Kategori arşivi: Seçtiklerimiz

On Bir Ayın Sultanı (Şiir)

On bir ayın sultanı
Hoş geldin ey Ramazan
Rahmet dolu her anı
Hoş geldin ey Ramazan

Bu ay mağfiret ayı
Çok edelim duayı
Yok edelim hatayı
Hoş geldin ey Ramazan

Hakka yakın olmalı
Çokça namaz kılmalı
Dua niyaz yapmalı
Hoş geldin ey Ramazan

Teravih namazıyla
Sahur ve iftarıyla
Ve Kadir Gecesiyle
Hoş geldin ey Ramazan

Ruhları arındıran
Sevapları arttıran
Ve nefisleri kıran
Hoş geldin ey Ramazan

Şeytanları bağlayan
Cennet kapısı açan
Cehennemi kapatan
Hoş geldin ey Ramazan

Fakiri hatırlatan
Bereketi çoğaltan
Sevaba sevap katan
Hoş geldin ey Ramazan

Günahları yok eden
Sevapları çok eden
Ve açları tok eden
Hoş geldin ey Ramazan

O’nun başı rahmettir
Ortası mağfirettir
Sonu ise cennettir
Hoş geldin ey Ramazan

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Durmak Yok Okumaya Devam

Şanlıurfa Harran Üniversitesi Öğretim Görevlisi Salih HARTAVİOĞLU Hoca Gençlik haftasında Özellikle Oratöğretim öğrencilerine yönelik  1000 gence, Risale-i Nurlardan 1000 Gençlik Rehberi hediye kampanyasını daha da genişleterek Meyve Risalesini de içine aldı..

Salih Hoca daha önce de Eczanelerde Hastalar Risalesi standı açarak hasta ve hasta yakınlarından almak isteyen Hastalar Risalesi bedava dağıtmıştı.Ve bu kampanyası çok ilgi görmüştü.

 

Kendisiyle yaptığımız söyleşi de Salih HARTAVİOĞLU hocamız

kampanyayı geniş alana yayma nedenini şu sözlerle açıkladı:

Gençler tatile girmeye hazırlanırken biz tatile girmiyoruz.

Gezgin Taha ile çantalarımızı aldık yollara düştük…

Yine kahraman ve fedakar bir idarecimiz bizleri misafir etti..

Gençlerle buluşturdu..

Gençlerle kısa söyleşiler yaparak, dertleri ile dertlendik..

Hissiyatları ile hemhal olduk….

Ve anladık ki bu dehşetli ahir zaman fitnesinden

kendini muhafaza etmek isteyen gençler

hem gençlik rehberine hem de meyve risalesine muhtaçlar

eserleri anlattık , pırlanta misal gençlere takdım ettik..

Dedik ahir zamanın cazibedar fitnesi her gencin his hevesine potansiyel tehlikedir.

Bu tehlikeye karşı kahramanlar gibi Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir.

Yoksa, o bîçare genç, hem dünya istikbâlini,

hem mesud hayatını, hem âhiretteki saadetini

ve hayat-ı bâkiyesini azablara, elemlere çevirip mahveder.

Ve sû-i istimâl ve sefâhetle hastahânelere

ve hayatın taşkınlıkları ile hapishânelere düşer.

Eyvahlar, esefler ile, ihtiyarlığında çok ağlayacak.

Eğer terbiye-i Kur’âniye ve Nurun hakikatleriyle kendini muhâfaza eylese,

tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan

ve mesud bir Müslüman

ve sâir zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.

Diyerek vedalaştık..

 

Bizler de  yapmış olduğu bu güzel  ve örnek eğitim ve kültür hizmetinden dolayı Salih hocamıza başarılar dileriz.

 

 

Gülme krizine sokan İmam aranıyor

Gülme krizine sokan İmam aranıyor

 

Akıllı telefonların ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte herkes her anını kayda almaya başladı. Bu durumdan camilerimiz de nasibini alıyor. Cemaat elinde kamera bir yandan hocayı kaydediyor, bir yandan nasihati dinliyor. İşin ilginç yanı hiç dinle diyanetle işi olmayan web siteleri bile bu videoları servis ediyor. Çünkü eğlenceli. Başlıklar ise şöyle:

“İmam gülmekten öldürdü”
“Cemaat gülme krizine girdi”
“Hoca anlattı cemaat kahkahalardan yerlere yattı”
“X Hoca kahkahalara boğdu”

Merak ettiğim gülmek ve güldürmek, bilmediğimiz bir tarihte tedavüle giren bir tebliğ aracı mıdır? Yoksa makbuliyeti stand-up yetenekleriyle ilişkilendirilen bir imam imajı mı çizilmeye çalışılıyor?

Yani bir zaman gelecek cemaat daha çok güldüren hocaların vaazlarını mı dinlemeye başlayacak? Ya da bir zaman gelecek imamlar şaka yeteneklerine göre konservatuardan mı mezun olacak?  Yada şöyle bir diyalogu hayal edebiliyor musunuz:

-Hafta sonu bir camiye gittik, inanmazsın gül gül öldük. İmam anlattı biz güldük. Ne komik hoca ya? Bir gün senle de gidelim, hep beraber güleriz.

-Nasıl yani?

-Pampa, çok komik diyorum ya! Adam öyle bir anlattı ki cehenneme gidesin gelir.

Gülmek çoğu zaman durumun anormalliğinden kaynaklanır. Bir hakikatin yansımasından kaynaklanabilir. Şakalar, espiriler, nükteler hitabetin bir parçası olabilir. Dikkatlerin dağıldığı noktalarda kullanılabilir. Yerine yöntemine kişisine işlevine göre farklılık gösterebilir. İmamlar da bu yöntemi çok masumane kullanıyor olabilir.

Fakat imamlık mesleğinin ve camilerin hayatımızdaki yeri düşünüldüğünde güldürme/komiklik enstrumanının imamlara yakışmadığını ama güldüren imamların birilerinin iştahını kabarttığını hissediyorum.

Mescidlerimiz aynı zamanda medreselerimizdir ve aynı zamanda meclislerimizdir. Aynı zamanda toplumun bir araya geldiği camilerdir. Peygamber efendimiz’in (sav) tedris merkezidir. Bir mümin ve müslüman Kur’an’ı ve imani bir hayatı buralarda öğrenebilir. O zaman imamlar, efendimiz (sav) uygulamalarıyla Kur’an’ı anlatmak, cemaate nasihat etmek durumundalardır.

Anlaşılan o ki gülmenin müşterisi çok. Son yıllarda Risale-i Nur camiasından da esprilerle, şakalarla ders okuyanların sayısı arttı. Şahsen ben de gülmeyi seviyorum. Hocalarımız gelsin bizi ağlatsın da demiyorum. Kısacası gülmeyi seven cemaati anlıyorum da, güldürmeyi seven imamı anlayamıyorum hatta tehlikeli buluyorum.

Emir Fatih KARAŞAHAN

Kaynak: Risale Haber

www.NurNet.Org

Hangi adam var ki, bütün ahvâli şeriata mutâbık olsun?

Sual: Bazı adam, “Şeriata muhâliftir” diyor?

Cevap: Ruh-u meşrutiyet, şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zarûretle teferruat olabilir, muvakkaten muhâlif düşsün.

Hem de, her ne hâl ki, meşrutiyet zamanında vücuda gelir! Meşrutiyetten neş’et etmesi lâzım gelmez.

Hem de, hangi şey vardır ki, her cihetle şeriata muvâfık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvâli şeriata mutâbık olsun?

Öyle ise şahs-ı mânevî olan hükûmet dahi mâsum olamaz; ancak Eflâtûn-i İlâhînin medîne-i fâzıla-i hayaliyesinde mâsum olabilir. Lâkin, meşrutiyet ile sû-i istimâlâtın ekser yolları münsed olur; istibdatta ise açıktır.

Sual: İtiraz ettiğin şeye nasıl cevap veriyorsun?

Cevap: Ben libâsa ilişiyordum. Hükûmet iyi bir adamdır. Pislerin libâsını giymişti. Biz o libâsı yırtmak ve yıkamak istiyorduk, olamadı. Zamana bıraktık; ta yavaş yavaş yırtılsın. Evet, namazı kılıyordu, kıbleyi tanımıyordu; sonra tanıdı veya tanıyacaktır.

Ehvenüşşerreyn, bir adalet-i izâfiyedir. Fakat kemâl-i telehhüf ile bağırıyorum ki, şiddete inkılâp eden fikr-i intikâmın tedâhülü ve heyecânâtı intâc eden tecrübesizlik, üzerimize emri şiddetlendirdi, pahalaştırdı. Muvakkaten, bir nevî karanlık çöktü. Emin olunuz ki, çekilecektir.

Sual: Neden makine-i ahvâl güzelce işlemiyor?

Cevap: Zira tecrübe, hamiyet, nûr-u kalb ve nûr-u fikri cem’ edenler, vezâife kifayet etmezler. Bazı ehl-i gayret ve hamiyette de meyl-i tahrip meleke olmuş; tâmire pek alışık değildir. Bazı ehl-i tecrübe ve tâmir ise, eskisine bir derece meyil ile, istidatları pek müsâit değildir. Demek, bize bir nesl-i cedîd lâzımdır.

Bunu da cidden söylüyorum: Eğer, meşveret şeriattan bir parmak müfârakat ederse, eski hâl yüz arşın ayrılmıştır.

Sual: Neden?

Cevap: Bir ince teli, rüzgâr her tarafa çevirebilir. Fakat içtimâ ve ittihat ile hâsıl olan hablü’l-metin ve urvetü’l-vüskâ değme şeylerle tezelzül etmez. İcmâ-ı ümmet, şeriatta bir delil-i yakînîdir. Rey-i cumhur, şeriatta bir esastır. Meyelân-ı âmme şeriatta mûteber ve muhteremdir.

İşte, bakınız: Eski padişahların iradesini, Ermeni rüzgârı veya ecnebî havası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. O da, sükûta rüşvet-i mâneviye olarak, birçok ahkâm-ı şeriatı feda ediyordu. Şimdi kapı açıldı; fakat, tamamı ileride. Üç yüz ârâ-i mütekâbile ve efkâr-ı mütehâlife hak ve maslahattan başka birşey ile musâlâha etmez veya sükût etmezler. Hak ve maslahat ise, şeriatta esastır. Fakat 1 اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kâide-i şer’iyesince bâzan haram bildiğimiz şey, ilcâ-i zarûretle vâcip olur.

Taaffün etmiş parmak kesilir; ta el kesilmesin. Selâmet-i millet, cevher-i hayata tevakkuf etse, vermekten tevakkuf edilmez; nasıl ki, edilmedi. Dünyada en acîb, en garibi, rûhunu iftiharla selâmet-i millete fedâ edenlerden, bâzan garazında menfaat-i cüz’iye-i gurûriyesinde buhl eder, vermiyor.

Demek, şeriatı isteyenler iki kısımdır: Biri, muvâzene ile zarûreti nazara alarak, müdakkikâne meşrutiyeti şeriata tatbik etmek istiyor. Diğeri de, muvâzenesiz, zâhirperestâne, çıkılmaz bir yola sapıyor.

1 : Zarûretler haramları mübah kılar.

 

Bediüzzaman Said Nursi
(Asar-ı Bediyye| Münâzarat – 314)

www.NurNet.Org

Zübeyir GÜNDÜZALP – HİZMET ESASLARI

HİZMET ESASLARI

Kusurdan kurtulmak istiyorsanız, evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannetmekle, kusurlu olduğunuzu müşadehe ediniz.

Bahtlı ve talihli kimse, başkasına va’z edilirken ibret alandır

Kusurlu, hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla, hürmet ve tevazu ile söyleyiniz. Kubullenmezse dahi, ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz.

Başkalarını ıslah için, evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.

Herkese kendi âdeti hoş gelir.

Fenalık ve iftiralara ne kadar fecî bir surette maruz kalınırsa kalınsın, mukabele-i bilmisil etmemek, tevbe ve istiğfara devam etmek, sabır ve tahammüle çalışmak, öyle hadiselerden ibret ve ders almak, mütecaviz ve müfterilerle uğraşmamak, yüksek bir ahlâk ile ahlâklanmaktır.

Kendi nefsini dâimâ kötülemek, kendi küçük kusurlarını büyük görmek, başkalarının büyük kusurlarını küçük görmek, yüksek bir fazilettir. Takvada, doğrulukta, edep ve ahlâkta kendisi azimetle amel etmeye çalışmak; başkaların lâkaydlığı ile meşgul olmamak veya ikaz ve hatırlatmakta mütavaziyane ve yumuşaklık göstermek büyük bir fazilet ve din kardeşlerinin dinine hizmet edebilmek için semeredar bir düsturdur.

İnsan beşerdir, hata edebilir. Hususan küllî ve umumî bir dâvânın hizmetkârlarına yapılan taarruzların çokluğu, şeraitin (şartların) ağırlığı, dâvâyı inkişaf ettirmek, hizmetin önüne çekilen dehşetli maniaları yıkabilmek için çeşitli hizmet şık ve şekilleri ararken hepsinde yüzde yüz isabete muvaffak olmak pek müşküldür.

Böyle bir hengâmede müsbet netice vermeyen tedbirleri, o müdebbire söylemek lâzım iken, her ne sebeple olursa olsun, kat’iyyen başkasına söylememek ruh, kalp, akıl ve feraset eseridir. Bunun aksine başkalarına dert yanmak, safderunluk ve düşünce zaafının delilidir. Fayda vereceğim zannıyla fikrinde taannüd (inat) ve taassup göstermek zarar vermenin en bariz bir delildir ki, bu da ahmaklığın gözlere görünecek derecede aşikâr olmasıdır. Zira ahmaklığın tarifi, “Fayda vereceğim niyetiyle zarar vermektir.”

Kendisinin bir rey ve fikir sahibi olduğu gururuna kapılan; asıl rey tedbir ve vazife sahibi kimseleri kötüleyen, fakat kendisine toz kandurmayan bir kimse, “Herkes için birer kusur buluyorum, acaba kusursuz ben mi kaldım Onlar benim aklımın ermediğini yakinen biliyorlar da, tehevvüre kalkışıp veya o sözü içime atıpnefsimin, arkadaşlarımın kusurunu veya aslında kusur olmayıp da benim kusur görmek ve başkalarına nakletmek hususunda zorlatıcı bir kuvvet haline gelmemesi için, benim yüzüme vurmamak edep ve hayâsına mı riayet ediyorlar” diye bir mülâhaza yapılsa, bir zararı bin zarara çıkaran dedikoduculuktan kurtulması mümkün olur.

İyi olmanızı istiyorsanız, evvelâ kötülüğünüze inanınız. Kusurlardan kurtulmak istiyorsanız, evvelâ kendi kusurunuzu görüp, kendinizi kusursuz zannederken, kusurlu olduğunuzu müşahede ediniz.

Bahtlı ve talihli kimse, başkasına va’z edilirken ibret alandır.

Kusurlu, hatalı bir arkadaşınızın yanlışlarını yumuşaklıkla, hürmet ve tevazu ile yalnız ona söyleyiniz. Kabullenmezse dahi, ikinci bir kimseye onun hakkında gıybet etmeyiniz. Birinin kusurunu, kusuru düzelteceğim diye etrafa yaymak, şahsî kin, garaz, nefsin karışması gibi hallerin zorlamasının neticesidir. Veyahut fayda veriyorum zannıyla zararların üremesine sebep olan bir safdillik ve bilmemezliktir. Başkalara yaymak değil, dâimâ ve dâimâ ona söylemektir. Söylerken de, “Acaba, hakikaten ve bizzat nefsü’l-emirde hata mıdır Yoksa benim fikrime, görüşüme göre mi hatadır” diye insan kendini murakabe etmelidir.

Hiddetle, heyecanla konuşmanıza asla itimad etmeyiniz. Zira nefis ve şahsî hissiyat karışır. Yapacağım derken, parçalarsınız. Hem de kendinizi parçalamış olursunuz.

Çok defa kendisini tenkit etmek kâmilliğine erişememiş, yakın akraba veya mesâî arkadaşlarını tenkit etmeye alışanlarla bir yerde oturmayınız. Onu dinleye dinleye siz de münekkid ve yıkıcı bir ahlâk sahibi olursunuz.

Adeletten ayrılmamak, hakikati itiraf ve tasdik etmektir. Zıddı zulümdür.

Nefsini dâimâ itab eden, din ve dâvâ arkadaşlarının iyiliklerine hasr-ı nazar eden, başkalarınca nefret edilmekten kurtulur.

Dedikodu ile, arkadan çekiştirmekle mesele halletmeye çalışmak ya safdillik ya şuuraltı veya şuurüstü garaz ve muhalefet nişanıdır. Veya canı incitilmişin intikam kokusudur.

Dışardan tenkit kolaydır. Aynı işin içine girdikten sonra tenkidin zulümkârlığını anlamak o kimse için ne acı, ne felâketli, ne hasâretli ve ne derece mânevî mes’uliyetlere dûçar olucudur.

Nefsinden gelen sözün samimiyet olduğuna inat edenden korkulur. Bunlardan kendinizi koruyunuz. Kendiniz, aynı bilmemezliğe düşmemek için düşününüz. Nefsin desiselerini beyan eden eserleri, sırf kendinize hitab ederek okuyunuz.

Nefsine itimad ederek mesâî arkadaşlarını âmiyane görenin sonu tehlikelidir. İstişare esnasında kendi fikrine saplanarak vereceği cevabı düşünen, âzaların fikirlerini küçümseyen, hatadan kurtulamaz.

İşin içine çok acı söz girdi mi, onun tadı tuzu kalmaz.

Kendi fikrini çok beğenip, arkadaşını dâimâ isebetsiz görmek kıyâmet alâmetidir. Nefsin desiselerini açıklayan eserleri, sık sık kendinize hitap ederek okumak, bu hastalığın yegâne devâ ve dermanıdır.

Başkalarını ıslah için evvelâ kendimizi ıslah etmek icap eder.

Kendini ıslaha ve derse muhtaç görmeyen, bilmeyen, gafletten uyansın. Uyarıcı eserlere sarılsın.

Dostlarına şiddet-hiddet eden, haşin davrananın, dostları dağılır. Bu neticeyi kendinden bilmek, güzel bir fazilettir

Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını göremeyerek dostlarını terk eden, terk edilir.

Halini, etvarını, gidişatını başkasından dinle. Çünkü senin fenalığın, yanlışlık ve hataların senin nefsine, dostun gözüne iyi görünür. Seni methedenlere aldanma. Senin yanlışlık ve isabetsiz hareketlerini sana söyleyenler, senin hakikî dostlarındır. Hastaya şeker vermek câiz olmayabilir. Onun için acı ilâç faydalıdır.

“Senin yolunda şöyle bir kuyu var” diyen insan senin hayırhâhındır.

Yanlış hatt-ı harekette giden, zararlı hâli olan bir kimseye, her zaman, “İyi gidiyorsun” demek, onu gaflete düşürmek ve ona zulmetmek olur.

Acı nasihat faydalı şerbettir.

A benim güzel dostum! Çok kere olduğu gibi, bugün gene çok tenkitler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkitler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah’ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâd ettin, kaç tanesini saydın Münekkit ve kusur sayıcılardan olma. Korkarım ki, zulümkâr olursun.

Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma. Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsanî şeyler, nefisleri kolayca harekete geçirir.

Tenkitçi, kusurları piyasaya çıkarıcı kimselerin dostluğunda bulunup da, eğer ona kapılmamışsan; ahlâk-ı Muhammediye (a.s.m.), evliyâ, sulehâ ve ulemânın İslâm ahlâkı ve edebi hakkındaki eserlerini mütalâa ettikten, ilim ve hikmet tetebbuatında bulunduktan sonra, onların hal ve kallerini, düşünce ve zihniyetlerini, hısım, akraba, çoluk çıocuklarına karşı muamelelerini, din kardaşleri ve dâvâ arkadaşlarına olan hatt-ı hareketlerini, ibadet, itaat ve takva husususundaki vaziyetlerini tetkik et ve gör. Eğer sen ilim, irfan, kemalât, fazilet, edep, terbiye, ahlâk ve hayâ, azimet ve takvâ ehli olarak o eserlerinden müstefid olmuşsan, hemen dergâh-ı İlâhîye el açıp “Aman yâ Rab, tenkitçi, kusur arayıcı, kusur görücü, gıybetçi olmak felâketinden Sana sığınıyorum. Beni bu âfetlerden muhafaza eyle. Âmin” diyerek göz yaşları dökeceksin.

Ey ehl-i İslâm ve irfan. Din kardeşlerimin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki, çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadar olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, senin dinleyenlere aynı iştiha, aynı maharetle sayıp döktün mü Korkarım ki, zulumkâr olmuş olmayasın. Güzel huyları anlatanı dinle. Güzel huylu ol. Nefsini zemmeden, kusurlarını itiraf eden, din ve dâvâ arkadaşlarını metheden ahlak-ı âliye erbâbı ile sohbet et. Ahlâk-ı âliye ile yükselmek aşkına düşersin. “Tahallaku bi ahlâkillah” emr-i cemiline inkıyad şerefiyle şereflenirsin.

Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkit etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i İlâhîde ihlâsa binaen makbuldür.

Ey ferâsetli ve müdebbir ehl-i hizmet. Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu, tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakiyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikati bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.

Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâvâ arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, “Buna benim nefsim müstehaktır” de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.

Böyle bir zamanda, böyle bir kudsî iman hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet bir dağ, bir dirhem hizmet bir batmandır. Bu Nur hizmetinde az dahi olsa bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır. “Dâne taşıyan bir karıncayı bile incitme.”

Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez.

Halk nazarında nice itibarsız, hakir görünen Müslümanlar ve İslâma hizmet edenler vardır ki, onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar ehl-i imana hürmetkâr ve merhametli olurlar. Onlara Allah’ın rızası kâfi gelir.

Sen bir mü’mine “fenâdır” diye kötü zanda bulunabilirsin, halbuki o kimse Allah’ın makbülüdür.

Arkadaş, gül padişahının yanında silâha davranmış diken var.

Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.

En büyük gaflet örneklerinden:

* Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, herkes kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini dâimâ isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır. Kendi fikirleriyle yapılan işlerin zararlı ve iflâsa doğru gittiğini hatırlatan en yakın arkadaşlarına yüz çevirmesi, müessesenin maddî imkânların elinde bulunması, şubelerdeki işin içyüzünden haberi olmayanların teveccühüne aldanmasıdır. Müesseseye sekiz-on işte şahsî kanaatinden ve başka arkadaşların fikirlerinden zararlar gelince de bir takım teviller yapmak yoluna sapmak, telâşsız görünerek kendi cebindekini değil, umumun hukununu zayi etmesidir.

* Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi, karşısındakinin izzetini kırması İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, “Bana böyle dedi, şöyle dedi” gibi, hiddetle mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesâî arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yaşmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.

* Fikirlerindeki isabetsizlik zararlara sebep olunca, diğerleri bu zarara sebep olana hürmetkârâne, asilâne, alçak gönüllülükle kendi fikirlerindeki veya vazifelerdeki kusurlarını da sayarak, ondan özür dileyerek söylemesi-velev kırkıncı defa da kabul etmeyecek olsa-yine o yanlış yapana söylemek yerine şuna buna söylemesi; böylece müesese mensuplarına olan hüsn-ü zan ve itimadın kırılması; bir kimsenin aile çatısı altında kalması icab eden hatalarını yayması; o kimseyi kötüleyip şuna veya buna söylemekle bin zarar getireceğini hissiyatının tesiriyle görememesidir.

* Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir, meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Birinci hakaret edip kalP kıranı kasdederek, “Birinci bana böyle dedi, ben de ona öyle dedim” der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dâvâ arkadaşına ikincisi küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.

* İslâm muaşeret, edep ve terbiyesine riayet etmeden, nefis ve tehevvürüne kapılarak, dahilî hizmet mensuplarına hariçtekilere dahi yapılmayacak bed muameleyi yapmaktır. Bu kötü hissiyat zararlı netice doğurunca, “Ben sebep oldum, özür dilerim” olgunluğunu göstermeyerek, zararlı neticeyi acib bir halet-i ruhiye ile karşısındaki arkadaşına yüklemektir. Taraflar dahi şahısların umumunun alâkadar olduğu umumî bir meselede, iki taraf da birbirini sabit fikirlilikle itham ederek, müessese hizmetine dinamit koyarak umumun zararına sebep olmalarıdır.

Nur-u Kur’ân hizmetinde bir ve beraber çalıştığınız kardeşler ve ehl-i iman içinde gücenen ve küsen, gücendiren ve küstürenlerden olmayınız. “Değmiyor bu dünya böyle şeylere.”

İnsan iyi işli olmalı. Kendisini dâimâ kusurlu görmeli.

Zübeyir GÜNDÜZALP

Haber: Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.Org