Kategori arşivi: Biyografi

Zeyd Bin Harise (r.a.) Kimdir?

575 yılında doğmuştur, Peygamber efendimiz(sav)’in azadlı kölesidir,annesi Su’da binti Salebe’dir. Künyesi oğluna nisbetle “Ebû Üsâme’dir.” Yemenli’dir

Kur’ân-ı kerîmde Eshâb-ı kirâm içinde Zeyd’den (r.a.) başka hiçbir kimsenin ismi açıkça zikredilmemiştir.

Zeyd bin Hârise (r.a.) ilk îmân edenlerdendir. Hz. Hatice, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’den sonra dördüncü, âzâd olmuş köleler içinde ise ilk müslüman olmakla şereflenmiştir.

Zeyd bin Hârise (r.a.) çocuk yaşlarında iken annesi Su’da ile birlikte akrabalarını ziyârete gitmişti. Bu sırada başka bir kabilenin baskınına uğradılar. Zeyd’i esir aldılar. Mekke’ye panayıra getirdiler.Hz. Hatice’nin yeğeni Hâkim bin Hizam, Zeyd’i 400 dirheme satın aldı. halası Hz. Hatice’ye hediye etti. O da Peygamber efendimiz(sav)’e hediye etti. Peygamber efendimiz(sav) onu derhal âzâd ederek yanında alıkoydu. Mûte harbinde şehîd düşene kadar ona hizmet etti.

Peygamber efendimiz(sav) ‘den gördüğü güzel mu’âmeleden dolayı Resûlullah(sav)’ı, babasından ve anasından daha çok seviyor, yanından hiç ayrılmak istemiyordu.

Zeyd’in babası Hârise, kardeşi Ka’b ile birlikte yanına fazla miktarda para alarak Mekke’ye geldi. Mekke’ye varınca Peygamberimiz (sav)’in huzurlarına çıktı ve şöyle dedi:

Köleniz bulunan oğlumuzun kurtulması için ne kadar para istersen onu verelim, serbest bırak, ne olur bu dileğimizi geri çevirme!” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.):

Zeyd’i çağırıp kendisine durumu bildirelim. O’nu serbest bırakalım. Şayet size gelmeyi tercih ederse sizden herhangi bir para almadan onu alıp götürebilirsiniz. Şayet beni tercih eder, yanımda kalmayı isterse Allah’a yemin ederim ki, beni tercih edeni kimseye terk etmem, yanımda kalır.”

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) Zeyd’i huzuruna çağırarak kendisine:

Bunları tanıyor musun?”

Evet biri babam, diğeri amcamdır.”

Ey Zeyd sen benim kim olduğumu öğrendin, sana olan şefkat ve merhametimi, davranışımı gördün. Bunlar seni almaya gelmişler. O halde ya beni tercih et, yanımda kal veya onları tercih et, git.”

Ben hiç kimseyi size tercih etmem. Siz benim hem amcam, hem de babam makamındasınız. Sizin yanınızda kalmak istiyorum” dedi.

Babası, kızarak Zeyd’e; “Yazıklar olsun sana, demek ki, sen köleliği hürriyete, annene, babana ve amcana tercih ediyorsun?” dedi

Peygamber efendimiz Zeyd’in kendisine olan bu bağlılığını ve sevgisini görünce onu Kâ’be-i Muazzama’nın duvarında bulunan Hacer-i Esved taşının yanına götürüp oradakilere hitap ederek; “Şahid olunuz Zeyd benim oğlumdur. O bana vâris, ben ona vârisim” buyurdu.

Babası ve amcası bu durumu görünce memleketlerine döndüler. Eshâb-ı kirâm bundan sonra Zeyd’e, Zeyd bin Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd) demeye başladılar. Bu hadîseler olduğunda henüz İslâmiyet gelmemişti.

Daha sonra Allahü -teâlânın. Ahzâb sûresinin 5 ve 40. âyetlerindeki: “Evladlarınızı babalarının ismiyle çağırın, böylesi Allah katında daha doğrudur.” “Muhammed aleyhisselâm sizden hiç bir erkeğin (Zeyd gibi) babası değildir” emirleri ile evlad edinmek de kaldırılınca, Hz. Zeyd babasının ismiyle, yani “Hârise’nin oğlu Zeyd” (Zeyd bin Hârise) diye çağrılmaya başlandı.

Peygamber efendimiz Zeyd’i Mekke’de Ümmü Eymen’le (r.anha) evlendirdi.Bundan, Eshâbın büyüklerinden Hz. Üsâme doğdu. Daha sonra Peygamber Efendimiz(sav) Zeyd’i halasının kızı Hz. Zeyneb’le evlendirmiş, ancak, eşlerin anlaşamamaları neticesinde boşanmışlardı. Daha sonra Peygamber Efendimiz Zeyneb’le evlenmek suretiyle, Cahiliye devrinden kalma evlatlık anlayışının ortadan kaldırıldığını bizzat göstermiş ve Kur’an-Kerim’de, “… sonra Zeyd o hanımla alakasını kesince biz onu sana nikahladık -ta ki, evlatlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin müminler için günah olmadığı anlaşılsın. Allah’ın emri işte böylece yerine getirilmiştir.” (Ahzab 37) şeklinde ifadesini bulmuştur.,

Peygamberler, peygamberlik vazifeleri itibariyle ümmetleri için baba hükmünde olmaları, onlara babalarından daha büyük bir şefkatle ve muhabbetle bakmalarındandır. Yoksa, nesep itibariyle olan babalık değildir. Dolayısıyla peygamberlerin kendi ümmetlerinden olan hanımlarla evlenmelerinde bir sakınca yoktur.

Risale-i Nur’da Yedinci Mektup’ta bu konu izah edilmektedir. Büyük bir idareci kendine tabi olanlara büyük bir şefkat gösterdiği ve bu şekilde yaklaştığı zaman, insanlar kendisine evladından ziyade bir muhabbet ve nazarla bakmaya başlar. Bu durum zamanla baba-evlat ilişkisine benzer bir mahiyet alınca, söz konuşu kişiler arasında bir evliliğin gerçekleşmesi halk arasında kolay kolay kabul görmez. Kur’an-ı Kerim böyle bir düşünceyi ortadan kaldırmak maksadıyla; “Peygamber rahmet-i İlahiye hesabıyla size şefkat eder, pederane muamele eder. Ve risalet namına siz onun evladı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin. Ve sizlere ‘Oğlum’ dese, ahkam-ı şeriat itibariyle siz onun evladı olamazsınız.”

Peygamber efendimiz(sav), Zeyd bin Hârise (r.a.) ile Taif’ten dönerlerken yolda Tâifliler taşa tuttular. Her tarafı an kan revân içinde kaldı. Hz. Zeyd, Peygamberimiz(sav)’i atılan taşlardan korumak için, O’nun önüne, arkasına, sağına soluna geçerek siper oluyordu. Kendisi de bu suretle bir çok yerinden yaralandı.

Daha sonra Medine’ye hicret etti. Medine’de, Ensârdan Gülsüm bin Hedm’in evinde misafir kaldı, Üseyd bin Hâfız’la din kardeşi oldu.

Zeyd bin Hârise (r.a.) Bedr harbinden Mûte harbine kadar Peygamber efendimizin bulunduğu bütün gazvelere katılmıştır. bir çoğunda kumandanlık ederek, şecaati, kahramanlığı ile örnek olmuştur. . Peygamber Efendimiz, Medine’de kendi yerine onu vekil bırakmakla; kendisine verdiği önemi gösterdiği gibi, idareciliğini, dirayetini tasvip ettiğini, aynı zamanda, makamlara getirilmenin ırkla, soyla değil, takva ile olacağını göstermiş oluyordu.

Hz Aişe validemiz derki; Resulullah(sav) Zeyd’i bir seriyyeye göndermişse mutlaka komutan yapmıştır eğer sağ olsaydı onu yerine halife tayin ederdi.

Bir hadîs-i şerîfte: “Bana insanlar arasında en sevimli gelen kişi, Benim ve Allah’ın ihsanına mazhar olan kişidir. Bu zât Zeyd’dir.” buyurmuştur.

Resûlullah (s.a.v.) efendimiz bir gün minberde konuşma yapıyorlardı. Birden bire efendimizin gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamış ve konuşmalarım keserek: “İşte Zeyd şehîd oldu!” buyurdular

Hz. Zeyd, 629 yılında Şam bölgesinde “Mûte”de şehîd olmuştur.

Zeyd, beyaz ve güzel idi.

Peygamberimiz(sav) bir hadisi şerifinde şöyle buyurdular“Cennete baktım. Bir de gördüm ki, Cennet narlarının her biri deve derisinden yapılmış, şişirilen tulum gibi, kuşları, büyük develer gibi iri. Bunların arasındaki bir gence gözüm ilişti. “Sen kimsin?” diye sordum. O da, Zeyd bin Hârise olduğunu söyledi. Sonra baktım ki, Cennette gözlerin görmediği kulakların duymadığı, hatır ve hayâle gelmeyen şeyler vardır

Kuranı kerimde adı geçen Peygamberimiz(sav) tarafından en çok sevilmeye layık olan Zeyd bin Hârise (r.a.)gibi anılmak ve sevilmek duamız olsun Amin…

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1)Hadis Ansiklopedisi

2)Risalei-nur Külliyatı

Cafer-i Tayyar (Cafer Bin Ebi Talib) (R.A.) Kimdir?

Cafer Bin Ebi Talib (r.a)

588 yılında Mekke’de doğdu Hz. Peygamber(sav)’in amcası Ebû Tâlib’in oğludur. Hz.Ali (ra)’nin dört kardeşinden biridir. Hazreti Cafer(ra), Hazreti Abbas(ra)’ın eğitimi altında yaşadı. Künyesi Ebû Abdullah, lâkabı Tayyar ve Zülcenâheyn’dir.

Bir gün Resûlullah(sav) Hz.Ali(ra)’yle beraber namaz kılarken kardeşi Cafer bunu gördü, merak etti. Daha sonra Hz.Ali(ra)’yi buldu ve yaptıkları hareketin ne olduğunu sordu. Hz.Ali(ra)’de bunun Cenâb-ı Hakk’a karşı yapılan bir ibadet olduğunu söyledi. İslamiyet hakkında açıklamada bulundu. Bu sözler Cafer’in çok hoşuna gitti ve hemen orada Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Ardından hanımı Esma binti Üveysi’de müslüman olmuştur.

Diğer Müslümanlar gibi, Hz. Câfer(ra)’de müşriklerin akıl almaz eza ve cefalarıyla karşılaştı, ancak O, imanından taviz vermedi.

Zulüm görüp Habeşistan’a hicret eden 92 kişinin içinde Cafer(ra) ve hanımı Esma binti Üveysi’de vardı. Hz.Cafer(ra) Habeşistan muhacirlerinin emiri idi. Habeşistan’da eşi Esma’dan oğlu Abdullah dünyaya geldi. Abdullah Habeş topraklarında doğan ilk Müslüman çocuktur.

Kureyş müşrikleri, muhacirleri Habeşistan’dan geri çevirmek üzere Abdullah b. Ebi Rabia ile Amr b. el-As’ı değerli hediyelerle Habeşistan’a gönderdiler. Elçiler Habeş Necaşisi nezdinde müslümanları kötüleyince, Câfer b. Ebi Talib(ra) müslümanların temsilcisi olarak konuştu ve müşriklere üç soru sorulmasını istedi:

1) Biz Kureyş’in köleleri miyiz?

2) Mekke’de bir cinayet mi işledik ki, zorla iade edilmemizi istiyorlar?

3) Mekke’de mal gasbettik de, üzerimizde başkalarının hakları mı vardır?

Kureyş elçileri bütün bu sorulara olumsuz cevap verdiler. Ancak, puta tapmayı bırakıp İslâm dinine girmelerinin suç olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine Necaşi, Cafer(ra)’e İslâm dini ile ilgili sorular sordu.

Hz. Cafer(ra), İslâm’ın getirdiği iman, ahlâk ve fazilet esaslarından söz etti. Necaşî’nin isteği üzerine Meryem Suresi’nin baş tarafından okumaya başladı. Tatlı duygulu bir sesi vardı, Ankebut ve Rûm surelerini de okudu. Bu sırada Necaşî’nin gözlerinden yaşlar akıyordu. İstek devam edince, Hz Câfer(ra) Kehf sûresini okudu. Necaşî, kendisini tutamayarak “Vallahi, bu aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki, Musa’da, İsa’da aynı mesajla gelmiştir.” dedi.

Hz. Muhammed(sav)’in bir peygamber olduğuna kanaat getirdi. Bunu açıkladı ve Müslümanları himaye etti.

Yedi yıl sonra tekrar Medine’ye döndüler. O sıralar Hayber feth edilmişti, Peygamberimiz(sav) bilhassa Hz. Cafer(ra)’in döndüğüne çok sevindi. Onu kucakladı, bağrına bastı, alnından öptü ve sevincini şöyle izhar etti:

Ben hangisine sevineceğimi bilemiyorum. Hayber’in fethine mi, yoksa Cafer’in gelişine mi?

Cafer bin Ebu Talip(ra) beliğ bir hatip, takva, tevazu, ilim sahibi, iyilik sever, korku bilmeyen cesaret sahibi, aynı zamanda fakirlikten korkmayacak kadar da cömert biriydi. Fazilet ve güzelliğin en yükseği onda toplanmıştır, zira Peygamber Efendimiz(sav)’e ahlakça ve vücutça en çok benzeyen sahabi Hz.Cafer (ra) idi. O’nun, Peygamberimiz(sav)’in yanında apayrı bir yeri vardı. Peygamberimiz Hz.Cafer için “fakirlerin babası” derdi.

Hz. Cafer(ra), “Ya Allah yolunda büyük bir zafer kazanıp Allah’ın dinine yardım ederim, veya Allah yolunda şehit düşerim“ diyerek ikinci komutan olarak 629 yılında üç bin askerle katıldığı Mute harbinde sayı ve teçhizat bakımından kendilerinden çok üstün olan Rum imparatorluğunun ordusuyla harb ederken 41 yaşında şehid oldu.

Mübarek bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası vardı. Peygamberimiz(sav) Hazreti Cafer(ra)’in şehadet haberini verdiğinde vefakar hanımın feryatları göklere yükseldi. Allah’ın Rasülü(sav) efendimizin de gözleri yaşlarla doldu. Hüzünle evden çıkıp, etrafındakilere şunları söyledi:

-”Cafer ailesine yemek yapmayı ihmal etmeyin. Çünkü onlar kendi acı derdleriyle meşguller.”

Hz. Cafer(ra)’in savaş meydanında iki kolunun da kesilmesi üzerine, şehadetinden sonra Rasûlullah(sav) ona Cennet’te iki kanat takıldığını haber vererek şöyle buyurmuştur:”Cafer’i, Cennet’te meleklerle birlikte uçarken gördüm.”

Bundan sonra, kuş gibi kanatlanıp Cennet’te uçtuğu hadisle sabit olan Cafer(ra)’e “çok uçan Cafer” anlamında “Câfer-i Tayyâr” lakabı verilmiştir.

Ebedi Cennette nimet ve bolluk içinde olan Hz.Cafer(ra)’dan Allah razı olsun bizlere de O’nun şefaatini nasip etsin Amin..

Çetin KILIÇ / Lüleburgaz

www.NurNet.Org

Diğer Sahabelerin Örnek Hayatları İçin Tıklayınız!

Kaynaklar:

1)Hadis Ansiklopedisi.

2)Ümmetimin Yıldızları.

 

Mustafa Sungur Abi Kimdir? (1929-2012)

1929’da Eflâni’de doğdu. Kastamonu Gölköy Enstitüsü mezunudur. Evli ve yedi çocuk sahibir. Bedîüzzamân Saîd Nursî’nin en yakın talebe ve hizmetkârlarındandır.

Bediüzzaman’ın önde gelen talebelerindendir. Uzun süre kendisinin hizmetinde bulunmuştur. İlerlemiş yaşına rağmen 1946 yılından bu yana Risâle-i Nurları aynı aşkla okuma ve yayma hizmetine devam etmiştir. Bediüzzaman’ın mânevî evlâdıdır. Mustafa Sungur, 1929 yılında bugün Karabük’e bağlı olan Eflani’de doğdu. Uzun yıllar burada kaldı. İlkokulu burada okudu. Daha sonra Kastamonu Gölköy’de bulunan Köy Enstitüsüne kayıt oldu. Okulda çalışkanlığıyla dikkat çekti. Öğrenciliği boyunca çok sayıda kitap okudu.

Köy Enstitülerinde dine karşı takınılan olumsuz tavra rağmen, dine meyilli olan Mustafa Sungur bu eğilimini devam ettirdi. Aile büyüklerinden de gördüğü destekle mânevî yönünü takviye etmeye çalıştı. Köyünde bulunan İbrahim Hoca’dan dînî dersler aldı. Enstitüden mezun olduktan sonra eğitimine devam etmek istedi. Amacı, yüksek tahsil yapıp öğretmen veya müfettiş olmaktı. Ancak, babası buna izin vermedi.

Mustafa Sungur, köy enstitüsünden mezun olduktan sonra, köyde öğretmenlik yapmaya başladı. Öğrenciliği sırasında bilgi sahibi olmaya başladığı Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’u, bu öğretmenliği sırasında, Emirdağ Lâhikası’nda “Hafız Ali’nin tam varisi” olarak vasıflandırılan ve ismi çok zikredilen Ahmet Fuat Efendi ile Safranbolulu Keçeci Mehmet Efendi vasıtasıyla 1946 yılında tanıdı. Çalışlar Köyü’nde öğretmenliğini sürdürürken Bediüzzaman Said Nursî’yi ziyaret etti.

Mustafa Sungur’a önce Şemsettin Yeşil’in kitapları verilir. Bilindiği gibi bu kitaplarda Risâle-i Nur’dan kaynak gösterilmeden alıntılar yer almaktaydı. İntihal yazıları öğrenen Bediüzzaman Hazretleri buna bir şey dememişti. Bir toplantı için Safranbolu’ya giden Mustafa Sungur, burada bulunan Hüsnü Bayram’ın babası olan Hıfzı Bayram Efendi’yle tanıştı. Hıfzı Bey kendisine formalar halinde bazı yazılar verip okumasını söyledi. Verilen formalar, Risâle-i Nur’dandı. Bediüzzaman’ın eseri olduğunu öğrendi. Böylece Safranbolu’da hem Risâle-i Nur, hem de talebeleriyle tanışmış oldu.

Risâle-i Nur’u tanıyıp Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi sahibi olan Mustafa Sungur, talebe olmak için büyük bir heyecan yaşamaktaydı. Daha önceden yaşadıklarını da ara sıra dile getirerek Bediüzzaman’a mektuplar yazmaya başladı. Bu mektuplardan bazıları lâhikalarda yerini aldı. Heyecanla talebeliğe kabulünü beklerken, Bediüzzaman’ın gönderdiği mektupta kendi ismi de zikredilmekteydi: “Nurun küçük kahramanlarından Mustafa Sungur ve Rahmi’nin az bir zamanda eski harfle, Mustafa Sungur’un gayet mükemmel, Meyve’nin 11. Meselesi Hatimesi ile Rahmi’nin Gençlik Rehberi’ni eski harflerle güzelce yazmaları ve Kastamonu’dan gelen kitaplarım içinde bize göndermeleri, hakikaten benim için yeni biraderzadelerim bir Abdurrahman ve Fuad dünyaya gelmiş gibi beni memnun ediyor.” Bu ifadeler kendisi için çok büyük değer taşımaktaydı.

Mustafa Sungur, Bediüzzaman Hazretlerini görmek için 1947 Eylül’ünde teşebbüse geçti. Yol masrafı için gereken parayı borç edindi. Çalışlar Köyü’nden atla önce Eflani’ye, oradan da 7-8 saat süren bir yolculuktan sonra Safranbolu’ya gitti. Buradan Karabük’e ve yorucu bir tren yolculuğundan sonra Ankara’ya vardı. Ankara’dan Eskişehir’e yine trenle gitti. Buradan da Emirdağ’a hareket etti. Günlerce süren yolculuktan sonra Bediüzzaman ile görüşme şansını elde etti. Bediüzzaman; evli olup olmadığını sordu. Ancak, daha önceden evlenmişti. Bekâr olsaydı yanına alacağını söyledi. “Ceylan bir Sungur, Sungur bir Ceylan” diyerek iltifatta bulundu. Çünkü, Ceylan epey zamandır kendisine hizmet eden önemli bir talebesiydi.

Bediüzzaman’ın talebelerinin kaldığı evde bir gece kalan Mustafa Sungur ertesi gün oradan ayrıldı. Ayrılmadan önce Bediüzzaman kendisine 25 kuruş para gönderdi. Buradan ayrılıp Isparta’ya gitti ve buradaki talebelerle de tanışma fırsatını elde etti. Isparta’dan döndükten bir yıl sonra, Afyon dâvâsında (1948) Bediüzzaman’ın tevkif edildiğini öğrendi. Babasının imamlık yaptığı Aydın Kasaplar Köyüne gitti. Bir süre burada kaldıktan sonra Afyon’a geçti. Afyon’a geldiğinde henüz mahkeme başlamamıştı. Bu arada Bediüzzaman ve talebeleri tutuklanmış, bir süre tutuklu kalan talebelerden bazıları serbest bırakılmıştı. Mahkeme günü Bediüzzaman Hazretleri ile görüştü.

Dinî kitap okumak ve Bediüzzaman’la görüşmenin suç sayıldığı o dönemde tutuklananlar kervanına Mustafa Sungur da katıldı. O da tutuklanıp Afyon hapsine kondu. Tarihçe-i Hayat’ta bu konudan şöyle bahsedilir; “Yapılan derin ve uzun tahkikat neticesinde, birtek suç delili bulunamıyor. Fakat, ne oldu ise oldu, ne yaptılarsa yaptılar, nihayet mahkeme -güyâ kanaat-i vicdâniye ile- Bediüzzaman’a yirmi ay ve müdakkik bir âlime on sekiz ay, yirmi iki kişiye de altışar ay hüküm veriyor; diğerlerini de, “Bunlar Bediüzzaman’ı büyük bir mürşid olarak bilmişler ve içlerindeki derûnî boşluğu doldurmak için Risâle-i Nur’u okumuşlar” diye berâet veriyor; hüküm alanları da, “Bediüzzaman’ın kurduğu gizli cemiyete yardım etmişler” diye cezalandırıyor; hükmü derhal infaz edip, hepsini tevkif ediyorlar.”

Memuriyetten atılan Mustafa Sungur bir süre, tahliye edilip serbest bırakılan Bediüzzaman ve talebeleriyle birlikte kaldı. İlk defa uzun bir süre Bediüzzaman’ın yanında kalmaktaydı (1949). Bu sırada Mustafa Sungur’un babası Mehmet Efendi, memuriyetten ayrıldıktan sonra yanına gelmediği için oğlunu Bediüzzaman’a şikâyet etti. Bediüzzaman baba İmam Mehmet Efendi ile bir süre sohbet etti. Bu görüşmenin ardından Mustafa, babasının yanına gitti.

Aydın’da bir süre babasının yanında kalan Mustafa Sungur, buradan İstanbul’a geçti. Sebilürreşad’ı çıkaran ve daha önceden Bediüzzaman’a dost olan Eşref Edip’le görüştü. Akabinde köyüne geri döndü. Ailesinin yanına uğradı. Ev halkıyla helâlleşip tekrar Emirdağ’a doğru yola çıktı. Ankara’ya varınca Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki ile görüştü. Görüşmede Başkan, Bediüzzaman’dan övgü ile söz eder: “Ben dünyada Abdülmecid (Bediüzzaman’ın kardeşi) gibi âlim görmedim… Üstadın ilmi zaten hesaba girmez, vehbîdir…” Bu arada yayınlanmak üzere Risâle-i Nur takdim edilir. Ancak, yayınlatma işi gerçekleşmez.

Mustafa Sungur, Bediüzzaman’ın verdiği görev ve hizmetleri yerine getirmeye başladı. Bu gaye ile çeşitli yerlere gönderildi. Emirdağ ve Ankara arasında gidip geldi. Bu arada Danıştay’da açmış bulunduğu dâvâ ile ilgili olarak bir davet alır. Bediüzzaman Hazretleri kendisini küçük bir köye muallim olarak göndermek istemediğini söyler. Kendisi de dâvâ için Ankara’ya gider. Ancak, müracaatı gecikmiş gerekçesiyle işleme konmaz. Ankara’dan eli boş olarak Emirdağ’a döner.

Bediüzzaman bir süre sonra kendisini tekrar Ankara’ya gönderir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan Osman Nuri Efendi’ye iletilmek üzere bir mektup verir. Bu görevlerin dışında daha başka bir çok alanda hizmet görür. Risâle-i Nur nüshalarının çoğaltılıp dağıtılması işinde de bulunur. Bediüzzaman, bir çok siyasî simaya da mektup yazarak talebeleriyle ulaştırır. Başbakan ve bakanlara mektuplar gönderir.

Mustafa Sungur Samsun’da neşredilen Büyük Cihad adlı gazeteye Ankara’dan yazılar gönderir. Bu yazıların neşrinden sonra dâvâ açılır ve 19 Şubat 1953 yılında tutuklanır. Bir süre Ankara’da hapis yatar. Hapisten çıktıktan sonra memleketi Eflani’ye gider. Buradan tekrar Isparta’ya Bediüzzaman’ın yanına gider. Askerlik hizmeti hariç, Bediüzzaman’ın vefatına kadar yanında kalarak hizmet eder.

Risâle-i Nur’u tanıdığından beri hizmetini devam ettiren ve ilerlemiş yaşına rağmen iman hizmetini sürdürmüş olan Mustafa Sungur’un adı Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde geçmektedir. Bediüzzaman Hazretleri 1946-58-59 yıllarında birkaç kez yazdığı vasiyetnâmesinde Mustafa Sungur’un da ismine yer vermiş, kendisi için övgü dolu ifadeler kullanmış “Sungur benim evlâd-ı mâneviyemdir” demiştir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin 1946, 1958 ve 1959’da birkaç defa yazdığı vasiyetnamelerinde adı zikredilen Mustafa Sungur’un Şerife, Ahmed Said, Muhammed Nur, Saide Nur, Aynur, Cihannur, Nurullah adında yedi çocuğu vardı. Bedüzzaman’ın vefatından sonra kendisini tamamen Risale-i Nur sohbetlerine adadı.

1954 yılından 1960’a kadar doğrudan Bediüzzaman’ın hizmetinde bulundu. Bu süre içinde Risale-i Nur’u ve hizmet düsturlarını bizzat Üstaddan ders aldı.

Rabbim ahirette beraber olmayı nasip etsin.

Kaynak: Risaletalimhaber.com

Abbas bin Abdülmuttalib (R.A.) Kimdir?

Abbas bin Abdülmuttalib (ra) 566 yılında Mekke’de doğmuştur,Künyesi Ebu’l-Fazl’dır, babasının adı Abdulmuttalib, annesinin adı Nuteyle’dir. Hazreti Peygamber(sav)’in amcasıdır. Çocuklukları beraber geçtmiştir.

Akraba ve yakınlarına çok bağlıydı, ne malını, ne gücünü onlardan esirgemezdi, dahi denilecek ölçüde zeki biriydi, beyaz tenli, gür sesli idi.

Ebu Talib(ra) ekonomik sıkıntı çektiği için Peygamber Efendimiz(sav) Hz. Ali’yi, Abbas (ra) yeğeni olan Cafer’i himayesine aldı.

Abbas(ra) Peygamberimiz(sav)’e müşriklerin durumunu bildiren çok haberler göndermiştir. Mekke’liler’in savaş planlarını, Müslümanlar aleyhinde yapılan toplantılara katılarak gerekli gördüğü durumları, Bedir harbine çıkan kureyşlilerin hareket haberini Peygamber Efendimiz(sav)’e bildirmiştir.

İki gurup Bedir’de karşılaşıp savaş başlayınca Allah Resulu(sav) Abbas(ra)’ın öldürülmemesini istemiştir.

Bedir savaşına gelipte müşrik olan kardeşlerini ve babalarını öldürenlere ”amcamı bunun dışında tutun öldürmeyin” demesi Allah Resulu(sav) efendimiz için çok zor bir durumdu.

Bedir’de, Hazreti Abbas(ra) Sahabelerin eline esir düştüğü vakit, fidye istenilmiş.

O da:

-“Param yok.” demiş

Hazreti Resulu Ekrem (sav)

-“Zevcen Ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yere bırakmışsın.” Hazreti Abbas(ra) tasdik edip,

-“İkimizden başka kimsenin bilmediği bir sırdı”deyip Peygamberimiz(sav)’in bu mucizesi karşısında İslâm olmuş ve fidyeyi ödemiş, bunun üzerine.

Ey Peygamber elinizde bulunan esirlere söyleki; Allah kalplerinizde hayır olduğunu biliyorsa sizden alınandan daha hayırlısını size verecek ve size mağfiret edecektir” (enfal 70)ayeti kerimesi vahy olmuştur.

Peygamber(sav)’e para yardımında bulunup, bazı seferlerine katıldı.

Peygamber Efendimiz(sav), amcası Abbas(ra)’a çok yakın ilgi gösterirdi. Ona, “Kureyş’in en cömerdi ve akrabalık bağlarına en çok riayet eden kişisi“, mealindeki sözleriyle iltifatlarda bulundu. “İnsanın amcası babası gibidir” şeklindeki sözleriyle saygı gösterirdi.

Hz. Abbas(ra)’a, ikisinden hangisinin büyük olduğunu soranlara; “O benden büyük, ben ise ondan yaşlıyım” karşılığını verirdi. Peygamber Efendimiz(sav), amcası için dualarını da esirgemedi: “Resulu Ekrem(sav), Abbas(ra) ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, ‘mülâet’ denilen bir perde altına alarak üzerlerini örttü. Dedi: Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları Cehennemden öylece koru!“buyurdu.

Peygamber efendimiz(sav), vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler. Fâizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hz. Abbas(ra)’ın fâizi olduğunu bildirdiler.

Peygamber efendimiz(sav)in vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere; Hz. Ali(ra), Hz. Abbas(ra) ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamaya başladılar.

Hz. Abbâs(ra) ve oğulları su döküp, Peygamber efendimiz(sav)’i sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali(ra)’ de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah(sav) efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.

Risale-i Nur’da, Hz. Ömer’in (ra) onu vesile yapıp; “Yâ Rab, bu senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver!” mealinde dua ettiği ve yağmurun yağdığı nakledilmektedir

Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı. Hz. Ebû Bekir(ra) ve Hz. Ömer(ra)’in hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hz. Abbâs(ra)’a rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.

Çok zengin idi. Medîne’ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve özellikle, Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti.

652 senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefât etti. Cenâze namazını Hz. Osman(ra) kıldırdı. Bakî’ kabristanına defnedildi.

Hz. Abbas’in soyundan gelenler sonradan Abbâsîler devletini kurdular.

Allah’a verdikleri sözde duran iyilerin arasında olan Abbas (ra)’dan razı olsun bizlere şefaatini nasip etsin amin..

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar:

1) Ümmetimin Yıldızları

2) Hadis Külliyatı

3) Risale-i Nur Külliyatı

Ebu Ubeyde Bin Cerrah (R.A) Kimdir?

583 yılında Medine’de tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babasının adı Abdullah, annesinin adı ise, Ümm-i Ğanem Ümeyye bint-i Câbir’dir. Ailesi Kureyş’e bağlı Beni Haris kabilesine mensuptu. İslam’dan önceki yaşamında Kureyş’te saygı değer bir kişiydi. Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden biriydi asıl ad Amir b. Abdullah b. el-Cerrah’tır. Cerrah ismi dedesinin adıdır. Nesebi, Rasûlullah(sav)’ın nesebiyle dedelerinden Fihr’de birlesir.

Ebû Ubeyde(ra), Hz. Ebû Bekir(ra)’in dâvetiyle Resûlullah(sav)’a giderek Müslüman olmuştur. Müslüman olduğunda yirmi yedi yaşında idi. Babası Resulullahın en azılı düşmanı idi. Ubeyde Müslüman olunca babası tarafından hanımıyla birlikte evden kovulmuştur. Ümmetin emini lakabıyla meşhur olmuştur. (Rasûlullah’in bütün ashabı emanet ve adillikte eşittir: ancak bir vasfın her insanda ayni derecede inkişaf etmeyeceği muhakkaktır)

Rasûlullah(sav), “Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, en şiddetlisi Ömer, en hayalisi Osman en helâl ve harami bileni, Muaz b. Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur’ân okuyani Übeyy b. Ka’b, en emîni Ebû Ubeyde’dir” buyurmustur.

Hazreti Muhammed(sav)’in yaptığı bütün gazalara katılmıştır. Bedir Savaşı’nda müşrikler safında yer alan babasını fark edince, onunla karşılaşmamaya oldukça özen göstermiş, fakat babasının ısrarla kendisini takip edip öldürmek istemesi karşısında, zor durumda kalarak istemediği halde onu öldürmüştür.

(Bir insanın iman uğrunda yeri geldiğinde, babasını bile öldürmekten çekinmemesi, aslında yadırganacak bir olay değildir. Fakat bunu, her şeyi maddede değerlendiren, iman ve maneviyattan oldukça uzak yaşayan günümüz nesillerinin idrak ettirmesi zordur.)

Allahü teâlâya ve kıyâmet gününe îmân edenler, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmezler. O kâfirler ve münafıklar, Müminlerin anaları, babaları, oğulları, kardeşleri ve başka yakınları olsa da, bunları sevmezler. Böyle olan mü’minleri Cennete, koyacağım.”(Mücâdele sûresi 22.) âyetinin bu vesile ile nazil olduğu rivayet edilir

Hazreti Muhammed(sav) Uhud’un eteklerine doğru çekildiği esnada, O’nu korumak için etrafında halka teşkil eden, on dört cesur sahabi arasında Ebu Ubeyde (ra)’de vardır. Bu savaşta Rasûlullah(sav)’in yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çekerken ön dişleri kırılmıştır.

Ebu Ubeyde(ra), uzun boylu, zayıf, hafif sakallı, dişleri seyrek kesici dişleri düşmüş, güzel yüzlü, züht ve takva sahibi, cesur, adaletle hükmeden, itaatkâr, zekî, uysal, uyumlu, merhametli idi.

Takdim edilen makamları bile elinin tersiyle itebilen bir insandı. Hz Aişe’nin ifadesiyle, ashab arasında Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer’den sonra Nebiler Serveri (sas)’nin en çok sevdiği kişi olan Ebu Ubeydedir.

Ebû Ubeyde bin Cerrâh(ra), Hz. Ebû Bekir(ra)’in hilâfetinden itibaren Hz. Ömer(ra) zamanında cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katıldı ve kumandan olarak yer aldı.

Ayrıca O, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama, Seyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic, Delul fetihlerinde bulunmuştur.

634 yılında, Humus’ta Roma İmparatoru Heraklius’un muazzam ordusuna karşı Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Surahbil, Amr b. el-Âs ve Halid b. Velid gibi kumandanların orduları birleşerek Ecnâdin’de savaştılar. Müslümanlar üç bin şehit vererek burayı fethettiler. Ebû Ubeyde(ra) Hz. Ömer(ra)’in emriyle Humus’a yerleşti.

Yermük savaşında Müslümanlar inançlarıyla dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye uğrattı.

Habat (ağaç yaprağı) gazvesinde emrindeki 310 sahabeyle birlikte günlerce aç kalmışlar, ağaç kabuğu yiyerek açlıklarını gidermeye çalışmışlardır.

Ebu Ubeyde (ra) mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat sürdü.

Bir gün, Resulullah (sav)’ın ardında namazını eda edip sohbetine katılmadan koşa koşa evine gitmesi Peygamberimiz(sav)’in dikkatinden kaçmamıştı.

Yolda karşılaştığı Ebu Ubeyde’ye (ra) sorar;

Ya Ubeyde niçin sohbetimizde bulunmuyorsun namaz biter bitmez gidiyorsun?”

Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulu(sav) giyecek bir tek entarim var hanımımın giyecek bir şeyi yok entarimi çıkarıp ona veriyorum oda namazlarını eda edebiliyor sebebi budur.”

Bu sözler üzerine iki cihan serveri Efendimiz(sav) gözyaşlarını tutamadı.

Sabret Allah yakında sizleri mükâfatlandıracaktır deyip ona entarilerinden birini hediye etmiştir.

Ebu Ubeyde(ra)’nin çadırına giren Hz. Ömer(ra), çadırda kılıç, kalkan ve mızraktan başka bir şey göremeyince, ona niçin evde kullanılabilecek eşyalar almadığını sormuş, Ebu Ubeyde de,

Ey Müminlerin Emiri! Onlar rahat ve rehavetimizi, dünyaya bağlılığımızı artırır” buyurmuş

Hazreti Ömer(ra)’de

Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi” demiştir.

Allah’a hesap vermekten o kadar çok korkardı ki “Bir koç olmayı, sahibim tarafından kesilip etimin yenilmesini, suyumdan da çorba yapılmasını ne kadar isterdim” demiştir.

Ebû Ubeyde(ra), Rasûlullah(sav) ile devamlı birlikte olduğu halde ondan on dört hadis rivayet etmistir, Sünneti yaşamaya daha ziyade önem vermiş, sünneti “anlatma“yi ise başka sahâbîlere bırakmıştır.

Yermuk savaşında önüne konulan soğuk su ve taze ekmek olan sofrayı askerlerimde soğuk su ve taze ekmek yemiyor ben nasıl yerim deyip kaldırtmış, kızgın kumun üzerine oturup askerin yediği sıcak suyu ve kuru ekmeği yemiştir.

Allah Resulu(sav)’ne biat ettiği günden itibaren kendisine tevdi edilen emaneti hakkıyla ifa etmiş bunu için gece gündüz çalışmış, Allah’ın rızası yolundan onu hiçbir güç döndürememiştir.

Anadolu’nun ilk camisi Antakya’da yapılan Habib-i Neccar camisidir. Bu cami, Ebu Ubeyde Bin Cerrah Tarafından 636 yılında inşa edilmiştir. Müslümanlık Anadolu’ya buradan yayılmaya başlamıştır. Hz. İsa’nın Havarilerine ilk inanan Habib-i Neccar bir inanç abidesi ve Kuran-ı Kerim’de Yasin suresinde övülen bir şehittir.

Ebu Ubeyde 638 yılında elli sekiz yaşında iken seferde vebadan ‘şehit olarak’ vefat etmiştir. Cenaze namazını savaş alanında, yerine vekil olarak bıraktığı, Hz. Muaz b. Cebel kıldırmıştır.

Şerefli bedeni Ürdün’ün Beysin bölgesinde, kendi adıyla anılan köyde bulunmaktadır.

Vefatında hanesinde ancak silah, bir koyun postu ve bir su testisi bulunmuştur.

Allah kendisinden razı olsun bizleri onun şefaatini nasip etsin .Amin..

Çetin KILIÇ /LÜLEBURGAZ

Kaynaklar:

1-Hayatüs sahabe

2-Sevgi kutupları

3-Hadis külliyatı