Etiket arşivi: aile

Kırk Yıllık Dost

Kırk Yıllık Dost

Bugün bir misafirim geldi…Kırk yıllık dost, desem yalan olmaz. Kendimi bildim bileli tanırım kendisini…

Biraz huysuzdur, alıngandır, ama Allah var, iyidir. Bazen çok sıkıcıdır, fazla konuşur. Gitse artık, dediğim çok olur. Bazen de şefkatli cümleleri en çok ihtiyacım duyduğumdur.

Sıkı dosttur. Onca yıldır paylaştığım sırları kimseye anlattığını duymadım. Ben ağlarken güldüğünü görmedim. Sevinçlerime benim kadar sevinir, gözyaşlarımla onunkiler birbirine karışır.

Bazen deli doludur, enerjime enerji katar. Çoğu zaman da beni en çok o yorar. Öyle bir kızdırır ki… “Yeter artık bıktım senden” deyiveririm yüzüne. Onca söze rağmen, hep alttan alır, hiç küstüğünü, kapıyı yüzüme çarpıp gittiğini görmedim.

Uğradı yine bugün.  O kapıyı çalmadan önce başka planlarım vardı. Evi süpürecektim, çamaşır katlayacaktım, çocuklara kek yapacaktım, kitap okuyacaktım…

‘Yine zamansız uğradı, şimdi sırası mı misafirin.’ diye söylenirken, içimden geçenleri duymuşçasına gülümsedi ve tuttu elimden. “Hiçbir şeyin acelesi yok bitanem,’ dedi. ‘Şuan en önemli ve öncelikli olan birlikteliğimiz. Hadi gel, bunun tadını çıkartalım.”

Kahvelerimiz elimizde, oturduk karşılıklı. Biraz geçmişten bahsettik. Ben hatalarımı, pişmanlıklarımı anlattım uzun uzun. Çok uzattın, sonuca gel, demedi.Gözlerini gözlerimden bir an bile olsun ayırmadan dinledi…

“Varsın olsun, gelip geçti hepsi.” dedi.

“Onlara artık ‘kırgınlık’ denmiyor, artık ‘deneyim’ oldu onların adı… zenginlik oldu,” dedi.

“Çok zenginsin, bu yaşadıkların dünyanın servetini versen alınmıyor.” dedi.

“Yaşadıkların kayıp değil, kocaman kazanç, değerini bil. Sen gerçekten değerlisin, en çok da kendinin değerini bil.” dedi.

O dedikçe ben dinledim, yanan ruhuma serinlik oldu sanki sıcak cümleleri… Kafamı omzuna yaslayıp, ağladım… şefkatinde huzur buldum…

Bu sıcaklığı ne çok özlemişim. Ve gönlümün asıl şifası bu omuzlarmış…

Hani diyor ya şarkıda;

Anladım ki hiç kimse, hiç kimse sen değil.

Hiç kimse senin gibi canımdan öte can değil.

Hiç kimse senin kadar fikrime huzur değil…

 

Hoş geldin Gonca, hoş geldin kendim…

Fikrimin huzuru, canımdan öte canımsın… Seni özlemişim… İyi ki uğradın… gitme ve hep benimle kal. Başımın üstünde, kalbimin özelinde, ruhumun derininde yerin var.

https://www.instagram.com/goncanil/

www.NurNet.Org

Fedakârlıklar Armut Pişirmiyorsa…

Bir tercih danışmanlığını daha geride bıraktık. Tercih danışmanlığı sürecinde yaşadıklarımız, anne-baba çocuk ilişkilerinde; “Taşıma su ile değirmen döndürülmeye” çalışıldığını gördük.

Anne babalar, ellerinden gelen bütün fedakârlıkları yapmışlar ve semeresini almak istiyorlar. Çocuklarda sorumluluk bilinci içinde bunun semerelerini vermeleri gerekirken bu konuda en küçük kaygıları da yok. Çünkü çocuklar;“Armut piş, ağzıma düş!” alışmışlar.

Anne babaların ifadesiyle; yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen bu çocuklar için okul adına da fedakârlıklar fazlasıyla yapıldı. Anne babalar,imkânlar ölçüsünde daha iyi okul ve daha iyi üniversite kazanmaları için çocuklarınıözel öğretim kurslarına gönderdiler. Durumu iyi olanlar ise özel okullara gönderdiler.Ancak TEOG ve LYSsonuçlarını ellerine aldıklarında durumun hiçte içi açıcı olmadığını gördüler. Başka bir ifadeyle değirmene su taşımaya devam edeceklerini gördüler.

Anne babalar sınav sonuçlarına göre en iyi tercih nasıl yaptırırım kaygısı içinde iken aynı kaygının çocuklarda olamadığın gördük. Sanki anne babası okuyacak. Evladım şu okul olur mu? Olmaz! Şu üniversite olur mu? Yok! Şu ildeki üniversiteye giden mi? Uzak! Bir yıl daha hazırlansan olur mu? Bir yıl daha bu stresi çekemem cevabını verirler. Yani anlayacağınız ne okul, ne üniversite, ne de meslek beğenirler. Burun kıvırmaları görünce sende zannedersin ki iyi bir puan çıkardılar. Nerde…

TEOG içinde durum aynı. Tercih yapmaya tek gelen anne babalara çocukların nerde olduğunu sorduğumuzda evde hocam diyorlar. Neden gelmediğini sorduğumuzda anne babalar çocuklar adına değişik mazeretler öne sürmektedirler. Çocukların her şeylerini düşünen anne babalar çocukların tercihlerini dahi çocuklara adına düşünmeleri garip değil mi dediğimizde; “Hocam o daha çocuk.”Evet onun bir çocuk olduğu gerçek. Peki bu çocuk ne zaman büyüyecek dediğimizde mantıklı bir cevapları da olmadığını gördük. Tercih için anne babasıyla gelen çocuklar yok mu var fakat gelenlerin birçoğu da anne babalarının yanında süs perisi gibi durmaktadırlar.

Nerde Hatalar Yaptık?

Biz görmedik onlar görsün, biz çektik onlar çekmesinler, okusunlar adam olsunlar diye daha doğmadan kullanacağı tüm eşyalarını aldık. Daha iyi beslensin diye özel mamalarla besledik. Daha rahat etsin diye konforlu beşik ve yataklara yatırdık. Yürümesini düşe kalka öğrenmek yerine örümceklerle öğrettik. Kendi yerse karnını doyuramaz diye kocaman olmalarına rağmen ellerimizle yedirdik. Dışarda oynarsa bir yerini incitir diye teknolojinin getirdiği oyuncakları önüne yığdık. Eğer anne olarak çalışıyorsak bakıcının en iyisi tuttuk. Kreşinde en iyisine verdik.Her şeylerin en iyisi çocuklar adına düşündük ve yaptık. Bunu da en iyi anne baba olduğumuzu ve çocuğumuzun iyiliğini düşünerek yaptık.

Çocukların okul çağı gelince en iyi okul en iyi öğretmen derdine düştük. Okula gidip gelirken yorulmasın diye servise verdik.Çocuğun ödevlerini derslerini biz düşündük. Gerekirse çocuk adına ödevlerini biz yaptık. Sabahları evin prens ve prensesini kaldırmak için ayağına en az dört beş kez gittik. Gerekirse kahvaltısı ayağına götürdük. Çantasını, beslenmesini, harçlığı okula gitmeden hazırladık. Eğer servisle gidip gelinmiyorsa okul çantasını da biz taşıdık.

Okusunlar büyük adam olsunlar diye yapılan bütün fedakârlıklar, çocukları hazırcılığa alıştırıp sorumluluk duygularını geliştirmeyeceğini unuttuk. Buna rağmen bugün okula giderken üst başını giyemeyen, yatağını, odasının toplayamayan, çantasını taşımaktan aciz olan çocuklardan sorumluluk duygusunu geliştirip büyük adam olması bekledik.

Yine kimse rahatsız etmesin ve daha rahat ders çalışsın diye çocuk odalarını özel donattık. Ellerine bizim dahi kullanamadığımız son teknolojik özelliklere sahip telefon alınıp verdik. Dahası telefonuna da bilmem kaç dakika, kaç bin mesaj ve interneti de her ay düzenli olarak yükledik.

Listeyi uzatıp gidebiliriz fakat buna ne benim yazmak için ne de sizin okumak için zamanınız vardır. Sonuçta bu çocukların sorumluluk sahibi olup adam olsunlar diye ödevlerini düşündük, derslerini düşündük,TEOG’unu düşündük, LYS’sinidüşündük. Düşünmekle kalmadık elimizden geleni de fazlasıyla yaptık. Yapmasına yaptık da çocukların sorumluluk duygusunu geliştirmek için en küçük bir çabamız da olmadı.

Bugün yatağını toplamasını öğretemediğimiz çocuktan sorumluluk adına TEOG sonuçlarına iyi bir okul kazanmasını bekliyoruz. Bugün markete ekmek almaya gönderemediğimiz çocuktan sorumluluk bilinci içinde LYS sonuçlarına göre iyi bir üniversite kazanmasını bekliyoruz.

Yemeyip yedirilen, giymeyip giydirilen, el bebek gül bebek büyütülen çocuklar, üniversiteyi de okusalar aynı fedakârlığı anne babalarından beklemeye devam edeceklerdir. Anne babaları tarafından okumaları için fedakârlık yapılan çocuklar, okuyup adam olmak yerine sorumsuz oldular. Her hizmetleri ayaklarına götürülen bu çocuklar, kendi ayakları üzerinde duran, bağımsız bir kişi olmaları beklenirken bağımlı birer kişi oldular.

Neler Yapılmalı?

Günümüz anne babaların çocukların her şeylerini düşünerek ve arkalarını toplayarak sorumluluk sahibi olacaklarını düşünmektedirler. Oysa sorumluluk ailede ve anne babadan öğrenilmektedir. Anne babanın öğretemediği sorumluluğu hiç kimse ne üstüne alıp öğretir ne de çocuk bunu öğrenir.  Onun için el bebek gül bebek büyütülerek ve arkaları toparlanarak büyütülen çocuklardan sorumluluk öğrenmeleri beklenilmemelidir.

  • Çocukları eğitirken ve yetiştirirken onlara ne kadar müdahale edilirse büyüdükleri zamanda kendi ayakları üzerinde durmakta o kadar zorluk çekeceklerdir.Büyüdüklerinde kendi kararlarını veremeyen, sorumluluk almaktan korkan, kendine güvenemeyen bağımlı bir kişilik geliştirmemeleri için yaşından küçükmüş gibi davranılıp el bebek gül bebek davranılmamalıdır.
  • Çocukların yaşına uygun sorumluluklar verilmelidir. Çocukların yapacaklarını, onlar adına ne düşünülmeli ne de yapmalıdır. Özellikle de ödevleri ve derslerini.Çocukların kendi ayakları üzerinde durup kendi kararlarını verebilmeleri içinde yaş ve seviyelerine uygun görevler, küçük yaştan itibaren verilerek benlik saygısı yükseltilmelidir. Çünkü sorumluluk aileden öğrenilir.Eğer bugün çocuk ders çalışmayı sevmiyor ve ders çalışmıyorsa sorumluluk bilinci gelişmediğindedir. Onun içinde çocuklara verilecek ilk sorumlulukta yatağını ve odasını toplama görevi olmalıdır.
  • Çocukların yaşlarına uygun görevler verilerek cesaretlendirilmeli, çocuğun çabası ve yaptıkları takdir edilerek bazen ödüllendirilmelidir. Çocukları başkaları ile kıyaslamak yerine dünü ile bugünü kıyaslanmalıdır. Çocuğun olumsuz davranışları yerine olumlu davranışları görülüp benlik saygısı yükseltilmelidir.
  • Bağımsız kişilik konusunda çocuğa uygun model olunmalı.
  • Çocukların arkasını toplama yerine, kendisinin toplaması öğretilmeli.
  • Çocuklara yardım adı altında sorumluluk alanlarına girilmemeli.
  • Çocukların kendi kararlarını kendilerinin almaları teşvik edilmeli.
  • Çocukların bağımlı kişilik olmalarına sebep olacak, hal ve davranışları pekiştirilmemeli.
  • Çocukların okulla ilgili görev ve sorumluluklarına rehberlik dışında yardım edilmemeli.
  • Mehmet Emin Karabacak

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Ailenin temel akdi: “Nikah”

Malum yüce Allah insana müthiş bir değer vermiş, öyle ki bir insanı haksız yere öldüren tüm insanları öldürmüş gibidir, bir insanı hayata kazandıran da tüm insanlığı hayata kazandırmış gibidir diye beyanda bulunuyor. Buna rağmen dört kişinin şahit olduğu kadar aleni bir ortamda zina işleyen kimseleri de recm ile had cezasına çarpıtılmasını emrediyor. Zina edenlerin evli olmaları şartıyla. Bekarlar için yüz değnek cezası var.

Ancak nikah akdına göre iki adil şahit huzurunda mehir üzerinde anlaşarak evlenenler yeni bir hayatın temelini attıkları gibi hem Müslümanların duasına nail oluyorlar, hem de beraberlikleri onlar için an an sevap kazandırıyor.

Peki Belediye nikahı ile müftü nikahı arasında ne fark var?

İki fark vardır;

Birincisi müftünün kıyacağı nikahta Allah’ın emri peygamberin kavli deniliyor, belediye nikahında ise belediye başkanından aldığım yetki ile deniliyor,

İkincisi müftülük nikahında şahitler için belli şartları taşımaları aranıyor, diğerinde ise herhangi iki vatandaş şahit olarak yeterlidir,

Üçüncüsü Belediyenin nikahında genelde dua yok, müftülük nikahında dua var.

Şafii mezhebinde babanın rızası da lazım belediyede böyle bir rıza aranmaz.

Kısacası müftülük nikahında eksik yok fazlası var.

Neyse ki isteyen belediye nikahıyla birlikte imam nikahını da kıyıyor.

Eğer nikahı dini bir değer olarak kabul ederseniz, ki öyledir, Müftü nikahını kabul etmeniz lazım. En azından vatandaşlarımıza tercih hakkı verilmelidir.

Sene 2002 Ak Parti iktidar olunca 18 maddelik yasal düzeyde iyileştirme talebim oldu, nedense bazı vekillerin aklı ermeyince küçümsediler.

Bir maddesi de nikahın muhtarın gözetiminde köy imamının önderliğinde kıyılma talebiydi; biri seçilmiş kişi, diğeri devletin memuru daha ne olsun, kim bu talebe ne hakla karşı çıkabilir, anlamakta zorlanıyorum.

Nikah yine belediye ile işbirliğinde olur, nişanlılara anne babalık kursu, ailenin ayrıcalığı ve mahremiyeti, toplum hayatındaki önemini içeren bir kurs verilir ve en az bir beyaz eşya katkısında bulunulur, mesela Gaziantep Şahinbey belediyesinde böyle bir çalışma var, diğer illerimizde neden olmasın?

Ya bu düğünlere ne demeli, evlilik gibi mübarek bir hadisenin temelini orta yerde günahlarla kirletiyoruz, yazık günah değil mi?

Galiba müftülük nikahında en önemli fark şahitlerde ortaya çıkacak çünkü bir kişinin şahit olabilmesi için bazı vasıflara sahip olması lazım.

Mesela adil olmayan bir kişinin şahitliği kabul olmaz (Hanefi mezhebi hariç)

Bir kişi;
Bakan olabilir,
Profesör olabilir,
General olabilir,
Toplumda statü sahibi biri olabilir,

Eğer şahit olabilmenin şartlarını taşımıyorsa herhangi bir hadisede şahitlik yapamadığı gibi nikah için de şahitlik yapamaz, yani tabir yerindeyse yüce Allah şahadet şartlarını taşımayanları yok mahiyette görüyor, bir anlamda adamdan saymıyor.

Şahitlik yapabilmenin şartları;
1- Şahit akıllı ve ergin olmalıdır.
2- Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir.
3-Şahit hür olmalıdır.
4-Müslüman olmalıdır.
5- işitme, görme ve anlama yeteneğinin bulunması şarttır
6-Hanefi mezhebinde İki fasık şahidin şahitliği de yeterlidir. Fakat diğer mezheplerde fasıkın şahitliği kabul olmaz.

Buyur tercih sizin isterseniz İslami usullere göre yaşayın isterseniz keyfinize bakın yakında ebedi hayata göçeceğiz ,ona göre de muamele göreceğiz.

Beden söylemesi

Eyüphan Kaya

NurNet.Org

Ailelerde yabancılaşma

Eski evlerde, mahallelerde, mescidlerde “sohbet-muhabbet” vardı. Radyo ile birlikte sohbet geleneğimizde bir duraksama oldu…

Televizyon, internet ve telefon hayatımıza hâkim unsur haline gelince, sohbet ve muhabbeti bütünüyle unuttuk…

Artık aileler konuşmuyor, televizyonu kesmemek için, neredeyse işaret dili ile anlaşmaya çalışıyoruz.

Sohbet ve muhabbet, insanlar arasında sevgi bağları oluşturur. Ya da var olan sevgi bağlarını güçlendirir. Bir birleriyle konuşmayan insanlar arasında ise sevgi bağları önce gevşer, sonra kopar. Zaman içinde de müthiş uçurumlar oluşur. Artık bir birlerine ulaşamazlar.

Bazı aileler şimdilerde bu süreci yaşıyor.

Günler geçer, aile fertleri ekranlardan gözlerini alıp bir birlerinin yüzlerine dahi bakmazlar. Bir birlerinin durumlarıyla ilgilenmezler. 

“Televizyon tutkunu babam o kadar uzun zamandır yüzüme bakmadı ki, sokakta karşılaşsak beni tanıyacağından kuşkum var” diye yakınıyor, SümeyyeHanım; “hatta adımı bile unuttuğunu sanıyorum. Benden bir şey isteyecek olsa, yüzüme bakmadan istiyor… Ekrandaki bir sahneyi kaçırsa sanki kıyamet kopacak… Ekran tutkusu yüzünden geç saatlere kadar oturuyor. Önceleri dükkânı geç açıyordu. Televizyon tutkusu arttıkça, hiç açmamaya başladı. Şimdi gün boyu uyuyor. Çünkü her geceyi televizyon karşısında uykusuz geçiriyor. Dükkânı satacağını söylüyor. Emekli maaşıyla geçinecekmişiz. Bu ise benim okuldan alınmam anlamına geliyor. Ne yapacağımı şaşırdım.” 

Aile içi kopukluğun bundan daha acı, daha acıtıcı ve daha incitici örneği olabilir mi? Birbirleriyle konuşmayan, bir birlerinin yüzüne bakmayan bu insanlar bizim. Aile bireyleri dut yemiş bülbül misali sus-pus. Tek irtibat noktası, televizyon ekranı ve gözler ekrana yapışık. Yemeği bile alelacele tıkınıp derhal ekran karşısına geçen babalar, televizyon izlemekten vakit bulup çocuklarının büyümelerini izleyemiyorlar. Doğrusu çok büyük kayıp… Üstelik de çok ayıp!

***

Zerrin Hanım ise anne babasına küskün:

“Asker emeklisi babam, ayda birkaç kez içer. Annemin de başı açık. Çok anlattığım ve ısrar ettiğim halde irşad edemedim. Ben de mecburen tavrımı koydum. Onlarla bir yıldır konuşmuyorum. Bir yıldır annem ve babamla konuştuklarımı toplasanız, sanırım on dakikayı geçmez. Bu süre içinde yüzlerine belki toplam bir dakika bile bakmamışımdır. İnanın artık yüzlerini bile unuttum. Ama vicdanım pek rahat değil. Ne yapmamı önerirsiniz?” 

Ne önerebilirim ki? Bu nasıl dini hassasiyet anlayamadım. Din sevdirici, barıştırıcı, müsamaha etmeyi öğretici bir kavramdır. Bu temel inşayı görmezden gelip kine, küskünlüğe alet etmek anlaşılır gibi değildir.

Öyle ya, “anne babaya öf dedirtme”yi yasaklayan bir “sevgi” ve “şefkat” dinine mensubuz. Anne ve babamızın bize ters gelen olumsuz davranışları onları ters davranmamızı gerektirmez. Bu davranışımızı inancımızın bir gereği sayacakları için asla inancımıza ısınmayacaklardır. Dolayısıyla inancımıza zarar vermiş olacağız.

Siz ne diyorsunuz? Hz. Nuh, peygamberdi ama eşini ve oğlunu ıslah edememişti. Hz. Alişan Efendimiz ise sevgili amcasının iman etmesini sağlayamamıştı. Belli ki, hidayet bizden değil, Allah’tandır.  

Müslüman öncelikle “sevgi insanı” olmak zorundadır. İnsanı “sevgi” eksenine oturtmayan Müslümanlığın kişiye yansımalarında müthiş bir terslik var demektir. Bu terslik İslam’da olamayacağına göre, Müslümandadır! 

Şunu söylemeye çalışıyorum ki, kişiyi “sevgi insanı” yapamayan dindarlığı gözden geçirmemiz lazım. Anne babasını sevmeyen, başka kimi sevecek?

Yavuz Bahadıroğlu

Eşine Yüz Çevirme

“İnsanları küçümseyip yanağını bükme / yüz çevirme ve yeryüzünde şımarık yürüme! Çünkü Allah, böbürlenen ve kendisini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.” (Lokman suresi 18)

Kur’an-Kerîm de aile ile ilgili âyet-i kerime’ler ailenin temel esaslarını yani çerçevesini belirler. Bu çerçevenin içini ise müminin mümine karşı davranışları nasıl olmalı ise onunla öylece doldurmamız gerekir. Eş de Allah’ın bir mümin kulu.

Rabbimiz sevdiği ve sevmediği şeyleri, yapmamızdan hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyleri pek çok âyet-i kerîme ile bize bildirmiş. Tabii Rabbimizin sevdiği şeyler, dünya ve ahiret saadetimiz için güzel olan davranışlardır. Sevmedikleri ise dünya ve ahirette bize sıkıntı verecek kötü davranışlardır.

Yukarıdaki âyet-i kerime’de Rabbimiz Lokman suresinde Lokman aleyhisselamın oğluna nasihatlerini bize bildirerek sevmediği davranışları bize bildirmiş. Bu âyet-i kerimeyi aile üzerinden okuyalım.

Karına / Kocana küçümseyerek tavırlı davranma. Evin içinde çok bilmiş şımarık şımarık yürüme. Allah eşine ve çocuklarına karşı kibirlenen, kendini övüp böbürlenen hiç kimseyi sevmez.

Kadın olmak, erkek olmak, zengin olmak, mevki makam sahibi olmak, zeki olmak, beş dil bilmek, kariyer sahibi olmak, filanca aileye mensup olmak… Kimseye kibirlenme hakkı vermez. Zira kibir şeytanı Allah’ın rahmetinden mahrum bırakan huydur. Allah böbürlenen kendini bir şey zannedenleri sevmiyor, Allah sevmedikten sonra dünya bizim olsa ne çıkar. Zaten bütün nimetler emanet.

Âyet-i kerîme’den yanağını bükmenin, yüz çevirmek kibirden olduğunu öğreniyoruz. İnsan kırılınca, kızınca gözlerini kaçırır, etrafa bakar o kişinin yüzüne bakmak istemez. Uzun sürdürmemek kaydıyla bu doğal bir şey.  Fakat o kişiyi görünce gözümüzü değil de yüzümüzü çeviriyorsak demek ki kibirdenmiş. Dikkat edelim bakalım insanlarla ilişkimizde hangisini yapıyoruz.  Karı-kocalar da dikkat etsinler . Bir birlerine kızdıklarında gözlerini mi yüzlerini mi çeviriyorlar? Rabbimiz kibirlenip karşındakini küçümsemeyi ve ondan yüzünü çevirmeyi yasaklamış.

Erkek evinde kavvamlık görevini yaparken asla kibirlenmemeli. Tevazu sahibi olmalı. Evin reisi olması onu kadın ve çocuklardan daha değerli yapmaz. Reislik sorumluluktur, övünç sebebi değil. Erkek kibre kapılmamalı. Zira kibir rahmetin ve aklın önünde en büyük perdedir. İnsan kibre kapıldığında doğru davranamaz.

Erkek reis olacağım diye sert ve kibirli davranırsa aile fertleri ondan korkup usulen saygı gösterebilirler; fakat onu ne Allah sever ne de karısı ve çocukları.

Erkek ailesinde tatlı bir otorite kurmalı ki hem sevilsin hem sayılsın. Kaynaşıp birbirlerinde sukûnete erebilsinler.

Kadın da kocasına karşı sahip olduğu meziyetlerden dolayı övünüp böbürlenmemeli. Kocasına çalım atmamalı, şımarık ve saygısız davranışlarda bulunmamalı ki Allah’ın sevgisini kaybetmesin. Güler yüzlü, yumuşak huylu saliha bir eş olmaya gayret etmek gerekiyor.

Bir sonraki âyet-i kerîme de şöyle:

 “Yürüyüşünde ölçülü ol. Konuşurken sesini de alçak tut. Çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.” (Lokman suresi 19)

“Yürüyüşünde ölçülü ol.”

Peş peşe iki âyette de yürüyüşten bahsediliyor. Önceki âyette “Şımarık yürüme” buyurulurken bu âyette “Ölçülü ol” buyruluyor.

Dinimiz her konuda ifrat ve tefriti yani aşırı gitmeyi yasaklamış. Yürüyüşünde tabii ol, orta yolu tut ne çok hızlı ne çok yavaş ol.

Zira aşırı yavaşlık da kibirden olabilir. Çünkü fazla tevazuda da kibir tehlikesi var. “Bakın ben nelere sahibim; fakat hiç kibirli değilim” mesajı vermek için boynu bükük bir duruş, yürüyüşünde aşırı yavaş hareket ederek beden dili ile tevazu sahibi gibi görünmeye çalışmak da ayrı bir kibirdir.

Ayrıca sadece kibir tehlikesinden değil, müminin kibar bir duruşu olması lazım. Şımarık yürümekten korkup bu kez ezik bir görüntü çizmesi hem kendi ruh hali için iyi değildir hem de insanların ona muamelesini de olumsuz etkiler.

“Konuşurken sesini de alçak tut.”

Rabbimiz yüksek sesle bağıra çağıra konuşmayı hoş karşılamamış ve sesimizi kontrol etmemizi emretmiş.

Ses müthiş bir şeydir; öldürücü ve diriltici etkisi vardır. İletişime en çok zarar veren şeylerden biri ses tonudur. Ses tonu pek çok duyguyu aktarır. Taraflardan biri sesini yükselttiği anda diğer taraf ya kendini iletişime kapatır ya da daha yüksek tonla karşılık verir.

Ayrıca ses tonu yükseldiğinde kişinin kendi öfkesi de artar. Öfkeyi kontrol edebilmenin en iyi yolu sesi kontrol edebilmektir.

Alimler bu âyetin tefsirinde; hitap ederken, konuşurken, özellikle iyiliği emredip kötülükten sakındırırken ve dua sırasında sesin kısılmasının gerektiğini söylemişlerdir.

Yüksek ses düşmanı korkutmak gibi özel durumlar için uygun bulunmuş.

Sadece bağıra çağıra konuşmak değil, karşıdakinin duyacağından daha yüksek bir ses tonu ile konuşmak da hoş görülmemiş. Sesi gereğinden fazla yükseltmek kınanmış.

“Çünkü seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.”

Âyette yüksek sesin eşek sesine benzetilmesini alimlerin yaptığı yorumlara bakarsak:

Ebu’l Leys: Eşeğin sesi çirkindir; fakat ondan sesi daha çirkin hayvanlar da vardır. Fakat eşeğin sesi insanlara misal verilmiştir. Zira eşeğin sesi cehennem ehlinin sesine benzer. Sesin başı tiz, sonu pestir. (Tiz ses: ince, keskin ve yüksek ton. Pes ses ise göğüsten gelen yavaş, kısa, kalın ton) Onu işiten ondan nefret eder.

Hz. Mevlana şöyle anlatmış: “Eşek ekseriyetle saman ve arpa için veya şehvet ve kavga için yüksek sesle anırır. Hayvani sıfatların ağır basması ile ortaya çıkan ses, seslerin en çirkini kabul edilmiş.”

Süfyân-ı Sevri hazretleri: “Her varlığın sesi tesbihtir ancak merkep sesi hariç. Çünkü merkep şeytanı gördüğünde anırır.  Bu sebeple çirkin sayılmıştır.”

Peygamber efendimiz: “Merkep anırması işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının. Çünkü o şeytanı görmüştür.” Buyurmuştur.

Ses genellikle öfkeliyken yüksek çıkar. Öfkede şeytandan olduğuna göre bağıran birini görünce euzu besmele çekip şeytandan Allah’a sığınmamız gerekiyor demek ki onun öfkesine kapılıp kendi şeytanlarımızı harekete geçirmeyelim.

Bir de her daim yüksek tonda konuşan insanlar var. Anlaşılamadığını düşünen insanlar yüksek tonda konuşuyorlarmış genellikle. Bunun geri planında da anlamayanlara karşı öfke olabilir. Beni anlamıyorsun yoksa duymuyor musun psikolojisi ile kendini daha iyi duyurmak için hep yüksek tonda konuşanların da bu duyguları ile yüzleşmeleri gerekir.

Bu âyetlerin Hz. Lokman’ın oğluna nasihatları olarak bize aktarılmasında da ayrı hikmetler var. Demek ki çocuklarımızı bu düsturlarla büyütmemiz gerekiyor. Anne-Baba çocuklarına yumuşaklığı tevazuyu “Oğulcuğum, Yavrucuğum” diye örnek olarak öğretecek. Aile içinde karı-kocanın da hem Allah’ın rızası için hem birbirleri ile muhabbet etmek için hem çocuklarına örnek olmak için yumuşak bir ses tonu ile konuşması lazım.

Çocuk bağırarak bir şey istediğinde sakinleşip kibarca isteyene kadar isteği yapılmamalı ki istediği olmadığında bağırmayı alışkanlık edinmesin. Küçük yaştan itibaren anne-babaya bağırması, saygısızlık etmesi hoş karşılanmamalı, kibarca müdahale edilmeli.

Eş ya da çocuk bağırınca karşısında bağırarak onu susturmaya çalışmak bu âyet mucibince uygun değildir.  Öfkelenmemek için la havle çekilir genellikle. La havle çekmek, euzu besmele çekmek gibi zikir cümleleri ile Allah’a sığınıp sabırlı davranmak gerekiyor. Söylediklerim tabii ki önce kendi nefsime. Rabbim bildiklerimizle amel etmeyi nasip etsin.

Mü’min kullarıma söyle: En güzel olan sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. Şeytan şüphesiz, insana apaçık bir düşmandır.” (İsra suresi 53)

Rasulullah efendimizin güzel bir duası ile bitirelim. “Allahım bana öğrettiğin ile beni faydalandır. Bana faydalı olanı öğret. İlmimi artır.”

Not 1: Âyet-i kerîmelerin açıklamasında Feyzü’l-Furkan meali (Server Yayınları)  ve Rûhu’l Beyan tefsirinden faydalandım. (Erkam Yayınları)

Not 2: Bu âyetleri evin en çok görünen yerlerine yazıp asarsanız hem sizin hem ev halkının unutmayıp hayata geçirmesi için faydalı olabilir.

Sema MARAŞLI

Kaynak: CocukveAile.Net

www.NurNet.Org