Ağrımız ! Anladıkki, dert diye bir başkasına yakındığımız, derdi vereni şikayet etmekten öte bir marifet (!)değilmiş. Dert anlatınca azalmıyor yahut kaybolmuyor ki feraha kavuşsun gönül. Aksine paylaşmak ile derdin daha çok arttığı bir dönemdeyiz.Güvenmek, artık büyüklerin anlattığı güzel hikayelerin başkahramanı oldu. “Çöküşünü seyrettiğimiz şey, merhametimizdir, insanlığımızdır, kardeşliğimizdir. Ötesi yok .” Özellikle maddi manevi taarruzların çok olduğu bir dönemde güzel ahlak üzere büsbütün tam olmakoldukça güç bir durum olmuştur.“Acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?”
Kategori arşivi: Seçtiklerimiz
Üç Müceddid–Şahs-ı Manevi’nin formasyonları
“Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmak” (Emirdağ Lahikası)
İkinci Makale: Birinci Müceddid – İman
Birinci Makalede “Üç müceddid: Bilim, Felsefe ve Sanat” başlığı altında işlediğimiz konu; gerek kâinatta gerekse bireysel insan hayatı ve toplum sosyolojisinde kaçınılmaz olan üç devreyi izah etmekle birlikte; aynı zamanda ahirzamanda büyük hizmetler verecek olan Mehdiyet Kurumunun, bu kurumun programı olan Risale-i Nur’un ve yüklenicisi olan Cemaatin şahs-ı manevisinin geçireceği evreleri göstermekte; Büyük İman ve Kur’an hizmetini ifa eden unsurların da temel tecdid yönelimlerini açıklamaktadır.
“Şahs-ı manevi” kavramı Risale-i Nur’un özgün temel öğeleri arasında yerini almış durumdadır. Hadislerde Ahirzamanın en dehşetli iki figürü olarak anlatılan Deccal ve Süfyan ile bunlara karşı mücadele edecek İsa Aleyhisselam ve Mehdi Aleyhisselam’ı konu alan hadisler, Risale-i Nur’da “şahs-ı manevi” anahtar kavramıyla çözümlenmektedir.
Bediüzzaman’ın yorumlarından, Hadislerde birer “kişi” olarak bahsi geçen bu tipolojilerin aslında birer “arketip” oldukları ve bir şahs-ı maneviye tekabul ettikleri anlaşılmaktadır. Ahirzamanda ortaya çıkan karmaşık kültürlerin, devasa yapıların ve uluslararası düzlemde yoğun faaliyetleri bulunan kurumların tüm küremizi etkisi altına alabilen bilimsel, sanatsal ve felsefi cereyanlar meydana getirdiklerini; dolayısıyla, bu büyük cereyanların kombinasyonu olarak ortaya çıkacak olan ahirzamanın dehşetli fitnelerinin yıkımlarını, karşıt eşdeğerleri olan yapıların tamir ve tecdid edeceğini öngörmektedir.
Bu kurumlar, kültürler, felsefeler bir anda ortaya çıkmamış; belirli aşamalardan geçerek küresel düzlemde etkin birer aktör haline gelmiştir. Aynen bunun gibi, ahirzzamanda tecdid vazifesi de belirli aşamalarla gerçekleşecek; uzun dönem mağlup vaziyetinde kalmakla birlikte çocukluk ve gençlik döneminin sonlarına kadar tahşidat faaliyetleri ile kurumsal kimliklerin ve seçkin toplulukların oluşması sonrasında dengelenme gerçekleşecek, daha ileri safhada üstünlük emareleri ortaya çıkacaktır.
Bediüzzaman Hazretleri’nin Kastamonu Lahikası’nda “Evet, bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister” şeklindeki sözleri bu zamanda üç aşamalı bir tecdid faaliyetinin varlığının gerekliliğine işaret etmektedir. Bu ifadeler aynı zamanda bütün güzelliklerin düşmanı ve söndürücüsü olan ümitsizliğin yer bulmaması ve ümidin devamlı bir çağlayan haline gelmesi için planlama yapılmasının, istişarenin devam ettirilmesinin ve gelecek tasavvurunun insanlara sunulmasının önemini göstermektedir. Bunlar bir idealin hayata geçirilmesinin olmazsa olmazları durumundadır. Başta Muhakemât olmak üzere Hutbe-i Şâmiye ve Münazarât gibi eserler ile 5’inci Şua tarzında teviller ve izahlar esasen bu ihtiyacın bir sonucudur.
Üç müceddidle ilgili beyanlar ile buna benzer cümleler; Risale-i Nur metinlerinin etrafında gelişen iman hizmetinin ahir zamanda ifa etmekte olduğu ve kıyamete değin sürecek faaliyetlerin şümüllü bir analizinin gerçekleştirilmesi; bu analizlere dayanan planların yapılması, İman ve Kur’an Hizmetinin geleceğine yönelik stratejik tahminlerde bulunulması anlamını da taşımaktadır.
Bütün bunlar, üç müceddid olarak ifade edilen üç dönemin kendi konjonktürel şartlarının anlaşılması ile daha mümkün ve gerçekçi bir hale gelebilecektir. Bu dönemleri bilim, felsefe ve sanat olarak isimlendirmemiz, esasında bu kavramların hem ukde-i hayatiyesi olan ana umdelerin iman, hayat ve şeriat kavramlarına karşılık gelebilecek olmalarından kaynaklanmakta; hem de bu kavramları uygulama alanına taşıyan ana karakterlerin, yani akademisyen, filozof/entelektüel ve sanatçıların bu dönemlerin temel figürleri olmasından kaynaklanmaktadır.
Risale-i Nur cemaatinin çoğunluğunu oluşturan ortodoks kısım, üç müceddidlerin birincisi olan ve bilim safhasını inşa edecek olan kesimdir. İman Hizmetinin en temel işlevi olan ve Risale-i Nur’un metinlerinin neşir ve izahı anlamına gelen birinci vazife yani “iman ve dinin tecdidi” cemaatin ortodoks çoğunluğu tarafından yerine getirilecektir. Tekrara başvurmak, sıkça totolojiye sürüklenmek, ispatlama sadedinde sadece Risale-i Nur metinlerine atıf yapmak, menkıbelere başvurmakla bir tür ideoloji mühendisliği yapmak çocukluk dönemine tekabül eden bilimsel safhanın, ezcümle “iman ve dinin tecdidi süreci”nin tipik göstergeleridir.
Kıyamete kadar sürecek bir hizmet olarak Birinci Mücedditlik Döneminin üreteceği en önemli ve en keyfiyetli insan potansiyeli “akademisyen”ler olacaktır. Ümmetin en temel eğitimi olan iman hakikatlerinin didaktik şekilde öğretimi ve en yüksek seviyede üniversite tezlerine konu olması bu dönemin iki ucunu ifade etmektedir. Bu dönem esasında kıyamete değin sürecek iman ve Kur’an hizmetlerinin temelini oluşturmakta ve sürekli eğitimle tekrar edilen bir düzlemi ifade etmektedir. Bu aşamada bir toplum inşasından bahsetmek reel anlamda iyimserlik olacaktır. Bu dönem için en önemli argüman “bireyin inşası yönünde maneviyatla olan bağının kurulması ve soyut imani hakikatlerle tanışıklığın sağlanılması”dır. Bu evre, esasında tüm tecdid hareketlerinin ve tüm müceddidlerin temel görev alanı olmakla birlikte ahirzamandaki tecdid hareketi olarak Mehdiyet Kurumunun da en esaslı vazifesini anlatır.
Vurguladığımız gibi “İman, hayat ve Şeriat” kavramları “İman ve Kur’an Hizmeti”nin fütüristik devirlerine işaret etmektedir. İman aşaması, en genel anlamda ve cemaat bağlamında Risalelerin telifinin tamamlanmasını, Cemaatin kökleşmesini ve Ortodoks bir topluluğun oluşmasını ifade etmektedir.
Bu dönemde Cemaatin çoğunluğu Risale-i Nur metinlerine mevcut bilimsel argümanlar eşliğinde ve düşman fikriyatları çökertme meyliyle muhatap olmaktadır. Devamlı surette metinler okunmakta, çoğaltılmakta, başkalarına ulaştırılmakta ve iman hakikatleri tipik ideolojik reflekslerle savunulmaktadır. Bu refleksler, çocukluk dönemine benzer şekilde, zihinsel altyapının oluşmasına, fikriyatın kökleşmesine, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin aynı zamanda maddi bir şahsiyette de tezahür etmesine yol açacaktır. Bu aşamada Nur metinleri öngörü olarak Cemaatin çok önündedir ve bu metinler bağlamında da yapılması gereken çok iş vardır.
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur metinleri ile ilgili olan bu vazifeleri görebildiğimiz kadarıyla 17 başlık altında toplamıştır: “Neşir, İzah, Tahşiye, Talim, Tertip, Tashih, Cem, Şerh, Tekmil, Telif, Tanzim, Tefsir, Beyan, İspat, Tafsil, Tasvir, Tasfiye”. Bu vazifelerin bazıları iman bazıları hayat bazıları da şeriat dönemlerinde ancak hakkıyla yerine getirilebilecektir. Cemaatin ana damarını oluşturan Ortodoks kesimin üstlenebileceği en önemli vazifeler “Neşir, İzah, Talim, Tertip, Tashih ve Cem” olmakla birlikte bunlar iman döneminin en yoğun faaliyetlerini oluşturacaktır.
Risale-i Nur’un telifinin başladığı tarihten (1926) günümüze kadar 17 vazife içerisinde yukarıda belirttiğimiz 6 vazife ifa edilmeye çalışılmıştır. Yeterli entelektüel seviyenin oluşmasıyla diğer vazifeler de yerine getirilebilecektir. Uluslararası bir nitelik kazandıkça, bu hizmetin daha farklı problemlerle, sorularla ve muhataplarla karşılaşacağı ortadadır. Dolayısıyla sadece Ortodoks yapının gerçekleştirdiği faaliyetler yetmemeye başlayacak; Mehdiyetin İsevilik din-i hakikisi özelinde tevhide inanan kesimlerle buluşmasını sağlayacak olan yeni dönemlerin ve yeni karakterlerin meydanda yer alışına tanık olunacaktır.
Mustafa AKÇA
Kaynak:RisaleHaber
www.NurNet.Org
Evlenmeden Önce Mutlaka Okuyun
Genç nesillerin düşmana ihtiyacı yok; onlar kendi kuyularını elleriyle kazıyorlar. Birçoğunun belki hiçbir geleceği olmayacak; bugünkü çizgilerini aynen devam ettirdikleri takdirde, nesilleri, kendileriyle beraber sona erecek.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de evliliği şu şekilde tarif eder ;
“Evet insan, bir refikaya veya bir refike muhtaçtır ki, tarafeyn, aralarında, hayatlarına lazım olan şeyleri muavenet suretiyle yapabilsinler. Ve rahmetten neş’et eden muhabbet iktizasıyla, yekdiğerinin zahmetlerini tahfif etsinler. Ve gamlı, kederli zamanlarını, ferah ve sürura tebdil edebilsinler. Zaten dünyada insanların tam ünsiyeti, ancak refikasıyla olur.”
Dinde ve dindarlıkta denklik
Soru: “Evlilikte denklik ne demektir? İlim, kilo, boy…vs. her yönde denklik olmalı mı? Bunun hükmü nedir? Âyet ve hadislerle açıklayabilir misiniz?”
Evlilikte denk olmak, evlenecek kız ve erkeğin soy ve sopta, boy ve posta, yaş ve başta, mal ve mülkte, hür olup olmamakta, servet ve meslekte, din ve inanç anlayışında, huy ve ahlâkta mümkün mertebe birbirine yakın değerler taşıması demektir. Bunlardan en önemlileri dinde ve dindarlıkta denkliktir. Sırayla görelim:
1. Dinde denklik: Evlenecek kız ve erkeğin dinde birbirine denk olması Allah’ın emridir, yani farzdır. Her ikisi de Müslüman veya kadın en azından ehl-i kitap olmalıdır. Müslüman bir erkeğin müşrik bir kadın alması haram olduğu gibi, Müslüman bir kadını müşrik bir erkekle evlendirmek de haramdır.
İlgili âyetler şöyledir; “İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir köle kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir.”1
2. Dindârlıkta denklik: Evlenecek kız ve erkeğin dindarlıkta, dîni yaşama arzusunda, âhirete hazırlanma kaygısında, güzel huyda, güzel ahlâkta, edep ve terbiyede, iffet ve namusta, dürüstlük ve doğrulukta, haramlara karşı hassasiyette ve helâlleri tercih etme duyarlılığında, hizmet anlayışında ve usûlünde ve Allah korkusunda birbirine denk olması sünnettir.
İlgili hadisleri buraya alalım. Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuştur ki:
* “Kadınlar ile dört tür hasleti için evleniliyor: 1- Malı, 2- Soyu, 3- Güzelliği, 4- Dindârlığı. Ey Mü’min! Sen bunlardan dindar olanını seç! Yoksa fakirliğe düşersin!” 2
* “Kadınları sırf güzellikleri için nikâhlamayınız! Çünkü onların güzelliği onları böbürlenmek ve kibirlenmek gibi tehlikelere sürükleyebilir. Kadınları sırf malları için nikâhlamayınız! Çünkü mal üstünlüğü onları azdırabilir ve isyana sevk edebilir. Lâkin kadınları dindarlıkları için nikâhlayınız! Şüphesiz burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye dindar olmayan hür ve güzel kadından daha efdaldir.” 3
Bu hadislerin tefsirini yapan Üstad Bedîüzzaman nikâhı, insanın en fazla ihtiyâcını tatmin eden kalbe mukabil bir kalp ile sevgilerini, aşklarını ve şevklerini karşılıklı yaşayabilecekleri, lezzetlerde birbirine ortak, gam ve kederde birbirine yardımcı olabilecekleri önemli bir saadet kurumuna atılan adım olarak tanımlar.4
Üstad Hazretlerine göre bu saadet kurumunda kadın ve erkek dindarlıkta, güzel ahlâkta ve Allah korkusunda birbirine denk olmalıdırlar. Ebedî hayatta eşini kaybetmemek için, eşinin dindarlığını örnek alan ve eşini dindarlığı ve güzel ahlâkı için seven erkek dünya-âhiret elemsiz mutluluğu yakalamış demektir. Kocasının dindarlığına bakıp, ebedî hayatta kocasını kaybetmemek için Allah korkusuna ve takvaya giren kadın da bahtiyardır, ebedî mutluluğa ulaşmış demektir.
Yoksa, sâlihâ kadınını ebedî kaybettirecek sefahatte ve kötü davranışlarda bulunan erkek kendisine yazık etmiş olur. Kadın da, Allah korkusunu yaşamaya çalışan kocasının izinden gitmemesi dolayısıyla, o ebedî arkadaşını kaybederse kendisine yazık eder. Kadın ve erkek ise birbirinin fısklarını, günahlarını ve kötü davranışlarını taklit ediyorlar ve böylece birbirini ateşe atıyorlarsa, sevgilerine, aşklarına ve mutluluklarına binlerce defa yazık etmiş olurlar.5
Eşinin maddî ve fizikî güzelliğinden ziyâde, huy ve ahlâk güzelliğine, şefkatin madeni ve Rahmetin hediyesi oluşuna sevgisini bağlayan bir erkeğin, eşinden aynı derecede sevgi ve hürmet göreceğini bildiren Üstad Saîd Nursî Hazretleri, bu karşılıklı hürmet ve muhabbetin her iki taraf yaşlandıkça ve çirkinleştikçe artacağını, böylece dünya hayatının da bir mutluluk yumağına döneceğini, yoksa yalnızca sûret güzelliğine bağlanan bir sevginin çok geçmeden bozulacağını ve yerini geçimsizliklere bırakacağını haber verir.6
Bedîüzzaman’ın ifadesiyle, eşini latîf şefkatine, güzel hasletine, güzel huyuna ve güzel ahlâkına dayalı olarak sevmenin ve böylece eşini günahlara girmekten korumanın âhiretteki neticesi ise, Rahîm-i Mutlak tarafından ebedî Cennette hûrilerden daha güzel, daha alımlı ve daha câzibedâr bir fizikî ve rûhî güzellikle eşinin kendisine ebedî bir eş, latîf bir dost, güzel bir arkadaş ve sâdık bir sevgili olarak verilmesidir.7
Çocuklarımızın böyle büyük mükâfâtlara ermelerini temin için, evliliklerinde dinde ve dindarlıkta mutlaka denklik aramalı, sâir unsurları çok fazla abartmaya değer görmemeliyiz.
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 221.
2- İbn-i Mâce, Nikâh, 1858.
3- İbn-i Mâce, Nikâh, 1859.
4- İşârâtü’l-İ’câz, s. 196.
5- Lem’alar, s. 257.
6- Sözler, s. 587.
7- Sözler, s. 591.
Kaynak: www.fikih.info
www.NurNet.org
“Tereddütün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor.”
Gittikçe artan boşanma oranları; evliliklerde sadakat ve sabrın kaybolmaya başladığının işaretlerini veriyor. Bizler de konuyu Çift Terapisti Klinik Psikolog Ayşe Yılmaz ile konuştuk.
Evliliklerde sabır, tahammül ve sadakatin azalmasıyla ilgili görüşlerinizi almak istiyoruz. Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikle evlilik yapmadan önce bireyin kendini tanıması, açmazlarını, zaaflarını, temel ve duygusal ihtiyaçlarını, güçlü ve zayıf yönlerini bilmesi önemli. Sadece davranışsal boyutta değil de duygusal boyutta da kendisini tanıyan kişiler evlilikten ve evleneceği kimseden ne beklediğini bilerek yola koyulur. Kendini tam olarak tanımayan, kimle birlikte ve hangi durumlarda yapamayacağını bilemeyen, çocukluk dönemin doyurulmamış olan ihtiyaçlarını fark etmeyen kişiler, bu ihtiyaçları tamamlayamayacak kişileri bilinçdışı olarak seçebiliyorlar. Kendini tanıma, ihtiyaçlarını ve beklentilerini bilme tarafını çalışmış olan kimseler bu ihtiyaçlarına hitap edebilecek kişileri seçebilirler ve evliliklerinde sıkıntı olmaz.
Kendini tamamlayacak kişiler…
Evet, temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek kişiler. Tabi ki problem olmaz dediysem; iki farklı beyin, iki farklı cinsiyetin aynı evin içerisine girmesi zaten problem olabileceğinin göstergesi ve bu normal. Kardeşinizle, ailenizle bile ara ara bazı sıkıntılar yaşabiliyorsunuz.
Bazı sıkıntılar olmasını abartmamak lazım; fakat bazen şu olabiliyor: İnsan kendini tanıdığını zannederek evleniyor; fakat aslında kendini tanıma sürecine evlendiği zaman giriyor. Eşini tanırken kendisini tanıyor. Evlendiğinde yaşadığı çatışmalarla temel ve duygusal ihtiyaçlarını, doyurulmamış taraflarını görmüş oluyor.
özellikle evliliğin ilk beş yılı kişilerin birbirlerini kendilerini tanıma ve adapte olabilme dönemi. Kritik bir dönem aslında; çiftler bu dönemde duyguların yoğunluğuyla güzel bir dönem yaşıyorlar; fakat bununla birlikte doyurulmamış, karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını eşinin karşılayamadığını gördüğü zaman içinde büyük duygusal reaksiyonlar verebiliyor. Burada kişinin duygusal reaksiyon vermeyip, “Ben burada ne hissediyorum, neden kaygı, olumsuz duygu ya da çatışma yaşama ihtiyacı hissediyorum?” sorusuna odaklanıp bunu kendi içinde çözmeye çalışması ve eşiyle doğru iletişim yoluyla çözmesi çok önemli. Eşini suçlayarak, aşağılayarak, eleştirerek, eşine duvar örerek vs. olumsuz iletişim yollarını kullanmadan, olumlu bir yaklaşımla eşini anlaması, ona kendini anlatması ve beklentilerini ifade etmesi önemli.
Evlilik demek; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek…
Kişiler evlenmeden önce ben yani birey olarak ya da ailelerinin bünyesinde bireyleşememiş olarak yaşayabiliyorlar. Evlilik; iki ‘ben’in ‘biz’e dönüşmesi demek. “Ben” demeye devam ediyorsa bir taraf, “Ben ve benim ihtiyaçlarım… Benim istediğim olacak. Sen benim ihtiyacımı karşılayacaksın. Sen benim uzantımsın. Sen benim için varsın.” gibi algıları varsa; bu, karşı tarafı da kilitler. Bencillik ilişkiyi kilitleyen bir durumdur. Bencilliği sonlandırmaya, ben yerine biz olmaya odaklanmak önemli.
Bunu da tabi olumsuz iletişim yollarını kullanmadan tanıma, anlama, anlatma ve doğru iletişim kurma yoluyla yapabiliriz. Tabi ki özellikle evliliğin adaptasyon döneminde problemler olabilir. Burada problemi tanımlayıp çözüm odaklı olabilmek çok önemli. Kişiler karşılıklı olarak memnun olabilmelidir. Yani ben buna kazan-kazan dengesi diyorum. Yani çiftlerden biri o ilişkiden devamlı besleniyor, o kazan konumunda diğeri de kaybeden konumundaysa bir süre sonra o ilişkide bir çatal olmaya başlıyor, bir taraf büyüyor diğer taraf küçülüyor, bir süre sonra o küçülen taraf problem olmaya başlıyor.
İlişkinin başında kontrol kimdeyse bir süre sonra kontrolü diğer taraf alıyor. Ya istediğini vermiyor ya daha mutsuz ediyor ya da ilişkiyi bitirme kararı alıyor. İlişkinin başından itibaren kazan-kazan dengesini korumaya çalışmak iki tarafı da memnun edecek ve ilişkiyi de güdebilecek bir şeydir.
Bencil olmamak, biz olmaya çalışmanın içerisine saygı da giriyor, diyebilir miyiz?
Evet, elbette öyle. Evliliğin başı, güven temelinin atıldığı bir dönem. Bu dönem sevgiyle, insanların duygusal yakınlaşmasıyla başlıyor. Tanışma döneminde ve evlenme ânında artık bağ kurma ve güven duygusu oluşuyor. Çiftlerden biri devamlı kendi ihtiyacına odaklı biriyse güven duygusu zedelenmeye başlıyor. Bu ilişkiyi krize sürükleyen bir şey. Güveni sağlayabilmek için iki tarafın da bu ilişkiden beslenme hakkının olduğunu bilmek gerek. İlişkiyi iyi hale getirecek şey saygıdır. Saygıyı oluşturan şey ise “Karşımdaki kişi benden farklı bir birey, benim gibi düşünmek zorunda değil, benim her istediğime, her ihtiyacıma karşılık vermek zorunda değil, o benim uzantım değil.” gözüyle bakabilmek. Bu da saygıdan doğan bir şey. Ve saygıyı büyüten en önemli şeylerden biri de doğru iletişim kurmak. Sevgi konusunda ise, herkesin sevgiyi ifade etme kanalları farklı. Kimisi sevgisini hediye alarak sunar, kimisi konuşarak, kimisi yüze bakarak, kimisi dokunarak vs… Çiftlerden biri “Ben nasıl sevildiğim zaman kendimi sevilebilir ve değerli hissediyorum” a odaklanırsa ve eşinin de sevgi alma yolunu bulmaya çalışırsa kendi ihtiyacına cevap verme ihtimalini arttırmış olacak. Bunlar tabi deneyimleyerek öğrenilecek şeyler. Yani aslında şöyle diyoruz biz; mutlu evliliğin yolu bireylerin sağlıklı olmasından geçiyor. Özellikle 0–3 yaş dönemde anneyle bağlanmayı iyi yaşayamamış ya da anneden bağımsızlaşamamış ya da baba otoritesi altında ya da anne-baba çatışmasına maruz kalmış olan bireylerin kendi evliliklerinde kriz yaşama riskleri vardır. Ne kadar çok severek ve hayallerindeki insanı bulduğuna inanarak evlenmiş olsalar da, eğer kendi ailelerinden ya da çocukluklarından getirmiş olduğu sıkıntılar varsa mutlaka evlenmeden önce danışmanlık almaları gerekir.
Mesele doğru insanı bulmak mı?
Biz şunu yapıyoruz; doğru insanı bulalım, karşımızdaki kişiyi doğru insan yapalım, o ilişki güzel olsun… Genellikle bize terapiye gelen çiftlerimiz “Eşimi değiştirin, benim kafamdaki, benim bu ihtiyacıma cevap veren insan olsun!” beklentisiyle geliyor; ama iki taraf da aynı beklentiyle geldiği için o ilişkinin dönüşmesi zor oluyor. Birey; “Ben ilişkimi dönüştürmek için kendimde neleri dönüştürebilirim” e odaklanırsa o zaman dönüşüm başlıyor. Çünkü insanın kendini değiştirmesi gerçekten zor ve sancılıdır. İnsan mekanizması muhafazakâr oluyor. Anne-babasından görmüş olduğu iletişim biçimiyle ya da annesiyle veya babasıyla kurmuş olduğu iletişim biçimiyle eşiyle bağ kurmaya çalışıyor. Örneğin: Anne-babasına çok yakın olamamış, babasının dünyasına girememiş bir kız çocuğu büyüdüğünde dünyasına giremeyeceği, ona yakın olamayacağı bir eş seçebiliyor. Ya da yakın olmaktan korkuyor. “Annesinin kucağından inememiş.” diyorum ben bunlara. Annesine bağımlı kalmış olan bir erkek çocuğu, büyüdüğü zaman yine annesini kendi ailesine müdahale ettireceği için kendi ailesinde sıkıntılar oluşturmaya sebep olabilir. Yani evlenmeden önce birey olmak, kendi anne-babasıyla çözümleyemediği meseleleri çözümlemeye çalışmış olmak önemli. Farkında değilse de zaten evlilik “Senin bu tarafın eksik, şu özelliklerinin törpülenmesi gerekiyor.” diye ayna tutuyor insana. Ve kişi bu aynayı alıp kendine çevirdiğinde; “Evet, ben hangi özelliklerimi değiştirmek istiyorum? Bana ve ilişkime yarayacak şekilde neyimi değiştirmek ve dönüştürmek istiyorum?”diye sorduğu ve bu gözle bakmaya başladığı anda hem daha sağlıklı ve olgunlaşmış bir birey olacak, hem de ilişkisini sağlıklı hale getirdiği için doyumlu bir ilişki yaşamış olacaktır.
Şu önemli; “Eşim benim tercihim, kaderim, Allah’ın takdir ettiği emanet. Kusurlarıyla, eksiklikleriyle, hatalarıyla eşimi kabul ediyorum.” algısıyla evliliğin içinde kalıp bütün çıkış yollarını kapattığınız zaman bir süre sonra eşiniz değişmeye başlıyor. Evliliğin temelinin atıldığı ve güven duygusunun oluşmaya başladığı bir dönemde; evliliğin içindeki problemleri ailelere çok taşırıyorsanız, bir sıkıntı olduğu anda evi terk ediyorsanız, küçük bir meseleyi büyütüyorsanız, yanlış iletişim yollarını kullanıyorsanız o evlilik yanlış yola girmiş oluyor maalesef. Ve eşlerin kafalarında tereddütler oluşmaya başlıyor. Tereddüdün olduğu evliliklerde uzun yolculuğa çıkılamıyor. Zihnin bir tarafında soru işaretleri oluşturacak, sevgi ilişkisine ve evliliğe zarar verecek olan şeylere dikkat edilmeli.
Peki, aile büyüklerinin tavrı nasıl olmalı?
Mümkün olduğunca aileleri müdahale ettirmemek yetişkin davranışının göstergesidir. Devamlı evliliğine ailesini müdahale ettiren kişinin, sınır problemi vardır ya da bağımlı kişilik yapısına sahiptir. Kendisine çok müdahale edilmiş olan kişiler ailesine müdahale ettirebiliyorlar; özellikle erkeğin ailesine müdahale ettirmiş olması o ailenin dengelerini tamamen bozuyor. Ailesini, bilhassa annesini eşine müdahale ettirmemek, arada denge kurabilmek çok önemli
Erkeğe çok iş düşüyor diyorsunuz yani…
Evet, ama ağır kritik tablolar yaşanıyorsa, “Ne yaparsam yapayım bu mevzuyu çözemiyorum.” dönemine girildiyse objektif olabilecek, iki tarafa da nötr bakabilecek kişi hakem olarak tayin edilebilir.
Ailede hakem tayin etmek dinimizde de yeri olan bir şey, ama eksik bırakılıyor maalesef…
Evet, bizim evlilik terapisti hocamızın bir sözü vardı: “Aileler Yahudi gibidir; ailenin içine giren bir daha çıkamaz” demişti. Çok doğrudur, gerçekten çiftler kendi aralarında problem yaşadıkları zaman birbirlerine karşı bağlılıkları, duygusal çekimleri itibariyle bir süre sonra problemi aşabiliyorlar. Fakat aileler işin içine girdiği anda bu aşılamıyor. Mümkün olduğunca işin içine sokmamak önemli; ama çift terapisti, üçüncü bir kişi olarak, kişilerin geçirdiği o ilişkinin sistemine baktığı için ilişkinin yola girmesini sağlayacaktır. Çünkü bir evliliğin içerisinde sadece iki kişi yaşamıyor, o kişilerin anne ve babaları da var ve aslında anne-babalar ile kurulmuş olan ilişkiler işin içine giriyor. Bunu dışarıdan biri göremeyecektir; ama profesyonel anlamda çift terapistleri bunu görürler ve evliliğin içinde dengeyi kurabilirler. İlk iki yıl adaptasyon dönemi olduğu için problem olabilir; fakat hâlâ çözümlenemeyen meseleler varsa çiftlerin aile terapisi almalarını tavsiye ederim.
Üçüncü bir göz olarak uzman, o hakem rolünü üstlenecek diyebiliriz. Peki, çiftler beraber mi geliyor yoksa teker teker mi alıyorsunuz? Sizin önünüzde de kavgalar oluyor mu?
Çift olarak alıyoruz. Amacımız ilişkinin iyileşmesi, ilişkinin içinde o bozulan dengelerin oturması ve sağlıklı iletişim kurabilmeyi öğretmek. Bu denge oturduğu zaman zaten kaldığı yerden devam ediyor. İlişki nasıl başlıyorsa öyle devam ediyor, eğer olumlu bir müdahale yoksa.
Biraz açar mısınız?
Evliliğin başında adil hakkaniyetin olmadığı bir ilişki varsa, güven problemi oluştuysa, saygı yitimi olduysa ya da doğru iletişim kurulamadıysa, ilişkinin kontrolü sadece bir taraftaysa, bir taraf ‘ben’ diyor diğer taraf da onun ihtiyacına odaklı ilişki kuruyorsa, bu ilişki yanlış başladığı için yanlış devam edecektir. Ya da bir süre sonra kontrolü diğer taraf ele alacak ve yine ilişki rayına oturamayacaktır. Yani dengeyi kurabilmek için profesyonel destek almak önemli.
Danışmanlık hizmetini alanların başarı oranı nasıl? Boşanmaktan kurtardığınız aileler var mı?
Her aile boşanma niyetiyle gelmiyor. Kriz oluşmadan, baştan tedbir almak amaçlı gelen çok bilinçli aileler var. Kriz sürecinde ne yapacağını bilemeyenler var. Ya da tam boşanma öncesinde, “Artık yapamıyoruz. Bu evlilik dönüşecek mi, dönüşmeyecek mi?” veya “Boşanmak istiyoruz bize yardımcı olun.” diyenler var. Ailenin neye ihtiyacı varsa ona göre müdahale etmeye çalışıyoruz.
Toplum sağlığı için çok önemli bir hizmet yapıyorsunuz. Çiftlere son nasihatleriniz varsa alabiliriz.
Şöyle diyelim: Bireyler; “Ben eşimi bana Allah’ın emaneti olarak görüyorum ve eşim bana, beni gösterecek ailem. Eşim benimle alakalı bir şeyler söylüyorsa ona hissettirdiğim bir şeyler vardır, gerçeklik payı vardır. Bu benim kişisel anlamda olgunlaşmam ve gelişmem için fırsattır. Bu fırsatı bana sunduğu için eşime minnettarım. Ben bu süreçte acı da zorluk da çeksem eşimden çok şey alacağım. Bireysel olarak olgunlaşacağım ve ne olursa olsun eşimi kendi olarak özüyle seveceğim ve ilişkinin dışına çıkacak tüm kapıları kapatacağım.” diyebilirse bu evlilik inanın zamanla huzura dönüşecektir. Evlilikler gerçekten cennet bahçesine dönmüş olur, eşler el ele tutuşarak, ‘biz’ duygusuyla Allah’a doğru yürüyebilirler.
Yasemin GÜLEÇ
KAYNAK: Bizimaile
wwwNurNet.org