Etiket arşivi: aile

Başörtülü Diktatörlerin Kur’an Karşıtı Çalışmaları

Başörtülü Diktatörlerin Kur’an Karşıtı Çalışmaları

İslam düşmanları yıllardan beri İslam’a aile üzerinden saldırmışlardır. “İslam kadına değer vermiyor…” gibi söylemler maalesef ki bazı Müslümanlar üzerinde etkisi gösterdi.

Bir de 28 şubat süreci yaşadı ülkemiz. Müslümanlarının bir kısmı yıllardan beri içinden çıkamadığı bir aşağılık kompleksi yaşıyor. Sanki memleket kendilerininmiş gibi ağzı köpüklü, ayyaş din düşmanlarının: “Arabistan’a gidin…” naraları Müslüman memleketinden Müslümanları kovma çabaları psikolojik olarak Müslümanlar üzerinde bir aşağılık kompleksi oluşturdu maalesef ki.

28 şubat sürecinden sonra gerek erkekler de gerek kadınlar da bir modern görünme “Aman biz sizin zannettiğiniz gibi değiliz, biz de çok moderniz…” bizi sevin, yaltaklanmaları onlara benzemek için verilen tavizler neticesi din düşmanlarının nefreti artırırken, tavizkar Müslümanları ise dinlerinin karşıtı davaları savunur hale getirdi.

Eskiden din düşmanlarından duyduğumuz sözleri artık dindar olma iddiasındaki kişilerden duymaya başladık. Dininden utanan kadınlar arttı.

Artık din düşmanlarının savunduğu davaları başörtülü kadınlar savunuyor hem de dernekleşerek, sistemli bir şekilde. Ve bu kadınlar Müslümanlara, din karşıtlarından daha fazla zarar veriyorlar. Başörtü üzerinden aşağılanan kadınlar, birikmiş öfkelerini erkeklere çevirdiler ve feminist oldular. Tabii feministlerin devlet ve Avrupa fonundan beslenmeleri ise işin duygusal boyutu (!)

Sistemleşen, çoğunluğu başörtülü kadınlardan oluşan siyasette de etkili olan dernek KADEM dir. KADEM kurulduğu günden beri “kadın hakları” adı altında feminizme hizmet eden, Ak Parti”ye yakınlığı ile bilinen fakat din düşmanı, PKK lı feminist kadınlardan daha fazla ülkeye zarar veren bir dernek oldu.

KADEM kadınları, sırtlarını siyasi iktidara dayayıp, erkekleri ayılardan, kurtlardan vahşi hayvanlardan daha aşağı gösteren videolar yaptırıp yayınladılar.

KADEM nedense aile kurumuna zarar veren bütün projeleri ve kanunları destekliyor. Eşcinselliğin yayılmasına ve aile kurumundan kadını alıp tanrılaştıran İstanbul sözleşmesini ve 6284 ü de destekliyor. Pek çok mağduriyete sebep olan, dinen de haram olan eski eşe süresiz nafakayı savunuyorlar.

Genç evliliğe karşılar ve genç evlenen kocaların hapis cezası almaları için çalışma yapıyorlar. Geçen yıllarda 18 yaş altı genç evlilik yapanların hapisteki eşlerine yapılacak affı son akşam durdurdular. Binlerce kadın ve çocuk onların sebebi ile perişan, göz yaşı döküyorlar, yatıp kalkıp onlara beddua ediyorlar. Mazlumun bedduasından da korkmuyorlar.

Neymiş KADEM kadınlara erken evliliğe karşılarmış. Neye dayanarak karşısınız? İnandığınızı söylediğiniz dininiz mi yasaklamış? Ninelerimiz dedeleriniz hep on beş on altı yaşında evlenmişler. Şimdi ne olacak onların hali. Ellerinden gelse onları da mezardan çıkarıp hapse atarlar. Atalarımızın hepsi 18 yaş altında evlendi diye cinsel istismarcı onlara göre.

Kısacası KADEM her konuda açıkça din düşmanı kadın dernekleri ile yarışıyor, “biz sizden daha fazlasını yapabiliriz” diye. KADEM de aktif çalışan bir avukat hanımla bir yerde karşılaştık. “Sizin Mor Çatı gibi derneklerden ne farkınız var?” diye sordum. “Olur mu canım bizi onlarla mı kıyaslıyorsunuz, çok farkımız var.” dedi. “Mesela” dedim. “Biz kurumsalız” dedi ve başka da bir fark bulamadı. Oysa KADEM in onlardan en büyük farkı siyasi bir desteği olması, kanunlar üzerinde belirleyici olmaları.

Nafaka mağdurları Adalet Bakanlığı’na gittiklerinde, bakanlık yetkilileri açıkça “Gidin KADEM i ikna edin gelin, istediğiniz kanunu çıkaralım.” demişler. Yani bakmayın memleketi erkekler yönetiyormuş gibi göründüğüne, memleketi Kösem Sultanlar, dişi diktatörler yönetiyor aslında. Bir taraftan da ülkenin sonunu hazırlıyorlar.

Nafaka mağdurlar kaç kez güç bela KADEM den randevu alıp birkaç görüşmeye gittiler, dertlerini anlattılar, Adalet Bakanlığı’ndan öyle cevap alınca. “Boşa gidiyorsunuz onlardan bir şey çıkmaz.” dedim ve dediğim gibi de oldu.

Zira KADEM her halükarda haksız da olsa kadının yanındalar. Gerçi süresiz nafaka yüzünden ikinci evliliklerin yapan erkeklerin yeni eşleri de nafaka konusundan mağdurlar fakat o kadınlar ve genç evli kadınların mağduriyetleri, gözyaşları KADEM kadınlarını pek ilgilendirmiyor. Onlar lüks binalarında, şık salonlarda, cici kıyafetleri ile devleti yönlendirecek daha doğrusu mecbur bırakacak çalıştay yapma derdindeler.

Şimdiler de MHP nin teklifi ile nafakanın bir yıldan beş yıla indirilmesi meselesi konuşuluyor. Ki bu bile yeterince adaletli değil.

Erkek zaten çocuğu varsa boşandıktan sonra çocuğuna nafaka vermek zorunda fakat eski eşine ayrıca nafaka vermek zorunda değil. Hele bir de çocuğu olmayan için bir gün de evli kalsa yıllarca eski karısına nafaka ödeyenler var. Ödeyecek durumu olmayanlar hapse giriyor. Sonraki evlilikleri zarar görüyor.

Süresiz nafakaya süre getirilmesi konuşulmaya başlayınca din karşıtı feminist kadın dernekleri hemen itirazlara başladılar açıklamalar yapıyorlar. “Nafaka kadının hakkı…” diye. Çok ilginç bir söz. Bir kadının eli nasıl eski kocasının cebinde olabilir ve bunu hak olarak görebilir. Erkek de madem boşandıktan sonra eski karı-kocanın hakları devam ediyor deyip o da başka haklar peşine düşerse ne olacak o da erkeğin mi hakkı olacak.

Din karşıtı feministler fikir beyan ederler de başörtülü feministler geri kalır mı?  Onlar da hemen karşı çıktılar nafakaya süre getirilmesine. KADEM bir açıklama yaptı. Eski eşe çocuk da olmasa nafaka süresiz devam etmeliymiş de hakimler duruma göre karar vermelilermiş. Eğer bu olamayacaksa en kısa evlilikte bir gün de olsa erkek en az iki yıl en çok on yıl nafaka ödemeliymiş.

Mesela kadın bir ay sonra “ben evlilik hayatına adapte olamadım” deyip gitse, erkek düğün borçlarının üstüne bir de iki yıl kadına nafaka vermeliymiş. Bu ne kadar insafsız bir şey. Sadece kadın düşünülüyor erkek ne yaparsa yapsın, yoksa da hapse girsin. Kadınlar ne ara bu kadar vicdansız oldular.

KADEM uzun süren evliliklerde de evlilik yılı kadar nafaka ödenmesini uygun görmüş. “Nafaka olmazsa kadın yoksulluğa düşermiş.” İyi de bu kadının geliri yoksa kendi ailesi yok mu? Bir kadına bakmak ona el olmuş eski kocaya mı düşer, yoksa kendi ailesine mi? Bu kadın evlenmeseydi ailesi onu kapıya mı koyacaktı. Kadının çocuğu varsa zaten baba ona nafaka ödeyecek, kadına neden ödesin? Ayrıca çalıştığı halde nafaka alan binlerce kadın var, onu hiç konuşmuyorlar.

KADEM güya kadınlara merhamet ediyor. Oysa kimse Allah’tan daha merhametli değildir. Dinimiz bu konuda ne diyor. Kur’n-ı Kerim de açık ve net olarak belirtilmiş. Boşanma sonrası iddet müddeti denen kadının başkası ile evlenmesi haram olan sürede erkek kadının geçimini sağlamak zorundadır. Bu da üç kez adet olup bitimine kadardır. Bundan sonra artık karı koca birbirine eldir. Kadın gidip başkasıyla evlenebilir. Evlenmese de kadının nafakasını eksi koca değil kendi ailesi o da yoksa devlet üstlenir.

KADEM ve benzeri dernekler eğer gerçekten bir işi yapmak istiyorlarsa çocukları için nafaka alamayan yüzlerce kadın var, boşanma sonrası çocuklarının bütün ihtiyacını karşılamaya çalışan. O kadınların çocuklarının haklarını savunsunlar. Baba geliri nispetinde boşanma sonrası çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. On beş bin maaş alıp önceki evliliğinden olan çocuklarına doğru düzgün bakmayan, onları perişan eden babalar duyuyoruz, o çocukların kanuni haklarının peşine düşsünler.

Çocuğunu babasına göstermeyen, yabancılaştıran ebeveynlerin kanuni ceza almalarını, ülkenin en büyük utancı çocuk haczinin kalkmasını sağlasınlar, gerçekten hayırlı bir iş yapmak istiyorlarsa.

KADEM in başörtülü kadınları toplaşmışlar Allah’tan daha iyi bildiklerine karar vermişler ve Kur’an-ı Kerimin karşısında kendi görüşlerini daha iyi görüp çözüm önerisi olarak sunmuşlar.

“Çözüm önerisi” adına bakıp aldanmayın aslında devlete bir kadın dayatması bu. Kadınlara karşı zaafı olan erkek siyasetçileri ve kadın baskısından korkan, korkak siyasetçileri de düşündüğümüzde KADEM in teklifi dikkate alınacaktır. Allah’tan razı olmayan kadınların nefsani isteklerini karşılayacak, Allah’tan çok daha fazla kadınlardan korkan siyasilerimiz olduğu müddetçe işimiz zor.

Bakalım bu dişi diktatörler karşısında MHP nin teklifi ne kadar dikkate alınacak. Ki MHP nin teklifi de nafaka süresi olarak çok fazla onu da desteklemiyoruz, nafaka üç ay eğer bunu yapamıyorlarsa süresiz olmadan önce yıllarca uygulandığı gibi bir yıl olabilir.

KADEM beş yılı az bulmuş. Bakalım kim kazanacak. Açıkçası kadın diktatörler karşısında erkeklerin pek şansı olduğunu düşünmüyorum.

Yine başörtülü kadınların yıllardır faaliyet gösterdiği HAZAR derneği var. KADEM in bir başka modeli. “Kadının insan haklarını” savunuyorlarmış. Ne saçma bir cümle. İnsanın insan hakkı vardır, cinsiyet üzerinden yaparsanız bölücü olursunuz. Kadının insan hakkı var da erkeğin hayvan hakkı mı var! Gerçi şu sıralar ülkemizde erkeklerin hakkı hayvanlar kadar da yok. İnsan hakkı peşindeyseniz cinsiyetçilik yapmayın mağdurun yanında olun.

Onlar da yememiş içmemiş günahımızı daha nasıl artırırız, nasıl Allah’a savaş açarız, diye düşünmüşler, Kur’an âyetlerinin tam aksi nafaka konusunda düşüncelerini geçen hafta Aile Bakanlığı’na sundular. Nafaka mağdurlarının yüzüne bakmayan bakanlık yetkilileri bunları kapılarda karşılıyorlar.

Siz inandığınızı iddia ettiğiniz dinin, kitabının aksini nasıl savunursunuz? İnsan Kur’an-ı Kerim’deki bir emri yapamaz bu kendi bireysel günahı olur. Fakat Allah’ın âyetinin aksini iddia edersen ve bunun için de mücadele edersen Allah’a savaş açarsın. Allah’tan razı olmayan kadınların aşağılık komplekslerinin cezasını mazlumlar çekmek zorunda değil.

Bu kuruluşların çatısı altında olan herkes mazlumların bedduasına ve bu günahlara ortaktır.

Velhasıl ülkemiz son yıllarda bu başörtülü diktatörlerden çektiğini dinsiz feministlerden çekmedi. Din ve devlet düşmanı feministler bugün bu kadar şımardılarsa sebebi hükumetin yanlış aile politikaları ve bunlara destek olan başörtülü feministlerdir.

Sema Maraşlı

Konu ile ilgili linkler:

İslamın nafaka ile ilgili hükmü:

http://www.cocukaile.net/islamda-nafakanin-hukumleri/

Nafaka konusunda başörtülü ve din düşmanı derneklerin görüşlerine bakın arada bir fark yok hatta başörtülüler Allah’ın haram kıldığını daha canla başla savunmuşlar.

KADEM in açıklaması:
http://kadem.org.tr/nafaka-tartismalarina-iliskin-hukuki-degerlendirme/

HAZAR DERNEĞİ’ nin açıklaması:
https://www.posta.com.tr/amp/hazar-derneginden-suresiz-yoksulluk-nafakasi-degerlendirme-raporu-2098015?__twitter_impression=true

MOR ÇATI’nın açıklaması:
https://www.morcati.org.tr/tr/474-kadinlarin-nafaka-hakkina-dokunmayin

Aralarında fark görebiliyor musunuz?

Sema Maraşlı

Kaynak: www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Haram Yiyenin Basireti Kapanır

Haram Yiyenin Basireti Kapanır

“Haram yemek” deyince aklımıza faiz, kumar kazancı ya da hırsızlık gibi belli başlı şeyler geliyor. Oysa haram yemek sadece bunlardan ibaret değildir. Haksızlıkla elde edilen her mal haramdır. Meyvenin iyisini üste, bozulmuşunu alta saklayıp satmak da haramdır.

“Bizi aldatan bizden değildir.” diyen bir Peygamberin dinine mensubuz. Fakat küçük büyük o kadar sahtekarlık haberleri duyuyoruz ki Müslüman bir ülkeye hiç yakışmıyor. Büyük bir ahlaki bozulma yaşıyoruz.

Hakkın da haramın da sınırlarını Allah (c.c) belirlemiştir. Haram yiyen dünya ve ahirette iflah olmaz. Müslümanı haram yemek kadar bozan bir şey yoktur. Haramın içinde başkasının hakkı vardır. Haram yemek de hırsızlığın bir çeşididir. Haram yiyenin basireti kapanır, gözünün önünde en basit gerçekleri görmez olur, yere çakılana kadar gider. Haram yiyen vicdanının sesini duyamaz, merhametini kaybeder. Maalesef buna günümüzde çok şahit oluyoruz.

Haram konusu çok geniş bir mevzu. Bu yazının konusu özellikle gözden kaçan haramlardan miras ile ilgili olacak. Eskiden biri ölünce hemen hocaya, müftüye gidilir miras taksimi onların fetvaları ile yapılırdı fakat maalesef ki artık çoğunluk beşeri kanunlara göre miras alıyor. Dini dikkate almayanlardan bahsetmiyorum. Tam aksi dindar olma iddiasında olanlar arasında konu para mal mülk olunca maalesef ki din ve dünya ayrılıp hemen laikliğe bağlantı yapılabiliyor.

Miras ilmine “Ferâiz”deniyor. Bunun sebebi Nisa süresi 11. âyet-i kerimede: “Bu hisseler Allah’tan birer farîzadır” buyrulmasındandır. Fariza feraizin tekili “farz, takdir ve tayin edilmiş olan, belirli pay, hisse” anlamındadır.

Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Ferâiz öğrenin ve öğretin, çünkü ferâiz ilmin yarısı olup unutulacaktır. Ümmetimden çekilip alınacak ilk ilim de odur.”

“Günümüzde İslam hükümleri uygulanmadığı için miras, nafaka gibi konularda mevcut kanunlara uyulabilir ve kanuna göre hisse alınabilir.” gibi sözleri kendini dindar diye tanımlayan kişiler söylüyorlar. Hatta ilahiyatçılardan söyleyenler var.

Öncelikle sormak lazım ki bu fetvayı hangi âyet-i kerimeden ya da hadisi şeriflerden çıkarmışlar. Devletin izin verdiği helal olacaksa o zaman bu kafayla bakarsak faiz de alınabilir, şans oyunları denen kumar da oynanabilir. Bunların hepsi devletin izin verdiği şeyler.

Devletin kanunları ile Allah’ın kanunları çatıştığında biz kendi özel yaşamımızda hangisini seçeceğiz? Eğer beşer kanunlarını seçiyorsan Allah’ın kanunlarının hükümlerinin kalktığını da içsel olarak kabul etmişsin demektir. İslam’a göre yediğin haramdır, kendin uydurduğun dine göre bunu helal sayabilirsin bununla da sadece kendini kandırabilirsin.

Bir de değişen günümüz şartlarına göre Kur’an-ı Kerim’deki miras paylaşımının bu çağa uymadığı değişen şartlar yüzünden kanunlara göre mal paylaşımı ya da boşanma sonrası nafaka alınabileceğini savunan kişiler var. Bunu savunanlar da din karşıtı insanlar değil, tam aksi görünüşte dindar gibi görünen kişiler. Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir, ilahi bir kitaptır ve kıyamete kadar bakidir, içindeki hükümler de kıyamete kadar geçerlidir. Hükümleri açık âyetlerin üzerine bir Müslüman söz söyleyemez. Miras ve nafaka hükümleri son derece açık ayetlerdir.

Bir de “İslam mantık dinidir, bunu benim mantığım almıyor” diyenler ve kendi mantığına göre ayetlerin açıklamasını yapanlar var. Öncelikle “mantığım almıyor” dediği şey “işime gelmiyor nefsim kabul etmiyor” demektir. Bir ilahiyatta hoca öğrencilere demiş ki “Bir erkek öldüğünde önce mirasının yarısı karısına verilmeli, kalan yarısı da çocuklarına paylaştırılmalı.” Bu bazı kız öğrencilere mantıklı gelmiş.

İslam akla dayanan bir mantık dini değildir. İslam kalbe dayanan bir mantık dinidir. “Akletmez misiniz?” sorusu aynı zamanda kalbe de hitaptır. İslam da akıl ile açıklayamayacağımız pek çok şey vardır. Akıl nakıstır, sınırları dardır. İslam gönül dinidir, teslimiyet dinidir. İslam gönülden kabul edildiğinde akıl da nasiplenir. Akıl ile kabul etmeye çalışanların gönlü kör kalır.

Günümüzde başörtülü kadınlar arasında gizli feminizm yaygınlaştı. Feminizm belasına tutulmuş olan kadınlar ve onların şakşakçısı erkekler miras âyetlerinde erkeklere iki, kadınlara tek hisse olmasını kabul edemiyorlar, boşanma sonrası üç aydan fazla nafaka olmamasını kabul edemiyorlar ve bu zehirli fikirleri onları bazı âyetleri dolaylı olarak inkara kadar sürükleyebiliyor. Heva ve hevesini ilah edinmekten ve şirke düşmekten Allah (c.c) cümlemizi korusun.

Kendine fetva uydurup bilerek haram yiyenler dışında bir de eksik bilgiden dolayı haram yiyenler var. Cahilliğinden dolayı haram yiyen de dinini iyi öğrenmediği için ayrıca vebaldedir fakat ülkemizde din işlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı da halkı yeterince bilgilendirmediği için vebaldedir.

Miras konusunda en çok yapılan hatalar, haram ya da harama kapı açan yanlışları konuyu bilmeyenlere hatırlatma babında yazmak istedim.

1-Mirasın hemen paylaşılmaması. Çokça yapılan bir hata; baba ölüyor anne diyor ki “Ben ölene kadar mirası paylaşmayın böyle dursun ben ölünce ikimizinkini bir paylaşırsınız” Anne mirası kendi kontrolünde tutup istediği gibi hareket ediyor. Kocasının mirasını istediği gibi kullanıyor hatta bir evladına daha çok vererek onun haram yemesine de sebep olabiliyor. Annenin mirası bekletme hakkı yok, yaptığı da haramdır. Böyle yaparsa hem kendi haram yemiş olur hem de evlatlarına haram yedirmiş olur.

2-Miras hukukunun inceliklerinin bilinmiyor olması. “Dini hükümlere göre paylaşıyoruz” diyenlerin payda erkeğe iki, kıza bir alanların bile dikkat etmedikleri hususlar oluyor. Miras; ölenin eşi ve çocukları arasında paylaşılıyor. Oysa İslam’da miras konusu böyle çekirdek aileye göre planlanmamış. Ölenin anne-babasına da miras düşüyor. Hatta babası ve oğlu yoksa dayıya ve amcaya da miras düşüyor.

Anne-babanın durumu iyi olur gönlüyle istemez o başka fakat istiyorsa zengin de olsa anne-babaya ölenin mirası verilmelidir.

Rabbimiz pay sahiplerini Kur’an-ı kerimde tek tek açıklamış. Miras ayetlerinin okunması ve anlaşılmayan hususların işin ehli hocalara ya da müftüye sorulması gerekir.

Miras âyetlerinde vasiyet ve borçtan sonra mirasın paylaşılacağı da vurgulanıyor. Malın üçte birini geçmemek üzere vasiyet bırakılabiliyor. Bu konular da pek bilinip uygulanmıyor.

3-Haramla hayır yapılmasını tavsiye edenlerin olması. Mesela kişi erkek kardeşine kırgın “malını kanunlara göre al, dinen ona düşen payı sadaka ver” ya da boşanma sonrası nafaka konusunda duyuyoruz “Sen eski kocadan al tazminatı, nafakayı içine sinmiyorsa sadaka ver” diyenler oluyor. Ya da “nafaka haram ama tazminat helal” diyenler oluyormuş. Bu fetvaları söyleyenler aldıkları sahih kaynakları da bir açıklasalar fakat kaynakları olmadığı için açıklayamıyorlar.

Haramdan hayır yapılmaz. Yapsan da hayrın sevabı olmaz bir de kendin yemiş gibi günahını üstlenirsin. Bir de Allah’ın açık hükümleri karşısında fetva uydurmaktan büyük günaha girersin.

Allah’u Teâlâ Nisa suresinde miras paylarını bildirdikten şöyle buyuruyor:

“Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberi’ne itaat ederse, O da onu alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyar ki; orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu en büyük kurtuluştur.” (Nisa:13)

“Kim de Allah’a ve Peygamberi’ne isyan eder ve O’nun sınırlarını aşarsa, onu ebedî kalacağı ateşe koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (Nisa:14)

Görüldüğü gibi haramın azabı çetindir. Rabbim sakınanlardan eylesin.

Not: Miras âyetleri için internetten faydalanmak isteyenler dikkatli olsunlar. Fetva sayfalarının bir kısmında ehli sünnet dışında olanların sitelerinde yalan yanlış bilgiler var. Bu konuda “Sorularla İslamiyet” sitesinden faydalanılabilir.

 

Kaynak: www.cocukaile.net

www.NurNet.org

Aile İçi İletişim Ve Olumlu Çocuklar Yetiştirme

Bu toplumun iki tanrısı var biri Allah diğeri elalem ne der Tanrısı.
Yıllarca elalem kınamasın diye yaşadıkta ne oldu? Başkalarını memnun etmek için kendimi, çocuklarımı, ailemi memnuniyetsiz bırakmışım.

Sen hiç kendini yaşadın mı? Başkasını yaşamaktan kendini yaşamaya fırsat kalmıyor.
Kol kırılır yen içinde kalır(mış) yahu niye söylemiyorsun kolum kırıldı diye niye çıkarıp tedavi etmiyorsun?
Kızım Şırnak’ta çocukların elinde oyuncak tabancaları görünce 
-Baba bunların elinden silahları alıp onlara sevgi vermeliyiz, bunlar büyüyünce bu silahların gerçeklerini alırlar.

Orada karar verdi, ben bunlara yardım edeceğim, psikolog olacağım. Nitekim onlarca Şırnaklı gencin üniversite okumasına vesile olmuştur. Allah razı olsun. 

Hasan Ali Yücel “Bu ülkenin kırlarında kendi başına açıp kendi başına solan çiçek bırakmayacağız” demiş.

Kızım genç yaşında vefat etti, İsyan etmedim. Allah bana üç tane evlat verirken iyi Allah’da birini alınca kötümü oluyor. Allah her şeyin hayırlısını versin.
Oturup evde ağlamadım ülkeyi baştanbaşa gezip insanlara sevgiyi anlatıyorum.
80 vilayete 560 ilçeye 16 ülkeye gittim.
İzin verirseniz yüreğinize misafir olmak istiyorum.

Her anne babanın ortak derdi. Çocuklar ders çalışmıyor.
Halbuki çocuklara hiç ders çalış demeden onları masanın başına oturtmak mümkün.
Benim üç çocuğum var, Allah da şahit bu güne kadar hiç ders çalışın demedim, onlarda beni büyük bir saygıyla dinleyip hiç ders çalışmadılar.
Ama üçü de okudu biri psikolog, biri makine mühendisi, birinin de en düşük notu 95 
Akademik başarısı olsa ne, olmasa ne. Ahlakları iyi olsun, sorumlulukları iyi olsun, merhametli olsunlar. Bunu başarırlarsa gerisi kolay.
Bir anne çocuğunun her şeyine karışırsa çocuk pısırık olur, çocuklarının her şeyini dizayn ederse o çocuklar asla gelişmezler.
Sizin çocuğunuz sizinle inatlaşıyorsa, zıtlaşıyorsa kendinizle gurur duyun, öz güvenli çocuklar yetiştiriyorsunuz.
Belediyeler kaldırım taşı döşeyecekleri yerde insanların gönüllerine sevgi döşeseler daha iyi olur. Ailenin kaldırım taşı kadar değeri yok mu?
Gülmek beynin gres yağıdır, insan ne kadar gülerse beyni o kadar çalışır.
Nasrettin hoca dünyanın en iyi öğretmenidir, hiç fıkra anlatmamıştır ama insanları hep güldürerek düşündürmüştür.
İletişimde ses yükselirse etkisi azalır. Sevgilisine bağırarak “Ben seni seviyorum” diye söyleyen birine rastladınız mı hiç?

Çocuk 12 sene matematik görüyor 40 sorudan 4 tane yapamıyor (Türkiye ortalaması)
Dinle burayı! Diye seslenen öğretmenin öğrencisinden başka bir şey beklenmez zaten,
Halbuki 12 sene okula gelen çocuğa senede bir tane matematik öğretsek 12 tane doğru yapardı. Arıza nerde Allah aşkına.
Dikkat süresi 20 dakika imiş bundan sonra anlayamazlarmış. İki sevgili düşünün 20 dakikadan sonra “Aşkım algılayamıyorum yarın devam etsek olur mu?”
Ebem derdi ki “Gönül düştü boka, mis gibi koka”. Al sana dikkat. Kusura bakmayın bir sürü psikoloji kitabını okudum bundan daha güzelini bulamadım.
Fikirler insanları birbirinden uzaklaştırır, duygular insanları yaklaştırır.
Batılı toplumlarda ise fikirler insanları birbirine yaklaştırıyor duygu yok.
Bizde hastalıkta, cenazede, düğünde fikirler bir kenara konur.
Batıda çocuklar 18 yaşına geldiğinde evi terk ederler, ana babaları yaşlanınca da onları pek ziyaret etmezler, onlar kendilerini hayvan sevgisine vererek yaşamlarını sürdürürler ve yapayalnız ölürler.
Kızım bana 
Baba senin son kullanma tarihin kaç? Dünkü güneşle bu günkü çamaşır kurutulmuyor. Dedi
Bunun üzerine dört üniversite okudum, 2400 tane kitap okudum, kendimi tazeledim.
Öğrenmenin en büyük düşmanı o konuda bir şey bildiğini zannetmektir.
Konferansta bir kişi esniyorsa aldığın ücreti iade etmelisin, insan birini esneterek para kazanmamalı, uyuyanları bile uyandırmalı iyi bir eğitimci.

Biz varın yok olduğu yokun çok olduğu bir zamanda yaşadık.
Köylerde tekerlekli arabalarda fakirlere kırık leblebi, zenginlere bütün leblebi satarlardı.
Gofret yiyen çocuğa yalvarırdık “ Bi kerecik ısırayım” O da ucunu tutar küçücük bir parça ısırtırdı.
Tavuk ziraat bankası gibi bir şeydi, kıçıda bankamatik. Yumurtayı alıyorsun doğru bakkala. Bakkaldan yumurtayla alış veriş yapabiliyorduk.
Çocukluğumuz kümesin kapısında tavuğun yumurtlamasını bekleyerek geçti.
Çocukken yaşananlar yetişkinlerin davranışlarında çok etkili olur.
Babamla hamama gittik, anamın şeker çuvalında diktiği atlet don var, arkasında” Eskişehir şeker fabrikası” donunun üstünde “net 50 kg “ biraz altında “nemden koruyunuz” yazıyor onun altında da fabrikanın telefon numarası.
Bunlar bizim zamanımızın zorlukları, en büyük zenginliklerimizmiş meğer okumamızı kolaylaştırdı.
Engeller, zorluklar, fakirlik zannettiğimiz şeyler, sıradan insanların başarılı olması için Cenabı Allah’ın verdiği nimetlerdir.
Şimdi çocuklarımıza sunduğumuz bütün kolaylıklar onların okumasını zorlaştırıyor gibime geliyor.

Ekinler iki şekilde kurur ya susuzluktan, ya aşırı sudan.

Bu gün çocuklar iki şekilde mahvoluyor

1-İlgisiz ve sevgisizlikten 

2-Aşırı ilgi ve sevgiden

Bir dediği iki edilmeyen çocukların ileride başarılı ve mutlu olması pekte mümkün görünmüyor.
Biz köylerde hakiki eşeğe bedava binerdik bu gün panayırlardaki naylon eşeklere parayla biniliyor. Naylondan eşeğe binip hakiki ilişkimi yaşayacak bu çocuk.
Doğallıktan uzaklaşmayın ne olur.
Yabancıların sazıyla bizim türküler söylenmiyor.
“Şahsına münhasır” diye bir tabir vardı eskiden. Milli, manevi değerlerimiz farklı bizim.
İyi çocuk yetiştirmenin ilk şartı iyi ana baba olmaktır.
Bir çocuk mektubunda yazmış. 
“Keşke ben bir okey taşı olsaydım öğretmenim, benim babam benim saçlarımı bir okey taşı kadar hiç okşamadı, öğretmenim keşke ben bir yarış tayı olsaydım, benim babam yarış taylarını takip ettiği kadar benim özelliklerimi bilmez.”
Din dersinde
– “Biz aleviyiz sizin gibi düşünmüyoruz” Diyen talebeme
-Tamam kızım sen yazılı kağıdına adını ve ben sizin gibi düşünmüyorum diye yaz 100 verecem.
Bu kız beni oruç tutmadıkları halde iftara çağırdı ve tek sermayeleri olan üç yumurtayı isli bir tavada, yere serdikleri gazete üzerinde ikram ettiler, o gazete kâğıdı eşim ve benim gözyaşlarımızla ıslandı, o kalpten kavrulupda sofraya serilen o iftarı hiç unutamıyorum.

Teknolojik aletleri çocuklarımıza alarak onlara babalık yaptığımızı sanıyoruz.
Sevgi göstermenin caiz olmadığı bir zamanda yaşamışım, sevgi açlığı yüzünden birçok yanlış şeyler yapmışım. Allah’dan af diliyorum.
En büyük sorun, insanın kendisinde sorun olmadığını zannetmesi.

Dallarda bu gün gördüğümüz meyveler, nasıl geçmişte ekilmiş tohumların yeşermiş haliyse, davranışlarımızda, bugün gördüklerimiz, çocukken ekilmiş tohumların yeşermiş halidir.
Bizim çocuklarımıza verdiğimiz şeyler, bizim çocukken ihtiyacımız olan şeylerdir.
Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim. Çocuk bunu istemiyor ki.
Biz bir yatakta dört kardeş yatardık, şimdi çocukların odaları ayrı, odadan odaya birbirlerine mesaj yazıyorlar. Kardeş tutkusu kalmıyor böyle.
İnsanın dikkati nereye odaklanırsa, bütün enerjisi de oraya akar.
Kusurlara takılıyorsan sevgi kanallarını açmalısın.

Öldürürken keyif veren tek zehir iltifattır. Yani sevdikleriniz sizi eleştirsin, hatalarınızı söylesin onlarda sizi alkışlıyorsa, bir adım ileriye gidemezsiniz, o gün siz ölürsünüz. Yardımcılarınız sizi övüyorlarsa burada bir aksaklık vardır.
Bilgiyi mezara mı götüreceksin, böceklere bilgi soslu beyin mi yedireceksin.
Kalbime girmeden beynimde işin ne.
İnsan kendi nefsine eğitim yapmalı.

Anam ampulü nasıl söndüreceğini bilemediği için onu gaz lambası gibi üfleyerek söndürmeye çalıştıydı, ana dedim bak burada bir düğme var, bastınmı yanar bastınmı söner. İnsanlarında böyle düğmesi var.
İnsanda iki beyin var sağ ve sol beyinler, bunlar çapraz çalışır sol beyin sağı, sağ beyin solu yönetir. Bir insana sağ kulağında “seni seviyorum” demekle sol kulağından “seni seviyorum” demek arasında dağlar kadar fark var ama sizler sevdiklerinize onları sevdiğinizi söyleyin de ister sağ kulağına ister sol kulağına söyleyin.
Bazıları sağ beynini, bazıları sol beynini, bazıları her ikisini kullanırken, bazıları beyninin hiç bir tarafını kullanmazlar.
Siz çocuklara 
-Evladım “Şu telefonu elinden bırak, televizyonu kapat, aklını başına topla, git odana ders çalış” Dediğinizde çocuklar size 
-Anne-Baba çok haklısınız, hemen akımlı başıma alıyorum, bilgisayarımı kapatıyorum, telefonumu bırakıyorum, odama ders çalışmaya gidiyorum. Diyorlar mı böyle bir tane çocuğa rastlayan var mı?
Ya ne yapıyor off poff. 
Çocuk babasına kızmış kitabı yere çarptı çocuğa sordum sen hiç kitaba kızıp babana çattın mı dedim resmen beyin dağıldı beyin dağılınca iletişim başlar.
Bir arabanız varsa benzinliyse, depoya zeytin yağ koysanız araba çalışırmı? Çalışmaz çalışmadığı halde iki litre daha yağ koyarsanız çalışırmı? Öyleyse çocuğa çalış dediğin halde çalışmıyorsa yine halen çalışsana ulan diyorsunuz, bide bunu yüksek sesle bağırarak söylüyorsunuz, çocuğun beyni yüksek sesle mi çalışıyor zannediyorsunuz? Bazı insanların beyni görsel, bazıları işitsel, bazıları dokunsal çalışır.

Mesela ;
Burada bir şey anlatıyoruz ne konuşup duruyorsun öyle. İşitsel
Bana bak bak buraya bak. Görsel
Doğru dur kıpırdayıp durma. Dokunsal

Arkadaşlar buraya bakarak kıpırdamadan beni dinleyin (üçünü birden kullanıyor)

Anne hekim, baba hakim bir kızı anlayamıyorlar sordum sana vırvır yapıyorlarmı?
– Ohooo.
Annesi şöyle dedi.
-Aklı bir karış havada, hiç disiplinli değil, kontrol altına alamıyoruz. 
Bunların neresi zararlı?
Kıza dedim
-Sen çamura düşmüş pırlanta gibisin, ben kuyumcuyum, sende cevheri gördüm şimdi çamuru sileceğim cevheri göreceğiz.
Hayal kurdurdum, gözlerini kapayıp üniversite sonuçlarını görmesini, daha sonra mezuniyet törenini hayal etti.
5 bin kişilik solanda adın okundu Hacettepe tıp öğrencisi Ayşe sahneye buyurun dediler, hayal eder misin ne hissedersin alkışlar, müzik hisset. 
Ne dedi bu çocuk.
– Annemle babamın bir birine sarılıp ağladıklarını gördüm, onlar bunu çok hak ediyorlar.
Biraz sonra, benim eve gidip ders çalışmam gerekir dedi müsaade istedi, oysa ben konuşmamız boyunca ona hiç ders çalış demedim, o çocuğun beyninin düğmesi keşfedilmeyi bekleyen sevgi imiş.

Ben bir şey anlamadım ama hoca çok iyi anlatıyor. Bu iletişim değil, onun için camii cemaati daha orucu bozan şeyler konusunu geçemedi.
Hey çocuklar! Sakın telefonlarınızı bırakmayın, ananız bırakmıyor ki siz neye bırakacaksınız.
Çocuğunuzun watsap gurubu varsa, saat birden önce kapattığında arkadaşları anan mı kapattı süt çocuğu diyorsa, sen bunu anlamıyorsan o çocukla iletişim kuramazsınız.
Allah Kur-an’ı Kerimde buyuruyor “Ben insanı mükemmel yarattım” Anne baba ne diyor, salak, aptal, geri zekalı, adam olmazsın sen, dik kafalı.
Bir insanın çocuğuna salakmış gibi davranması hele böyle hitap etmesi Allah’a hakaret olmuyor mu?
Bir insanın kapasitesinin olması onun başarılı olacağı anlamına gelmez.
Tarlanıza hiçbir şey ekmezseniz yabani ottan başka bir şey toplamazsınız, işyerinizi açmaz, ticari aracınızı çalıştırmazsanız bir şey kazanamazsınız.

İnsan beyni hayalle gerçeği ayıramaz, hayali gerçek sanır biri sizi üzer, biri sizi rencide eder, biri size hakaret eder beyin onu alır. Olumsuz duygular vücudu çabuk işgal eder, özellikle öz güveni düşük kendini değersiz hisseden insanlar başkalarının söylediği güzel şeyleri duymak yerine, başkalarının söylediği laflara olumsuz anlamlar çıkararak kendilerini daha çabuk çökertirler.
Olumsuz duygular kapıyı çalar içerden kahkaha sesleri geliyorsa çeker gider, ama içeriden üzgün, mutsuz sesleri gelirse orasını işgal ederler.
Ya kazanamazsam diyen insanın beyni o fikri alır
– Emredersin kazanamaman için elimden geleni yapacağım der ve gerçekleştirir.
Hastalıkların % 80’i psikolojiktir. (kalp krizi geçirenler geçmişte bunu kurgulayanlarda daha çok rastlandığı görülmüştür)
Hüsnüzan edin suizan etmeyin.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri;
“Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Buyurmuştur.
Birçok sorun gerçekte değil bizim kafamızdadır. Kazanma kaybetme kafada biter.

Hazreti Muhammed (sav) efendimiz İslamı anlatmaya, Allah’ın varlığı söyleyince, Kuranı Kerimin ayetlerini okuyunca onların hiç hoşuna gitmedi, vazgeçmesi için birçok kötülük yaptılar, müşrikler onu öldürmeye kalktılar.
Ama O ne buyurdu
“Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz ben bu davadan vazgeçmem.”

Said Nursi Hazretleri “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşamam” diyor.

Karar verdiyseniz bir şeye tereddüdünüz yoksa kazanırsınız başarırsınız.
Etütler, özel dersler iletişime geçmeye başaramadığı müddetçe israftır, zaman israfı, para israfı, emek israfı.

Çetin KILIÇ
Alişan KAPAKLIKAYA’nın konferansından istifade edilerek hazırlanmıştır.

Ah şu televizyon dizileri!

Vatandaşlarımız hala dizi izlemeye zaman buluyorsa vay halimize…

İşin acı tarafı şu ki, zaman yönetimi konusunda başarısız bir toplum oluşumuzdur. Millet demeye dilim varmadı, çünkü millete ait milli değerlerimiz; inanç, edep, örf, adet ve geleneklerimiz şu anda geri plana itilmiş vaziyette.

Gençlerimiz bir kısmı Gayr-i Müslümlere benzemekte kontrolsüz yaşarken, gayri müsmümleri tenzih etmeye beni mecbur edecek kadar dengesiz söz ve faaliyette bulunuyorlar.

Müslüman evladı inancını kaybetti mi? tanınmayacak düzeyde olumsuz bir başkalaşım yaşıyor.

Evin oğlu keyfine bakıyor, kızı mahrem kişi ile flört yapıyor, anne baba ise “zamanınız nasıl geçti?” diye sorup o günün hikayesini ondan dinleyerek bu davranışın doğruluğuna dolaylı olarak onay veriyor.

Peki bu yanlış davranışlar niye toplumda normal karşılamaya başladı? Derseniz cevabı kolay, “yerli ve ulusal televizyon dizilerimiz var ya”, daha ne olsun, artık mason locaları onlara ne kadar para ödüyor orasını bilemem, fakat onlara hizmet etmeyi dert edindikleri kesindir bence.

Üstelik kimin ne yaptığı bilinmeyen bu sözüm ona aile dizilerinde, aileler lüks bir hayat yaşıyorlar ve kimse “bu değirmenin suyu nerden geliyor?” diye sormuyor da! Yani alın teri el emeği, kanaat, namus, şeref kavramları birçok dizilerde tedavülden kalkmış maalesef!

Ya reklamlara ne demeli? Vah ki ne vah!

Baksanıza özgürlük kavramını; anne babalarına isyan, eşler arası ben sen kavgasına dönüşmüş ve ilahi emirleri çiğnemekten ibaretmiş gibi algılıyorlar.

Zaman kullanımına gelince insanımız bahusus gençlerimiz “hayatını yaşa” tuzaklarına kurban giderek, faydalı işler dışında olabildiğince zaman israfına gidiyorlar.

Eskiden biz Kürdistan medreselerinde okurken, Cuma günü tatil, diğer 6 gün 24 saat esasına göre ders programımız işliyordu. Dersini %100 başarı ile tekrarını yapamayan bir talebe o gün yeni ders almazdı.

Bu ülke çok şey kaybetmiş, son 10 yılı bir kenara bırakırsak zamanını beyhude harcamış, ne insan niteliği bakımından, ne de bilim sanayi ve teknoloji açısından bir başarı elde etmişiz.

Baksanıza vatandaşlarımız hala dizi izlemeye zaman buluyor, o diziler ki hepsinin ortak birkaç özelliği var; seküler bir hayat, deist bir düşünce ve aldatma üzerinde kurgulanmış durumdalar.

Kısacası dizilerden alınacak bir ders ya da marifet yok, sadece ahlaki ve inanç açısından yozlaşmasına sebebiyet veriyor. Üstelik bunlar normal aile dizileri olarak biliniyor.

Halbuki bir gencim sabah kalktığında nere gideceğini bilmeliyim, millet kıraathanesi mi?, spor tesisi mi?, seminer mi?, Akademi mi? iş mi? Akraba ziyareti mi? İbadethane mi? muhakkak bilinen bir adresi olmalıdır diye düşünüyorum.

Ya ev hanımlarımız, onların da muhakkak gidebilecekleri faydalı dernek, vakıf, ya da kadın akademileri olmalıdır.

Evet evet… bu tür çalışmalar kolay değildir, ben de biliyorum. Ama Devlet Başkanımız en büyük sermayemiz insanımız diyorsa bu zor olanını tercih edip bu alanda çalışmak vazifemizdir diye düşünüyorum.

*Mesela bir Çin kadar nüfusunuz varsa, ama sizin kültür ve inancınızı, ideallerinizi taşımıyorsa, yaşamıyorsa neye yarar?

*Malazgirt savaşını hatırlayın savaşan tarafların ikisi de Türk’tü değil mi? o günün şartlarında en az on bin kişi ile Sultan Aplaslan’ın ordusunda yer alan Kürtleri bu gün görmezlikte gelenler Malazgirt ruhuna ihanet içinde değiller mi? İşte size defolu vatandaş örmeği!

Onun için sağlam insan yetiştirmek için elimizden ne geliyorsa yapmamız lazımdır.

Boşuna Peygamberimiz dememiş “iki şeyin kıymetini iyi bilin; sıhhat ve boş zaman”, bu iki mevzuda çok hassas olmamız lazımdır diye düşünüyorum. İnsan bir defa dünyaya geliyor, dolayısıyla har anını Allah’ın rızasına endeksli değerlendirmesi lazım ne yaparsa yapsın rızayı ilahiyi hesaba katması ve ihlasla yapması lazım eğer öyle olmazsa yarın öldüğümüzde tıpkı yutan elemen gibi bütün amellerimiz sıfırla çarpılır ve ebedi hayata boş elle gitmiş oluruz. Yazık günah değil mi?

Üstelik bu nitelikte insan yetiştirirseniz hayatın huzur katsayısı artar beraberinde bir mutluluk ve güven atmosferi oluşur diye düşünüyorum.

Eşler arasında muhabbet,

Kardeşler arasında dayanışma,

Evde anne babaya saygı hürmet,

Bunun sonunda eve gelir huzur ve bereket,

Mutlu yuvaların toplamından oluşan bir toplumda ise mutluluk, kanaat ve huzur kendiliğinden neşv u nema bulur.

Yanlışsam söyleyin arkadaş!

Eyüphan Kaya

Ev hanımları da psikolojik savaş mağduru

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik bir savaş taktiğidir”

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ev hanımlarının psikolojik savaş mağduru olduğunu ifade ederek “Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiğidir. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar.” dedi.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aylık genel kültür dergisi Moral Dünyası’na ev hanımlığı ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Ev hanımlığını küçültmenin psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Üstün kültürler kendilerinden altta kalan kültürleri kendine benzetmek için birtakım taktikler uygular. Bu tip üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar. Bu, Hollywood kültürünün dünyada etkisini yaygınlaştırmak ve tüketimi artırmak için yapılan bir plandır. “Bir moda çıkaralım tüm dünya alsın” diyen bir tüketim ekonomisinin felsefesi vardır burada. Bunun için sinema etkili bir silah olarak kullanılıyor. Buradaki tek tipleşmede ve yozlaşmada sinemanın büyük bir etkisi var. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Bu şekilde insanların merak ve ilgisini bu yöne çekmeye çalışıyorlar. ABD, dünya nüfusunun yüzde 5’ni oluşturmasına rağmen kaynakların yüzde 25’ini kullanıyor. İnsanlar bunun farkına varamazsa bu üzücü durum devam edecektir.” dedi.

Psikolojik ve kültürel savaş ortamında, ev hanımlığının korunması için öncelikle yapılması gerekenin ev hanımlarının özlerini kaybetmemesi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “İyi çocuk yetiştirmek ve annelik yapmak iyi bir fabrika kurmaktan daha kıymetlidir. Anneliğin değerini düşüren topluluklar kendilerine zarar veriyor. Anneliği bu yüzden en önemli meslek olarak görmek gerekiyor. Hatta devletimizin onlara zorunlu sigorta yapması gerekiyor. Bu onların özgüvenini artıran bir uygulama olacaktır. Böyle yapılırsa evde kadının çocuğuyla ilgilenmesi külfet olarak algılanmayacaktır.” şeklinde konuştu.

Ev hanımlığını değersizleştiren feministler

Ev hanımlığını değersizleştirenlerin feministler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Feminizm, kadın erkek ilişkilerini kadın-erkek çatışmasına dönüştürdü. Feminizm, kadının özgürleşmesini evden çıkıp iş hayatına atılmasına bağladı. Bunun sonucunda da ev hanımlığı meslek olarak değersizleşti. Ev hanımlarının bu konuma gelmesinin ana nedeni modernizmin getirdiği tezlerdir. Kapitalist sistemde “üretim yaptığın kadar” değerlisindir. “Kadın çalışırsa özgürdür, üretime katılmalıdır” tarzındaki düşünceler ev hanımlığını değersiz gördü.” dedi.

Çözüm, anlaşma yapmada

Bir evde kadınla erkeğin beraber çalışma zorunluluğu varsa evdeki işlerin yine kadına kaldığını, bunun da kadını yıprattığını ifade eden Tarhan, şunları söyledi: “Süreç kadının aleyhine işliyor. Erken yıpranmasına sebep oluyor. Fazla yıpranmayan erkek belli bir müddet sonra “dünyaya bir kez geldim, yaşamak istiyorum” diyerek eşinden ayrılmak istiyor ve yuvalar dağılıyor. Bu durumda kadın da mağdur oluyor. Böyle olmaması için evliliğin ilk aşamasında çiftlerin evde işleri paylaşması gerekiyor. Bir gün sen bulaşığı yıkacaksın, bir gün ben yıkayacağım gibi. Bunun açıkça konuşulması gerekiyor. Kadın eğer bu işleri yetiştiremiyorsa, erkek de evliliğinin yürümesi için bunu yapmak zorunda.”

Erkek, kadını anlamak için kendini geliştirmeli

Evlilik süresince erkeğin kendinde eksik olan yönlerini geliştirirse kadını anlayabileceğini söyleyen Prof. Dr. Tarhan, bu durumu şöyle izah etti: “Erkekler olayların sonucuna bakar, sürece bakmaz. Estetik algılaması daha düşüktür. Mesela alışverişe gittiğinde erkek bir şeyin “ucuz ve kaliteli” olmasını isterken, kadın “hoş ve güzel” olsun der. Estetik algısı kadında daha öncedir. Kadın kendini iyi hissetmediği, problemin var olduğu bir anda sonuçtan çok süreçle ilgilenir, yani neyden çok nasıla bakar. Erkek, sorunu bir an önce çözmek isterken, kadın çözümden çok süreçle ilgilenir. Kadın, sıkıntıyı gidermek için sorunu çözmekten çok paylaşmayı ister. Biyolojik olarak bu böyledir. Eğer kadınla erkek birbirini anlamak isterlerse yapması gereken şeyler vardır. Kadının sonuçlara daha önem veren bir anlayışı benimsemesi gerekirken, erkeğin de estetik algısını geliştirmesi gerekir. Bunu yaparlarsa çiftler birbirini tamamlar. Erkeklerin algı karakterli, atak ve cesur bir yapısı vardır. Kadın da genetik olarak çocuklara annelik yapmaya daha uygun olduğu için korkuya ve estetiğe duyarlıdır. Kadın beyni duygusal eğilimlidir. Ona göre programlanmıştır. Kadın ve erkeğin birlikte mutlu olması için erkeğin zihnine duyguyu, kadının ise zihnine mantığı katması gerekiyor. Böyle olmazsa aile arasında çatışma yaşarlar.”

Ev hanımlarına yeni sıfat: Aile mühendisi

Moral Dünyası dergisinin, “Ev hanımlığı” tabirinin içinin gerek toplum gerekse fertler tarafından bir şekilde boşaltıldığı, ev hanımlığına “Aile Mühendisliği” gibi bir yeni bir sıfat verilmesinin toplumda ne gibi bir etki oluşturacağını sorması üzerine Prof. Dr. Tarhan, şu cevabı verdi: “”Aile Mühendisliği” aslında ezber bozacağı için söylenebilir. Ama kabul edilip tutar mı bilemiyorum? “Aile Mühendisliği” konuyu tartışmak için söylenebilir. Ev hanımlığı meslek olarak ailenin bir bakıma iç işlerinde karar vericisidir. Onlara değerini belirtmek ve iyi hissetmelerini sağlamak için bu söylenebilir. “Ev hanımlığı” kariyer basamağı olarak görüldüğü takdirde daha da yararlı olabilir. Bu kavramları yeniden tanımlamak çok güzel bir düşünce tarzı olacaktır.”