüda’dan gelen bu davete
doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
kudretlü pâdişâh veda etti millete
Kudretli padişahın gözleri ayrılık gözyaşları ile doldu , millete veda vakti geldi

tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete
Ömrünü Müslümanları birleştirmek tevhid maksadı ile  geçirmişti,  vahdet dergahına yükseltti armağanını . Akif de Yahya Kemal’de şiirlerinde bu ülkede birliği tevhidi savundular Kırkıncı Hoca Akif’ten nakleder kitabında. “Bütün hayatı  vatan ve millete hizmetle geçen  ve islamiyeti tavizsiz yaşayan Mehmet Akif milletin birlik ve beraberliğini  anlatan ve kavmiyetçiliği  telin eden şiirinde konuşur.

Ayrılık hissi nasıl girdi  sizin beyninize

Fikr-i kavmiyeti  şeytan mı sokan zihninize

Birbirinden  müteferrik bu kadar akvamı

Aynı milliyetin altında tutan islamı

Temelinden yıkacak zelzele kavmiyettir

Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir

Hani milliyetin islam idi.. kavmiyet ne

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine (M Kırkıncı Y S Selim 21)
râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayat hayât eyleyen
ervâha pîşdâr olarak girdi cennete
Bayrakların gölgesinde  hayatını feda eden ruhlara öncü olarak cennete girdi
yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
her cenkten getirdiği binlerce râyete
Ansızın yüce ebedi bahçeler  göründü, her savaştan getirdiği binlerce bayraktarla
dîdâr-ı fahr-ı âlem-i görmekti gayesi
gark-ı huşû çıktı huzûr-ı risâlete

Fahri Alemi peygamberimizi görmekti gayesi , huşu utanç içinde risaletin huzuruna çıktı.

Kırkıncı Hoca Peygamberimizden  de nakiller yapar. “Kavmiyet davasını çağıra n bizden değildir, kavmiyet uğruna savaşan da bizden değildir, keza kavmiyet davası üzerine ölen de bizden değildir. Kavmiyet davası güdenler cehennemde iki dizleri üzerine çökecek olanlardır. Dediler ki , Ey Allah’ın Resulü oruç tutsa namaz kılsa da mı , – Evet oruç tutsa namaz kılsa da , diye buyurdular. “(M Kırkıncı Y S Selim 26)

alnından öptü fahrederek fahr-ı kâinât
şabâş sundu sarfedilen bunca himmete

Fahri kainat onunlla övünerek anlından öptü, ona hediyeler sundu bunca yapmış olduğu ulvi gayretlere

divân-ı hak’da mağfiret-î kirdigâr’dan
şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate
Allah’ın hak meclisinde kusurlarının affına layık görüldü , ona şefaat edildi,

dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete
Ondan uzak olduklarından böyle bir büyük padişahtan  nihayetsiz mateme boğuldular inszanlar
yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
sultan selîm’e girye-künân oldu tûğlar

···Tuğların artık hazanı gelmişti, Sultan Selime  gözyaşı döktüler

 Şiiri Kırkıcı Hoca hazretleri dinledi birlikte mülahaza ettik, o hayret ettiğinde “ ola ola hele söze bak” der. Şiir bitince “ işte bele himmet efendi işte bele , cennetden bir gün yaşadık” dedi. Onun kadar metinden sözden cümleden etkilenen bir başka adam görmedim. Yahya Kemal’in Ezan-ı Muhammedi şiiri de odasında asılı idi, onun altında okuduk.  Bediüzzaman Yavuz’un  mezarına ziyarete gidermiş istanbul’da bir varisinden dinlemiştim. Ziyaretten sonra ona “ Biz farklı düşünüyorduk o bizi ikna etti” demiş , bu da gösteriyor ki onlar ölmemişler mukadderat-ı islam için yine görüşüyorlar.Ne mutlu görevini yapma cennetini dünyada yaşayanlara . Namık Kemal, Yahya Kemal, Bediüzzaman hepsi Yavuz Sultan selim hayranı, çünkü hedefleri birde ondan. Yine Yavuz’lara ihtiyaç var, Allah’ım bu Anadolu insanını zelil etme..

Hocamın şu ifadelerini alalım.

Kırkıncı Hoca Yavuz ile ilgili kitabında devlet konusunda konuşur. “ Devlet bir şahsı manevidir. En kötü devlet  devletsizlikten binler kat daha iyidir. Dinimizde devlete karşı ayaklanmak  kuvvet kullanarak  iktidarı ele geçirmeye çalışmak  ve fitne çıkarmak  kesinlikle yasaktır. Bir ayette mealen şöyle buyurulmaktadır. “Fitne katilden daha şiddetlidir” (Bakara ) Elbette ki devletin  fitneyi defetmek için bazı caydırıcı müeyyideler uygulaması en birinci vazifesi ve hikmetin gereğidir. Başka bir ayette şöyle buyurur” eğer müminlerden  iki grup birbiriyle vuruşurlarsa  aralarını düzeltin , şayet onlardan biri  hala ötekine saldırırsa Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın .Eğer Allah’ın emrine dönerse artık aralarını adaletle düzeltin  ve her işte adaletle davranın. Şüphesiz ki Allah adil davrananları sever. “(M Kırkıncı, Y S Selim s 220)

Elini öptüm ayrıldım hocamdan, Allah daha nice yıllara …

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Selimname Nedir? Tarihteki Yeri ve Önemi

Selimname, I. Selim (Yavuz Sultan Selim) ile II. Selim’in hükümdarlık yıllarının anlatıldığı manzum, mensur veya manzum mensur karışık tarihî eserlere verilen addır. Bilinenler içerisinde yalnız Kazasker Vusulî Mehmed Çelebi’nin Selimnamesi II. Selim’i anlatmakta, geri kalanları I. Selim’i anlatmaktadır. Çoklukla Türkçe olmakla birlikte Arapça ve Farsça Selimnameler de yazılmıştır.

I. Selim’den itibaren Osmanlı hükümdarlarının tek tek devirlerini anlatan tarihî eserler yazılmaya başlanmış, bunlar Selimname, Süleymanname gibi adlarla anılmıştır.

Selimnameler Osmanlı tarihçiliği bakımından önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Çünkü bu eserleri yazanlar, çoklukla ya bu hükümdarların devrinde yaşamış, onunla sarayda veya seferlerde birlikte olmuş, ya da yakınlarında bulunmuş kişilerin anlattıklarına dayanmışlardır. Yavuz Sultan Selim’in sağlığında başlayan (Örn. Keşfî’nin eseri) Selimname yazarlığı Kanuni Sultan Süleyman zamanında doruğa ulaşmıştır.

I. Selim devri olaylarını anlatan eserlerin büyük bir kısmı bu büyük hükümdar zamanında yazılmıştır. Özellikle Osmanlı Devletinin sınırlarının ve gücünün doruğa çıktığı bu devirde sanat faaliyetleri de artmış, şair ve ediplere değer verilmiş, onlar korunmuş ve yazıp getirdikleri eserler hükümdar tarafından ödüllendirilmiştir. Bu sebeple de birçok tarihçi, kahramanlıklarla dolu fakat kısa bir hayat süren Sultan Selim’in ilgi çekici devrini farklı kaynaklara dayanarak defalarca yazmışlar ve oğlu Sultan Süleyman’a sunmuşlardır.

Bu yazarların bazıları sarayda önemli mevkilere getirilmiş, Şükrî-i Bitlisî gibi bazıları da yüklü miktarda para yanında tımarla da ödüllendirilmiştir. Selimnamelerin bazıları, daha Sultan Selim’in 1509 yılında Trabzon valisiyken Gürcülerle yaptığı savaşları anlatarak başlarlar.

Birçok eserde onun kardeşleri Korkut ve Ahmet ile yaptığı taht mücadelesi geniş bir yer tutar. Hatta kimi yazarların bu eseri Sultan Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman’a sunmaları ve Selim’in mücadeleyi kazanarak iktidara gelmiş olması sebebiyle bu taht mücadelesinde taraf olduğu ve Sultan Selim’i tuttukları görülür.

Selim’in tahta geçişi, babasının ölümü, İran ve Mısır seferleri bütün canlılığıyla ve teferruatıyla anlatılır. Eser genellikle Selim’in ölümü ve oğlu Sultan Süleyman’ın tahta geçmesiyle son bulur. Selimnamelerin hepsi Sultan Selim’in hayatının tamamını anlatmazlar.

Meselâ İshak Çelebi’nin Selimnamesi, II. Bayezid Türk Edebiyatında Selimnameler 33 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/8 Fall 2009 devrinin sonlarından başlayıp Selim’in cülusuna kadar getirip bırakmıştır. Eserlerin tarihî değerleri oldukça yüksektir. Bunlar, bizzat saray çevresinde bulunmuş, hükümdarla birlikte seferlere katılmış kişiler tarafından ya da birinci derecede kaynaklara dayanarak yazılmış oldukları için birer vesika durumundadırlar.

Bu yüzden de Yavuz Sultan Selim devri tarihi yazılırken başvurulan en önemli kaynaklar arasında yer alırlar. Selimnameler sayesindedir ki, Osmanlı hükümdarları arasında dönemi en iyi aydınlatılan ve kolay yazılabilen I. Selim olmuştur.

Selimnameler yalnız birer kuru tarih kitabı değildir. Bir yandan çoğu vesikalı tarihî bilgiler verirken, diğer yandan devrin bütün özelliklerinin bu eserlere yansıdığı görülür. Devlet yönetimi, saray, Osmanlı coğrafyası, ordunun durumu, gelenekler, kültürel yapı, kullanılan silâhlar, savaş taktikleri, hükümdarın ruh hâli, dil, edebiyat, folklor vb. konularda oldukça sağlam bilgiler de bu eserlerde yer almaktadır.

İstanbul ve Anadolu kütüphaneleriyle birlikte Avrupa kütüphanelerinde de çok sayıda Selimname nüshası vardır (Bunlar hakkında bkz. Babinger, Tekindağ, Uğur ve Kartal’ın çalışmaları). Bu eserler üzerinde kimi zaman toplu, kimi zaman da bağımsız çalışmalar yapılmış, özellikle son yıllarda Türkiye’de bazı Selimnamelerin metinleri yayımlanmıştır.

Selimnameler Türkçe, Arapça ve Farsça olarak yazılmıştır. Türkçe metinler çoğu zaman 16. yüzyılın Arapça ve Farsça kelime oranı oldukça yüksek ağdalı diliyle yazılmış olsalar da içlerinde Şükrî’nin Selimnamesi gibi dil bakımından oldukça önemli ve orijinal olanlar da vardır.(Makale Mustafa Argunşah’a aittir)

Süleyman Demirel Üniversitesinde  Yahya Kemal’i okuttuğumda Selimname’yi  ödev olarak verdim. Daha Sonra Mehmet Kırkıncı Hoca Hazretlerinin Yavuz Sultan Selim isimli eserini ödev yapan çocuklara karşılıksız dağıttım. Şimdi Yukarıda Mustafa Argunşah’ın  bu konudaki yazısı ile birlikte bu kısmı daha sonra da şiiri alıyorum. Himmet uç

 

Selimname Yahya Kemal Beyatlı

eflâkden o dem ki peyâm-ı kader gelür
gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür

devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür

ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür

derk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür

rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür

râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür

kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür

tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tûğlar

···

SEFER

tebrîz’e doğru çıktı sefer şâhrâhına
ervâh peyrev oldu cihan pâdişâhına

at üzre geçtiğin göricek leşker-î guzât
râmoldu şîrler gibi yâvuz nigâhına

yekser gazâ kılıncı kuşanmış bir ümmetin
câlis budur erîke-i âlem-penâhına

münkaad edip serîrine maşrıkla mağribi
bir devlet ermegaan edecektir ilâhına

âhır ağardı tan yeri re’s-î cibâlden
serhad’de yol göründü acem tahtgâhına

fermân-ı bî-eman kalkan hümâ gibi
tuğrâlu nâme gitti kızılbâş şâhına

hâkan-ı rûm leşkeri yaklaştığın görüp
iran gerektir ağlasa baht-ı siyâhına

hengâm-ı remzi bildiren âvâz-ı hâtifî
aksetti her tarafta cibâlin cibâhına

sahrâ-yı çaldıran’da gazâ vardır erteye
ey berk müjde ver feleğin mihr-ü mâhına

meydân-ı cenge sâye-resân oldu tûğlar
rehyâb-ı milk-i nûşirevân oldu tûğlar
···
ÇALDIRAN

her tûğ-ı pür-fürûğ verirken hücûma şan
her tîg-i bî-dirîg parıldardı hun-feşan

meydân-ı haşr ü neşri karıştırdın ey kader
andırdı rûz-ı mahşeri hengâm-ı imtihan

saldırdı fart-ı gayz ile ifrît-i râfızî
tâli’ göründü bizlere sol kolda pek yaman

garkoldu hûna rûmeli beğlerbeği’yle ceyş
üç malkoçoğlu eyledi bir bir fedâ-yı can

uğrunda her gazâya atılmış mücâhidîn
lâyık mıdır felâkete ey rabb-ı müste’an

her yanda hûn içinde bu hengâmeden beri
hiç esmiyen nesîm-i fütûh esdi nâgehan

sağ kolda bozdu bozguna uğrattı düşmeni
şirâne bir taarruzu sevk eyliyen sinan*

şâh-ı adûya karşı kopan sarsar-ı zafer
indirdi yıldırım gibi bir darbe-î giran

pâmâl-i rahşı kıldı acem tâc ü tahtını
tâ arşa astı tîgıni sultan selîm han

sermest-i câm-ı vuslat-ı şân oldu tûğlar
tebrîz’e reh-nümâ-yı ‘inân oldu tûğlar
···
TOPLAYIŞ

tebrîz’e uçtu feth-i celîlin hümâları
bir böyle hâli görmedi iran semâları

tevhîd içün bu halkı döğüşmüş yiğitlerin
yüz şehre rekzedildi muzaffer livâları

bir kutba bağlı cümle gönüller bir olmalı
mâdâm kâinâtta bir hudâları

her kişverinde kırmağa zencir-i şîa’yı
azmetti askerin ulu kîşver-küşâları

mer’aşla kayserriye’yi fethetti bir dilîr
yükseldi rabb-ı izzet’e şükran duaları

zülkadr’i sildi tîg-i selîmî harîtadan
engin göründü mısr ü hicâz’ın fezâları

···

MERCİDABIK
seyreylesün felek kaderin şehsüvârını
fethetti bir seferde nebîler diyârı’nı

sahrâ-yı mercidâbık’a nakş eylemiş kader
islâm fikr-i vahdetinin kârzârını

memlûk pâdişâhı bu dâvâyı fasl içün
sarfetti azm ü cezm ile bilcümle vârını

bir kaahirâne hırs ile memlûk leşkeri
gavgaaya saldı esliha-î bî-şümârını

bâran misâli gülle yağıp kıldı hâksâr
hem gaasıbâne tâcını hem tâcdârını

eyne’l-meferr diyen çöle can attı sû-be-sû
bâkîsinin de tîg tamâm etini kârını

sahrâ-yı lâ’lgûne bakan şâhid-î zafer
görsün bahârının bu yaman lâlezârını

tevhîd-i milk ü millet içün cenk edenlere
sûriyye açtı cümle husûn ü hisârını

itmâm-ı gaalibiyyet içiün şanlı pâdişah
mısr içre kurmak istedi dârü’l-karârını

şevk-i seferle pür-heyecân oldu tûğlar
bâd-ı zaferle mısr’a vezân oldu tûğlar
···

RİDANİYYE

memlûkler bakıyyesi pür gayz edüp kıyâm
mısr içre kalmasun dedi bir tîg der-niyâm

vadî-i nîl-i tuttu anûdâne ser-te-ser
ordû-yı fethe karşı sürülmüş nefîr-i âm

pür-zûr saldıran kölemen fârisanını
saf saf guzât kıldı dilîrâne iktihâm

kat’î hücûma geçti nihâyet mücâhidîn
mutlak bu harbe vermek içün şanlı bir hitâm

birden serildi hâke ridâniyye cephesi
bed’etti feth-i kaahire’den izhizâm-ı tâm

gazî vezîr-i âzamı a’dâ şehîd edüp
gûyâ büyük zaferden o gün aldı intikam

on mısr’a bir sinan* bedel olmazdı ey kazâ
şevketlü pâdişâhı bu hâl etti telhkâm

fevkindedir zaferden alınmış ganâimin
mü’minler etti vahdet-i islâm-ı iğtinâm

hem şark’ı hem cenûb’u açan bir cihâddan
aksetti dehre nâ-mütenâhî bir ihtişâm

hakka ki ser-firâz-ı cihân oldu tûğlar
ferman-dih-î zamân ü mekan oldu tûğlar

···

RIHLET

bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete
ukbâda yol göründü hudâ’dan bu dâvete

doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
kudretlü pâdişâh veda etti millete

tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete

râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayat hayât eyleyen
ervâha pîşdâr olarak girdi cennete

yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
her cenkten getirdiği binlerce râyete

dîdâr-ı fahr-ı âlem-i görmekti gayesi
gark-ı huşû çıktı huzûr-ı risâlete

alnından öptü fahrederek fahr-ı kâinât
şabâş sundu sarfedilen bunca himmete

divân-ı hak’da mağfiret-î kirdigâr’dan
şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate

dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete

yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
sultan selîm’e girye-künân oldu tûğlar

···
râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür

hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org