Din kardeşine gelen bir dert ve kötülükten dolayı sakın sevinme!

Din kardeşine gelen bir dert ve kötülükten dolayı sakın sevinme. Sonra Allah, onu rahmetiyle kuşatır da, seni imtihan eder (aynı derdi senin başına verir).
Hadis (Tirmizi).

Dünyada yaşanan dert ve sıkıntılar (musibetler) yüzlerin karardığı kıyamet gününde, sahibinin yüzünü ak ederler…
Hadis-i Şerif (Taberani).

Kötü arkadaştan sakın! Onunla tanınacağından şüphen olmasın.
Hadis (İbn-i Asakir).

Hamidiye’de Cumartesi dersi bir başkadır

İstanbul-Süleymaniyede Cumartesi akşamları Hamidiye Vakfında (www.hamidiyevakfi.org) Risale-i Nur dersleri mutat bir şekilde devam ediyor. Şimdiye kadar derslere gelen binlerce kişi iman hakikatlerinden istifade etmeye devam ediyor. Derse katıldığımızda çok kalabalık bir grup ile karşılaşıyoruz. Buradaki salon kapasitesinin sınırlarına gelmiş durumda. Derse katılanların büyük bir çoğunlunu gençler teşkil ediyor.

Böyle neş’eli dersler, mütevazi Nur dersanelerinde halkalanmış mütevazı insanlar arasındaki sohbetlerin uzadıkça uzadığı ve tazelenen çaylarla iyice tatlandığı derslerdir. Bir iman bahsi açılır risalelerin birinden. Büyüleyici cümleler, risaleyi okuyan talebenin dilinden birbiri ardınca dökülür. Hayaller cennet gibi âlemlere kilitlenir.

Bir muhabbet pınarı kaynamaya başlar. Duygular keskinleşir. Sohbet ısınır, insanlar ısınır, âlemler ısınır. Kalabalık, görünenin kaç misline çıkar sohbet boyunca, kimse bilmez. Ancak herkes bilir yahut hisseder ki, kendilerinden başka birileri de oradadır, yanı başlarında aynı ders ve aynı tefekkürdedir. Bir tek kanat seslerinin işitilmediği kalır, o kadar.

Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından(iman hakikatlerini dinlemekten) çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz (dinleyicileriniz) çoktur.

“Allah’ın kitabını okumak ve öğrenmek için Allah’ın evlerinden birinde veya başka bir evde bir araya gelen hiçbir topluluk yoktur ki, melekler onları ziyaret ederek etrafında dönmesin. O topluluğa kalp huzuru iner, onları rahmet kaplar. Ve Allah, yüce katında bulunan meleklere onları hayırla anar.”

Hür Adam’la ilgili eleştirilerin kiritiği (1)

Hür Adam’la ilgili eleştirilerin kiritiği (1)

Hür Adam filmi ile ilgili fikirlerini beyan ederek, Bediüzzaman’a ve davasına büyük hizmet eden aşağıya yazılarının bir eleştirel kritiğini koyduğumuz şahısları ve gazetelerini tebrik ediyoruz.

Bu tebrik hepimiz adınadır. Mehmet Fırıncı, Mehmet Kırkıncı, Abdullah Yeğin, Mustafa Sungur, Sait Özdemir adınadır. Hepsinden önemlisi Bediüzzaman hesabınadır. Tebrik ediyoruz sağ olsunlar, kalemlerine sağlık diyoruz.

AKBIYIK NE DİYOR?
Hür Adam, gösterime girmeden ve girdikten sonra Türk basınında ve televizyonlarında film ve Bediüzzaman ile ilgili muhtelif yazılar yazıldı.

Akbıyık, Bediüzzaman ile Atatürk arasındaki ilişkiyi irdeler. “Atatürk’ün ona saygı duyduğu Bediüzzaman’ın da zamanında onu desteklediği bilinir. Sonra bu ülkenin şekillenmesinde yapılan devrimler ilişkiyi çatallaştırmıştır” Mehmet Tanrısever’in oğlu Tarık Tanrısever’in Bediüzzaman’ın en yakın kâtibi olan Şamlı Hafız Tevfik’i canlandırmasını çarpıcı buluyor Akbıyık. Yazar, eleştiri adabına uygun olarak Tanrısever’in filminin gerçekliğini falanını eleştirmeye kalkmaz, bu tür yapımların çoğalmasını ister. Mürşit Ağa Bağ’ı takdir ederken onun “Bediüzzaman karakterini inanılmaz bir özümsemeyle perdeye taşımasını” beğenir.

TARİHÇİ MUSTAFA ARMAĞAN NE DİYOR?

Zaman gazetesinde Mustafa Armağan, filmin odağındaki Atatürk Bediüzzaman karşılamasını yorumlar.

O Hem Bediüzzaman, hem de Atatürk’ün biyografilerinin tam olarak ele alınmadığını, eğer alınsa bu tür yanlış yorumlar olmayacağını söyler. Armağan Bediüzzaman’ın meclise geldiğini, dua ettiğini ve beş ay kadar Ankara’da kalıp sonra oradan ayrıldığını belgeli olarak ortaya koyar. Ama benim gördüğüm bizzat Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrılan bir insanın onunla bir defacık görüşmesi çağırmanın beyhudeliğini ortaya koyar, resmi belgelere yansımamış veya açılmamış çok görüşmeler olmuştur. Çünkü Bediüzzaman bu konuşmalardan sonra “benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi” diyerek ayrılış gerekçesini en hafif şekilde ortaya koyar. Bu onun tekniğidir, ihtilafları büyütmemek. Çünkü gerek Atatürkçüler, gerekse Bediüzzaman’ın talebeleri iki ağaç gibi devam edip gideceklerdi, bu yüzden iki grubun gelecekteki ilişkilerini bozacak cümleler kullanmaz, o büyük bir stratejisttir. Bugün talebeleri onun sustuğu noktalarda o kadar konuşuyor ki, sanki ondan haberleri ve tekniğinden bilgileri yok gibi. Bugün elem verici olan yan Bediüzzaman’ın stratejisine, sosyal ve siyasi mimari anlayışına uygun düşünmemektir.

Armağan Bediüzzaman’ın biyografisine göre Ankara’ya çağrılma hadisesini anlatır.

Bediüzzaman namaz konusunda bir risalecik yayınlar, bunu Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’e okur. Zannımca o risalecik bir namaz bahsi değil, Bediüzzaman kafasında yeni Cumhuriyetin nasıl olması lazım geldiğini, dinin direği olan namazın, sistemin de Cumhuriyetin de direği olduğu yollu fikrini gerçekleştirmek için namazın penceresinden sisteme ve milletvekillerine girer. Orada büyük bir sosyolojik vesika yayınlar, batı ile bizim devlet anlayışlarımızın farkını anlatır, felsefe ve İslam dininin farklı bakış açılarını, bize yakışanın kendi dinimize göre bir yapılanma olduğunu söyler. Metinin dört başı mamur tahlili hala yapılmamıştır. Çünkü o metnin tahlili birçok sosyal bilimle misafireten yapılabilir

Atatürk’ün karşısında Cumhuriyet tarihinde kimse oturup da sistemin nasıl olması lazım geldiğini konuşan bir babayiğit yok.

Bediüzzaman görünmediği bir makama göre gelip Mustafa Kemal ile görüşmüştür. Basının kralcı tavrı tarihsel realiteyi görmek istememesindendir, İstanbul’da İngilizleri yazdığı eseri ile hizaya getiren adam, Mustafa Kemal nezdinde dikkat edilmesi lazım gelen bir insandır. Bu yüzden çağrılmıştır, iki şahsın birbirine denk olup olmadığına değil, çağıran tarafın onun fikirlerinden istifade için çağırmasıdır. Böylece Cumhuriyet tarihinin iki büyük aktörü bir araya gelmiştir.

Armağan, görüşmenin ayrıntısının olmadığını teessüfle ifade eder. Ama Kazım Karabekir’in Ankara’ya hâkim havanın İslamın terakkiye mani olduğu fikrini öne sürmesi Bediüzzaman’ın neden onlarla yollarının ayrıldığının bir gerekçesidir.

Kaderin hissesine gelince Bediüzzaman’ın ayrılması daha isabetli olmuş, çünkü o kurulan cumhuriyetin din açısından boşluğunu görmüş, onu doldurmak için Ankara’dan ayrılmıştır. Eğer verilen makamları kabul etseydi ne bir Bediüzzaman vardı, ne de eserleri.

GEL BERABER ÇALIŞALIM

Sibel Oral ile yaptığı konuşmada Tanrısever, yirmi yıl önce film yapmak istediğini ama olmadığını anlatır.

Filminin bir siyaset filmi değil, dindar cumhuriyetçi bir mücadele adamının hayatı olduğunu söylüyor.

Tanrısever, “sistemi birlikte kuralım” anlamına gelen “gel beraber çalışalım” dediği şahsın ayak ayaküstüne atmasını, basının karşılaşmanın yorumunu yapamamasından ileri geldiğini belirtiyor.

Tanrısever yaptığı işin tamamen kendi imkânları ile olduğunu söylüyor. “Arkasında birileri var gibi yazıldı ama hiç kimseden destek almadım. Said Nursi’nin ölüsünden bile korktular.”

Tanrısever, yüz yıldır Bediüzzaman’ın arkasından gidenlerin yapamadığı bu işi yaptığı için hayatından ve işinden memnundur. “Ben bu filmi yapmakla şeref duyuyorum. Bunu ister kabul etsinler, ister etmesinler. Gerçekleri yansıttığım kadar, eleştirilere de açık bir insanım. Daha iyisini yapabilen varsa yapsın. Ben paramı, yüreğimi koydum bu işe, eleştirilere kızmam, iltifatlara da sevinmem.”

Tanrısever acı bir söz söyler: “Ona inanan insanlar da korkuyor. Ne korkuyorsunuz? Türkan Saylan vardı, o da bir kahraman değil mi? Geçtiğimiz yıllarda vefat etti, hemen dizi filimi yapıldı.”

Haber Türk Bediüzzaman’ın Atatürk’e gönderdiği mektuba ulaşır.

Güntay Şimşek mektubu Cumhurbaşkanlığı arşivinden çıkarmıştır.

Mektup İslam Âlemi kahramanı Paşa Hazretleri diye başlar. Bediüzzaman Mustafa Kemal’e sunduğu fikirleri önemser, hayatı boyunca kendini hiç önemsememiş, her zaman savunduğu fikirleri önemsemiştir.

Yeni Türkiye Cumhuriyetinin oluşturulma safhasında gerekli olduğu için mektuptaki fikirleri ona ulaştırmıştır.

Belgeye göre 9 Kasım 1922’de ziyaret ettiği Mecliste Bitlis Mebusu Arif Bey ve arkadaşlarının Meclis Başkanlığına yaptıkları başvuruyla kürsüye davet edilir. Tebrik eder, dua eder, gelişmeler zabıt ceridesinde yayınlanır.

Daha sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde haber olur.

ALLAH’IN VERDİĞİ OLAĞANÜSTÜ BAŞARILAR

Mektupta milli mücadelecilerin başarısını Bediüzzaman “Allah’ın verdiği olağanüstü başarılar” olarak yorumlar.

Ancak verene en iyi teşekkürün namaz olduğu vurgulanır. Bediüzzaman eserlerinde de bütün akaidi ve amali hükümlerin namaz üzerinde durduğunu, namazın onların direği olduğunu vurgular ve vurgular. Öldükten sonra dirilmeye inanmak namazsız olmaz, kelime-i şahadet namazsız olmaz, meleklere iman namazsız olmaz, Allah’ın varlığı namazsız olmaz, Allah’a hamd etmek namazsız olmaz yani bütün hükümler ancak namaz olduğu sürece bir anlam ifade eder. İnsan hayatının ve dininin direği namaz ise o kişinin inşa ettiği sistemin de direği namazdır. Bu zorunluluk çok ciddi bir zorunluluktur.

YIKILMAYAN İSLAM MEDENİYETİ

Toplumun namaza bakışını anlatır, namazsız insanlara iyi bakmayan Müslümanları anlatır.

Peygamberlerin doğudan, filozofların batıdan çıkmasından hareketle yeni sistemin filozoflara göre değil, batı felsefesine göre değil, dine ve Peygamberlere göre kurulmasını salık verir.

Daha sonra Hasan Ali Yücel’in çıkardığı klasikler külliyatında batı felsefesine ağırlık verilmesi bunu gösterir.

Düşmanlarımız dini tahrib ederken, Müslümanların özellikle yönetici olan milletvekillerinin onu koruması ve yaşaması gerektiğini anlatır.

Küfür her şeyi ile İslam medeniyetini yıkamamışken laubalilikle onlara yardım etmek iyi olmaz.

Avrupa medeniyeti Bediüzzaman’a göre tıkanmıştır, bu daha sonra net olarak ortaya çıkmıştır, böyle bir zamanda İslamı geriye itmenin yersizliğini anlatır.

Daha sonra Garody’in batı medeniyetinin nerede olduğu konusundaki fikirleri bunları teyid eder.

Napolyon’u değil, Selahattin Eyyübi’yi örnek almak gerektiğini söylerken de ne dediğini ben henüz anlamadım.

Bediüzzaman hem İslam medeniyeti, hem de batının nerede olduğunu o gün hiç kimsenin bilmediği kadar biliyordu.

Namaz kılarak hem Allah’ın, hem de Müslümanların gönül rızasını alacağını söyler.

Gaflet ve tembellik saikasıyla namazı terk etmenin, kurtuluş savaşını kazanmış kişilerin ahiretini kurtarmayacağını, safsata ve nefsin vesvesesi ile dinin ve ulemanın teyid ettiği bir emri terk etmenin yersizliğini anlatır. Dinde gösterilen tembelliğin milliyeti geliştirmeyeceğini söyler.

İLK CİDDİ ELEŞTİRİ

Bu mektup yayımlandıktan sonra ilk ciddi eleştirisini Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemil Koçak yapar.

Bediüzzaman dehaca öngörüsü ile Meclisteki gelenek tarafları ile modern tarafları arasındaki çekişmeyi hissetmiş, Cemil Koçak buna vurgu yapar. “Anlaşılıyor ki Ankara’ya geldiği zaman tam o dönemde yeni sürecin başlangıcı ve o yeni süreç öncesindeki tartışmalar ve çatışmalar olduğu noktayı hemen fark etmiş olmalı. Birinci Mecliste biliyorsunuz ki iki farklı grup var ve bu iki grubun birbiriyle olan siyasi ve ideolojik mücadelesi söz konusu.- Ve bu iki grup arasındaki önemli farklardan bir tanesi, yeni Türkiye’nin nasıl formüle edilmesi gerektiği konusu.- Modernizasyon projesi yeni Türkiye’de uygulanacak ama ne kadar ve nasıl uygulanacak?”

Koçak, Bediüzzaman’ın Atatürk çevresindeki grubun ağır basabileceğini hissettiğinden bu mektupta Atatürk’ü etkilemek istemiş, ona tavsiyelerde bulunmuştur.

Koçak zamanın Said Nursi’yi haklı çıkardığını söyler. “Said Nursi ve bütün muhaliflerin söyledikleri bir anlamda doğru çıkıyor. Bu şekilde yapılan bir devrimden toplumun alacakları kalıcı olmayabilir. Bu görülüyor.”

Koçak, “Meclis’in açılışının Cuma günü yapıldığını, dua ile açıldığını ve bu yönü ile Osmanlı meclislerinden daha fazla dini karakterliği olduğunu söylüyor.

Türk milliyetçiliği üzerine kurulursa arkasından gelenlerin çok sınırlı olacağını belirtir. Mücadele daha başlamadan biter.

Mücadeleyi buraya kadar getiren isimler daha sonra yoktur.

Nakşibendî Şeyhi Fevzi Efendi,

Halvetiye Şeyhleri Abdullah Sabri Aytaç, Yahya Galip Kargı Bey,

Nakşi Özbekler Tekkesi Şeyhi Mehmet Ata Efendi,

bir Kadiriye dergahı olan Hatuniye Tekkesi şeyhi Sadrettin Ceylan Efendi,

Nakşi Şeyhi Şerafettin Dağistani,

Hacı Bektaşi Veli Dergahının Nakşi Şeyhi Hacı Hasan Efendi.

Savaşa katılanların hepsi bir din savaşına katıldığını, gâvurlara karşı bir İslam mücadelesine katıldığını bilerek katılıyorlar.”

Cemil Koçak, Mete Tunçay’ın alıntılarını nakleder ve Mustafa Kemal’in yeni yüzünü ortaya koyar.

“Rıdvan Memi, bu durumun 9 Eylül’e kadar devam ettiğini söylüyor, şu anekdotu aktarıyor.

“İzmir’in kurtuluşundan sonra maiyeti Mustafa Kemal’e Hacı Bayram’a gidelim ve şükür duası edelim” diyorlar. Atatürk, “Benim böyle bir borcum yok” diyor. O nokta itibariyle Atatürk’ün İslam tutkalına ihtiyacı kalmadı mı?

Cemil Koçak, Evet yavaş yavaş o süreçten ayrılık başlıyor. Said-i Nursi’nin on maddelik mektubunda yapılmasını istediği şeyler ve tavsiyeleri okunduğu zaman Atatürk muhtemelen Said-i Nursi ile hiçbir şekilde politik olarak bir ilerleme sağlayamayacağını anlamıştır, muhtemelen bunu da okuduğu zaman.”

Cemil Koçak değişimi başkalarının da fark ettiğini söylüyor.

Tarihin ve edebiyat tarihinin gösterdiği nedenler bu konuda belirsiz. “Atatürk’ün dine genel yaklaşımını ortaya koyan pek çok cümlesi var, fakat esas itibariyle olan şey bu. Atatürk’ün gideceği yolu, yazdığı mektup dolayısıyla sadece Said Nursi değil, silah arkadaşları da fark ediyorlar, muhalefete geçmelerinin esas nedeni de bu sezgileri ve anlayışlarıdır.

Karabekir paşa, Cebesoy Paşa, Refet Bele Paşa, Halide Edip ve Eşi, Milli Mücadele’nin önde gelen isimleri bu duruma karşı çıkıyorlar” Tarihin gerçekleri ne kadar ters yüz edilmiş, bunları okuyunca ne kadar içimize yutturulmuş, doğru olmayan malumatın doldurulmuş olduğunu görüyoruz.

Cemil Koçak Bediüzzaman’ın mektubunu devrinin siyasi ve fikri cereyanları içine yerleştirerek büyük ve önemli bir eleştiri ortaya çıkarmıştır. Hür adam münasebetiyle gördüklerimizin arka yüzü ile karşılaşmış oluyoruz. Mektup da ilahi bir tasarımla tam zamanında ve yerinde ortaya çıkmıştır. Kim ne derse desin Bediüzzaman mânen işinin başında ve denetleme görevi ile çalışıyor.

Tarihçi Mustafa Armağan,

Atatürk’le Said Nursi’nin 25 Kasım 1922’de görüştüklerini söylüyor, görüşme Meclisteki Başkanlık odasında olmuştur. Birinci ve İkinci Meclis üyelerinden Ali Süruri Bey’in hatıralarından alıntılarla konuşur. Hatıraların Osmanlıca bir bendini de verir. Ali Süruri Bey adı geçen tarihte Atatürk ile Bediüzzaman’ın tartıştıklarını, kapının açık olan aralığından duyduğunu söyler. Buradaki konuşmalar meclise sunulan ve Atatürk’e gönderilen mektubun muhtevası doğrultusundadır.

Samet Altıntaş’ın Bediüzzaman’ın yaşayan talebelerinden nakillerle verdiği haberde onların da

Atatürk’le Bediüzzaman’ın görüştüğünü ancak ayak ayaküstüne atma olayının “olayın senaryolaştırmasıyla ilgili olduğu” belirtilir. Mehmet Fırıncı, Abdullah Yeğin, olayı doğrularlar ama ayak ayaküstüne atma hadisesi konusunda bir şey söylemezler. Abdülkadir Badıllı ise Üstadın parmaklarının dilini kullandığını, bunun dışında bir şey olmadığını söyler. Necmettin Şahiner de Milletvekili Hüseyin Aksu’dan aldıkları ile anlatır. Onun nakilleri de öncekiler doğrultusundadır.

Konuyla ilgili bir başka haber de yine o dönem milletvekillerinden Abdülgani Ensari’nin oğlu Nezihi Ensari’nin naklettikleridir.

Atatürk Bediüzzaman ile Abdülgani Ensari vasıtasıyla görüşmüş, Abdülgani Ensari ve Bediüzzaman Hacı Bayram’dan yürüyerek Meclise giderler, Atatürk Bediüzzaman’ı kapıda, “Hocam neredesiniz? Bizi tamamen bıraktınız. Biz neden görüşemiyoruz?” sözleriyle karşılar. Daha önce dediğim gibi bizzat Mustafa Kemal tarafından çağrılan Bediüzzaman’ın farklı kaynaklardan görüşmesi doğaldır. Çünkü Bediüzzaman hem İstanbul’da, hem Anadolu’da, hem Bitlis savunmasında, hem aşiretler içindeki Üstatlığı ve Seyda tutumu ile doğu ve güneydoğunun milletvekilleri arasında büyük nüfuza sahipti.- Üstelik diyalog adamı idi. Görüşmelerinin birçok olması mümkün.-Nezihi Ensari’nin naklettikleri mektuptakilerin başka bir ifade ile tekrarıdır. Atatürk Bediüzzaman’a bazı makamlar teklif etmişse de Bediüzzaman bunlara yanaşmamıştır. Atatürk, Bediüzzaman’ın din konusundaki yorum ve bakış açısının farkını görmüş, çünkü Bediüzzaman dönemin önce ve sonrasındaki bütün olaylarda hep ön saftadır.- Onu tanımaması imkânsız.- Ama birçok noktada birlikte oldukları halde batı ve İslam dini konusundaki sentezleri uzlaşması imkânsızdır. Asıl ayrılık nedeni budur.

Bediüzzaman’ın Meclise gelişi ve dinleyici locasında görüşmeleri dinlemesi konusunda Meclis zabıt ceridelerinden alınan bilgiler ile teyid edilir.

Bu haber de 07.01.2011 tarihli Sabah gazetesinde yer alır. Riyaset makamı Bediüzzaman’a resmi olarak “hoş geldin – hoş amedi” eder.

Yeni Şafak gazetesi Mustafa Armağan’ın naklettiği Ali Süruri Bey’in hatıralarındaki bilgileri tekrar eder. Metni İlhan Toprak kaleme almıştır.

Mehmet Tanrısever, bir televizyon programında konuşur.

Atatürk ile Bediüzzaman arasında cereyan eden sahne için harika bir cümle kullanır. “Sadece iki dehanın karşı karşıya gelmesi” olarak niteler. “Siyasi bir deha Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Üstadımız da bir dini dehadır. Üstad değişimin Kur’an ahlakı boyutunda olmasını istiyor, ben de Hür Adam da yansıttım. İnsan bilmediği şeyin düşmanıdır. Tabularımızdan kurtulmalıyız.”

EN ZOR OLAY
Filmin gösterimi sırasında pankart açan kadın için ağlamıştır. Tanrısever olayı demokratik olarak yorumlar. “Ne kadar güzel bir iş yapmışım ki, yaptığımız iş bu kadar gündeme geldi. Çünkü insanlar cesurca tepkilerini de ortaya koyabilme fırsatı buldular. Keşke o hanımefendi filmi seyrettikten sonra tepki gösterseydi”

Tanrısever, filminin dünya tarihinde ilk elliye gireceğini söyler. Devam eder: “Sürükleyici bir anlatımı var Hür Adam’ın. Bir insanın hayatını, çilesini anlatıyorsunuz bu konuyu bir kere film yapmak zor. Bırakın film yapmayı anlatmak zor.”

Doğru, Tanrısever’in dediği sinema tarihinin en zor olayı, fikri sahneye yansıtmaktır.

Devam edecek….

Prof. Dr. Ahmet Nebil Soyer
www.risaleakademi.com

Davutpaşa Çarşamba Dersleri

İstanbul-Davutpaşa’da her çarşamba akşamı Nur dersleri devam ediyor. Bu derslerin ve Risale okumalarının bizlere neler kazandırdığını Ümit Şimşek’in kaleminden okuyalım:

Risalelerin manevî ders halkasına giren bir kişi, kısa bir süre sonra kâinattaki bir esere baktığı zaman, onun arkasındaki İlâhî fiillerden, kainattaki tüm ilahi fiilleri teşhis edebiliyordu.

Risale-i Nur’ları ellerine geçiren insanlar, kısa bir süre sonra, hattâ bazan risalelerin ilk satırlarından itibaren, kâinatı bir kitap gibi okumaya başladıklarını hissediyorlardı. Bu, bir insan için yeniden doğuş demekti.

Çünkü, daha önce görülmeyen, görülse de önem verilmeyen varlıklar vardı şimdi âlemde. Kışıyla, baharıyla, yeriyle, göğüyle, canlısıyla, cansızıyla, gecesi ve gündüzüyle herşey ve her olay, Yer ve Gökler Rabbinden bir mektuptu ve doğrudan doğruya insanı muhatap alıyordu.

Telif edilen her risale, sanki bu mektupların şifrelerinden bir ikisini daha çözüyor ve insana onu açıkça okutuyordu. Böylece, bir yandan derslerin tekrarlanmasıyla, diğer yandan da yeni telif edilen risalelerin elden ele ulaşmasıyla, insanların önlerindeki kâinat kitabı okuma becerisi de artıyor ve bu beceri artışı, daha fazla okuma iştiyakını doğuruyordu.

Böylece, Nur Risalelerinin manevî ders halkasına giren bir kişiye, kısa bir süre sonra, kâinattaki tek bir esere baktığı zaman, onun arkasındaki İlâhî fiillerden bir tanesini teşhis etmesi yetiyordu; o tek fiil, kâinattaki bütün İlâhî fiillerle omuz omuza verip, onu bütün İlâhî isimlerin Müsemmâsına götürebiliyordu.

Fakat bu bakış açısı ve bu beceri, iradeli bir bakışa ve sürekli temrinlerle bu bakış açısını diri tutmaya ihtiyaç gösteriyordu. Aksi takdirde, dünya hayatının uğraşları, özellikle geçim endişesi ve zamanımızın diğer meşgaleleri, insanın dikkatini hemen dağıtıverme istidadını taşıyordu. Bediüzzaman’ın talebeleriyle yazışmalarında, onları bu tür oyalanmalara karşı zaman zaman uyardığı görülmektedir.

 

 

Medrese-i Yusufiyeden (Hapishaneden) Gelen Mektuplar 1

Daha önce duyurularda bildirdiğimiz üzere Hapishaneden gelen mektupları yayınlamaya başladık. RNK Neşriyata gelen mektuplardan birisi.

Selamun Aleyküm Kıymetli Serdar Arkadaşım. Rabbimizin Rahmeti, Bereketi, Nurları, Nimetleri ile Selamı Sizin ve Cümle Neşriyat ailesinin üzerine olsun İnşallah.

30 Mayıs tarihli mektubunuza şimdi yanıt yazma olanağı buldum. 2 Haziran itibariyle ilk ameliyatımı oldum. Şimdi tedavi amacı ile kapalı cezaevine geçici bir süre için getirildim.

Hamdolsun Hastalar Risalesini okuduktan sonra daha iyi oldum. Taşıdığım arkadaşla yaren oldum.

Elhamdülillah böyle bir musibeti yüce Rabbim bana nasip etmiş, ne kadar şükretsem azdır. Yeter ki Mevla kalplerimize hastalık vermesin.

Neşriyatta durumlar nasıl? Rabbim her daim yar ve yardımcınız olsun.

Mektubunuzu yoğun bakımdan çıktıktan sonra aldım. Varlığınız beşeri gücüme güç kattı. Cenab-ı yaradan sizlerden razı olsun.

Burada yaşantımızla örnek olmaya gayret gösteriyorum. Bana yollamış olduğunuz Hastalar Risalesi adlı büyük eseri hastanede hastalıkları ile ah eden benden daha çok ihtiyacı olduğuna inandığım bir kardeşe verdim. 3 gün aynı odayı paylaştım. Hastalar Risalesi ile kendi özünü buldu. Bu süre içerisinde kendisine elif-be’yi öğrettim. Orada kaldığımız süre içerisinde bizlerde bulunan hastalıkla şükür etmeyi öğrendim. Buna vesile olduğunuz için Rabbim hepinizden razı olsun. Sizler için dua etmekteyim. Sayenizde bir yaren daha kazandım. Bana, gittiği cezaevinden mektup yolladı. Orada onun konumunda olan bir arkadaşa rastlamış, onunda nasiplenmesi için risaleyi o arkadaşına hediye etmiş. Bana arkadaşındaki değişimleri uzun uzun yazmış. Böyle bir hayra vesile oldunuz. Rabbim hayrınızı kabul eylesin.

Ben sigara kullanmıyorum, cezaevinde sabit bir gelirle hayatımı idame ettiriyorum. Nesil yayınları aydan aya koli gönderiyor. Bende dağıtıyorum. Kimi camii vakfı seccade, tespih, takke yolluyor bende onları dağıtıp hizmet etmeye çalışıyorum. Çoğu yerden Kur’an talep ettim ama gelmedi. Serdar arkadaş her ay 50 lira arttırabilirim. Bunu neşriyata yollamak istiyorum. Allah yolunda yürüyen bir kardeşime faydalı olmak istiyorum. Yardımımı ulaştırabileceğim bir yer varsa bana bildirebilir misin? Uzun süredir cezaevindeyim. Kulun verdiği biter elbet rabbim bizleri yolunda yürüyenlerden eylesin. Mektuplarıma yanıt yazma özelliği gösterdiğinizden ötürü sizlere minnettarım.

Rabbim her işinizde yar ve yardımcınız olsun. Sizlerden razı olsun. Neşriyatta selamlarımı iletirsiniz. Hepiniz Allah’a emanet olunuz.

Sevgi ve Dua ile…

Kardeşiniz H.E.Ş.

(E-Tipi Kapalı Cezaevi…)

Bu mektup H.E.Ş.’nin 3. Mektubu olup 28.06.2010 tarihinde yazılmıştır.

Mektupların devamı gelecektir…

www.nurnet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version