Avcılar’da Bir Cuma Dersi

İstanbul-Avcılar’da olup da Cuma günü derse gitmemek olmaz! Bu güzel ortam, bu güzel atmosfer, samimi ve candan muhabbetler insanları buraya celb etmeye devam ediyor.

Oldukça geniş olan Avcılar Nur Dersanesinde, ferah bir ortamda ders dinleme imkanı bulabiliyorsunuz. Her Cuma saat 20:30’da başlayan derselere sizler de davetlisiniz. Derse iştirak edenlerin ruh hallerini aşağıdaki mısralar özetliyor :

“Rabbimiz Allah deyip dosdoğru bir yol izleyenlerin üzerine melekler inerler. “Korkmayın,” derler onlara. “Mahzun da olmayın. Dünya hayatında da, âhirette de biz sizin dostunuzuz.”

Dostlar, olup biteni kaçırmazlar. Her söz, her görüntü, her düşünce, her hayal tek tek kayda geçer. Ve bütün bunlar, Yer ve Gökler Rabbine sunulur. Nasıl bir ihtişam içinde, orası ancak o âlemlerden görülür. Ama söz Ona yükselir; bu görülmüş gibi bilinir. Çünkü öyle buyurmuştur Kur’ân’ı gönderen.

Görünen âlemin önemli haberleri, görünmeyen âlemlerde nasıl sıraya giremezse, o âlemlerin haberleri de bizim dünyamızda pek rağbet görmez. Ancak kâinatın hakikatinden haberdar olan, duyuları keskinleşmiş olanlar, dünya kalabalıklarının değil, Allah’ın katında değer taşıyan şeyin peşindedirler.

Dünya hayatının meşgaleleri bu duyuları ve düşünceleri köreltmek üzere her taraftan saldırı halinde olduğu için de, sürekli derslerini tekrarlayarak his ve heyecanlarını diri tutmaya, doymak bilmeyen meraklarını ve kendilerine manevî Cennet hazlarını yaşatan şevklerini arttırmaya çalışırlar.

Onların iman derslerine olan ihtiyaçları, işte bu yüzden içilen su veya alınan nefes gibidir: Tekrarlandıkça tekrarlanır; fakat ne usanç verir, ne de ona doyulur.

 

 

Said Nursi: ‘Sineklerime ilişmeyin!’

Said Nursi’yi bir kez daha tartışıyoruz. Aslında Cumhuriyet tarihi boyunca sık sık merhum Said Nursi gündemimize geldi. Bu sefer de hayatını anlatan “Hür Adam” filmiyle gündemde. Filmi henüz izlemedim. Ancak tartışmaların bir kısmını izleme imkânım oldu. Karşıt görüşlerin, önyargıların ve siyasal argümanların sebep olduğu toz-duman içerisinde, yine bu düşünürümüzü sağlıklı olarak tartışamayacağız diye endişe ediyorum.

Onu sadece siyasi kimliği ve duruşu ile tartışmak, ona büyük bir haksızlık. Ben merhumun kültürümüzdeki Mevlana, Yunus Emre ve çizgisinin çağdaş bir iz düşümü olarak değerlendirilmesi taraftarıyım. O siyasi bir hareketin değil, iman merkezli bir hareketin öncüsü idi. Bu niteliğiyle de sadece bizde değil, tüm dünyada okunuyor ve anlaşılmaya çalışılıyor.

Ben onun kozmik evren anlayışının tartışılmasını isterdim. AVATAR filmi bağlamında tartışılması, hepimize ufuk açardı. Bundan dolayı AVATAR’ın onun gözüyle anlaşılmasını ve yorumlanmasını tercih ederdim. İşte o zaman, tıpkı engizisyon döneminin özgün düşünürleri gibi, fikirleri yüzünden hapishane ve sürgünlerle geçmiş bir hayatı anlayabilirdik.

Nasıl ki, Socrates, Guardino Bruno ve Galileo’yu düşünceleri ve muhalif duruşları yüzünden çektiklerini hatırlamadan anmak ve anlamak mümkün değil, Nursi’yi de bütüncül bir anlayışla ele almak ve anlamak lazım. Zira Nursi’nin en önemli yanı, fikirlerinin derinliği, evrenselliği ve güncelliğidir.

NURSİ’NIN EVRENSELLİĞİ VE GÜNCELLİĞİ

Prof. Erich Fromm, 1960′lı yılların başında felsefe kökenli Müslüman bir öğrencisine “Mevlana’nın çağdaş insan için mesajı nedir? Bize ne verebilir?” diye sorar. Bu soru bir doktora konusu olur ve 1964′te yayımlanır. Amerika en çok okunan kitaplar listesine girer. (Türkçe çevirisi: Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş: Kitabiyat Yay.: Ankara)

Tam da bu bağlamda sormamız lazım:

Said Nursi 21. Yüzyıl’da yaşayan bizlere ne verebilir?

Tartıştığımız konulara nasıl bir katkı yapabilir?

Örneğin, şu sıralar farklı kimlikler ve Anadil konusu gündemin diğer sıcak konularının başında geliyor. Bu konular her tartışıldığında ve “ötekini” inkâr eden, yok sayan “tekçi” anlayışları gördüğümde merhum Nursi hatırıma gelir.

Neden mi?

Açıklamaya çalışayım.

Yıl 1935 ve mevsim güz. Nursi 120 talebesi ile Eskişehir Hapishanesi’nde. Çok ciddi ithamlarla karşı karşıyalar. Zira “îdam kastıyla ve muhakkak sûrette mahkûm edilmesi direktifiyle” haklarında dava açılmış.

Talebeleri tedirgin, ancak mütevekkil! Ancak tüm bunların içerisinde, Nursi bulduğu her kağıt parçası üzerine yazmaya devam ediyor. Bu gün çevreci bir anlayışla çok anlamlı olan “Sinek Risalesi”ni de hücresinde yazmış. Anlaşılan hapishanede sinekler çoğalmış, zaten tecrit ve taciz altındaki mahkûmları, bir de sinekler taciz ediyor. Hapishane idaresi sinekleri öldüren bir ilaç kullanıyor.

Tüm mahkûmların memnuniyetle karşıladığı bu olayı, Nursi şiddetle protesto eder. Bununla da yetinmez; günümüzün tabiriyle tam bir “derin ekoloji” anlayışıyla, sinek risalesini yazar. Eko-sistemde sineğin yeri ve anlamını, İslami bakış açısıyla ortaya koyar.

Ancak, daha sonra bu risalenin yayınlanmasını ve dağıtılmasını yasaklıyor. İnsanın kıymetinin olmadığı, farklı görüşlere tahammül edilmediği bir ortamda yanlış anlaşılmaktan endişe ettiği anlaşılıyor.

SİNEKLERE DOKUNMAYIN

Yıllar sonra bir risaleyi buldum ve okudum. Çevreci bir bakış açısıyla risaleyi okuyunca, AVATAR filminin vermek istediği mesajı daha iyi anladım. Keşke James Camaroon bu küçük risaleyi “önceden görseydi” diye düşündüm.

Toparlarsak; biz hâlâ bin yıldan fazladır birlikte yaşadığımız dindaşlarımıza ve vatandaşlarımıza “ana dilini öğrenme” hakkını çok görürken, Nursi 1930′ların Türkiye’sinde sineklerin hakkını savunuyor. “Küçücük kuşlarıma[sineklerime] ilişmeyin” diye ikaz diyor. Hem de tamamen İslami referanslarla!

Socrates’in ünlü savunmasını hatırlamanın yeridir. O idam ile yargılanırken bile, sadece kendini değil, hemşehrilerinin ruhunu da savunan bir tavırla Atinalılara şöyle sesleniyordu: “Sen ki, dostum, Atinalısın, dünyanın en büyük, kudretiyle, bilgeliğiyle en ünlü şehrinin hemşehrisisin; paraya, şerefe, üne bu kadar önem verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç durmadan yükseltilmesi gereken ruha bu kadar az önem vermekten sıkılmaz mısın?

Nursi de Eskişehir Hapishanesi’nde “idam” ile yargılanırken, sadece kendi savunmasını hazırlamıyordu; sinek örneğinden hareketle tüm canlıların yaşam hakkını savunuyordu. Assisi’li Aziz Francis gibi, Mevlana ve Yunus gibi tüm varlıkları “kardeşleri” olarak görüyor ve onların korunmasını talep ediyordu.

Bana göre Said Nursi’nin 130′ü aşkın risalesi içinde en önemli olanı “Sinek Risalesi”dir. Varlığı ve tüm canlıları sevgi, şefkat ve muhabbet temelli kucaklayan bir anlayışı görmek için bu küçük risaleyi okumak yeterlidir.

İşte o zaman, biyolojik çeşitlilik gibi, kültürel çeşitlilik ve farklılıkları da korunması gereken bir zenginlik olarak görebiliriz. Evet, Said Nursi’yi tartışalım; ama yeni ve bütüncül bir anlayışla.

Prof. Dr. İBRAHİM ÖZDEMİR – Gazikent Üniversitesi Rektörü

Yeni Şafak – Yayın Tarihi: 16.01.2011

Amerika’dan Hizmet Mektubu Var

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahu ve Berakatuhu,

Amerika-Washington DC’den kıymettar siz Abilerimize binler selam ederiz…

Elhamdulillah her geçen gün dünya, İslamiyet’in lehine dönüyor ve Kuran-ı Hakim envarını etraf-ı aleme neşrediyor. Bunun bir numunesi olarak da,  Washington DC Nur Dersanemizde,  Risale-i Nur hakikatleri  neşrediliyor, muhtaç gönüller etrafında bir araya geliyor.

Nur Dersanemizden ve buradaki Kur’an hizmetlerimizden tahdis-i nimet ve şükür suretinde ve siz kıymettar Abilerimizin dualarını istirham niyetiyle bir parça bahsetmek isteriz.

Nur Dersanemiz yaklaşık bir sene önce açıldı ve Washington’da merkeze yirmi dakika mesafede bulunmaktadır. Kısmen üniversite yüksek lisans öğrencileri, kısmen dil okulu öğrencileri olmak üzere 5 kişi kalıyoruz. Her Pazar akşamları İngilizce Risale-i Nur dersleri olmakta, bu vesileyle Nurlar bu bölgede neşrolunmaktadır. Her gece yatsı namazının akabinde ise, biz dersane talebeleri olarak kendi aramızda mütalaalı dersler  yapmaktayız. Rabbim bu dersaneyi ve bu dersanedeki hizmetleri münkeşifane daim ve kaim eylesin. Amin.

2010 Mart ayında iki sınıf arkadaşımızla başlattığımız Risale-i Nur derslerimiz her hafta mütemadiyen devam ediyor ve Elhamdulillah simdi katılanların sayısı yirmiyi aşmış bulunuyor. Bu derslerimiz vesilesiyle yaşadığımız bir kaç güzel hadiseyi paylaşmak isteriz.

Pazar derslerimiz vesilesiyle çok hoş nurlu sohbetler olmakta ve Kur’an hakikatlerinin Risale-i Nur vesilesiyle insanlar üstündeki te’sirini bilmüşahede görmekteyiz. Derslerimiz e Risale-i Nurdan bir parçayı önce dönerli olarak okuyoruz ve daha sonra paragraf paragraf okuyarak mütalaa ediyoruz.Risale-i Nur’un hocası  yine Risale-i Nur’dur” kaidesiyle takip ettiğimiz bu sistem insanlar üstünde çok güzel tesirler uyandırmakta ve derste herkesi hep aktif tutmaktadır.

Risale-i Nur hizmetlerini Amerika’da dersanemiz vesilesiyle geçen sene tanıyan bir kardeşimiz, derslerimizi mütemadiyen takip ediyor ve Nurların ehemmiyetini hissetmesiyle birçok arkadaşını dersanemize davet ediyor. Kendisi Nurları henüz tanımış olmasına rağmen, kısa sürede Nurları sahiplendi ve birçok arkadaşının Nurları tanımasına vesile oldu ve oluyor. Elhamdulillah, mübalağa etmiyorum, neredeyse her gelişinde yeni birilerini daha getiriyor. Hatta bu kardeşimiz çalıştığı yerdeki yöneticisini derse davet etti, şimdi o da derslere mütemadiyen devam ediyor.  Hatta gecen haftaki dersimize bu iki kardeş müşterilerini de davet etmişler, müşterileri de dersimize iştirak ettiler. Rabbim bu kardeşlerimizi hizmette muhafaza ve muvaffak eylesin. Amin.

O yönetici arkadaşımız, Nurları henüz tanıdı ve henüz Müslüman değil ama derslerimize her hafta katılıyor. Geçen haftalardaki dersimizde 23. Sözü mütalaa ederken şöyle hoş bir hadise yaşadık ki; Bu kardeşimiz 23. Söz’deki dua konusunu kendisi Birinci Söz’den açıklayarak izah etti. Hâlbuki, Birinci Sözü bundan 5 – 6 ay önce mütalaa etmiştik. Bilmüşahede anladık ki, Risale-i Nur kendini muhtaç zihinlere nakşediyor. Biz ona dersteki paylaşımlarından dolayı teşekkür edince, o da cevap olarak “Bediüzzaman çok iyi bir yazar, İslamiyeti gerçekten çok güzel anlatıyor” diye cevaplandırıyor.

Nur derslerine katılan arkadaşlarımızın çok hoşumuza giden bir hasletleri de dersten sonra  kitabı geri vermemeleri. Yine geçen haftalarda ki derslerimizde tevekkül  bahsini mütalaa ettik. Derslerimize ikinci defa katılan bir arkadaşımızın 23. Söz’deki tevekkül bahsi o kadar hoşuna gitti ki, dersin sonunda kitapları geri toplarken, kitabi geri vermedi ve “bu kitabı eve gidince tekrar okumak istiyorum, içinde ki bahisler çok hoşuma gitti” dedi… Aynı hadiseyi dersimize ilk defa katılan 71 yaşındaki dindar bir Hıristiyan ile de yaşadık; biz kitapları topladıktan sonra, gidip kitaplıktan okuduğumuz kitabi geri aldı ve evine götürüp okumak üzere bizden istedi.

David ismindeki 71 yaşındaki bu zat ilk katıldığı dersten sonra bize aynen şunları ifade etti: Burada yapmış olduğunuz bu faaliyetten dolayı gerçekten çok etkilendim. Beni burada en çok etkileyen ise hepiniz genç yaştayken toplanıp Allah’tan konuşmanız, O’ndan bahsetmenizdir.  Ben simdi 71 yaşındayım ve maalesef ben gençliğimi sizin gibi geçiremedim. Ancak 40 yaşındayken felsefeye ilgi duymaya başlayıp, sonrasında dine yöneldim.

Aklımda, “ben kimim ve nereye gidiyorum” gibi soruların cevabını ancak dinde bulabildim ve ancak o vakitten beri dinimi yaşıyorum.  Siz de biliyorsunuzdur ki bu sorular hemen hemen herkesin aklını kurcalamaktadır.  Şu da var ki, Müslümanlar, Hıristiyanların 3 tanrı inancına sahip olduğunu bilirler. Oysaki ben Tek Tanrı’ya inanıyorum ve İsa’yı (as) Tanrı’nın oğlu olarak değil O’nun kulu ve peygamberi olarak kabul ediyorum.

Rabbim, Üstadımızın bahsettiği gibi hakiki dindar Hıristiyan olan bu zata İslam’ı bütün hakikatleriyle nasib etsin. Amin.

Allah’a defalarca hamdolsun. Risale-i Nur hakikaten Kur’an’ın hakiki bir tefsiridir ki her milletten insanın kalbine gayet mükemmel tesir ediyor. Arkadaşlarımızın bu teşekkürleri ve şükranları doğrudan Allah’a ve Üstadımıza aittir ve bu teşekkürler, bu memnuniyet Risale-i Nur’un kıymetini gösteriyor diye telakki ediyoruz. Rabbim derslerimize katılan bu kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın, abilerimizin hakiki birer Nur Talebeleri olmalarını ve derslerimizde, hizmetlerde daim olmalarını nasib etsin. Amin.

Derslerimizin sonunda Cevşen okumaya başladık. Baktık ki bu feyizyab münacat kalbleri fethediyor. Hatta bir gün arabamda sesli Cevşen dinlerken kırmızı ışıkta durduğumda, yan arabadaki iki Amerikalının bu kudsi ses o kadar hoşlarına gitmiş ki, kırmızı ışıktayken bana bunu ifade ettiler ve dinlediğimin ne olduğunu benden sual ettiler.

Yine benzer bir hadiseyi 5-6 yaşlarındaki küçük bir çocukla daha yaşadım. Arabamda Cevşen dinliyordum. Arabamın teybini kapatmadan 5 dakikalığına park edip ayrıldım. Dikkat ettim ki küçük bir çocuk bana mütebessim bir sima ile bakıyor ve el sallıyor. 5 dakika sonra geri geldim ve gördüm ki o çocuk hâlâ arabama bakarak arabamdan gelen Cevşen’i dinliyor. Daha sonra annesi bana dedi ki: Çocuğum arabanızdan gelen sesi çok beğendi ve siz gittiğinizden beri onu dinliyor. Elhamdulillah o küçük çocuk Rasulullah’ın (asm) bir münacaatı olan Cevşen’i anlamasa da, bilmese de masum kalbi o sesteki nuru hissetmiş ki o sesi muntazıran dinliyor.

Bu olaylardan sonra derslerimizin akabinde Cevsen okumaya başladık. Cevşeni 3 parcaya ayırdık, her hafta bir parçasını okuyoruz. Bilhassa Arap kardeşlerimizin çok hoşuna gidiyor, onların sesiyle dinlemek de bizim çok hoşumuza gidiyor, derslerimize ayrı bir feyz katıyor.

Dersanemizde kalan bir kardeşimiz, internet üzerinden İslamiyet’i araştıran insanlarla tanışıyor, onlara Kur’an ve Nurları anlatıyor, gönderiyor. Bu kardeşimiz komşu eyaletten tanıştığı birisine İslam’ı ve Nurları anlatıyordu. Daha sonra o kişiyi dersanemize davet ettik ve o da 4 saatlik mesafeden, 5 günlüğüne dersanemize ziyarete geldi.

Cody ismindeki bu arkadaşımız, Hıristiyan olduğunu, İslamiyet’i araştırdığını; Hıristiyanlıktaki inançların ve ibadetlerin onu tatmin etmediğini, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav) inandığını, İslamiyet’e yakın olduğunu fakat zihninde hala bazı sualler olduğundan bahsetti. Bu 5 gun zarfında, onu dersanemizde ağırladık, İslamiyet hakkındaki merak ettiği meseleler üstüne konuştuk, suallerini Nurlar vasıtasıyla mümkün mertebe cevaplandırdık.

O ziyareti zarfında onu camiye götürdük ve o da Hıristiyan olmasına rağmen bizimle beraber namaz kıldı. Ve aradan birkaç ay geçtikten sonra, bize Müslüman olduğu haberini verdi. Ona, “Dinini nasıl İslamiyet ile değiştirdin?” diye sorduğumuzda, o bize “Ben dinimi değiştirmedim, ben İslamiyet’e geri döndum cevabını veriyor.” Ve şimdi yeni ismi Bilal.

Bunların yanı sıra, hayat-ı içtimaiyedeki hal ve hareketlerimiz ve bilhassa vakti gelince herhangi bir yerde seccademizi serip namaz kılmamız çok büyük hizmet ediyor.

Gayr-ı Müslimler İslamiyet’i Müslümanların ahvalleriyle tanıyorlar. Müslüman isminde olan ama İslamiyet’i asla yaşamayan insanların hal ve hareketleri en büyük elemimiz, biz de buna mukabil en iyi ahlakta İslamiyet’i yaşamaya gayret ederek İslamiyet hakkındaki oluşturulmuş kötü imajı kırmaya çalışıyor İslamiyet’i lisan-ı halimizle de anlatmaya gayret ediyoruz.

Hülasa, “Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden âlâ!” Rabbim bu vazifemizi hakkıyla yerine getirmemizde yardımcımız olsun.  Üstadımızın Amerika ile ilgili birçok beşareti var ve hakikaten Amerikalıların da bilmeseler de kültürlerinde ve yaşantılarında birçok İslamî hasletleri var. Bu beşaretlerin tahakkuk etmesi duasıyla dua eder, dualarınızı bekleriz.

Washington DC Nur Talebeleri

www.NurNet.org

Mısır’daki İhvan-ı Müslimîn ve Türkiye’deki Nurculuk Hareketi

[Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesinin muharriri İsa Abdülkadir’in Arabî makalesinin tercümesi.]

Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesi Risale-i Nur talebelerinden bahisle diyor ki:

Türkiye’deki Nur talebelerinin İhvan-ı Müslimîn cemiyeti ile alâkaları nedir, ne münasebeti var? Hem farkları nedir? Türkiye’deki Nur talebeleri, Mısır’da ve bilâd-ı Arapta İhvan-ı Müslimîn namında ittihad-ı İslâma çalışan cemiyetler gibi müstakil cemiyet midirler? Ve onlar da onlardan mıdır? Ben de cevap veriyorum ki:

Nur talebelerinin ve İhvan-ı Müslimîn Cemiyetinin gerçi maksatları, hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeye hizmet ve ittihad-ı İslâm dairesinde Müslümanların saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmektir; fakat Nur talebelerinin beş altı cihetle farkları var:

Birinci fark: Nur talebeleri siyasetle iştigal etmez, siyasetten kaçıyorlar. Eğer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine âlet yapıyorlar, tâ ki siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karşı dinin kudsiyetini göstersinler. Siyasî bir cemiyetleri asla mevcut değil.

İhvan-ı Müslimîn ise, memleket ve vaziyet sebebiyle siyasetle, din lehinde iştigal ediyorlar ve siyasî cemiyet de teşkil ediyorlar.

İkinci fark: Nurcular, Üstadlarıyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur değiller. Kendilerini Üstadlarıyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket bir dershane hükmünde, Risale-i Nur kitapları onların eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.

Hem ellerinden geldiği kadar ücretsiz istinsah ederler. Muhtaçlara mukabelesiz veriyorlar ki, okusunlar ve dinlesinler. Bu suretle büyük bir memleket büyük bir dershane hükmünde oluyor.

İhvan-ı Müslimîn ise, umumî merkezlerde mürşid ve reisleriyle görüşmek ve emirler ve dersler almak için ziyaretine giderler. Ve o umumî cemiyetin şubelerinde de o büyük üstadla ve naibleriyle ve vekilleri hükmündeki zatlarla yine görüşürler, ders alırlar, emir alırlar.

Hem umumî merkezlerde çıkan ceride ve mecellelerin fiyatını verip, alıp, onlardan ders alıyorlar.

Üçüncü fark: Nur talebeleri, aynen, âli bir medresenin ve bir üniversite darülfünununun talebeleri gibi, ilmî muhabere vasıtasıyla ders alıyorlar. Büyük bir vilâyet bir medrese hükmüne geçer. Birbirini görmedikleri, tanımadıkları ve uzak oldukları halde birbirine ders veriyorlar ve beraber ders okuyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimîn ise, memleketleri ve vaziyetleri iktizasıyla mecelleleri ve kitapları çıkarıyorlar, aktar-ı âleme neşrediyorlar; onunla birbirini tanıyıp ders alıyorlar.

Dördüncü fark: Nur talebeleri, bu zamanda ve bugünde ekser bilâd-ı İslâmiyede intişar etmişler ve çoklukla vardırlar. Bu intişarlarında ayrı ayrı hükûmetlerde bulundukları halde hükûmetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar ki, tecemmu’ edip toplansınlar ve çalışsınlar. Çünkü, meslekleri siyaset ve cemiyet olmadığından hükûmetlerden izin almaya kendilerini mecbur bilmiyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimîn ise, vaziyetleri itibarıyla siyasete temas etmeye ve cemiyet teşkiline ve şubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarından, bulundukları yerlerdeki hükûmetten icazet ve ruhsat almaya muhtaçtırlar. Ve Nurcular gibi bilinmiyor değiller. Ve bu esas üzerine, kendilerine umumî merkezleri olan Mısır’da, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de, Ürdün’de, Sudan’da, Mağrib’de ve Bağdat’ta çok şubeler açmışlar.

Beşinci fark: Nur talebeleri içinde çok muhtelif tabakalar var. Yedi sekiz yaşındaki, camilerde Kur’ân okumak için elifbâyı ders almakta olan çocuklardan tut, tâ seksen, doksan yaşındaki ihtiyarlara varıncaya kadar kadın erkek, hem bir köylü, hammal adamdan tut, tâ büyük bir vekile kadar ve bir neferden büyük bir kumandana kadar taifeler Nurcularda var. Bütün Nurcuların bu çok taifelerinin umumen bütün maksatları, Kur’ân-ı Mecîdin hidayetinden ve hakaik-i imaniye ile nurlanmaktan ibarettir. Bütün çalışmaları ilim ve irfan ve hakaik-i imaniyeyi neşretmektir. Bundan başka birşeyle iştigal ettikleri bilinmiyor. Yirmi sekiz seneden beri dehşetli mahkemeler dessas ve kıskanç muarızlar, bu kudsî hizmetten başka onlarda bir maksat bulamadıkları için onları mahkûm edemiyorlar ve dağıtamıyorlar. Ve Nurcular, müşterileri ve kendilerine taraftarları aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. “Vazifemiz hizmettir, müşterileri aramayız. Onlar gelsinler bizi arasınlar, bulsunlar” diyorlar. Kemiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlâsı taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Gerçi onlar da Nurcular gibi ulûm-u İslâmiye ve marifet-i İslâmiye ve hakaik-i imaniyeye temessük etmek için insanları teşvik ve sevk ediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasıyla, ziyadeleşmeye ve kemiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarları arıyorlar.

Altıncı fark: Hakikî ihlâslı Nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi, bir kısmı, âzamî iktisat ve kanaatle ve fakirü’l-hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’âniyede hakikî bir ihlâs ve fedakârlıkla; ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalâlete karşı mağlûp olmamak için ve muhtaçları hakikate ve ihlâsa dâvet etmekte bir şüphe bırakmamak için ve rızâ-yı İlâhîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbirşeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faydalarından çekiniyorlar.

Amma İhvan-ı Müslimîn ise: Onlar da hakikaten maksat itibarıyla aynı mahiyette oldukları halde, mekân ve mevzu ve bazı esbap sebebiyle, Nur talebeleri gibi dünyayı terk edemiyorlar. Azamî fedakârlığa kendilerini mecbur bilmiyorlar.

İsa Abdülkadir

Kaynak: Emirdağ Lahikası

Kadın ve şefkat

Şefkatin gerekliliği

İnsan  şefkate muhtaçtır. Ücret beklemeden ihtiyaçlarının karşılanmasına, zayıflığına bedel korunmaya, yaramazlıklarında bağışlanmaya… İnsanın şefkatli ellere ihtiyacı vardır ve  farkında olmadan büyür Rahmanür-Rahim’in rahmet kucağında. Evet, “İnsanlarda, zaaf ve acz itibarıyla, daima bir nevi çocukluk var; her vakitte şefkate muhtaçtır.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 136).

İnsanın özüne doğru yolculuk yaptığımızda fıtratın kaynağından çıkan membadan öylesine hayattar bir rayiha yayılır ki, her yeri temizler, güzelleştirir. Bu yayılan tatlı rayihaya; ivazsız sevgi, samimiyet, merhamet, acımak, menfaat ummamak kısaca, ”insanın en lâtif ve şirin seciyesi olan şefkat…” (Şualar, s. 20.)  diyebiliriz. İnsan, şefkat görmekten lezzet duyduğu gibi, gösterebilmekten de lezzet alır. Şefkat göstermek, ahlâklı insanın bir vazifesidir. Bu lâtif vazife, aynı zamanda lezzetlidir de. Bu lezzetin neşesiyle şefkatli insanın kalbindeki samimî muhabbet büyür. Muhabbet ise iyiliklerin davetçisidir ve onları daimileştirir. Ferdî ve umumî güzellikler ortaya çıkar.

Ailede şefkat

Aile kurumu, şefkatin varlığı ile hayattardır. Karşılıksız, fedakârca, samimî muhabbet, şefkatten gelen ahlâkın yüksek hakikati ile oluşur. Fedakârlıklar insanda tükenişe değil, aksine yenilenmeye, tazelenmeye ve daha güçlü bir yapılanmaya vesile olur. Nasıl ki çözümler, sorunların ortaya çıktığı ortamlarda üretilir. Fedakârlıklar da bir nevi insanı durağanlıktan kurtaran üretim faaliyetleridir diyebiliriz. “İşte bir zat bu ihlâslı muhabbeti böyle tarif etmiş: “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum.” Çünkü, mukabilinde bir mükâfat, bir sevap istenilen muhabbet zayıftır, devamsızdır…”(Mesnevi-i Nuriye, s. 145.)

Aile hayatı, rüşvetsiz ve ücretsiz muhabbet ile varlığını sürdürür. Bediüzzaman, ailenin, insanlığın dünya hayatında en kapsamlı merkez, en esaslı zemberek ve dünya saadeti için bir cennet, bir sığınak olduğunu vurgular. Herkesin hanesinin, kendisi için küçük bir dünya olduğunu ve o hanede aile hayatının ayakta kalabilmesi için; samimî, ciddî, fedakârca hürmet ve merhametin gerekli olduğunu izah eder.

*  *  *

Kadın fıtratı

Kadın, “şefkat ve cemalin mazharıdır.” (Barla Lâhikası, s. 188.) Bu mazhariyet itibarıyla Nur eserlerinin muhtelif yerlerinde kadının, “şefkat kahramanı” ve “şefkat madeni’ oluşundan bahsedilir. Cenab-ı Allah, “Erkek çocuk kız gibi değildir” (Al-i İmran Suresi, 36.) diyerek bu nazik taifenin farklılığına dikkat çeker. Bediüzzaman’ın ifadesiyle kız çocuk belki de “en sevimli mahlûk”tur. Zira, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm “Oğlan çocuğunu seviniz. Kızlar kendi kendini sevdirirler,  fıtraten sevimlidirler” buyurmuştur. (Keşfü’l-Hafa, 1:54.)

Güzellik iltifat, sevimlilik sevilmek ister. Mahlûkatın içinde en sevimli olabilmek, bir ayrıcalıktır. Kadının dünya yüzünde müstesna bir varlık olarak, üzerine başka nazarları toplaması kaçınılmazdır. Burada hakikî bir korunmanın altında mahremiyetin kadın için ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Buna paralel olarak kadın, sığınma ihtiyacı ile himaye altına girmeyi talep eder. Fıtraten zayıflığı da buna eklenince, hayatını idame ettirmek noktasında bir yardımcıya ihtiyaç duyar.

Bu ihtiyacı, fıtratında bulunan çocuk okşama ve sevme meyilinden gelen annelik vazifesi ile ziyadeleşir. Aciz, zayıf yavruların himayesi ve terbiyesi ile uğraşması bir nevi kendinin de himaye edilip maişetinin bir yardımcı tarafından yapılması ihtiyacını doğurur. Bediüzzaman, ”Kadınların da en esaslı hassaları ve fıtrî vazifelerinin mayası, şefkattir” der. Bu nedenledir ki,  yeryüzündeki en aciz varlık olan yavruları dünyaya getirme ve onlara bakma liyakati, kadın nev’ine verilmiştir.

Şefkatin  kadınlardaki  farkı

Şefkat,  kadının fıtratında Rahim isminin aynası olarak en parlak surette tecelli etmiştir. Bediüzzaman, “Gördüm ki, Rahim ismi şefkat burcunda tulû etti. O kadar güzel ve şirin bir surette o acı âlemi sevinçli âleme çevirip ışıklandırdı ki…” der.  Rahim, kelime kökü itibarıyla “rahm”den gelir ve kadın nev’ine derç edilmiş rahim ile kelime yapısı itibarıyla aynıdır. Rabbü’l-Âlemin kadınlık uzvu olan rahmi yaratırken Rahim ismini kadının âleminde ışıklandırmıştır. Rahim ise çokça şefkat, merhamet eder, ivazsız muhabbet vardır, bağışlar. Şefkat, kadının maddî ve manevî yaratılışının özünde vardır.

Nasıl ki, su damlası kendi zatında ışıksız, ehemmiyetsiz iken sâfî kalbiyle yüzünü güneşe çevirse güneşin bir arşı olur, yükselir, ışıklanır. Bunun gibi kadın da ism-i Rahim’in bir nevi arşıdır. Rezzak-ı Rahim, bütün mahlûkatı şefkatiyle rızıklandırken yavruları da annelerin memeler musluğundan gelen ab-ı kevser gibi en lâtif gıda ile gıdalandırır.

Şefkatin kadındaki farkı bir nevi annelik vasfı ile ortaya çıkıyor diyebiliriz. Mahlûkattaki bütün hayat sahiplerinin dişileri için bu geçerlidir. Bitkiler kendi özleriyle yavrularını besler. Dişi aslanın yavruları için aç kalışı belgeselleşir filim karelerinde. “Korkaklıkta darb-ı mesel hükmünde olan tavuk, çocukları yanında iken şefkat-i cinsiye sebebiyle camusa saldırır.”

Şefkat insan hayatının her safhasında önemli bir yere sahiptir. Hatta, “Annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur.” (Şualar, s. 654.)

Evet, bu fıtrî şefkat ile beşeriyet canlanır, medenîleşir. İnsanlığın terakkiyatı için şefkate ihtiyaç vardır. Çünkü eğitimde tahkir ve tezlil etmeme, sevme, kusurlarına bakmama gibi seciyelerin mukabelesi zorunludur ki, cüz-i irade özgürce dolaşsın, kabiliyetler inkişaf edip   yaratılış gayesine ulaşsın. Risale-i Nur’da şefkatin, “İslâmiyet esasının haricindeki bid’at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikat” olduğundan da bahsedilmektedir.

Doğancan BAKIR   

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version